• yazının türkçesi için bak: http://www.radikal.com.tr/…5/02/18/haber_143887.php

    birkaç yıl önce istanbul'da bir sergiye katılmıştım. ülkedeki son askeri darbe dönemine (1980) dair resimler sergileniyordu. fakat görünen oydu ki ressamlar, türkiye demokrasisinin akıbetinden ziyade, küresel kapitalizmin yol açtığı adaletsizliklerle ilgileniyordu. aslında bu çalışmalara solcu
    karikatürler demek bile azdı (birçoğu şişman kapitalistleri sam amca şapkaları ve iğne ipliğe dönmüş işçilerle tasvir ediyordu). hatırladığım kadarıyla, sergiyi gezen açıkgöz bir türk, meseleyi şöyle açıklamıştı: "bu sergi türk ressamlarının, sovyet ressamlarının stalin baskısının doruğa çıktığı dönemlerde bile reddettiği düzeysiz tarza kendi gönülleriyle bağlanmak istediklerini gösteriyor."

    ideolojik husumet
    bu sergi, abd'de 'türkiye'yi kim kaybetti' sorusu üzerinde son dönemde kopan fırtınalı tartışmalar vesilesiyle geldi aklıma. zira sergi, kore'den başlayarak sovyet yayılmacılığına karşı mücadele eden iki nato müttefiki arasındaki 50 yıllık özel ilişkinin, uzun zamandır istanbul seçkinlerinin çoğunda hasıl olan ideolojik husumet ve entelektüel gerilemenin etkisine girdiğini gösteriyordu. ve 2002 seçimi, giderek yozlaşan ve türk-amerikan ilişkilerini önemseyen merkez partilerinin kendi kendilerini yok etmesine sahne oldu; ortaya çıkan boşluğu ise adalet ve kalkınma partisi'nin (ak parti) sinsi, fakat kurnaz islamcılığı doldurdu.
    ilişkilerdeki gerilemenin (türkiye'nin irak savaşında yanımızda yer almayı reddetmesinden kaynaklı karşılıklı küskünlüğün ötesine geçen bir durumdu bu) izahı, eski solculukla yeni islamcılık arasındaki bu bileşimde yatıyor. ve bayağı da ciddi bir gerileme söz konusu. bu ay başında savunma bakan yardımcısı douglas feith ile ankara'ya yaptığım kısa ziyarette, zehirli bir atmosferle karşılaştım (neredeyse tüm siyasetçiler ve laikinden dincisine dek tüm medya kurumları, aşırı amerika karşıtı vaazlar vermekteydi); yanı sıra arap dünyasındaki devlet güdümlü basının bile çoğunu sollayan bir yahudi nefreti söz konusuydu (aynı türk ressamları gibi). eğer nazi misali demekte tereddüt ediyorsam bunun tek nedeni şu: goebbels muhtemelen bu tanımı fazla kaba olduğu gerekçesiyle reddederdi.
    başbakan recep tayyip erdoğan'ın gözdesi konumundaki islamcı gazete yeni şafak'ı ele alalım. gazetede 9 ocak tarihinde yayımlanan bir haberde, abd güçlerinin birçok iraklının cesedini fırat nehri'ne attıkları, bu yüzden mollaların halkın nehir balıklarını yemesini yasaklayan bir fetva çıkardığı iddia ediliyordu. yeni şafak ayrıca abd güçlerinin felluce'de kimyasal silah kullandığını ısrarla öne sürüyordu. köşe yazarlarından biri, abd askerlerinin kadınlara ve çocuklara tecavüz edip cesetlerini köpekler yesin diye sokak ortasında bıraktığını savunuyordu. gazetenin 'atlatma haberleri' arasında, irak'taki abd güçlerinin yanına 1000 israil askerinin konuşlandırıldığı da vardı ve abd ordusu ölen iraklıların kalıntılarını toplayıp amerikan 'organ pazarında' satışa çıkarıyordu.
    laik basının da aşağı kalır tarafı yok. hürriyet gazetesi israil özel timlerini, musul'daki türk güvenlik personeline suikast düzenleyip öldürmekle, abd'yi de insani yardım kisvesi altında endonezya işgalinin düğmesine basmakla itham ediyordu.
    sabah gazetesinde bir köşeyazarı geçen sonbaharda, abd'nin türkiye büyükelçisi eric edelman'ı, "etnik kökeni" doğrultusunda hareket etmekle suçluyordu (tahmin edin kökeni ne: elbette yahudi). edelman gerçekten de, amerika'nın imajını ve çıkarlarını ülke dışında savunma görevini son derece ciddiye alan, nadir bulunan bir dışişleri görevlisi. içinde çalıştığı entelektüel iklim öylesine çılgınca boyutlara ulaştı ki, kendisini abd jeoloji araştırmaları'ndan bilim adamlarıyla birlikte bir konferans düzenlemek zorunda hissetti: konferansta amerika'nın nükleer denemelerinin son tsunami felaketine yol açmadığı anlatıldı.
    dost olduğu farz edilen bir ülkede, elçilik görevlilerinin bu kadar kuşatılmış halde yaşadığına hiç tanık olmadım. erdoğan'ın ofisi, geçenlerde türk yetkililerinin, istanbul'daki büyükelçilik konutunda ortodoks kilisesi'nin 'ekümenik' başpiskoposu onuruna verilen
    bir resepsiyona katılmalarını yasakladı.
    peki neden? çünkü 'ekümenik' evrensel anlamına geliyor ve her nasılsa bu, türkiye'yi bölme komplosunun bir parçası sayılıyordu.

