• hamlet teki baba hayaletiyle bu filmdeki hayalet (daha doğrusu hastalık-psikoz) arasındaki benzerlik
    evin ya da adanın ima ettiği izole hal ve danimarka krallığı
    baba nın sevgisini göstermemesi ve gitgide çocuğun gözünde ilahlaşması -tıpkı hamletin babasını gözünde yüceltmesi gibi

    şeklinde sıralanabilecek yapısal ortaklıklardan hareketle bergman ın kadın ı anlayamadığının ya da kavrayamadığının ya da hükmetmek isteyip hükmedemediğinin sonuçlarına shakespeare vasıtasıyla biraz dolambaçlı da olsa ulaşabiliriz, şöyle ki

    aynanın içinden kadın ın kurmaca bir gerceklik dünyasından çıkıp ki bu izleyenlerin de paylaştığı gerceklik dünyasıdır, diğer dünyayı tercih edişinin filmidir. kadına yer vermeyen daha doğrusu kadını yöneten baba iktidarının acımasızlığının ve filmde oda, ağ ya da adayla dah doğrusu bunların her birinin yırtılmasıyla da verilen özgürlük çatlaklarından sızabilen kadının kurtuluşunun hikayesidir. kadın değildir hamlet bu yüzden ölür, tüm çaresizliğiyle ve erdemiyle iktidar sahibi baba-amcasının akabinde ölmek zorundadır, çünki "çember" aynadaki babanın da çizdiği gibi bir şekilde çizilmiştir ve hakikat o çemberin hakikatidir iktidar kisvesinde.
    buradaysa kadın ın anlaşılmazlığı iktidar yoksunluğundan ya da daha doğru kelimelerle, iktidar istencinin olmayışından ileri gelir. kadın ın çemberi başka bir şekilde çizilidir ve erkeğinkinden daha başından itibaren farklıdır. kadının psikozu örümcek ya da duyduğu sesler değil , karaya oturmuş teknenin içerisinde gecen baba kız diyaloğunda önerildiği gibi tüm gercekliğiyle varolan babasının sesidir, izleyenin göremediği fakat duyduğu babasının sesidir, asıl delilik buradadır.

    karin in hapsolduğu erkekler ağının zayıf halkası minus (minus - eksi) tur, ve horatio dur karin için bir nevi minus, zira henüz babanın çemberinde yerini almamış bir ergendir, fakat filmin sonunda o da çemberdeki yerini alır, babasıyla konuşur, babasıyla özdeşleşir. karin in minus tarafından itilmesi ve ima edilen sevişme deliliğini tetikleyen şey olmuştur, artık ağ sımsıkı örülmüştür ve odanın yırtıklarından gelen örümcek kurtuluşa işaret eder. tanrıyı görmüştür kadın-karin. bu çemberin hakikatini görmüş kendi bilinmeyenine-çemberine geçmiştir.

    bu şekilde baktığımızda ortada zaten tartışılan bir tanrının olmadığını görebiliriz, varsa da bu bizim atfettiğimiz tanrı rolüdür, ve onun olup olmadığı tartışılabilir, filmin bu kısıtlı bakıştan aşkın başka şeyleri ima ettiğini görmek gerektiğini düşünüyorum, babanın tanrı diye bahsettiği sevgi ya da sevgi arzusunu hiç göstermeyip kızının psikozuna-kurtuluşuna zemin hazırlaması bu tartışılan tanrının faraziliğine, olumsallığına işarettir en güzelinden.
  • filmde "tanrı"yı gördükten sonra karin'in taktığı siyah camlı güneş gözlüğü de filmin ismine küçücük bir telmih gibi. "büyülü bir çember" ise rimbaud'yu hatırlatıyor: "kimsenin kurtulamadığı mutluluğun o büyülü şekillerini aradım."
    ve unutmadan: "...musa yüzünü kapadı, çünkü tanrı'ya bakmaya korkuyordu." (mısırdan çıkış 3:6)

    edit: hep bir şeyler unutulur: “kim sevgi içindeyse, tanrı da içindedir, çünkü tanrı, sevgidir.” der tolstoy meşhur hikayenin sonunda, tıpkı filmin sonunda yazarın söylediği gibi.
  • bergman'ın yoktan var ettiği film. öte yandan bu üçlemenin ilk ayağa olarak bunun bir inanç mı yoksa inançsızlık ekseninde mi seyredeceğine dair büyük ipuçları veriyor. bergman bir umut adamı. her ne kadar bir durumun filmini yapıyor olsa da sonunda kendince bir çıkış noktasını bulup göstermekten geri durmuyor. bunun ne olduğuna, izleyeni nasıl avutabileceğine dair soruyaysa sasom i en spegel'de david'in ağzından cevap veriyor:

