• sadece bir tek diyar var ; raslantilar ve aptalliklar diyari
    iste o zaman sunu eklemek gerek :evet belki de bir diyar var , belki ne arzu ne amac var , biz onlari hayal ettik .
    zorunlulugun demir elleri talihin zar masrapasini sallayip , oyunlarini sonsuza dek oynarlar.her dercede amaca uygunluk ve akillilikla tamamen benzer gonunen zarlar , gelmek zorunda.
    belki de bizim arzularimiz ve amaclarimiz boyle atilan zarlardan baska birsey degildir.
    ve biz , asiri dar kafalilligimizi kavramak icin sadece cok yetersiz ve kibirliyiz.; yani demir ellerle zar masrapasini salliyor olmamiz ve kasitli eylemlerimizde zorunluluk oyununu oynamaktan baska birsey yapmiyor olmamiz .belki...
    bu belkiyi asabilmek icin yeraltinda ve butun yuzeylerin oteki tarafina konuk olup proserpina`nin masasinda onunla bizzat zar atmak ve bahse girmek gerek..
  • (bkz: persephone)
  • bestesinin dante gabriel rossetti nin sozleri uzerine oldugu guzel bir `gothica parcası...

    lungi è la luce che in sù questo muro
    rifrange appena, un breve istante scorta
    del rio palazzo alla soprana porta.
    lungi quei fiori d’enna, o lido oscuro,
    dal frutto tuo fatal che ormai m’è duro.
    lungi quel ciel dal tartareo manto
    che quì mi cuopre: e lungi ahi lungi ahi quanto
    le notti che saràn dai dì che furo.

    lungi da me mi sento; e ognor sognando,
    cerco e ricerco, e resto ascoltatrice;
    e qualche cuore a qualche anima dice,
    (di cui mi giunge il suono da quando in quando,
    continuamente insieme sospirando,)-
    "oimè per te, proserpina infelice!"

    "afar away the light that brings cold cheer
    unto this wall, one instant and no more
    admitted at my distant palace-door.
    afar the flowers of enna from this drear
    dire fruit, which, tasted once, must thrall me here.
    afar those skies from this tartarean grey
    that chills me: and afar, how far away,
    the nights that shall be from the days that were.

    afar from mine own self i seem, and wing
    strange ways in thought, and listen for a sign;
    and still some heart unto some soul doth pine,
    (whose sounds mine inner sense is faith to bring,
    continually together murmuring,)-
    "woe’s me for thee, unhappy proserpine!"
  • belki asırı neseliyken pek cekilemeyecek bir parca olabilir..fakat kotuyken dinliyosanız surundurur..hatunun sesi mahveder..aslında su savas filmlerinde en kanlı-vahsi kıyım, yıkım, dokum sahneleride calan asla adını bilmedigimiz essiz sarkıların adını bildigimiz versiyonu..
  • bereket tanricasi demeter'in* kizi, kirlarda cicek toplarken cehennem tanrisi pluto tarafindan kacirilir.
  • benim msn nickim
  • http://www.dailymotion.com/…f-hades-plut_shortfilms

    dönem dönem favori yunan/roma<n> tanrıçamı/kahramaniçemi (kahramaniçe: hero'nun dişisi anlamındaki heroina terimine uygun gördüğüm türkçe) değiştiriyorum. bir ara hestia'nın bekaretiyle kafayı bozmuştum, roma'daki virtus (erdem) ile pietas'ın (<dinî anlamı ağırlıklı olmak üzere> sadakat) birlikte beslediği vesta rahibelerinin tanrıçası olması bakımından kendisini ciddiyetle savunmuş ve desteklemiştim. kimlere karşı? bacon'ın 'aristotelesçi skolâstikleri eleştireyim' derken aristoteles'i eleştirmesi gibi, 'koyu ahlâkçılığı eleştireyim' derken ahlâk olgusunun kendisini eleştirenlere karşı elbette. dahası bu rahibeler hıristiyanlıktaki rahibelerden daha seksi görünüyordu taş tabletlerde. taptıkları tanrıça el değmemiş bir mercan, balta girmemiş bir orman, penis görmemiş bir bacak arasıydı benim için. ama sonra modası geçti zihnimde.