    çılgınca iddialar
    türk başkentinde son dönemde yaşanan belki de en amerikan karşıtı hikâye ise 'sekizinci gezegen' teorisi: bu teoriye göre, abd yakında dünyaya bir göktaşının çarpacağını bilmekle kalmıyor, o göktaşının kuzey amerika'yı vuracağını da biliyor. ortadoğu'yu sömürgeleştirme arzumuzun nedeni de işte bu.
    biliyorum, bunların hepsi kulağa çok çılgınca geliyor.
    fakat bu tür hikâyeler, ankara'nın en muktedir yemek masalarında, bütün ciddiyetiyle anlatılıyor.
    ortak fikir şu: abd'nin dünyada yaptığı neredeyse her şey (tsunami yardımı bile) gizli niyetlere dayanıyor, genellikle de yahudileri koruma amacını güdüyor.
    bu tür kara çalmalar karşısında türk siyasetçileri mutlak bir suskunluk içinde. aslında bizzat türk parlamenterler abd'yi irak'ta 'soykırım' uygulamakla suçladı; erdoğan da (vaktiyle müslüman dünyaya örnek teşkil edeceğini umuyorduk), irak seçimlerinin meşruiyetini sorgulayan az sayıda dünya lideri arasında yerini aldı. durum kendilerine sorulduğunda türk siyasetçileri hemen, 'kamuoyu' ile zıtlaşma riskine giremeyecekleri iddiasını öne sürüyor.
    o kamuoyu korkusu ki erdoğan'ı, condoleezza rice'a 'west wing' adlı kurgusal tv dizisinin bir bölümünde türkiye'nin kötü gösterilmesine dair protestolarını iletecek noktaya getirdi. dediklerine göre söz konusu bölüm, türkiye'nin kadın haklarını tehdit eden gerici bir popülist hükümetin eline geçmesini anlatıyormuş. (bana pek de yanlış gelmedi.)
    eskiden olsaydı türkiye'de böyle bir hükümeti aklıselime davet edecek kadar güçlü bir muhalefet partisi bulabilirdiniz. fakat bugünkü tek muhalefet can çekişen bir cumhuriyet halk partisi'nden (chp) ibaret, ki bir zamanlar atatürk'ün partisiydi.
    son parti kongresinde chp lideri rakibini, kendisine karşı düzenlenen bir cia komplosunun parçası olmakla suçladı. bütün bunlar mevcut hükümette ve devlet bürokrasisinde nispeten abd yanlısı bir-iki yetkilinin bile kalmadığı anlamına gelmiyor. fakat kamuoyu önünde bir şey söylemekten korkuyorlar. kendi aralarında ise sürekli, abd'nin 'farklı şekilde yapabilecek olduğu' önemsiz meselelerden şikâyet ediyorlar.

