• uzun bir süredir tsk açıklamaları başta olmak üzere bir çok resmi açıklamada kalıplaşan, medyanın da diline yerleşen, türkçenin anasını ağlatmak pahasına kullanmakta ısrar edilen, saçma sapan bir tabir. genellikle "terör örgütünün sözde lideri", "örgütün sözde liderlik kadrosu" gibi bağlamlarda karşımıza çıkıyor.

    mevzu, "lider" kavramına olumlu bir anlam atfedilip, kavramın bir övgü gibi algılanmasından kaynaklanıyor. bu olumlu anlamı yıkmak için de, küçümseme ve aşağılama amacıyla "sözde lider" tabirine başvuruluyor. halbuki lider olumlu bir şey olmak zorunda değil. godwin kanununa uymak maksadıyla belirtelim hemen, hitler de bir lider. hem de gelmiş geçmiş en etkili liderlerden biri.

    "terör örgütünün sözde lideri" diye bir şey yazıyorsan eğer, benim bundan anlamam gereken şey, bahsedilen kişinin söz konusu örgütün lideri olmadığı, görünüşte lider olduğu, yani asıl liderin bir başkası olduğu. buradan da çok saçma bir yere kapı açmış oluyorsun, nihayetinde "lider" kavramına yüklediğin anlamsız yük nedeniyle, bu kavramı bir terör örgütü ile bir araya getirmekten imtina ediyorsun. sanki "lider" denildiği zaman örgüte bir meşruiyet atfediliyormuş gibi, saçma sapan kaygılarla yola çıkıp saçma sapan bir yere varıyorsun.

    hukuki çerçevede, bir suç örgütünden bahsediyorsan eğer, tck m. 220 uyarınca en az 3 kişi bir araya gelmiş olmalı ve yargıtay içtihatlarıyla tanımlandığı üzere, bu kişiler arasında hiyerarşik bir ilişki olmalı. ortada bir yönetici kadrosu olmalı, bir liderlik olmalı. yönetici ile üyeye aynı cezayı öngörmüyor sonuçta kanun, yarı yarıya fark var arada. eğer "sözde lider" dersen, yöneticilikten ceza veremezsin o zaman.

    ama medya bunu kullanmaya devam ediyor, çünkü devlet kullanmaya devam ediyor. medya da devletten bağımsız bir dil kullanmayı hayal dahi edemediği için, bu eblehçe kullanım sorgusuz sualsiz kanıksanmış durumda.

    birleşik krallık tarafından finanse edilen, resmi bir kuruluş olan bbc, ingiltere ile arjantin arasındaki falkland savaşı sırasında ingiliz ordusundan "we" olarak değil de "they" olarak bahsediyor, yani "ordumuz, askerlerimiz" gibi kalıplar kullanmayıp "ingiltere ordusu" tabiriyle haber yapıyor, zamanında bu büyük tartışmalara yol açıyor. margaret thatcher çıkıp "yazıklar olsun" diye ağlıyor, bbc'yi yerli ve milli haber dili kullanmamakla suçluyor. bbc'nin cevabı ise, iletişim ve medya tarihine geçen bu efsanevi devrime nokta koyuyor: "we should try to avoid using “our” when we mean british. we are not britain, we are the bbc."

    yani anadolu ajansının kalkıp böyle bir dil kullandığını düşün. düşünebildin mi? düşünemedin. işte bu yüzden orası ingiltere, sen ise türkiye'sin.

    evet, medya devlet değildir, ülke değildir, derdi de devletin, ülkenin, şunun bunun dilini kullanmak, propagandasını yapmak, çıkarlarını gözetmek değildir. medyanın amacı nesnel hakikate ulaşmak ve haberleştirmektir, tabi eğer hakikat ve haysiyet gibi bir derdi varsa. kamu menfaatini gözetmek de yalnızca böyle mümkün olur. bulunduğunuz ülke ile kendinizi özdeşleştiriyorsanız, o ülkenin haksız olduğu bir savaşı düşünebilmenize imkan yoktur, dolayısıyla o ülkenin taraf olduğu herhangi bir savaşı eleştirmenize ve yapılan herhangi bir yanlış hakkında kamuoyunu bilgilendirmenize, böylelikle de o yanlışın düzeltilmesine katkı sağlamanıza imkan yoktur. eğer bir ordudan "ordumuz" diye bahsediyorsanız, o ordu ile ilgili herhangi bir olaya nesnel, tarafsız yaklaşmanız mümkün değildir. mesela o ordunun işlediği savaş suçlarını haberleştirmenize imkan yoktur. eğer herhangi bir ülkenin asla haksız bir savaş açmayacağına, herhangi bir ordunun asla savaş suçları işlemeyeceğine dair milliyetçi bir iman ve önkabulle dünyaya bakıyorsanız, zaten sizin hakikate ulaşmak ve ulaştırmak gibi bir derdiniz yoktur.

