• ihanete uğramak.
  • para karşılığında sahip değiştirmek.
  • saflığına dem vurup kendine gülmek, sonrasında ise satışa getirenler için empati kurmak sureti ile vardır bi bildigi demek istemek ama bulamamak. ilginctir satılmak midenize ortalama bir patates ebatında yumru yerlestirir sonrasında büyümese bile giderek agırlasır. neden!!?? diye sormak istersin ama iş işten geçmiştir. peşine ise " yok asla bir daha bu kadar iyi niyetli olmayacagım neden ben uzuluyorum daima ?!! gecti artık o gunler " dersin ama yalandır bu sende bilirsin. cunku sen "o" sundur. her zaman satılacak kisisindir. aşk hayatında aldatılacak, iş hayatında kazık yiyecek , arkadaslık ortamında ise sadece piyon olmaktan öde gidemeyecek kişisindir. bunu kabullendiğin gun satılmak aslında doğal bir süreçtir demeye başlarsın.
  • hep ne kadar da ucuza gittigini görmek.
  • gecenin bir yarısı tek başına sokağa atılmaktır. 45 dk uzaklıktaki evine ulaşmaya çalışırken önünün kesilmesidir. ve bir internet kafeye sığınıp sözlüğe bu durumu entry olarak girmektir. arkadaşlarının ne kadar arkadaşın olduğunu gösterir.
  • basiniza gelirse bir bardak soguk su icmek gerek. ya da hayat bu olur oyle diyebilmek gerek.
  • kertenkele mantığı. insanlar sıkışınca vücutlarının organlarını dahi feda edebiliyorlar. allah'larından bulsunlar.
  • hayatımda ilk defa arkadaşım tarafından ihanete uğradım. çok zoruma gitti. başı sıkıştığında hemen sattı beni öyle ortada kala kaldım başka insanlara verdiğim güveni bir anda yerle bir etti. evet öyle oldu allahından bulsun başka ne diyebilirim ki.. aslında iyi oldu bu kimseye iyilik etmemek lazımmış. kimseye güvenmemek lazımmış ders çıkartmış oldum. ama şimdi princin taşlarını ayıklamam gerekecek. sonrada intikam alırız elbet en soğuğundan. insan böyle böyle büyüyor demekki..
  • harcanmak: kendi parasını harcamak (dönüşlü fiil). birisi tarafından satılmak, bozuk para gibi harcanmak (edilgen fiil). (bkz: harcanmak/@ibisile)
  • mecazen sırtından bıçaklanmak, kötüye kullanılan güvenin güvenen tarafı olmak gibi anlamlara gelir.

    yemini, suyunu verip ara sıra kafasını okşadığınız ev dostunuzdan ya da bir melekten değil, insan denilen muammadan söz ediyorum. bu yüzden satılma eylemi ilişkilerde çok sık görülür.

    hep görülmüştü.

    benim de başıma geldi; hem kurbandım hem kasap, demeyi zavallı ölümlülüğüne bakmadan gurur meselesi yapan kıçı kırık insan türü tarih içinde bunu birtakım mitlerle soyutlayarak anlatmayı seçti ki en bilineni olmasa da bana en çok dokunanı, çocukluğumdan beri yürek yaram olanı, şahmeran efsanesidir.

    derler ki o bir kraliçeydi, bir sultan; yılanların sultanı.

    bakmaya doyulmaz güzellikteki yüzünü çevreleyen uzun, kapkara saçlarıyla çıplak göğüslerini örter ama gören hayran olsun diye açıkta kalırdı göbeği, beli. insanlar ondan korkup tiksinirlerdi, çünkü o belin altında, bacak ve ayaklarının olması gereken yerde zümrüt yeşili pullarla süslü yılan kuyruğu uzanırdı. (insanlar kendilerine benzemeyen şeylere bunu hep yaparlar, o kısma takılmayın.)

    güzel bir kadınla evli olmak dışında sıradan hayatında dile getirilmeye değer çok şeyi olmayan bir oduncu, arkadaşıyla ağaç kesmeye gittiği bir gün içi bal dolu kuyuyu buldu. şaşırdılar, sevindiler ve insan olmanın gereğiymiş gibi korktular. oduncu eve dönmeyi, kuyuyu görmemiş gibi yapmayı önerdi. ama tatlı dilli arkadaşı, yiğitliğinden girip gözü pekliğinden çıkarak oduncuyu kuyuya inmeye ikna etti.
    ama!
    ama, oduncu kuyuya iner inmez ipi kesti ve onu bir bilinmezin içinde terk etti. çünkü çoktandır göz koyduğu o güzel bir kadınla evliydi, ölebilirdi.