    erdoğan'ı ilk abd 'tanımıştı'
    tamamen unutulan şey ise, başkan bush'un erdoğan'ı başbakan olarak tanıyan ilk dünya liderlerinden biri olduğu; o günlerde türkiye'nin kendi hukuk sistemi hâlâ erdoğan'ın bu görevi üstlenecek kadar laik olup olmadığını tartmaktaydı. unutulan şey, abd'nin on yıllarca verdiği askeri destek. unutulan şey, türkiye'nin ceyhan limanına ulaşan hazar petrol hattını garanti altına almak için yıllar boyu gösterdiği çabalar. unutulan şey, abd yönetimlerinin, modern türkiye'yi yıllar öncesinde kalan ermeni soykırımından dolayı suçlayan yasa tasarısının geçirilmesi yönünde her yıl yapılan girişimlerle mücadele etmeyi sürdürmesi. unutulan şey, abd'nin türkiye'nin ab üyeliği için yorulmadan sürdürdüğü lobi faaliyeti.
    her şeyin ötesinde, amerika'nın pkk karşısında yaptığı yardımlar da unutuldu. örgütün şu an içeride bulunan lideri abdullah öcalan, türkiye'nin askeri harekât tehdidinin ardından 1998'de suriye'den sınır dışı edildi. sonrasında avrupa hükümetleri arasında sıcak patates misali
    elden ele dolaştı ve (buraya dikkat!) avrupalılar öcalan'ı idam cezası alabileceği gerekçesiyle türkiye'ye iade etmeyi reddetti. nihayet nairobi'deki yunan büyükelçiliğinde saklanırken (amerikan istihbara-tının yardımıyla) yakalandı. ben hâlâ biliyorum ki göğsünü gere gere abd yanlısı
    olduğunu söyleyen bir avuç türk, 'bize öcalan'ı verdiler. bundan daha önemli ne olabilir?' diyor.
    biliyorum ki feith (türk basınının işaret etmekten geri kalmadığı üzere, bir başka yahudi) ve ardından rice, türk liderlerle görüşmelerinde, eğer iki ülke arasındaki ilişkilere değer veriyorlarsa, bazı tehlikeli söylemlere karşı çıkılması gerektiği konusunda bastırdı. bu konuda tatmin edici bir yanıt aldıklarına dair hiçbir işaret yok. türk liderleri, atıfta bulundukları 'kamuoyu' tavrının hâlâ tersine döndürülebilir olduğunu anlamalı. fakat işler birkaç yıl daha böyle giderse ne olacağını kim bilebilir? atatürk'ün mirasının büyük bölümü kaybedilme riski altında
    ve bu kez eski osmanlı haşmetinden de geriye kalan hiçbir şey yok. türkiye kolayca ikinci sınıf ülkelerin safında yerini alabilir: dar kafalı, paranoyak, marjinal ve (tam da bu yüzden) amerika'yla dostluğu bitmiş, avrupa'da ise sevilmeyen bir ülke.
  • bildigin bir bad publicity vak'asi. wsj'da birileri bu abiye "evladim, soyle cirkin bir yazi yaz; turkleri yerden yere vursun." demis.

    malum, kactir amerika'nin istekleri karsisinda kopek olmadan kendi cikarimiz neyi gerektiriyorsa onu yapiyoruz. bu isten birilerinin cani yanmis; birilerine fena dokunmus bizim bu "dikkafaliligimiz".

    pollock'un yazisi da bunun backlashi niteliginde. baska bir sey degil.