    tabi bizim ülkemiz için epey lüks kaçan bir tartışma bu, geçtim anadolu ajansını, bbc gibi objektif bir dil kullanmaya kalkışan bir özel ana akım medyayı hayal bile edemiyoruz. ama en azından "sözde lider" gibi saçma kullanımlara biraz olsun şaşırmaya hakkımız olmalı.
  • ingilizcede de yeri geldiğinde gayet kullanılan bir kalıptır (bkz: so called).

    genel olarak bu terim kullanılıyorsa o işin sonu üç farklı yere çıkar.

    ilki o ünvanı o kişi kullanmayı haketmiyordur ama ortamda bir şekilde öyle tanınıyordur. haksız bir şekilde o yakıştırmanın yapıldığı böyle negatif bir şekilde ima edilir.

    ikincisi ortamda "sözümona" bir tür liderlik vardır. hoş bir benzetme değil ama atıyorum tımarhanede üç deli vardır ve bunlardan ikisi diğerini lider seçip izlerler. "sözdelik" onu da karşılar. delilerin seçtiği bir liderin akıllıların dünyasındaki karşılığı sözdeliktir. inkarıdır demedim bakın mesela, mutlak butlanla batıllığıdır. zaten terim bu şekilde kullanılıyorsa liderin şahsından veya akli melekelerinde öte, liderin içinde olduğu organizasyonu tongue-in-cheek yermeye yöneliktir.

    üçüncü versiyonda da söz konusu kişi lider kabul olunmaktadır ama bu ünvanın ona atfedilmesi uygunsuzdur. mesela lider bir şekilde bir punduna getirilip yakalanmıştır ama ve davayı aynı gün satıp düşman için çalışmayı falan teklif etmektedir. ona da sözde lider denir.

    "milliyetçi bir iman" ile bakmadan da biri sözde lider dediği zaman terimle verilmek istenen üç mesajı da gayet yeterli olarak karşılayan biri mesela hemen aklıma geliyor.
  • hitler'in iktidara geldikten sanırım 3 ay kadar sonra kurduğu propaganda bakanlığını neden o isimle kurduğunu ben hep merak ederdim. yani propaganda kelimesi zaten "gerçek olmayan ancak devletin böyle bilmemizi istediği şeyler" demek değilse neydi? adam yalan dolan söylemek istiyorduysa milletin gözünün içine baka baka herkesin bir bakışta yalan dolan merkezi olarak anlam vereceği bir bakanlığı o isimle neden kursundu? gerçek doğruları arıtma bakanlığı falan kursa daha iyi olmaz mıydı diye düşünürken olayın gidişatına anlam veremiyordum. tabi bakanlığın adı da aslında yalnızca o değil. tam adı volksaufklarung und propaganda ministerium (halkın aydınlatılması ve propaganda bakanlığı) olduğu için propaganda o işin bir kısmı.

    sonradan farkettim ki propaganda o yıllarda gayet nötr bir tanımken günümüzde manipülatif bir tür anlam kazanmış. asıl anlamı da devletin doğru olmadığı halde doğruymuş gibi davrandığı şeyler değil, belli bir politik bir ajandanın yerli ya da yabancı bir kitleye iletişim yollarıyla aktarılmasıdır. bu iletişimde duygular rasyonel düşünceden daha çok hedef alınır. hele ortamda savaş mavaş varsa savaş zamanı propaganda ve karşı propagandası da işin içine girer ki tam hakikate ulaşmak için düşman yayınları dinleyip arasını bulmak falan gerekir.

