• cok duzeyli ve kontrollu yasamis, disipliniyle toplumun ideal bir bireyi olmus ivan ilyicin olumle yuzlesmesinin anlatildigi tolstoy romani.

    gerektiginde eglenen ama her daim yargicliginin verdigi agirlik ve otoriteyle cevresinde saygi uyandirmis olan ilyic, pek de ciddiye almadigi bir evlilik yapar. fakat cocuklari olduktan sonra isler de degisir, karakterler de.

    burada romanin ilk odak noktasi olarak, evlilik muessesesi ele aliniyor. kreutzer sonattaki kadar acik olmasa da, burada da tolstoyun kadinlarin dogasi hakkindaki saplantili dusunceleri on plana cikiyor. ornegin ilyicin karisinin davranislari yavas yavas tum rasyonelligini yitirir. ilyic bu durumla mucadelede bekle gor politikasi izler ve beklerken kendini iyice isine verir ve cok basarili olur. [saniyorum tolstoy bu noktada her basarili erkegin arkasinda bir kadin vardir sozunu kendince yorumluyor]

    daha sonralari romanin merkezi, ilyicin olumle yuzlesmesine kayar ki asil enfes yeri burasidir. artik nasil olup da olum dosegine dustugunun bir onemi yok. onemli olan, degisen sartlar altinda, ailesiyle ve arkadaslariyla giderek iletisimsizlik yasamaya baslamasidir. ilyic farkeder ki aslinda kimse birbirini gercekten anlamiyor, dinlemiyor. iste bu noktada tolstoy iyice cosar ve once klise gibi gozuken, sonra da epey derin ve manali hale gelen su saptamalarla romanini olumsuzlestirir:

    klasik toplumun deger yargilari tamamen carpiktir cunku, ideal bir bireyin tanimi olum gercegi gozonune alinmaksizin yapilmistir. toplumun hayatin amaci sorusuna verdigi cevap, yani maddi basari ve cogu zaman yuzeysel olan mutluluk, olumle ve aciyla yuzlesmis birisi icin aslinda hicbir anlam ifade etmiyor. hayatin amaci sorusuyla bu sekilde yuzlesmis olanlar, yani sakatlar ve olum dosegindekiler, bu sorunu yalniz cozmek zorundadirlar cunku toplum hayat hakkinda farkli dusunenleri dislar. yaslilar, olumle yuzlesenler, toplum tarafindan surekli mizmizlanan fazlaliklar olarak gorulurler. toplumun canliliginin yaninda curumus, bunamis, eskimis insanlar. oysa ki olumun perpektifinden hayata bakabildikleri icin, bu "fazlaliklar" gercegi daha yalin gorebiliyorlar.

    ivan ilyic de bu perpektiften bakinca, ilk defa hayatinin ne kadar anlamsiz oldugunu, onu hep toplumun yapay ve yuzeysel deger yargilarina gore yasayip harcamis oldugun farkeder. sadece cocuklugundaki ve ilk gencligindeki bazi samimi anlar ona gercek gorunur, kalan hersey olumun golgesinde anlamsizlasir.

    dolayisiyla tolstoy, bilgelik icin, hayat hakkinda dogru saptamalarda bulunup yuzeysel deger yargilarindan kurtulabilmek icin, olumu kavramanin gerekliligini gosteriyor. tipki arka bahcesinden disariya hic cikmamis birinin, baska ulkelere seyahati esnasinda ufkunun acilmasi gibi, olum de hayatin anlamini berraklastiriyor. ve bu berraklikla hayat yeniden basliyor. ivan ilyicin en sonunda olum bitti demesi de bu yuzden. cevresinde beklesen akbabalar aslinda olu olanlar; surunun icinde kendi hayatlarini konformizmle bogarak oldurmusler. kendisi ise uykudan uyanmis ve yeni bakis acisiyla yasamaya yeni baslamis.
  • "toplum icinde giderek yukselirken, meger hayatta hizla assagi dusuyormusum"
  • toltoy'un takdire layık romanı. ivan ilyiç'in ölürken düşündükleri çok önemlidir kanımca. bir çok işinin ölümünü izlemiş, ama ölümün kendi başına gelebileceğini hiç düşünmemiştir. çünkü o ivan ilyiç'tir, nasıl ölebilir ki o? ölmeden önce hayatını boş yere geçirdiğini duyumsaması ve büyük bir pişmanlık hissetmesi de, okuyucuyu etkiler.
    ivan ilyiç'in ölüm anında ise, neredeyse kalbimin sıkıştığını ve gerçekten ölümümün bana hissettireceklerini düşündüm. bay ilyiç'in hayatını yaşamışcasına da üzüldüm.
  • -yaşamamız lazım necati, eğer yaşamazsak ölümümüz çok acılı olacak.
  • hasta ivan ilyiç'in çaresizce ölume teslim oluşu, karısı ve kızının merhametsiz, kibirli ve soğuk tavırları hatta bundan daha kotusu olan sahte yazıklanmaları, ölum gerçeği karşısında çevremizin bizden esirgediği sevgi ve merhametin ne kadar "hafifletici" unsurlar olduğunu duşundurmuştu bana.
    kanserli veya komada olan birçok insanın hastalık-ölum surecine şahit oldum hayatım boyunca. onlara bakınca ve etraflarında nasıl bir "teselli" dairesi oluşturulduğunu görunce ivan ilyiç kadar talihsizini görmediğimi duşunurdum.
    ivan ilyiç'in acılar içinde ölume bir kurtuluş gibi koşmasını derinden hissedip merhamet hissettiğimizi, bunu hissederken kendi sonumuzun bu bedbaht kadere benzememesi için dualar ettiğimizi itiraf edebiliriz sanırım.
  • sokrates’i hatırlatıyor elbette. “insan kendini bilirse bütün cahilliğinden bilgisizliğinden kurtulur. çünkü kendini bilmek her şeyin temelidir ” diyor sokrates. işte bu “kendini bilme” kavramı romandaki farkındalık vurgusu ile örtüşüyor.
    sokrates’in düşüncesi, yaptığı çalışmalar farkındalığın bir anlatımı olan erdeme yönelir ve o erdem ile bilgiyi özdeş kabul eder. insanlara hep “ kendi ruhuna özen göstermeyi ” öğütlerken ivan ilyiç’in ölümündeki uyanma halini özetler aslında. yani eleştirdiği toplumsal normlar kadar bilgeliğe ulaşmak adına izledikleri yollar da benzerdir iki düşünürün. sokrates hiçbir şey bilmediğini, dimonion’un yani uyarıcı sesin kendisine yol gösterdiğini söyler. tolstoy’un romanında iç ses diye bahsettiğimiz ego ile içten içe çarpışan, roman boyunca teselli ile bastırılan yine böyle bir uyarıcı sesten bahsedebiliriz.
    sokrates, tolstoy’un gördüğü bataklığı görmüş; insanlara sorular sorarak onları bu bataklıktan çekmeye, ezberleriyle yüzleştirmeye çalışmış, karşıt fikirlerin çatışması gerekliliği üzerine kurulu diyalektiğinde bu yolla ortak bir noktaya varılabileceğini savunmuştu. kendisini şehri rahatsız eden bir at sineği olarak takdim etti, ”sorgulanmayan hayat, hayat değildir“ dedi. ölüme mahkum edildiğinde ivan ilyiç’in hayatının son anlarında ölüme bakışıyla örtüşen şu sözleri söyledi: “artık gitmemizin zamanı geldi, ben ölmek için sizler ise yaşamak için; ancak aramızdan kimin daha iyi bir yola saptığını tanrı’dan başkası bilemez “.
    e bu arada sokrat dualisttir tabi, pis herifin de tekidir.
  • tolstoy'un şaheseri.

    burada benim görebildiğim 2 tane bakış açısı var.

    1- ivan ilyiç doktora gider,hasta olduğunu ve öleceğini anlar ve sonrasında buhrana girer. felsefenin yıllardır tartışılagelen konularından biri olan "varlık mı önce gelir öz mü" sorunsalı devreye girer. ivan ilyiç için varlık özden önce gelmektedir ve öleceğini(varlığını yitireceğini) anlayan ivan için artık öz'ünün bir anlamı yoktur. bu sebeple işinden,eşinden,doktorlardan,arkadaşlarından,herkesten,her şeyden tiksinmeye başlar.
    tamamen farklı bir adam olmuştur,huzursuz biridir artık ve ölümle yüzleşme içerisindedir.

    2- ivan ilyiç yaşadığı hayattan sıkılmaya başlar ve buhrana girer. sonrasında doktora gider ancak kendisine tam olarak tanı koyulamaz. bu sahte yaşam kendisinde ruhsal bir bozukluk oluşturmuştur,göğsüne saplanan o ağrının da anksiyete,ölüm korkusu olduğunu düşünüyorum. önceleri bu soruna anlam veremeyen ve sebebini çözemeyen ivan(haplarla iyileştirmeye çalışması,böbreğinde ya da karaciğerinde sorunu olduğunu düşünmesi) sonraları bunun ölümle yüzleşmek olduğunu anlar.

    bu iki bakış açısı da kitabın sonunda ortak paydada kesişir. ivan şöhret,statü,para,düzenli bir evlilik,insanlar tarafından saygı görme,kaliteli elbiseler giyme gibi kavramların aslında ne kadar anlamsız olduğunu anlar. bu saçmalıklar yüzünden aslında hayatı yaşamayı kaçırdığını farkeder ve kendini samimiyetsiz biri gibi hisseder. geçmişini düşündüğünde onu mutlu eden sadece çocukluğudur. çünkü hayata içtenlikle yaklaştığı,hırslardan uzak bir şekilde yaşadığı tek zamanı çocukluğudur. sonrasında bugüne kadar yaptığı her şeyin yanlış olduğunu anlar,az azından şimdi doğru bir şey yapayım der. bu hastalığının ailesine ve çevresine ne kadar zarar verdiğini görür ve yaşama savaşına son vermenin,ölüme doğru ilerlemenin herkes için olması gereken en doğru çözüm olduğunu kavrar. huzurlu bir şekilde kendini ölümün kollarına bırakır.
  • hayat yalanını çok sert bir biçimde yüzünüze vuran muhteşem ötesi bir kitap.

    hiç kimse ince bir kitap diye başlamamalı bence bu kitaba. savaş ve barış'ın orjinal metnini okudum ama bu 80 sayfalık kitap beni daha çok etkiledi, daha derinden sarstı. hepimizin kaçtığı, yakalanmak istemediği ve çok uzakta gördüğü ölümü burnumuzun dibine kadar getirmiş tolstoy. ivan ilyiç feryad ettikçe siz de acı çekiyorsunuz, onun karısından-kızından nefret edip gerasim'i seviyorsunuz.

    herhangi bir gün, belki yarın belki de 30 yıl 50 yıl sonra biz de ivan ilyiç olacağız.

    çok önemli not: depresyondaysanız veya ölümle ilgili korkularınız varsa cidden bu kitabı okumayın. 80 sayfa ama dünya'ya bedel bir uzun hikaye. aman diyeyim.
  • tolstoy sanki birkaç kere ölmüş, öteki tarafta gidiş yolunda notlar almış da öyle yazmış bu romanı. varoluşçuları en çok etkileyen eserlerden biri olduğunu tahmin ediyorum. hayat gayesi içinde hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayarak ölüm kavramını reddeden insanın, bu gerçekle birden korkunç bir şekilde yüzleşmesi ve hayatını bu yeni perspektiften sorguladığında artık iş işten geçmiş olması üzerinedir özetle. ayrıca ilyiç'in hastalanmasına neden olan olay, kendinden geçmiş bir şekilde evini (hayatını) dekore ederken belini pencerenin çerçevesine çarpmasıdır. harika bir ayrıntıdır.

    ilyiç ölüm döşeğinde şöyle bir kaykılıp, hayatının gerçek anlamda muhasebesini yapmak için geriye doğru baktığında, gerçekten mutlu olduğu, o saf, kaygısız ve bir daha ulaşılmazı imkansız anların çok geride kaldığını, o anların sadece ve sadece çocukluğuna ait olduklarını görür. bu açıdan bakıldığında ilyiç, daha toplumun dayattığı gibi bir birey olma yoluna ilk adımını attığı, çocukluğa özgü özgürlüğü ve kaygısızlığı kaybettiği anda ölmüştür.

    (bkz: babanın ölmesi/@axellennox)

    ilyiç'in ölümü, kendi babamın ölümüne benzediği için, ilyiç'in ailesinin ona olan davranışlarını anlayabiliyorum. ne kadar severseniz sevin, acı çeken kişinin bir noktadan sonra ölüp rahatlamasını, kurtulmasını istersiniz. aslında biraz da bencilce bir istektir bu. çünkü tolstoy'un da altını çizdiği gibi, kimse hasta birinin yanında vakit geçirmek, ölüme ve onu hatırlatan herhangi bir şeye uzun süre yakın olmak istemez. insanın doğasında olan, içgüdüsel bir istektir bu. tıpkı en sağlıklı görünen karşı cinsle birlikte olabilme isteğine benzer.

    son olarak, yatalak hasta birine okunabilecek en güzel kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum. eğer o yataktan kalkamayıp ölmezse, daha sırtı yere gelmez o kişinin*
  • kadinlar hakkinda dusundurten kitaptir. biraz can yakar.
hesabın var mı? giriş yap