    bir de son 2 paragraf aglamiyor mu pollock? "caniiiiim" diye bagrima basasim, agzinin ortasina okkalisindan bir tane patlatip "sıs len" diyesim geldi kendisine. duygu somurusu yapmanin da bir yolu yordami var; adam dupeduz salak yerine koymus okuyucuyu. hayir, bu yazi tabloid bir dedikodu gazetesinde yayinlansa tamam da sunu okuyup ciddiye alacak insan taniyorum ben; beni uzen o.
  • trajikomik bir yazidir. hem bu yazinin sahibinin haline hem de kendi halimize gulsek mi aglasak mi karar vermekte gucluk cekeriz. keza yazarin kendisinin dustugu durum acikca ortadadir. politikaya bakisi dunyadaki butun milletlerin manipule edilmesinin amerikanin bir hakki oldugunu gormekten ileri gitmez. demokrasinin bas savunucusu olma iddiasindaki bir ulkenin en etkili gazetelerinden birinde fikir yazari olarak bircok irili ufakli celiskiler icerisindedir. ote yandan belirttigim gibi yazarin turkiye ile ilgili saptamalari yine ancak trajikomik olarak degerlendirilebilir. bunca yildir hem turk insani hem de dunyanin geri kalani tarafindan fikir ozgurlugunun kisitlanmis olmasindan yakinilan turkiye icin bu sefer de halkin ozgurce takindigi bir tavri elestirmistir yazar. turk toplumunun cilginca iddialara kapilmasina elestirisi de ayri bir tezattir. cilginca olarak nitelendirdigi bu iddialarin dunyanin degisik yerlerini bir kenara birakalim amerikanin icerisinde bile ciddiye alindigini gormeyip sadece turkiye'de etkili oldugunu dusunmesi komiktir. misal, ebu garipteki iskence fotograflari ortaya cikmasa ve amerikan askerlerinin iraklilara iskence yaptiklari soylentileri turkiye'de inanilir olsa buyuk ihtimal bu iddiayi da cilginca olarak nitelemek cok kolay olacakti yazar icin. yani turk insaninin paranoyasi kendi kendine ortaya cikmamistir. bir kisi yeni safaktan etkilendiyse bin kisi cnn'de gordukleri iskence, kafasina torba gecirilen turk askeri ve yasanan yikimin haberlerinden etkilenmislerdir. radikalden yildirim turker'in soyledigi gibi " denetlenemeyen, denetlenebileceği düşünülemeyen zorba bir süper güç karşısında yaşanan kitlesel kaygılara paranoya denmez. bir işgalin; on binlerce insanın hayatına mal olan bir askeri hareketin hiçbir gerekçesinin karşılığı olmadığı anlaşılmışsa, artık o gücün bütün hamlelerinin arkasında bir bit yeniği aramak da paranoyaklık değildir."

    yazisinda pollock turk politikacilarini turkiyede buyuyen amerika dusmanliginin onune gecmedikleri icin de suclamaktadir. burda da duruma gulsek mi aglasak mi celiskisi ortaya cikar. her zaman halkin ozgurce dusunmesini engellemesi nedeniyle azari yiyen politikacilar bir anda halk istedigini dusunuyor diye suclanmaktadir. hem zaten nasil olur da turk halki istedigini dusunebilirmis ki? yazara gore turk halkinin tapusu aponun yakalanmasindaki yardimlariyla, baku-ceyhan boru hattiyla ve avrupa birligine kabuldeki destekle amerikanin elindedir, bu nedenle turkler olarak cenemizi kapayip korce desteklemeliyizdir amerikayi.

    sahsen yazinin sonunda turkiyenin dar goruslu, paranoyak, kenarda kalmis, amerikanin arkadasligini yitirmis ve avrupada istenmeyen bir ulke olacagi konusundaki kehanetlerini ciddiye almanin dogru olmadigi gorusundeyim. turkiye amerikan hukumetinin yaptiklarini sorgulamayarak mi genis bir goruse kavusacak? genis goruse boyle kavusuluyorsa ingilizler, almanlar, fransizlar, ruslar ve daha nice dunya ulkelerinin insanlari da mi dar goruslu de amerikanin yaptiklarina karsilar? paranoyadan koru korune amerikaya guvenerek mi kurtulacagiz? eskiden amerikan devletine guven duydugumuz zamanlar paranoyak olmadik da ne oldu? demek ki turkiyenin kenarda kosede kalmamasinin tek ama tek yolu amerikanin taraftari, hatta holigani olmaktan gecmekte! kendimizi kenarda kalmaktan kurtaramiyorsak gosterilecek o onem bizi ne kadar doyurur? sadece amerikanin destegiyle mi avrupada bir anda istenilir olacagiz?

    kisaca beni bu yazida tek rahatsiz eden turkiye'deki amerika karsiti goruslerin amerikan hukumetinin yaptiklarina degil de amerikanin, amerikan insaninin kendisine yoneltilmis bir tepki gibi sunulmasidir. turklerin irkci bir yahudi karsitligi besledigini ileri surmustur. ya birde avusturya'da jorg haider'in ya da fransa'da le pen'in ciktigi gibi bir politik olusum turkiyede ciksa pollock'a ne malzeme cikardi! pollock yazisiyla turkiyenin akilci bir sekilde, iki devletin de yararina olacak kendi deyimiyle "pro-us" bir tutumu benimsemesini imkansiz hale getirmektedir. en kisaca bu yazida zerre kadar ciddiye alinacak fikir yoktur, fisteklemeden ibarettir.
  • ortaligi karistirdigi iddia edilen yazi. siyasi niteligi ekonomik niteliginin yaninda devede kulak gibi kalan wsj'deki editorial - opinion kosesinde "kidemli editor"lerinden robert l pollock tarafindan yazilmis, fiktif bir sekilde cok su bulandirmistir. bu kose genelde ekonomistler, profesorler, toplum bilimcileri tarafindan isgal edilir. birbirinin tam zitti gorusler ortaya kondugunu gozlemlemisimdir. sadece wsj'nin tiraji yuzu suyu hurmetine onlarca sebelegin seslerini duyurdugu da olmustur degerli goruslerin yaninda.