    -her şey baktığın açıya göre değişir.
  • nedense insanların asıl görmeleri gerekeni görmekte güçlük çektikleri, 1962'de en iyi yabancı film dalında akademi ödülüne layık görülen, 1961 yapımı ingmar bergman filmi.

    film adını incil'deki "1 corinthians 13" bölümünden alıyor.
    bergman'ın kendi hayatından kesitler içermesi ve karakterlerde kendi hayatının çeşitli dönemlerden direk yansımalar yaptırması nedeniyle insanlar genellikle 3 erkek karaktere yoğunlaşıyor bu filmde. halbuki filmin ana karakteri bergman filmlerinde hep olduğu gibi yine bir kadın. ve haliyle aslında diğer karakterler üzerinde asıl etkiyi yaratan da bu kadın. belki de bergman izleyenlerin ya da yorum yapanların çok büyük bir kısmı erkeklerden oluştuğu için erkekler kendilerini bulabildikleri, ya da daha kolay anlayabildikleri diğer üç erkek karaktere yoğunlaşıyor.

    bu arada filmdeki karakterleri de vereyim ki kadın karakter erkek karakter kim belli olsun:

    harriet andersson – karin
    gunnar björnstrand – david
    max von sydow – martin
    lars passgard – minus

    her ne kadar erkeklerin gözünden karin babanın kızı, kocanın karısı ve kardeşin ablası gibi edilgen bir şekilde görünse de aslında durum tam tersi. ya da en azından tam ters açıdan baktığımız zaman karakterler çok daha iyi analiz edilebiliyor. karin ve babası, karin ve kocası ve karin ve erkek kardeşi (minus) olarak düşündüğümüzde bu üç erkek karakter birden çözümlenebiliyor.

    karin'le ilgili açıklamaları malesef yazamıyorum bile çünkü aklıma geldikçe hala tüylerim ürperiyor. bu hastalıklı bakış açısı ve karakter gerçekten de olağanüstü. bugün heath ledger'ın joker karakteri bu kadar efsane olurken karin karakterinin filmi izleyenler tarafından bile bu kadar az beğenilmesi gerçekten ilginç.

    karin'in hastalıklı ruh halleri, onları canlandırış şekilleri; sevdikleri insanın gözleri önünde deliliğe sürüklenmesi, çoğu zaman müdahale edememeleri... özellikle de karin'in diğerlerine tek tek kendisini anlamadıklarını ve anlayamayacaklarını söylediğinde aslında sanırım bergman seyircilerin de bu hisleri yaşamayanların yine karin'i anlamayacaklarını belirtiyor. bergman'ın her ne kadar diğer üç karakterde kendi somut hayat hikayeleri yansıyor olsa da asıl bilinçaltı ve kendi deliliği karin üzerinde ortaya çıkıyor. aksi takdirde karin karakterini bu şekilde kusursuz yaratıp harika oynamasını sağlaması mümkün değil.

    bir yandan da karin'le ilgili değinilen -en azından kendisinin değindiği- bir nokta da hastalığının göreceli olduğu. söz ettiği iki hayattan hangisinde ise onun gerçek olduğunu savunuyor. savunmaktan da ziyade inanıyor, çünkü o öyle görüyor. karin'in gördüklerini görmedikleri ya da duyduklarını duymadıkları için onun delirdiğini düşünmelerine rağmen aslında karin'in duyularının hassaslaştığını da somut bir şekilde herkes görebiliyor. bunun da en belirgin olduğu sahne minus'la birlikte sahilde otururken birazdan yağmur yağacağını "duyabilmesi".

    filmin sonlarına doğru bu görme-hissetme durumları tanrıya bağlanıyor ve diğer karakterlerin tanrı görüşlerini duyuyoruz. burada yine herkesin anladığı ya da tahmin ettiği üzere bergman'ın tanrı hakkındaki kendi düşünsel evriminin de bir bölümünü öğrenmiş oluyoruz.

    bu arada filmin benim için diğer bergman filmlerinden en farklı yanı -o kadar yazdıktan sonra biraz da saçmalayacağım (hoş önceden de saçmalamış olabilirm, tabi bu da göreceli)- filmde sürekli diyalog olmasından ötürü sürekli altyazı okumak zorunda bırakması oldu. dolayısı ile bergman'ın harika karelerini izlemeye çok vakit kalmadı. genelde izleten bergman'ın bu filminde daha fazla "dinletmesi" acaba bir şeyler anlam ifade ediyor mu diye de düşünmek istemiyorum artık.
  • --- spoiler ---