    terör örgütleriyle alakalı konuşacaksak onların söylediklerinin veya yaptıklarının meşru devletler nezdinde sonuç doğurması beklenmez. kimsenin reddedemeyeceği doğrular (iki kere ikinin dört etmesi vs) haricinde pkk'nın ya da daeş'in çıkıp herhangi politik bir açıklama yapması, liderimiz şu demesi, savaşı genişletiyoruz ya da silah bırakıyoruz demeleri devlet düzleminde kaale alınabilecek şeyler değildir. bunların arkalarında kaç bin silahlı insanın gezdiği, kaç bininin bu uğurda öldüğü, kaç milyon kişinin bunlara sempati duyduğu da pek bir anlam ifade etmiyor. çünkü meşruiyet denen herze milyonlarca insanın o konuda ortak bir ülküsü (will) var diye hemen o entiteye yapışmıyor. daeş vs meşru bir entite haline gelemiyor. pkk örneğinde olduğu gibi de çoğu zaman iki tarafın birbirini sindirmeye çalıştığı sonsuza kadar oynanan bir poker oyununa da dönüşebiliyor.

    yani demek istediğim daeş için ölen binlerce kişinin, bağdadi'nin gerçekten halife olduğunu düşünerek ölmüş olması veya daeş için kalpten sempati duyan milyonların bunun böyle olduğunu düşünmesi bağdadi'yi gerçekten bir halife yapmadı. o yüzden bağdadi batı medyasında bir so-called veya self-styled caliph. batı medyasının asıl hedefinde ise hilafetin kendisi vardır. bu yapı sözde bir hilafettir. bağdadi'ye sözde lider diyene kadar halifelik aslında halifelik değildi derler. öyle halifeliğin sahteliğine doğru tüme varmış oluruz.

    "halifeyse halife/halifelikse halifelik bize ne" diyememenin bir milyon farklı sebebi olabilir. hangisi en geçerli olan bilemiyorum, bütün ortadoğu monarşilerinin bu nosyondan nefret etmesi ihtimalini falan da geçtim ama sanırım olay yine meşruiyette bitiyor. daeş en güçlü olduğu devrinde bir devlet yapılanmasına da gitse, primitif bir hukuk sistemi, ekonomi falan da işletse onları devlet diye alıp karşısına konuşacak bir başka devlet olmadı. yani bağdadi'nin global düzeyde değil islam halifesi vs olmak, sokaktaki düz adam kadar bile legal nüfuzu yoktu. bir ada ele geçirmiş korsandan farklı bir kişilik değildi. etrafındaki adamları da bunlardan daha öte bir entite hiç olmadı.

    bize gelirsek pkk gibi kürt bağımsızlığı diye yola çıkmış, yolda pek çok şey denemiş ve kavgayı artık otonomi diye sürdürmekte olan bir örgütün karşısında onun bir kaç on katı bir ülke var. bunların aynı meşru düzleme gelebilmesi, meşruiyette denk olabilmesi neresinden bakılırsa bakılsın imkansız. liderlerinin so-called olması yani bence de yetmiyor. asıl pkk'nın varlığı self-styled seviyesine indirgense, basında vs "kendine pkk diyen grup", "kendini pkk olarak adlandıran örgüt" pkk'nın "sözde lideri" diyip durmaktan daha isabetli bir bakış açısı olabilir.

    yani bir örgüt olmuşsunuz da lideriniz liderliği hakediyor mu haketmiyor mu sorusundan önce siz kendinize örgüt mü diyorsunuz demenin zamanı gelmiş olabilir. hakkaten yıllardır niye aklımıza gelmedi. o kadar da resmi yazışma yapıldı.

    yani evet, sözde lider gibi tanımlara tenezzül edilmesi de propaganda. propagate edilen şey anadolu'dan görünüm yıllarından beri de aynı. pkk bu propaganda neticesinde kendini nasıl idare edeceğini değiştiriyor değil, kime lider demek istiyorlarsa diyorlar. ancak bu sözümona liderlik de 40 yıldır sözde sıfatını aşıp fkö ya da ira gibi masaya silahların gölgesinde oturabilmiş değil. hatta dediğim gibi ağzındaki bant sökülünce türkiyeye hizmet etmek isteyen bir liderlik idi o bir zamanlar.

