• sığıntı kuşu...
    (bkz: arkadas z ozger)

    "...
    akşam
    hüznümün soluk aynası
    vurdukça yüreğime kanım oynaşır
    derinleşir acısı parmakuçlarımın
    kırmızı bir ölümü görmüş gibi
    kanarım.

    yoruldum
    değiştirmekten kanını yüreğimin
    hergün yeniden başlayan
    çığırtkan bir şarkıyı söylemekten
    hergün
    yeni bir şarkı bestelemekten

    ben hüznün
    ben gölgemin kiracısı
    yeni bir ev değiştirmekten

    hergün
    gövdemle büyüyen hüznümle
    kimselerden habersiz eskiyen yüreğimin
    dinlemiyorlar
    dinlemiyorlar şarkısını oy

    sustukça çoğalıyor tekliğim
    ah benim sıska yüreğim
    ah benim kimselere söz geçiremez yüreğim
    ah benim
    neyim kaldı elimde
    ah benim
    üreyemiyorum kendime

    böyle niye beni
    biraz yankı biraz karıncayken
    şimdi eski bir enosis düşlerim
    kendimi koparıyorum kendimden
    yetişemiyorum.

    tekliğim
    yorgun ve kanadı kırık kuştur
    hüznün yapraklarında gölgelendiği
    kim koparır dalından
    ağzı açık bir gülü
    kırmızı bir ölümü görmüş gibi
    kanarım

    yoruldum
    değiştirmekten kanını yüreğimin
    ne zaman bitecek
    bu hüzün..."
  • bir yerde igreti gibi durme hissi uyandıran, ait hissedememe durumu
  • orhan asena'ın tarihin göz önüne çıkmayan konularından birini işlediği yapıtlarından belki de en güzeli. hem tarihle hesaplaşma, hem insanın, bir olanaklar varlığı olarak kendini gerçekleştirme/varlığa yeni bir şeyler katma sorununu derinlemesine irdeleyen; bunu yaparken de karakterleri çok iyi yönlendirerek hiçbir sözcüğün boşa gitmemesini sağlayan bir teknikle yazılmış. ayşenil şamlıoğlu'nun rejide kendini aştığı, rüştü asyalı ve tayfun erarslan'ın sahnede harikalar yarattığı bir oyun olmuştur.
  • gözlerinin içinden ışık sızmayan bir şahı oynadı rustu asyalı.tüylerimizde diken diken oldu tabi,o oynarda olmazmı.
  • yönetmenliğini ve senaristliğini yücel uçanoğlu'nun yaptığı, başrollerinde melike zobu ile ceylan'ın oynadığı ilginç bir film. 1988 yapımı. konusu bir apartmanda geçiyor gibi. daha fazla oturup izleyemeyeceğim, maksat kutsal bilgi kaynağı'na bir katkımız olsun...

    hamiş: müzikleri ve bazı kamera açıları ile (özellikle objelerle ilgili bir takıntı mevcut) hitchkock etkisi var gibi. lakin birisi çıkıp da "ne alakası var?" derse, susup otururum. üstelik anne rolündeki kadının sürekli söylenmesi de beni haklı çıkarabilir. kızın köyden gelip, şehirli hayatı tanımaya çalışması ve "masumiyet" gibi kavramlar gene elimi zayıflatıyor. hadi hayırlısı...

    edit: dayanamam falan diyordum ama ilginç bir şekilde sardı film. konusu sıradanlıktan azıcık uzakta duruyor açıkçası. üstelik olayların işleniş tarzı da tipik kaderci anlayıştan çok bireyin davranışları ve vicdan üzerine kurulu. bir kadının kendisini seven iki erkek arasında kalışını, karakterleri baya baya çizerek anlatıyor.
  • kartal tibet'in oynadığı 1974 tarihli film.
  • -hayat arkadaşım öldü öleli, bu evde artık bir sığıntıyım. kendimi öyle hissetmiyorum aslında. bu ev bana ait. asıl sığıntı, bana sığıntı muamelesi yapan çocuk ve torunlarım. ama bunu anlamazlar. ben bu eve gelin olarak geldiğimde, daha hiçbiri yoktu onların. onları ben doğurdum, benden doğan doğurdu. yaşamalarına sebep olan ben değilim belki fakat vesile olan benim. şimdi yaşlandım ya, yüzümdeki kırışıklıklar arttı ya, sığıntı oldum çıktım.

    aynı sofraya oturamam onlarla. otur diyeceksiniz; kimse annesine açık açık saygısızlık etmez, diyeceksiniz. öyle değil efendim, öyle değil. bir kere, biz alışmışız yıllardır, çorba içerken fokur fokur ses çıkarmaya. fakat buna tahammül edemiyorlar; beni aşağılayan gözlerle öyle bir süzüyorlar ki, kendimi sofrada bulunduğu hâlde hiç kullanılmayan araç gereçten daha gereksiz hissediyorum.

    sonra, kulağıma da geliyor hakkımda söyledikleri. gelin, benim oğlana "artık bıktım çamaşırlarını yıkarken yayılan kokudan. bir an evvel..." "sus" diyor bizim oğlan; "sus, duyacak şimdi". demek, duymasam mesele değil a oğlum. demek duymasam ölmem mühim değil senin için. kokuma dayanamayan gelinime de söyle, "bu koku bu dünyaya ait bir koku değil". yalnız bu dünyayı, gelip geçici heves ve arzularını efendisi sayanların hissedemeyeceği bir hava var içinde.

    duymasam mesele değil, aklından ölümüm geçmesi. ben zaten yaşamıyorum ki oğlum. maaile sofralardan, sizin güleç yüzünüzden mahrum kalalı, siz beni sığıntı göreli, kocam öldü öleli... yaşamıyorum.
  • ilk gunden beri intihari dusunur.
  • sığamamış, sığışamamış olan. sığınmayı dilemesi ve bunu gösterdiği bir eylem ile irade etmiş olmasına rağmen sığınmayı dilediği "alan"da varlığının bütün yönleriyle kabul görmemiş olan. orada varlığının, var oluşunun onu o yapan şeylerin tarifi eksik ya da yanlış yapılmış olmalıdır.

    sığıntı, bir sığınmış/sığınan gibi değil. tek taraflı iğreti bir durumun habercisi. sığınamadığı için durduğu mekân, zaman, hâl, kişi, topluluk onun için bir sığınak olamamış. hangi saik, hangi sebep, hangi müessir ile olursa olsun sığınmış/sığınan olabilmek için sığınılacak makamın onun bu arzusunu, iradesini görmüş ve onu hür varlığıyla ve bütünüyle kabul etmiş olması şart. "ne olursan ol ve/veya ne olursa olsun yine de gel" diyen bir başka iltica kapısı var mı ki zaten dâr-ı dünyada?
  • her satırı not alınası diyaloglara sahip, tarihsel bir ders niteliğinde olan orhan asena oyunu. yıllar önce devlet tiyatrolarında sahnelenmişti de bir kez gitmekle yetindiğim için pişman olmuştum. rüştü asyalı şah tahmasp olmuş delici bakışlarıyla ciğerimize işlerken, tayfun erarslan şah tahmasp'a sığınan şehzade bayezid rolüyle adeta devleşmişti.

    oyunda, bu sığınma olayını ve karşısında kabul edilen koşulları bir dayanışma olarak düşünen şehzade orhan'a, bayezid tarafından verilen yanıt dikkat çekici ve düşündürücüydü.

    "ancak eş güçler arasında oğlum, bir dayanışma söz konusu olabilir. yoksa dayanışma değil, dayanmadır bunun adı. bu durumda söz, ağırlığı kaldırana düşer."
hesabın var mı? giriş yap