    klytaimnestra'nın haşin ve intikamcı milfliğini gözüme kestirdim. kızı iphigeneia'yı <sırf troia savaşı'nda zafer elde etmek için> tanrılara kurban etmek isteyen açgzölü kocası komutan agamennon'u hem de onun en nefret ettiği adamla aldatıp öldürmüş ve intikamını almıştı. sonra oğlu orestes tarafından öldürülerek hybris baltasının sapının da sivri olduğunu cümle aleme kanıtlamıştı cesediyle. olsun<du>, neticede hadbilirliğin, ölçülülüğün ("kimse kızını kendi başarısı için tanrılara kurban etmeyi düşünmemeli" mesajı) simgesi olmuştu klytaimnestra, kocasından kızının öcünü alırken oğlu tarafından mıhlanmıştı. bir archetypus idi (arşetip), tıpkı hestia gibi. hestia bozulmamışlığın, klytaimnestra ise türlü bozulmaların cezasız kalmayacağının tipiydi, örneğiydi. konu-dışı gelebilir ama söylemeliyim klytaimnestra daha trajikti, hestia ise daha mitolojik. olsun<du>, neticede ikisi de modus vivendi yani yaşama ölçüsü sunan archetypus'lardı, ilk tipler.

    arada başka tanrıçalarım olduysa da, onları es geçip burada proserpina'dan yani son gözdemden bahsetmek istiyorum. proserpina bir archetypus değil hestia ya da klytaimnestra ile karşılaştırılırsa. aksine bir secundatypus yani ikincil-tip. hestia'daki bozulmamışlık vurgusu ya da klytaimnestra'daki intikamcı fakat bozulanı düzeltme hedefinden ötürü reformistlik gibi ulvî amaçlara hizmet etmiyor proserpina, ilk bakışta görülen bu. ancak bana kalırsa hiç de azımsanmayacak bir mesaj sunuyor. erkek-ölüm'ün yani ölüler aleminin hades'i (roma'daki karşılığı: pluto) tarafından kaçırılarak yaşamının geri kalan kısmını ölüler aleminde geçirmeye zorlanıyor. bunun güzünümüzde, özellikle de bizim gibi toplumlardaki kadınların erkek mahkumiyetini ne denli güçlü bir şekilde betimlediğini görmemek için, metinşentürkist bir dille söylersek, kör olmak gerekir. o halde önce geleneğe bakalım sonra gerekli dersleri çıkarabilirsek çıkarırız.

    geleneğe göre proserpina tarımın ve verimliliğin tanrıçası olan ceres'in gözde kızıydı. evlatlar arasında ayrım olmaz elbette ama ceres'in ona diğerlerinden daha fazla ilgi gösterdiğini söylüyor kaynaklar. bir gün proserpina bahçede kardeşleriyle oynarken yer yarılır ve ölüler aleminden bir el onu aşağı çeker [en baştaki videodan izleyebilirsiniz]. bunun üzerine kızını arayan ceres, aynı zamanda kızının babası olan baş-tanrı iuppiter'e onun nerede olduğunu sorar. o da durumu anlatır ve ceres'e ölüler alemine inip kızını kurtarma iznini verir. fakat bir şartı vardır (mitolojide şartlar şurtlar çok karşımıza çıkıyor değil mi?); eğer proserpina yeraltına indikten sonra orada herhangi bir şey yememişse yeryüzüne <yeniden> çıkartılabilecektir. ceres teklifi kabul eder etmesine de, kızı proserpina yeraltında bir kızın asla hayır diyemeyeceği "ölüler aleminde yetişen" bir narı çoktan dişlemiştir. havva'nın yasak meyvesi gibi, proserpina'nın da bir yasak meyvesi vardır ve işin kötüsü o meyve de yenmiştir!

    proserpina yediği dört tane nar tanesi yüzünden yılın üç ayını yeraltında dokuz ayını ise yeryüzünde geçirmeye mahkum edilir. anası ceres toprağı çiçeklerle, yapraklarla kaplar proserpina'nın her yeryüzüne çıkışında. bu çıkış ilkbahara denk düşer. proserpina'nın yeraltında geçirdiği üç ayda ise kış olur.