    oduncu kuyunun içinde tek başına kalıp da acılı ve yavaş bir ölümü bekleyerek işkenceler içinde sağa, sola koştururken bal kokulu taş duvarların arasında bir gizli geçidi fark etti. kaybedecek daha neyi vardı? girdi, yürüdü. dehliz onu büyük bir odaya çıkardı. karşısında, muazzam tahtının üzerinde şahmeran yılan kuyruğunu yanına kıvırmış oturuyordu.
    hangisi daha çok şaşırdı ve korktu?
    tabii, insan.
    bağışlanmak diledi.
    yılan sultan oduncuya şöyle bir baktı ve saf bakışlarını, temiz, güzel yüzünü gördü. ona kıyamadı, canını bağışladı.
    ama gitmesine de izin vermedi. kuyu dibindeki huzurlu yerini insanlara söylemesinden korktu.
    yanında alıkoydu.
    esir gibi değil, dost gibi davrandı.
    lavanta kokulu şiltelerde uyuttu, yakmayan ve üşütmeyen sabahlara uyandırdı. yemekler yediler birlikte, bal şarapları içtiler, satranç oynadılar. ya ne olacak sanmıştınız? kadının kuyruğu var.

    günler ve geceler geçti, yılanların sultanı şahmeran oduncu'ya aşık oldu.
    koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi denmesiyle bir ilgisi var mıdır, bilinmez. çoğu aşık kadın gibi sevgilisinin her halini inceliyordu ki onun mutsuz olduğunu fark etti. kuş tüyü döşeklerde cennet taamlarıyla beslendiği bu kuyu yerine ait olduğu yeri; toprağın üstünü, yıldızların altını özlüyordu sevdiği. ve yine, çoğu aşık kadın gibi fedakarlık yapmaya karar verdi. gözlerinin önünde acıdan ve hüzünden solup gitmesini seyretmektense gitmesinin acısını çekmeye karar verdi. ah, aşk yüzünden demiş erkin koray. acaba kararının başına getireceklerini biliyor muydu yılanların sultanı?
    bu sırada, yukarıda garip şeyler oluyordu. ülkenin sultanı bilinmez bir derde tutulmuştu. kimseler deva olamıyordu ve bu durumlarda hep olduğu gibi etrafını düzenbazlar, efsuncular, hacılar, hocalar sarmıştı. içlerinden en az bilgiyle en çok hikaye kurabileni saltanat ailesine dedi ki;
    -şahmeran'ın eti gerek. sultan onu yediğinde iyileşecek.
    ülkenin dört yanında tellallar davul çaldı; şahmeran'ı görene, yerini bilene, haber verene kasalarca altın verileceğini duyurdu.
    oduncu, kuyundan yerin yüzüne çıkmıştı ve çok kızgındı. ağaç aynı ağaç, balta aynı baltaydı ama ipini kesip kuyuda bırakan arkadaşı herkese öldüğünü söylemiş ve güzel karısıyla evlenmişti.
    intikam almak istedi.
    saraya gitti.
    şahmeran'ın yerini söylerse karşılığında onu kör kuyularda ışıksız, acı içinde bırakan arkadaşının ömür boyu zindanlarda, ölmeden ama ölmeyi arzulayarak yaşamasını istediğini söyledi.
    istediği oldu.
    arkadaşı, nasıl bir arkadaşsa bu artık, ömür boyu katıksız hapiste fareleri yiyerek boş midesini doldururken kendini asacak bir ip bulmanın hayaliyle öldü.
    bu sırada zümrüt pullu kraliçenin yerini bulan askerler onu esir edip getirdiler.
    kapkara saçlarıyla gizlenen boynunu keskin bir bıçakla vurdular ve etini bin parçaya ayırdılar.
    ülkenin sultanı, önüne konan beyaz, el işlemesi tabaktaki eti yedi.
    ağzından, kulaklarından, derisinin her zerresinden kan geldi.
    çırpına çırpına öldü.
    saltanat ailesi önce bu tavsiyeyi vereni buldu ve ibret-i aleme olmasına aldırmadan, büyük törenlere girişmeden boynunu vurdurdu.
    sıra oduncu'ya geldi.
    onun ölümü sessiz olamazdı.
    şehir meydanına kurulan bir darağacında, aklına şahmeran , o güzel kadın hiç gelmeden sallandı.

    şimdi,dostlar;

    bu basit efsanede bile kaç satış var?
    kurban ile kasabın hesaplaşmasına girmeden önce buna bakmak gerek.
hesabın var mı? giriş yap