*

  • "insanoğlu kendine bak ve kederlen, çünkü doğa hiç bu kadar aşağılık bir şey görmedi."

    çöplüklerin üstünde çığlık atarak uçan kuzgunları her gördüğümde; insanın aklını neden kaçırmaması gerektiğini düşünüyorum. sonra da filmle aynı soruyu soruyorum:

    "tanrım, nereye gideyim?"
  • "her nerede insan varsa, cehennem orada."

    rus yönetmen konstantin lopushansky'nin 1989 yapım, distopik filmi. bu kadar göz ardı edilmesine anlam veremedim. tost makinesi çekimi gibi bir kalitede izlesem de genel olarak çok sevdim. hayal gücünü kullanarak bambaşka bir evren yaratan filmler hep kalbimi çalıyor.. kendime yakın buluyorum sanırım.

    bir adam, insanların %40'ının genetik hastalıklara sahip olduğu kıyamet sonrası bir dünyada, ancak gelgitte erişilebilen, aslında denizin altında kalmış olan bir müzenin kalıntılarını ziyaret etmeye çalışır. daha ilk sahnesinde şu diyalog geçer;
    -kim var orda?
    -delilik.
    bu çarpıcı başlangıçla başlar, çölün ortasında tanrı'ya yakarır; "tanrım, nereye gideyim?". çöp yığınlarının arasında şafağa doğru acı içinde yürümesiyle de son bulur.

    tarkovsky'nin stalker'ını sevdiyseniz, bir zamanlar stalker filminde tarkovsky'nin asistanlığını yapan bu yönetmene bir şans verin. göründüğünden çok daha fazlası..
  • --- spoiler ---

    çünkü başkalarının günahları için acı çekiyorlar. bu dünyada her şey lanetli. her şey yok olup gitmeye mahkum. bu dünyadaki her şey yalan, bu dünya yalana boğulmuş ve tek bir dürüst insan bile yok.
    --- spoiler ---
  • yönetmenliğini konstantin lopunsansky'nin üstlendiği 1989 yapımı bir sovyet filmi.

    andrei rublev, zerkalo ve stalker karışımı bir lezzet aldım filmden. yönetmenin, tarkovsky'den etkilendiği aşikar. ki kendisi andrei tarkovsky'nin stalker filminde asistanlığını yapmış bir isim.

    sinematografik açıdan da doyurucu bulduğum filmde, temaya uygun (post-apokaliptik) bir biçimde kullanılan kırmızı renk paleti, ses ve efekt kullanımı, yakın plan açılar öne çıkan detaylar oldu.

    diğer yandan posetitel muzeya'da yönetmen filmine varoluşçu bir açıdan bakar ve insanlığın değerlerini sorgulamaktan çekinmez. post-apokaliptik hikayede ana karakterin ruhsal yolculuğu ve dönüşümüne tanık oluruz.

    onun döküntülerden başka bir olmayan müzesinde, bir tarafta post-modern fikirlerden etkilenmiş, günlük yaşamda hedonizm peşinde koşan, materyalist, `burjuva hicvedilirken, diğer tarafta makûs kaderine terk edilmiş olmanın etkisiyle, yeraltında kutsal bir mabet inşaa edip orada mesihlerinin gelmesini bekleyeduran, toplumdan soyutlanmış, fiziksel özellikleri de farklı olan ötekilerin dünyaları en şeffaf haliyle resmedilir. bir bakıma maddi olan ile manevi olan arasındaki radikal farkları ortaya koymak istemiş lopunsansky. televizyondan modanın trendlerini takip eden burjuvaya karşılık, yeraltında dünyadan bir haber biçimde ayin yapan inançlılar.

    yönetmen, günün sonunda anlam arayışı yolcuğunda bir seyyah gibi oradan oraya sürükleyip, tükettiği ana karakterini, isa'nın attığı sessiz çığlıklara benzer şekilde karanlığın ve boşluğun içinde bırakıp, tanrı'ya dert yanan bir söylevciye dönüştürmeyi eksik etmiyor tabi.

    “ne sefil haldeyim! ne yöne gitsem? sonsuz hiddete mi, sonsuz ümitsizliğe mi? her yol cehennem bana; cehennem olmuşum kendim ve en derin çukurda açılıyor daha derin bir çukur, beni yeniden yutmaya niyetlenerek…”
  • konstantin lopushansky tarafından yazılıp yönetilmiş, kıyamet dörtlüsü isimli serinin ikinci filmi
    şiirsel, ürpertici ve rahatsız edici.

    "insanoğlu, kendine bak ve kederlen. çünkü doğa hiç bu kadar aşağılık bir şey görmedi. adın bir yalan, yapıp ettiklerin ikiyüzlülük. elini sürdüğün her şey bozulacak; canlılar ve ölüler, ağaçlar ve taşlar, gök, hayvanlar ve kuşlar...

    her şey zehirlenip çarpılacak. çünkü şehvetin sonunda seni tüketecek. çünkü yeryüzünü pisliklerinden oluşan bir atık yığınına çevirdin ve bunları hazlarından artakalan höyüklerin altına gömdün. kendi açgözlülüğünün ağırlığı altında inilderken, daha fazlası uğruna yaygaraya devam ediyorsun."
hesabın var mı? giriş yap