    jill mann pluto'nun batı edebiyatı tarihinde kız kaçıran/alıkoyan karakterler içinde kılıbık (hanımköylü) olan tek karakter olduğunu söyler bir çalışmasında [*], haklıdır. çünkü proserpina yeraltında geçirdiği üç ay boyunca dırdırıyla ölüler aleminin bu korkutucu tanrısının başının etini yer bolca (mitoloji anlatmaya başlayan insanların birkaç cümle sonra devrik cümlelerin esiri olması durumuna dikkatinizi çekmek isterim).

    aynı yazar, gerçek hayatta da örneklerinin görülebileceği gibi, dişil şirretin (female shrewishness) eril egemenlikten (male domination) doğduğu kanaatindedir. hatta bu iki olgu birbiriyle öyle alâkalıdır ki, aralarındaki ilişki "effect to cause" yani "etkiye tepki" ilişkisidir. pluto proserpina'yı ölüme yani kendisini betimleyen tek yaşam alanına çekerek onu yaşamdan eder, böylece yaşamsal alanı daralan proserpina dırdırcı, şirret bir kadına dönüşür. burada bilhassa dikkatinizi çekmek istediğim husus, pluto'nun gerçekten de 'ölüler aleminin kralı' olmaktan gayrı bir işlevselliğinin bulunmamasıdır. neticede onun egemenliği, onu kimlikleyen vazifesiyle sınırlıdır; bu yüzden ondaki "male domination", başka deyişle, doğrudan vazifenin kendisiyle eşitlenir. bu eşitlemeyi bizim gibi toplumlardaki kadın-erkek ilişkilerine yontmak da mümkün olabilir. erkek vazifesiyle eşitlenir, örneğin taksicidir ve evine ekmek getiren koca/baba olması dışında başka hiçbir özelliği yoktur, neticede proserpina sendromuna yakalanarak evine hapsolan karısı da ona <onun vazifesiyle eşitlenmiş kimliğinden ötürü> sadık kalır. hal böyle olunca <etraftaki hades ile proserpina sayısı artınca> başta bahsettiğim sadakat / saflık (hestia nezdinde) ve ölçülülük / cezalandırmaya dayalı hybrisçi diyalektik (klytaimnestra nezdinde) bir tür samimiyetsiz ve içten pazarlıklı birliktelikler doğurur. görünürde vazifeşinas fakat otoriter baba figürü, vazifesinden ötürü, kadını adeta kırbaçlarmış gibi şirretleştirirken, kadın da onu şirretiyle otoritesini daha fazla uygulaması için kışkırtır. böylece tadından yenmeyecek bir paradoksumuz olur, tıpkı stresten ötürü saçı dökülen adamın daha fazla stres yapması gibi.

    bizdeki ilişkileri bir kenara koyarak <ki bu konu ilgimi çekmiyor> başka bir konuya sıçramak istiyorum. hannah arendt'in bir metninde geçtiği gibi mitsel proserpina figürü kendi içinde tutsak kadının, diğer tutsak ya da tutsak olmayan kadınlarla olan temassızlığına, onun o kadınlarla "aslında ne istediğine ilişkin" arzu paylaşımı eksikliğine dair mesaj barındırır [**]. sözün özü kadın <en fazla> "yapabilirim" noktasında kalmaya mecburdur ve asla "yapacağım" diyemez. hiçbir zaman tutsaklığından sıyrılamayacağına ilişkin toplum şartlandırmalarının etkisinden sıyrılamayan bu kadın tipi ceres'in kızı olduğunu sık sık hatırlar ve basit bir <t>üreme aygıtı olmaktan öteye gidemez. ama bir de yine bugüne özgü başka bir kadın tipi söz konusu, onun ise kullanım alanı farklı. üremek için kullanılmıyor o, o kendi kendisinin tutsağı olmasıyla mesut kılınmış bir tip. onu aşağıda şey yapalım.

    gerçi pluto ile proserpina'nın sex yaşantısının nasıl olduğunu bilmiyoruz ama proserpina tipi tutsak kadınların ölüler alemine bile ayak uydurabilmiş olmasını hem üreme aygıtlılığına hem de yeri geldiğinde sex objesi olabilme niteliğiyle ilişkilendirebiliriz. hem etinden hem sütünden yararlanabildiğimiz bu tipi öyle biçimlendiririz ki, neticede kendisi kendi arzularının bizim gözümüze girme yönünde olduğunu kabul eder. öyle bir biçimlendirmedir ki bu, zaman içinde eril egemenlik ortadan kalksa bile, dişi dişilliğiyle malzeme olmayı sürdürür. mahkumun celladına aşık olması sendromu gibi bir şey, ama zaman içinde cellada gerek kalmadığını düşünün.

    zaman içinde tutsak dişi sosyal statüsünü belirlemek için birtakım dansözlüklere (evet ilkel toplum mesleği olan dansözlüğü de, bunu ciddiye alıp eğlencesine kurslarına gidenleri de aşağılıyorum) girişir, çünkü buna alış<tırıl>mıştır. yedikçe acıkırcasına kendini beğendirme telâşına düşer. kendi ayakları üzerinde durabilmek için bile başka ayakların altında ezilmeyi marifet beller. kısıtlı yaşamını bitmek tükenmek bilmeyen süsler ve kürlerle geçirir, kendisi bizzat hedefin kendisine dönüşür. böylece evine ekmek getiren aile reisi kimliğiyle, vazifesiyle eşitlenen taksici gibi o da sosyal statüsünü yükseltmek adına adı konmamış bir kölelikle eşitlenir. alışveriş merkezleri, billboardlar, reklamlar hep bu tutsak kadın içindir. bu şekilde tasvirlenen, hedefsiz, gayesiz, düşüncesiz, akılsız modern kadın tipi açık çantasının ucundan görünen ince "mevlana'dan öğütler" kitabıyla içindeki manevî açlığı doyurmaya çalışırken bir yandan azmış selülitlerini ya da yan ofiste hakkında yapılan dedikoduları, arkasından kopan kahkahaları isa'nın çarmıhını yüklenmesi gibi yüklenir. ama ne için? sosyal statüsünü yükseltmek için mi? bunun için mi bütün billboardlardaki düzgün fizikli kadınlar? vazifesi tutsaklığın kendisi olmuş bir yığın kadın için artık erkek egemen dünya bir sorun teşkil etmiyor, çünkü egemen olan zaten kendisiymiş gibi şartlandırılmış durumda. önemli olan ya da sorun teşkil eden şey, özellikle de <kendi ayakları üzerinde durabilme> koşulunu, üstü örtük bir biçimde, başkalarına tutsak olmaya bağlamış plazma kadının bu içi-boş vazifeyle eşitlenmeyi marifet bellemesidir.

    proserpina bile bu kadar marifetli değildi. artık erkeklerle kadınlara bazı konularda (tüketim için tüketim gibi konularda özellikle) marifetli olmamaları gerektiği bir ders gibi öğretilmeli, aksi halde bu gidiş gidiş değil, henüz sonuçlarını almak için erken, insanlık tarihi hiçbir döneminde bu denli bir yıkıcı kadın tutsaklığı görmedi, proserpina'yı kaçıran proserpina'nın tutsaklığı bu. depremin şiddetine göre nihaî yıkım tarihi belli olacak, o zamana değin aynı zamanda kendi yıkımını hazırlama vazifesiyle eşitlenen amaçsız kadınlara bir uyarı olsun bu entiri. aksi halde büyük bir hukuki mücadele başlatacağım.

    * j. mann, "chaucer and the 'woman question'", this noble craft--: proceedings of the xth research symposium of the dutch and belgian university teachers of old and middle english and historical linguistics, utrecht, 19-20 jan, 1989, ed. by e. kooper, s.182.
    ** linda m. g. zerilli, feminism and the abyss of freedom, university of chicago press, 2005, s.97. http://i40.tinypic.com/2zyfrjn.jpg
  • yunan mitolojisinde cehennem ve yer altı tanrısı pluton'un karısı
  • "bilen kişi, gece ulumalarıyla korku veren proserpina ile göksel venüs'ü ilişkilendirebilecek (bu, başlangıçtan beri var olan anne-imgesinin dehşet verici paradoksudur) ve apuleius'un cennetin kraliçesine yaptığı muhteşem duada ifade ettiği karşıtlıkların gerilimini anlamak için açıklamaya ihtiyaç duymayacaktır." carl gustav jung - aspects of the feminine

    (bkz: proserpine), persephone/@ibisile
    (bkz: the rape of proserpina)
    (bkz: nar), nar tanesi, dırdırcı
hesabın var mı? giriş yap