    - benim bir dünyadan ötekine gidip gelmeye gücüm yok, beni hastaneye yatırın, diyen karin, hakikat'in arayışını sürdürürken dünyanın oyuncaklarından vazgeçemeyen iki yüzlü modern çağ insanının dengesizliğini resmeder. bu dengesizliğe "öküzün altında buzağı" aratan sanrıların eşlik etmesi kaçınılmazdır.

    bergman'ın mistisizminde bu acı hep vardır. kaos'ta olan da insandır, kairos'ta olan da.

    tanrı, kendini bu savrulmalar evreninde aynaladığı gibi, aynanın ardına gizlenip kadim saklambaç oyununu bitirmemekte ısrar eder. bu ısrarında da, her makamından attığı imzalarda da sır üstü sırlar vardır. insan aklının eremediği sır üstü sırlar...

    olay budur...

    --- spoiler ---
  • 1961 yapımı bergman filmi.

    --- spoiler ---

    karin, akıl hastanesinden adaya döner. babası, kocası ve kardeşi minus ile ilişkilerini izleriz.

    karin'in kocasıyla da kardeşiyle de hastalığına dair paylaştığı şeyler başka başkadır. karin'in durumu, babasına ait günlüğü okumasıyla daha kötüye gitmeye başlar. babasının, yazacağı bir roman için kendisinden faydalanmak istediğini ve hastalığını(şizofreni) kullanmak istediğini öğrenir. babasının itiraflarından anlaşıldığı üzere karin'in annesi de hastadır ve ailesinden bu denli uzaklaşıp kendini soyutlamasının sebebi de budur.

    filmin sonunda minus'un tanrılaştırdığı babası ile konuşmasını ve bergman'ın tanrıya dair düşüncelerini karin'in babası aracılığı ile dinliyoruz.

    sevgi olan her şeyde tanrı vardır. içimizdeki boşluğa doldurduğumuz sevgi ise tanrı da buradadır.

    --- spoiler ---
  • toplumsal ilişkilerinin tamamını "çarpık" biçimde yaşayan, algısı farklı bir kadının varlıkla ilişkisini ön plana çıkaran bir ingmar bergman filmi. belki de farklı zamanlarda dönüp dönüp her defasında başka bir noktadan hareket ederek izlenmeli. karin'in babasıyai kardeşiyle ve kocasıyla ilişkileri tek tek ele alınabilir. daha genel bir çerçevede tanrı, inanç ve varoluş sorunları irdelenebilir filmde. aziz augustinus, soren kierkegaard ve martin heidegger'in, inanma, varlık, kaygı, zaman gibi kavramları üzerinden yeniden yorumlanabilir.
  • en kral isimlendirilen filmlerden biri diye düşünüyorum.
    bir de lütfen (bkz: hepimiz onu bekliyoruz)
  • usta yönetmen ingmar bergman'ın hayatı, insanın içindeki boşluğu, umutsuzluğu, inancı ve tanrıyı sorguladığı başyapıtı. film de ahşap pencerelerden gösterilen deniz manzaraları, pencerenin yanında duran lamba, perdenin kıpırdamadan durması baya garip bir etki yaratıyor. sanki bir sahne değil de tablo gibi.

    --- spoiler ---
    karin akıl sağlığı günden güne kötüye giden bir kadındır. filmde, karin'in doktor kocası martin, 15 yaşındaki erkek kardeşi minüs ve isviçre'den yeni gelen yazar babasıyla birlikte isveç'in adalarından birinde geçirdiği tatili anlatılmaktadır. zavallı karin bütün film tahta bir dolabın içinden tanrı'nın gelmesini beklemektedir. sonunda tanrı kendisine gözükür ancak karin umduğu tanrı'yı bulamayınca sinir krizine girer. çünkü, karin'in gördüğü tanrı bir örümcekten başkası değildir. tatil boyunca karin'e en yakın kişi olan erkek kardeşi, karin'in tüm bu delirmelerini gördükçe gerçekliğin yıkıldığının farkına varır ve tanrı'ya olan inancını kaybeder. filmin sonunda babasına "tanrı'nın olduğuna dair bir kanıt verebilir misin?" diye sorduğunda; babası ona "sevgi" yanıtını verir ve devam eder "ancak sevgi tanrı'nın var olduğuna bir kanıt mıdır yoksa sevgi tanrı'nın kendisi midir, bunu bilemeyiz." der.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap