• anlattıkları düşünülürse şahane bir roman. livaneli'nin ellerine sağlık. ancak kitap bu kadar güzel olmasına rağmen imla ve mantık hataları (özellikle imla hataları) öyle bir boyutta ki, kapağa dönüp dönüp doğan kitap çıkarmıştı bunu değil mi dedirtiyor. bir kitap bu haldeyken nasıl basılır? yazarın hiç mi dikkatini çekmemiştir. ayrıca bir de tekrarlanan paragraflar var. çoğul ekine dikkat ediniz, bir kere yapılmış bir hata değil bu.

    edit: livaneli, romanı baş karakter maya duran'ın ağzından anlatıyor, aslında kitabı maya yazıyor. kitabın sonlarına doğru, bu yazdığı kitaptaki imla hatalarının düzeltilmemesini istiyor. gerekçesi ise asıl önemli olanın ne anlattığı; nasıl anlattığı ya da imla açısından kusursuz olması değil. livaneli'nin bu romanının edebi açıdan diğer romanlarına göre vasat olarak kabul edilmesinin sebebi de bununla açıklanabilir.
  • bikere bişeylere bambaşka bi bakış açısıyla bakmanızı sağlayacaktır. bundan eminim. kitap bittikten sonra üstü örtülmüş , bilmediğimiz kaç mesele daha var diye düşünüp durdum. kitabın içeriği okadar güzeldi ki tüm sıkıcı tekrarları,hataları kamufle etmeyi başardı. çok daha kısa anlatabilinecek kitap biraz gereksiz uzatılmıştı ama kitabı begenmeye engel değil.
  • duygu, düşünce ve tarihi olayların; ömer zülfü livaneli eliyle yoğrulmasıyla ortaya çıkmış bir roman. örgüsü ziyadesiyle başarılı; tarih içinde yolculuklar, sıçramalar yapılmasına rağmen süreklilik bozulmuyor; gitgide birleşen parçaların heyecanı insanı romanın içine çekiyor.
  • bir kere nefis bir kitap, bizim gibi yakın geçmişinden bir haber gençlerle dolu bir ülke için zülfü livaneli'nin bir kıyağı.
    çok eminim ki bir çoğumuzun struma'dan mavi alay'dan ve ülkemize gelen yahudi profesörlerden haberi yoktu, bu konuları bir hikayesinin içerisine öyle ustaca yedirmiş ki livaneli tebrik etmek gerek. evet katılıyorum yukarıdaki eleştirilerin bir çoğu yerinde ama onların büyük resimde sadece detay olduğunu düşünüyorum ve tarihe meraklı herkese öneriyorum

    not: gelebilecek eleştirilere önceden yanıtım olsun; yukarıdaki konuları elbette biliyor olabilir bir kısmımız ama ben sadece bilmeyenlerin bilenlerden haylice fazla olduğunu düşünüyorum.
  • zülfü livanelinin muhteşem bir hikayesi ve çok güzel bir kurgusu olan son romanı.*
    okurken yer yer göz yaşlarınızı akışına bırakmak en iyisi. devletler, kadınlar, aile ilişkileri ve feodal topluma dair tespitleri çok başarılı üstelik.
    481 sayfayı bir çırpıda okutuyor.
    özellikle mavi alay, struma, kırım türkleri vb. konularda bilgi sahibi değilseniz ya da az bilginiz varsa epey çarpıcı oluyor. ikinci dünya savaşı atmosferli eserleri sevenler için ise ayrıca çekici.
  • yazar olarak beğendiğim zülfü livaneli, okuduğum her kitabında bu konudaki fikrimi pekiştirmiştir. mesela "engereğin gözündeki kamaşma" diye bir kitabı vardır ki, iki veya üç defa okumuşumdur. hatta bir kez daha okuyup, buraya da yazmaya karar verdim.

    "mutluluk" da çok güzel bir kitaptı ama bir çok insan filmini izlediği için, okunma sayısı izlenme sayısından daha azdır eminim ki.

    "serenad" da yazar bir kadının sesiyle yazıyor kitabını. son zamanlarda karşı cinsin ağzından yazılar yazmanın ne kadar zor olabileceğine ilişkin bir düşünce içerisindeyken bu kitabı okumam çok iyi oldu.
    hatta birkaç hafta önce radikal'de de bu konu işlenmişti. yazdıklarından yazarların cinsiyetleri anlaşılabilir mi diye.

    kitap bir üniversitede halkla ilişkiler bölümünde çalışan maya duran'ın ağzından anlatılıyor. maya eşinden ayrılmıştır ve oğluyla yaşamaktadır. şimdi yeni bir sevgilisi vardır ama şarap içerken eski eşi ahmet'i hatırlamadan da edemez;

    "şarabı ilk kez ahmet tattırmıştı bana. tadını hiç sevmemiştim ama ahmet'i sevdiğim için bunu söylememiştim ona."

    halkla ilişkilerden sorumlu olduğu için amerikalı profesör maximilian wagner'le o ilgilenir. yaşını başını almış, alman asıllı olan bu profesör, yaşına rağmen dinçliği, yakışıklılığı ve zarafetiyle maya için bir görevden çok arkadaş olur.

    maximilian türkiye'ye daha önce de gelmiştir ve ilk gelişinden farklı olarak bu defa amacı veda etmektir. kitapta max'in karısı nadia'yla tanışıyoruz. yahudi asıllı olması sebebiyle hitler rejiminden kurtulmak için deborah adıyla yaşamaya çalışmış ama bu şekilde bile ölümden kaçamamıştır. en acısı ise bu ölümün türkiye'nin yanında ve max'in gözleri önünde denebilecek bir şekilde gerçekleşmesidir. ve ben struma gemisiyle bu kitap sayesinde tanıştım.

    maya, bir yandan nadia'yla tanışırken bir yandan da tanıdığını sandığı babaannesi ve anneannesiyle tanışmaktadır aslında.

    semahat olarak bildiği babaannesinin aslında mari adında bir ermeni olduğunu öğrenir maya. türk bir ailenin yardımıyla hayatta kalması ve dedesiyle evlenmeden önceki hayatı hakkında hiç bir bilgisi yoktur daha önce. sadece ondan kalan bir gerdanlık vardır ki, artık daha da anlamlı olacaktır.

    bir de anneannesi maya vardır, adını aldığı kişi. o ise ayşe olarak yaşamıştır hayatını ve benim ilk kez bu kitapta duyduğum "mavi alay"dan kurtulmuştur.

    "toplum olarak, sessiz bir sözleşmeyle susma kararı alınmış, yaşananlar genç kuşaklara aktarılmamıştır. bu iyi miydi, kötü müydü bilemiyorum. hiç kimseye düşman olmadan yetiştirilmiştik. bu işin iyi tarafıydı ama bir de geçmişimiz konusunda korkunç cehaletimiz vardı."

    max'in türkiye'ye gelmesi kimi kesimlerce tehlike olarak nitelendiği için sıkı bir takibe alınır. ama o bu konuda eski ateşini yitirmiştir ve amacı nadia için yazmış olduğu "serenad"ı ona bir kez daha çalabilmektir.

    maya max'in geçmişini araştırırken bol bol okur;

    "hitler'in seçmenlerin yarısını kazandığı, bir olarak karşımızdaydı. her türlü telkin ve demagoji aracılıyla, rüşvetle, yozlaştırmayla, geleneksel her türlü değer ölçüsünü ayaklar altına alıp çiğneyerek, tahrip ederek ve yeni bir takım değerler ortaya atarak halkı iğfal ettiler. ama 1933'ten önceki basının büyük kısmının seviyesizliğine tanık olan, siyasi mücadele üslubundaki kabalaşmayı izleyen herkes, iktidarı anayasal yoldan ele geçirmenin, gerçekte bir hükümet darbesini dış görünüşte meşrulaştırmaya çalışan bir kılıf olduğunu kavrayabilirdi."

    ve yaptıkları bir konuşmada gazali'den bahseder max. gazali bağdat'ta eğitim aldıktan sonra tus şehrine dönmek üzere yola çıkar. yolda haydutlar kervanı durdurup, soyar ve gazali'nin de torbasını alırlar. daha sonra gazali haydutların peşine düşer ve onları bulunca torbasını geri ister. haydutlar tam onu öldürecekken liderleri ortaya çıkar ve gazali'ye torbasının neden bu kadar önemli olduğu sorar. gazali torbanın içinde bağdat'taki derslerine ilişkin notları olduğunu söyler.bunun üzerine haydutların lideri, torbasını geri verdirir ve der ki;

    "...ama alim olmak istiyorsan bir şeyi hiç unutma. senden çalınabilen bilgi, senin bilgin değildir."

    auerbach'ın pascal üzerine yazdığı bir denemeden şöyle bir alıntı var kitapta;

    "adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur, en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır. gücü olmayan adalet acizdir, adaleti olmayan güç ise zalim. gücü olmayan adalete mutlaka bir karşı çıkan olur, çünkü kötü insanlar her zaman vardır. adaleti olmayan güç ise töhmet altında kalır. demek ki adalet ile gücü bir araya getirmek gerekir; bunu yapabilmek için de adil olanı güçlü, güçlü olanın ise adil olması gerekir.
    adalet tartışmaya açıktır. güç ise ilk bakışta tartışılmaz biçimde anlaşılır. bu nedenle gücü adalete veremedik, çünkü güç, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olduğunu söylemişti. haklı olanı güçlü kılamadığımız için de güçlü olanı haklı kıldık."

    max ülkesine dönmesi bile maya'yı onu ve geçmişini düşünmekten alıkoyamaz ve anılarının peşine düşer. türkiye'deyken yaşadığı eve, ülkeyi terkederken geride bırakmak zorunda kaldığı eşyalarına ulaşır.ölüm üzerine düşünür;

    "hiç bir ana, çocuğunu doğurduğunda onun bir gün öldürülebileceğini düşünmüyordu. her insan, yaşlanacağını ve hayatını doğal bir ölümle sonlandıracağını sanıyordu ama yüz milyonlarcası başka insanlar tarafından öldürülüyordu."

    kitap bence roman olarak çok başarılı değil. o kadar fazla konuya değinilmiş ki hepsini bir arada toplama çabası yapay bir bağdan öteye gidememiş. ama türkiye'de olmuş olan olaylar ve bunların günümüze etkilerini görmek için güzel bir kitap.

    son olarak,

    "iranlı firdevsi, yaklaşık bin yıl önce yazdığı şehname'nin başlarında, söylenecek bütün sözlerin söylenmiş olduğunu, yeniden söylenmeye değer söz kalmadığını, bu nedenle de bir şey söylemekten çok, güzel söylemenin önemli olduğunu ileri sürüyordu."

    ve

    "her zaman olduğu gibi, cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşenmişti."

    tavsiye edilir.

    kaynak : http://dipnoi.blogspot.com/2011/06/seranad.html
  • belli ki çok fazla araştırma yapılarak yazılmış bir roman.
    bundan önce hiç livanei romanı okumadım, o yüzden dili bu sefer basit gibi şeyler söyleyemeyeğim.
    sadece şunu diyeceğim: bir aşk hikayesine yedirilerek yazılan tarihi bilgileri ağır bir üslupla yazsaydı, bu kadar kolay okunmazdı.

    uzun zamandır okuduğum en güzel roman. bilmediğim tarihi gerçekleri öğrenmem açısından da çok ama çok faydalı.
    meğer bi bok bilmiyormuşum ben dedim ya, bravo livaneliye!
  • yazarın kendi kendisiyle dalga geçebilecek kadar kendine güvendiği roman. “bu kadar tesadüfü bir romanda okusam yazarın abarttığını düşünürdüm.” (s.200) ancak okurken farklı öykülerin karmaşık ve ince dokunmuş kurgusuna şahit oldum. değil miydi ki hayatta herkesin bir hikayesi vardır.” eski tapınak yazıları yanılmaz değil mi? öyle ki livaneli öykü içinde öykü (roman içinde roman mı demeli?) anlatarak hünerini bir kez daha sergilemiş.

    livaneli uluslararası dünyaya da göz kırpan bir eser çıkarmış ortaya. bir ara maya istanbul’da araştırmalarını yaparken oradan oraya giderken yabancılar açısından acaba bu kitap eşliğinde istanbul turu yapılabilir mi diye düşündüm. yine de livaneli bu faslı çok fazla uzatmak istememiş anlaşılan.

    livaneli çok iyi bir de son kurgulamış. son sayfada bile hala merak edilecek bir şeyler bırakmış tatlı niyetine.

    --- spoiler ---

    sadece mavi alayla ilgili almanca ve rusça belgelere ne oldu diye düşündüm. onlar alındı ama sonra bir daha bahsi geçmedi o belgelerin. acaba dedim o da ikinci bir hikayeye mi dönüşecek…

    --- spoiler ---
  • yaklasik iki ay once aldigim ve baslamaya bir turlu firsat bulamadigim kitaptir. baslama zamanim ne guzel bir tesaduftur ki bir dumura denk gelmistir. istanbul - frankfurt - boston ucusunda can sikintimi gidermek icin baslamaya karar verip kitabi okumaya basladigimda guzel bir rastlanti beni bekliyordu.. zira kitabin kahramani maya isimli kadin benimle inanilmaz benzer seyler yapiyordu. yasi bile benimle ayniydi. o da o anda yerden 8000 fit yukseklikte bir ucak yolculugundaydi, istanbul - frankfurt - boston ucuyordu. hatta oha dedirten bir detay da franfurt havaalaninda bekleme zamaninda benim gibi bir latte icmisti. ben onun gibi ucakta bardak bardak sarap goturmedim ama ilk defa bir kitaba baslarken bu kadar sasirdigimi ve sevindigimi soyleyebilirim.
    cok etkileyici ve surukleyici bir kitap. sanirim zulfu livanelinin tum kitaplarini bir solukta yalayip yutuyorum ben.
hesabın var mı? giriş yap