romanlarda geçen mükemmel benzetmeler
-
[gübre bile denilemeyecek bir pislikle kaplı bu iğrenç zeminde başka şeyler de bulunurdu: yağmur oluklarından üst katlara çıkan farelerin çalıp aşağı attıkları güvercin yumurtalarının kabukları, çiçekli masa örtülerinin ve uykulu yatak çarşaflarının içinden neftî boşluğa düşmüş talihsiz çatallar ve bıçaklar, çorap tekleri, toz bezleri, sigara izmaritleri, cam, ampul ve ayna kırıkları, paslı somya yayları, plastik kirpikli gözlerini umutsuzluk ve inatla hâlâ açıp kapayan kolsuz pembe bebekler, küçük parçalara ayrılarak dikkatle yırtılmış bazı şüpheli dergi ve gazete sayfaları, patlak toplar, kirli çocuk donları, parçalanmış korkutucu fotoğraflar...
arada bir, kapıcı, bir ucundan tiksintiyle tuttuğu bu nesnelerden birini kimliği teşhis edilecek bir suçlu gibi kat kat dolaştırırdı, ama apartmanda yaşayanlar öteki dünyanın çamurundan beklenmedik bir günde kapılarına geri dönen bu şüpheli nesneleri sahiplenmezlerdi: "bizim değil," derlerdi. "oraya mı düşmüş?"] ** -
"okumayı pek umursamadığını" söylüyordu. kitap, onun gözünde, tıpkı reçel ya da ayakkabı bağı gibi, üretilmesi gereken bir metaydı, o kadar.
1984, george orwell -
« sana yine öyle korkunç isimlerle sesleniyor mu?” diye sorar kızına. kendince durumun ne kadar ciddi olduğunu anlamaya çalışmaktadır. kız ise önce bu soruyu geçiştirmeye çalışır ama sonunda annesinin ısrarına dayanamaz ve kıkırdayarak şöyle der: “bana 1948 ruh fakirliği kraliçesi diyor.” “gülme,” diye cevap verir annesi, “hiç komik değil!”.
(bkz: ruh fakirliği kraliçesi)
a perfect day for bananafish ~ j. d. salinger -
''halamı biraz daha fazla görüyor olduğum doğru fakat hiç sokulgan bir insan değildi, üstelik utangaç bir çocuk için de kalın buz tabakasının altındaki bir bitki gibiydi: ulaşmaya çabalarken ellerimi yaralayabilirdim.''
mary shelley - mathilda -
“hepimizin ortak vurdumduymazlığı , ortak acımasızlığı, ortak cahilliği bitirmişti bu şehri. ama hala kalıntılarıyla beslenip duruyorduk işte; dişleri için öldürülen bir filin devasa gövdesini didikleyen akbabalar gibi...”
beyoğlu’nun en güzel abisi -
"leyleğin yuvadan attığı yavrular gibi ortada kalmıştık. bizi kimse istemiyordu." *
-
gün geçtikçe, uçurum'daki insanlar için evliliğin akıl kârı olmamaktan da öte, bir suç olduğuna kanaat getirdim. onlar, duvarcının reddettiği taşlardı.
* -
iş arkadaşlarım gelmiş, kum saati fiziğiyle dikkat çeken sekreter dahil.
* -
"tulumdayken gözüne bir saç telinin girdiği oldu mu hiç? "diye sordu deborah, zaman zaman gözüne bir saç teli ya da toz girdiğinde çektiği sıkıntılar gelmişti aklına. insan ellerini uzatamayınca, bu lanet olası küçük rahatsızlıklar dünyanın en büyük sorunu haline geliyordu.
" ben kendim gözümün içindeki saç teliyim," dedi helene sakin bir sesle, "sen de öylesin."
(bkz: sana gül bahçesi vadetmedim) -
" senin de fikirlerin tıpkı giysilerin gibi başkaları tarafından üretilmiş. "
~ martin eden - jack london ~
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap