• onno tunc un bir siiridir. sarki yapilmaya firsat verilmedigi icin sansli bir siirdir.
    "zira birdaha ayrilik gibi bir du$uncemiz
    o ani ya$amak gibi bir endi$emiz olmiyacak"
    seklinde devam eder
  • gozunu yumacagi gun var. sımsıkı degil tum huzuruyla, pazarliklarin yapilmadigi, tonlamalardaki kirikliklarin olmayacagi pir pazar gunu var. serin ruzgarin saclara deydigi, bulutuna en sonunda yakla$ibilcegi tatili var. soguk bedini soguk mermerlerle isitmaya calisicagi o tatili var. son bir kalabaligi var. bu sefer gok yuzunun degil gozlerin agladgi bir kalabaligi. belki uzun arkada$lik hatrina gokyuzunden du$urecegi fazla degil 3 damlasi var. uketsi var son bir kere gulememek, soyliyemedigi tonlarca cumlesi var, perdenin kapandigi gun alki$larla soylemek istedigi..
    (bkz: at2)
  • bu son veda
    zira bir daha
    ayrilik gibi bir dusuncemiz
    o ani yasamak gibi bir endisemiz olmayacak
    belki gozumden yas eksik olmayacak
    hickirigimiz genzimizde kalacak
    ama bu gece son bu son veda
    sonsuz olan bir son
    hayallerimiz son
    umitlerimiz son
    ama bu gece son
    bu son veda
    dudagimdan dusmeyen ismin yok
    tenimde konun yok
    yasadiklarimiz yalan
    sana dokunan elim
    seviyorum diyen dilim
    emanet ettigim kalbim
    kor kor ateslerde yansin
    ama bu gece son
    bu son veda
    serap gormusum
    dertlerime son
    korkuyorum
    korkularima son
    sana inanmistim
    inancima son.

    onno tunc
  • hani o bırakıp giderken seni;
    bu öksüz tavrını takmayacaktın
    alnına koyarken veda busemi,
    yüzüme bu türlü bakmayacaktın
    hani ey gözlerim bu son vedada,
    yolunu kaybeden yolcunun dağda,
    birini çağırmak için imdada,
    yaktığı ateşi yakmayacaktın
    gelse de en acı sözler dilime,
    uçacak sanırdım bir kaç kelime...
    bir alev halinde düştün elime,
    hani ey gözyaşım, akmayacaktın?

    orhan seyfi orhon
  • (bkz: last goodbye)
  • daha önce eli gitmeyen, dili varmayanların kaçamadığı sondur. ademoğlu değişiktir, umuttur güne başlama nedeni, hep daha iyiyi düşler, -mış gibi yaşar * tutunur dala bilmeden, ölçüp tartmaz dalın ağırlık kaldırabilme ihtimalini, canını acıtsa da umut eder sevdiğinden, sevdiği kadar sevilmediğini bilse de belki der, dedik ya ademoğlu bu gariptir. söylenecek olanların yaşananları düzeltmeyeceğini bilse de dinler, dinlemeden umut eder, dinlerken de umut eder, çaktırmaz inkar eder ama her saniye vardır umudu... ondandır son vedayı geciktirmesi. çünkü bilir son kez denen hoşça kal'dan dönüş yoktur. yanan bir sigara gibidir, geri dönüşü yoktur, külleri etrafa saçılır, anlık zevk mühim değildir çünkü bitmektedir hem de gözünün önünde eriyip gitmektedir. umut edilen sigaranın bitmemesidir, umarsızca, anlamsızca, mantıksızca, yakışıksızca...

    mucizeler vardır ya hasta yakınlarını ümitlendiren, yıllarca bitkisel hayatta yaşayıp çıkanlar. sevdikleriniz makinelere bağlıyken anımsarsınız, belki dersiniz, neden olmasın, o ayağa kalktıysa... olmaz... çoğu zaman mucizeler çalmaz kapınızı. zaten kimse de makinelere bağlı yaşamaktan kurtulan kişinin hayatının asla eskisi gibi olamayacağını düşünmez. nefes alsın yeter mantığı vardır, oysa ki yaşanmışlıklar öyle etkilidir ki yaşanacakları engeller. umutlanmak böyle bir şeydir işte, son öpücüğü geciktirir, son bakışı erteler, kelimeler ağıza gelmez, gelse de yutkunur insan. bazen gözler anlatamaz her şeyi, sözlerse avutamaz kalbi...

    en kötüsü de aynı şeyi söylerken edilen son vedadır. bu mavidir demek ne kadar kolay gibidir, zira anlatmak ise o kadar zor... onun mavi olduğunun söylendiği anlaşılana kadar yaşanan kırılganlıklar aynı yolda gidenleri ayırır. kalp bağırır " aynı yoldasın, bırak kendini " diye, beyin " yeterince acı çekmedin mi " der, mantıklı olursun kocaman bir kadın gibi... büyümek ne zordur değil mi? isteklerini yapamayacağını anlamaktır büyümek. gözlere bakamamaktır, sözlerin yanlış çıkmasıdır ağızdan. büyümek ayrılıkların nedenidir. ayrılıklar olgunlaştırmaz, olgunlaşanlar ayrılır. ne kadar kolaydır yüreğinin götürdüğü yere git demek ve o kadar gerçek hayattan uzak... büyümektir en büyük suçlu!

