• pazar sabahları dünyanın bütün kızılderililerinin yenildiği o güzel yıllarda, bizim köyün en görkemli kaybedeni tekin abiydi. kendine sorsan burnumuzdan akan sefaletin bir hayli açığında seyreden bir uzak yol gemisinin kaptanı, köylüye sorsan, briyantinle zorla yatıştırılmış keçe saçları, kaleci ensesi, ütüden dizleri parlayan kumaş pantolonuyla, acısan acınmaz, gülsen gülünmez, eski türk filmlerindeki, epey eski olacak ama, sadri babanın yancıları gibi, rüzgarı kendinden menkul zararsız bir pervane. bense, sadece o günlerde değil, mizacım gereği yaşamımın her döneminde üfürük tiplere, kendini kahraman sanan figüranlara beslediğim hürmetin bir neticesi olarak tekin abinin yanında, haytalık peşinde havalanan ve genellikle ilk sert rüzgarda burun üstü çakılan bir şeytan uçurtması.

    tekin abinin böyle alçaktan süzüldüğü, kahramanlarımı henüz hayaletlerle takas etmediğim o görkemli yıllarda, köylü ne derse desin, kendi evimizden çok onların tek göz evlerinde vakit geçirirdim. mesleğim, daha doğrusu kendime biçtiğim görev, tekin abinin, halı atölyesinde bir yandan geyik ve tüfek motifi işleyip bir yandan kimin kimle kaçacağını konuşan kızlarda nasıl bir intiba uyandırdığını keşfetmekti. gelecekteki olası icraatlar için tekin abi adına bir nevi kamuoyu yoklaması anlayacağınız.

    kabartma kartalı belinin neredeyse yarısını kaplayan bulgar malı kemer, köşeyi kendisinden önce dönen ispanyol paçalar, kafayı döndürdükçe deniz feneri gibi işaret çakan aynalı elvis gözlükleri, evden yükselen kenttaçdisli zibidi müzikleri, bizim köyün sokaklarında neredeyse tersine akan zamanın dengesini bozuyordu tabiatıyla. bu gezer pavyonluk durumunun uzay zamanda yarattığı dalgalanmalardan tekin abi'ye bahsedince kısa süreli bir inanç testine tâbi tutuldum ve köylü milletinin geri kalmışlığı hususunda ağzımın payını aldıktan sonra da halı atölyesindeki mesaimin başına döndüm.

    bundan birkaç gün sonra, tekin abi'nin, televizyonun üzerinde asılı duran fotoğrafının altında bir yazı peydah oldu: "sen sus da gözlerin konuşsun"

    anca düğün davetiyelerinde gördüğümüz fosforlu, parlak harflerle, özellikle akşam saatlerinde, henüz odanın kirli sarı ampülünün yanmadığı o yirmi-otuz dakikalık alacakaranlık kuşağında, pencereden süzülen ay ışığıyla parlayan bir "sen sus da gözlerin konuşsun" cümlesi ve odayı saran büyük birader bizi izliyor tedirginliği. parlayan mevzunun benim gibi bir nanemolla için oldukça basit bir açıklaması vardı: üzerime vazife olmayan eleştirilerim sebebiyle tanrıları kızdırmıştım. en azından pavyon tanrılarını. ufacık dilimi tutamadığım için dibini boyladığım o dilsiz cehennemde, tekin abinin gözlerinden fırlayan üç kelimenin yaktığı alevlerle beraber, çalışma şartlarım da günden güne çekilmez bir hâl aldı. bilirsiniz, anlatacak onca şeyi susarak, gözlerinle sezdirmek her uçurtmanın harcı değildir. şeytan uçurtmalarının bile. beceremediğimi böylelikle fark edince de, çenesini tutamayan bir aymaz, sıradan bir yaşamla yetinmesi gereken bir ölümlü olarak o tek göz krallıktan sürgünüme râzı olup, bir anne ve bir babadan ibaret kendi sönük yaşamımıza geri döndüm.

    sonrasında tekin abinin icraatlarını uzaktan izleme fırsatım oldu. java gibi görünen ama aslında burdur arastasında beş-altı kadar farklı motorsikletten toparladığı bir motorsiklet, deri kovboy şapkası ve çizmeleri, yerine göre orhan gencebay favorisi, yerine göre yanni bıyığı, bazen parlak takım elbiseler ve başka bir sürü birbirinden tamamen alakasız onlarca tarzan ince dallarda mevzuya burnunu sokup köyün eğlencesi olduktan sonra, askere gitmeden önce kapanışı 68 model bir impala ile yaptı. araba on beş metre kadar vardı. burnu mahalleden çıkarken bagajı mahalleye yeni girmiş olurdu. aldıktan birkaç gün sonra arka camına yazdırdığı "öyle bakarsın işte" cümlesini de işin doğrusu üstüme alınıp bir kere daha burun üstü çakıldım. bu kendimle alakasız her şeyi dert edinip burnumun önünde açan çiçekleri görememe beceriksizliği ve üstelik bunun benim üzerimde bir mecburiyet gibi duruşu o günlerin hatırası sanırım.
  • ebru günde$ sayesinde konu$ma hayatimiza giren ve manasini zamanla yitiren cümle.

    - muzo bak saçimi boyattim,$ekil yaptim kendime.
    - sen sus da gözlerin konu$sun necmiye.
  • bunun baska bir vesiyonu ve tabiiki yine ebru gündeş: sus mu geldi aniden susmayan dudaklarına
    burdan ebru gündesin sanat yasantısına da kısa bir ısık tuttuguma eminim*
  • duygulari anlatmak icin kelimelerin yetmedigi an.
    (bkz: olumsuz ask)
    (bkz: olumsuz)
    (bkz: ask)
  • (bkz: deli divane)
  • +bi konuşmamız lazım
    -sen sus gözlerin konuşsun

    ilişki bitmiştir.
  • "gözler her zaman doğruyu söylemez yalnız.
    mesela ben gözlerimle kendimi çok da ifade edemem. beğendiğim insana gözlerimle beğenmemiş gibi bakabilir, hoşlandığıma hoşlanmamış gibi yapabilirim. ya da aynı ortamdayken hiç bakmayıp yok sayabilirim. gözlere her zaman güven olmaz yani."

    şeklinde cevap vereceğim cümle.
hesabın var mı? giriş yap