    robert l pollock denen amerikali arkadas "soyle onemli kisi beni aradi", "boyle basbakandan mektup aldim", "mozambik'i en son ziyaretimde" gibi yavuz donat tarzi bir gazeteci en nihayetinde. yaser arafat ve john kerry karsiti yazilari pek bir tantana yaratmis. hatta kanser ilaclarini onaylamayan fda'i elestiren yazisiyla pulitzer odulune bile aday olmus "kalite"de bir yazar. ancak her zaman sinirli olan objektifligini bu yazisiyla dibe vurdurmayi becermis.

    konu kimin yaziyi kaleme aldigi ya da nerede yayinlandigi degil elbet. ama tr'de ses getirmesi acisindan kayda deger. yazinin daha ilk cumlesi okundugunda turkiye'ye agirdan yedirecegi belli oluyor. "country's last military coup" diye bitirmis cumleyi sanki her sene darbe oluyormus gibi turkiye'de (ancak 10 senede bir askeri mudahele oldugu da dogruydu tabii). yahudi aleyhtarligindan cokca bahsetmis. turkiye'de cumhuriyet kurulduktan sonra sermayeyi elinde tutan yahudilere karsi baslatilan 1934 trakya olaylari ve diger bilindik azinlik karsiti politikalariyla fiseklenen, filistin sorununun yarattigi toplumsal intihal ile birlestirildiginde kemiklesen inceden bir yahudi karsitligi hep olmustur. bunun kalintilari da sagda solda olur olmadik yerlerde, medyada gorulur. amerikali buyukelcinin amerikaliligindan cok yahudi olmasi on plana cikartilir. veyahut cefi kamhi'nin milletvekilliginden cok musevi milletvekili olmasi, ya da ishak alaton'un isadami sifatindan cok yahudi isadami tanimlamasi ile etnik kimligini ortaya cikarmaya yonelik bu tarz manipulasyonlar her an olmaktadir turkiye'de. yazar pollock bu noktada haklidir bence. ancak son donemde super guc amerikaya karsi olusan kasintilari ve neticesinde olusan komplo teorilerini tum turkiye'nin tutumuymus gibi yansitmasi olmamis, komik kacmis. akp'yi tanimlamasi ise cok hosuma gitti: "sinsi fakat ayni zamanda ustaca kurnaz". neredeyse takiyyenin tam karsiligini kullanacakmis.

    umarim hayirlisi neyse o olur bu konuda.
  • yazinin yazari ile soylesiyi su adresten okuyabilirsiniz:

    http://www.radikal.com.tr/…5/02/23/haber_144391.php
  • aslında bu yazı değil, bu yazının yayınlanabilmesi ve daha da önemlisi bu yazının türkiye'de yarattığı yankı önemlidir. zira amerikalı kıtkanaat sahibi bir gazeteci böyle bir yazı yazabilir aslında, daha önce de yazılmıştır bu tür yazılar, söylenegelmiştir. dediğim gibi; türkiye'deki aksülamele bakmak lazımdır. şimdi: hepimiz biliyoruz ki yazı türk medyasında ve hükümet çevrelerinde büyük bir sıkıntıyla karşılandı. peki böylesine cahilce bir yazı neden böylesine sıkıntı uyandırdı? eskiden olsa türk basınının büyük kalemşörleri tumturaklı bir makale döşenirler, konu iki gün sonra kapanırdı. ama bahsettiğimiz tumturaklı kalemşörler bu sefer biraz geri durdular. çünkü: dönem ve dengeler kahredici biçimde değişmiştir. iktidar çevreleri ve büyük medya bilmektedir ki abd, artık bildiğimiz abd değildir. beyaz saray'da ve pentagon'da bir grup psikopat oturuyor artık. ve adamım, bu adamlar ciddi. bunu ırak savaşından beri biliyoruz. "belki girmezler, belki ortadoğu bataklığına dalmayı göze almazlar" diyen bütün iyimserlerin beklentileri boş çıktı. gözleri kara ahbap. adamlarda mantıktan eser yok. ve büyük medya ile sermaye çevreleri bunu tabii ki savaş başlamadan çok önce sezmişlerdi, anlamışlardı. pentagon'un karanlık odalarında birileri sürekli haritaya bakıp her ülke için planlar kuruyordu, hesaplar yapıyordu. ve bu planlar ilk bakışta ne kadar mantıksız gelirse gelsin hayata geçiriliyordu. (1 mart'tan sonraki paniğin nedeni buydu) özetle: büyük medya ve sermaye artık ordu ve hükümetin bu ülkede tek hakim güç olmadığını anladılar. dikkat edin sadece hükümet demiyorum, ordu ve hükümet diyorum. bu türkiye için ve hatta bölge için çok önemli bir gelişmedir. normal bir vatandaşı huzursuz edecek (ve eden) bu gelişme büyük medya ve sermayeyi tabii ki pek rahatsız etmedi. onların işi kendilerini yeni duruma hemen uyarlamaktı. onlar da bunu yaptılar. artık büyük medyanın ve sermayenin kendini beğendirmesi, uyarlaması gereken odaklar hükümet ve ordu ve bu ikisi arasında sürekli değişen denge değildir. onların kendilerini beğendirmeleri gereken odak abd'dir, pentagondur, artık türkiye'de tek hakim ve kahhar güç maalesef odur, bırakın ab mabe geyiklerini. bu yeni durum ışığında gayet yüzsüzce bir pozisyon alan büyük medya ve sermaye işte bu yazı vesilesiyle "acaba abd'yi/pentagon'u kızdırdık mı?" endişesine kapılmıştır. olan budur. bu yazının ne kadar pentagon görüşlerini yansıttığını anlayana dek uykular kaçmış, ve yansıtmasa da bir eğilimin habercisi olduğu varsayılarak pozisyonlar bir kez daha gözden geçirilmiştir. bu yazı ve peşine gelen panik türkiye'deki tek hakim gücün artık pentagon olduğunun, hükümet ve ordunun kenarda kaldığının ispatıdır/resmidir aslında. açık seçik beyanatıdır. ve adamım, bunlar bu yazıyı doğru anladıklarına göre türkiye'yi daha sıkıntılı, kahredici bir önem beklemektedir. medya ve sermaye ve muhtemelen de hükümet artık buna göre örgütlenecektir. ordu ise muhtemelen bu sıkıntılı dönemi pek sesini çıkarmadan atlatmaya çalışacak, vartanın geçmesini bekleyecektir. (çuval geçirme vakasını hatırlayın) ahbap, maalesef bu daha başlangıç. önümüzde kabus gibi bir dört yıl daha var. en az. türkiye'nin ve dünyanın bu dört yılı nasıl geçireceği önümüzdeki 50 yılın gidişatını tayin edecek. zor günler bizi bekliyor ahbap. ve geri adım atma zamanı değil. hiç değil.
  • tepkilerin en şıkını "amerika'ya kızabilirsiniz. hatta belki kızmalısınız zaten"* sözleriyle alan yazı. radikal'in yazının "avrupa'nın hasta adamı-yeniden" olan asıl başlığını "türkiye nereye gidiyor?" şeklinde çevirmeyi tercih etmesinin ne gibi bir nedeni olabileceğini anlayamayan salak okuyucu kısa bir süre sonra kendisine gelerek yuh artık demekten kendisini alamaz, hatta bir daha der yuh artık.
  • 20 mart 2006 tarihinde rte ile yapmis oldugu bir roportaj yayinlanmistir. tam sayfa ayrilan "after ataturk" baslikli yazida tayyip'in biyikli bir karakalem karikaturu yer almis, rte turkiye'nin islami basbakani olarak tanimlanmistir. yazinin girisinde gecen subat ayinda robert l pollock'un yazmis oldugu turkiye'deki amerikan dusmanligina atifta bulunulmus yazarin halen bu fikirde oldugu belirtilmis, olay kurtlar vadisi filmi ile baglanmistir. rte'nin film konusunda politik cevaplari sasirtici degildir. yazinin buyuk bir bolumu rte ve ak partinin basarilarinin siralanmasi ile devam etmis, roportaj ortadogu ve ozellikle de iran sorunu ile tamamlanmistir.

    http://www.opinionjournal.com/…re.html?id=110008111
hesabın var mı? giriş yap