    son sözler hafifletir sanılır oysa beden gittikçe ağırlaşır. ruhun çırpınması mıdır bilinmez nedeni... bedeni taşıyamaz insan, yığılıp kalma isteği de ondandır sanırsam. lakin dönüp bakıldığında elden gelen her şey yapıldıysa ferahtır gönlün vicdan kısmı. ben "ben"likten çıktıysam onu bile göze aldıysam çıkış yolu yoktur başka...

    son veda asla yeterli değildir. insan ardından hep düşünür, şunu da mı söyleseydim? bunu söylememeli miydim? oysa sondur işte ne önemi var? bitmiştir, daha fazlası söylense bile bitmiştir, fazlaca söylenenler de mühim değildir. ayrılığın yaşandığı gün o'na benzettiğin ve saatlerce yüzünü izlediğin kişiyi bilse ne değişir? saatlerce kendini soyutladığını, onunla ve onun anılarıyla yaşadığını bilse ne değişir? son'dur, veda'dır... ya da nefret ettiğini söylememen germediği halde söylemişsen ne değişir? biraz da o acı çekse senin yüzünden? göz yaşlarını umursamayan birinin canının acımasına üzülmeli midir? peki ya yıllarca seni unutmamasını dilemek... beddua gibidir belki ama tek teselli ise duaya dönüşür. yaşatıldığını bilmek, son vedanın aslında fiziksel bir vedadan ibaret olduğunu anlamak en güzel avuntudur.
    sonlar gerçekten son mudur? hoşça kal kadar basit olsaydı günlerce çekilen acılar aptalca olmaz mıydı? veda gerçekten veda olsa uzaktan kendine iyi bak demek yeterli olmaz mıydı? insan kendini ne kadar kolay kandırıyor. kelimeleri ard arda dizerek duygularını komuta ediyor gibi. olasılık hesapları aşkta mümkün gibi matematiksel işlemlere dalıyor. gururum diyerek susup ne kadar kolay harcıyor... gurur falan olmaz sevgide, son vedadaki umutlu, ucu açık sözler en büyük kanıtıdır. dik başlı, asi görüntü sadece kamuflajdır ilişkide. iç ses sürekli tekrarlar, sen beni sevmesen de, seviyorum seni diye...

    en nihayetinde adama roman da yazdırır, bir dilsiz gibi susturur da... bazen saatlerce sövmek gelir insanın içinden, bazense eskisi gibi okşamak okşanmak... bazen çığlıklar atar gözyaşlarıyla, bazense beyin susturur yüreği, sessizleşir tüm harfler. bazen okuncağı bilinerek kelimelere dökülür ( canın acımıyor benim kadar, benim " gibi " sevmediğinden ) sonuç olarak son'dur, veda'dır... herkesin yolu açık olsun ama yine de unut(a)ma beni! hep açık kalacak bir yara gibi olsun, hatırladıkça kanasın, canını yaksın... her gördüğünde içinden bir ah çekmeni sağlasın. biliyorsun beni hatırladıkça mutlu olacağım. son veda da bu olsun, sonrasında arama kendini satır aralarında... sen yoksun ki artık, kelimeler anlatsın seni...
  • rafet el roman'ın 2008 çıkışlı bir roman gibi albümün en güzel parçalarından biri.

    sözleri:

    ne dindim ne duruldum her yoklugu unuttum
    ne varsa sende buldu bu kalp
    ne günlere kaldı bu can dayandı durdum
    döner sabır dedim bu yürek,

    gel görki senden önce ben hiç kimseye
    böylesine deli aşık olmadım
    ne varsa geçmişte kalan seninle yaşanan
    gözlerimden geçiyor şimdi

    bir zaman geçmiş aşklardan
    bir şiir bir kitap okursan hatırla
    seni sonsuz ve yalansız
    karşılıksız amansız seven var

    ne yıldım ne kırıldım gururla direndim
    sana değer dedim hergün,

    gel görki senden önce ben hiç kimseye
    böylesine deli aşık olmadım
    ne varsa geçmişte kalan seninle yaşanan
    gözlerimden geçiyor şimdi

    bir zaman geçmiş aşklardan
    bir şiir bir kitap okursan hatırla
    seni sonsuz ve yalansız
    karşılıksız amansız seven var
  • istanbul film festivali'nde gidişler ismiyle türkçe çevrilen, 2008 oscar ödülleri töreninde en iyi yabancı film ödülünü alan japon filmi.

    film için (bkz: okuribito)
  • adını sen koy isimli filmin fragmanında bir bayanın söylediği melih kibar bestesi. lakin bu müziğin filmdeki halini kimin söylediğini bilemedim. an itibariyle öğrendim...
    (bkz: #17443171)
  • gürkan'ın yıllar yıllar önce seslendirdiği şarkı. ama ben bu şarkıyı nerden biliyorum, nerden duydum daha önce onu anımsayamadım: http://www.youtube.com/watch?v=saumkfu6vp4
hesabın var mı? giriş yap