    öte yandan mesela hdp seçimle gelip meşru yollardan davasını sürdürdüğü için hdp sözde lideri gibi tanımlar işitmiyoruz. onlara da bunu demek isteyen sürü sürü milyonlar var ama denmiyor. meşru addedilen hdp'nin pek de takılmadığı bariyerden pkk asla geçemiyor.

    yani hakikat... devletler nezdinde aslında ne olduğu, neyin vukua geldiği, kimin ne olduğu ve ona ne deneceği meşru olanların iki dudağı arasındadır. hatta karayip korsanlarının veya işidlilerin de bizim sırrına vakıf olamadığımız kendi dünyaları vardı amma bu iki taraf birbirine denk bir meşruiyete sahip olmadan onlar sözde algılar, sözde dünyalar ve sözde liderler olarak kalmaya hep mahkumdular. senin algın benim algım / senin dünyan benim dünyam bundan çok daha ileride işlenecek teorik fasıllar.
  • akıl fikir ve izanımızı meşruiyet ekseninde uluslararası hukuka dayadığımızı sanıyorduk ama meğerse öyle değilmiş. devletlere endekslemişiz. onu da öğrendik.

    uluslararası hukuk genel ve özel hükümleri hukuk fakültelerinde ortalama yükseltme amacıyla okunup geçilmese hakikaten sovereign ve legitimate nedir, kime denir. neden suudi arabistan bütün o insanlık dışı uygulamalarına rağmen kendi toprağında dünyanın diğer tüm devletlerince egemen ve meşru addedilir ve rojava denen entiteyi resmen tanıyan hiç bulunamaz, bunun ayırdına varmak daha kolay olurdu. veya tavyan'ın orjinal adının 1912'den beri çin cumhuriyeti olduğunu ve 1971'e kadar hiçbir de facto nüfuzu olmamasına rağmen küçücük formosa adasında durup birleşmiş milletlerde koskoca çin anakarasını de jure temsil ettiklerini, halk cumhuriyetinin ancak nükleer silahlar işine girdikten sonra zorla meşru olabildiği de görülürdü.

    kuomintang'ın 1949 yılından 1971 yılına ladar çin anakarasında hiçbir pratik gücü olmamasına rağmen, yani "hakikat" dışarıda bir yerlerde çok farklı bir şey iken kendisini güvenlik konseyi daimi üye sandalyesinde kalmasını ve 22 yıl dünya meselelerinde oy kullanmasını sağlayan şey de hakikate dayalı şeyler miydi yoksa meşruların konuya olan yorumları mı?

    bu meşru devletlerin özü sözü bir asla değildir. yanlış olmasın. ama onlar yine de meşrudur. kalbinize ya da aklınıza göre değil belki ama uluslararası hukuka göre öyle.

    yani devlet teorisini eleştirmek kolay amma "favori terörist örgütümüzün lideri, de facto örgütteki herkes tarafından lider addedilmesine rağmen kimi meşru devletler (ve dahi onların ülkesindeki basın yayın) buna sözde lider diyor ve bunu çok çocukça buluyoruz" tarzı şeyler aslında birer eleştiri değil. aklınızda muhayyilenizde öyle olmasını herkes tarafından kabul görmesini istediğiniz şeyler. bütün mücadele zaten bu kabul ve tanınma için orası okey, ancak o dediğim gibi bu tip şeyler siz söylediğiniz, dışarıda milyonlarca kürt buna inandığı veya uğrunda ölüme gitmeye hazır olduğu için meşru birer "hakikat" mertebesine yükselmiyor. onun için mücadelenin (struggle) başarıya ulaşması, en azından bir tür sonuç doğurması da gerekiyor. yani vaktinde kolonilerde ingilizlere isyan etmiş amerikalı founding fathers isyanın sonunu getirebildikleri için bugün dolar banknotlarının üzerinde resimleri var. bu yüzden artık "sözde founding fathers" değiller. diğer bir örnekte (provisional) ira 1970'lerde the troubles döneminde ingilizlere daha yumuşak davranmış olsa martin mcguinness falan sinn fein olarak masada good friday anlaşması imzalıyor olabilir miydi?

    yani özgür basın derken 1970'lerin ingiliz basını gayet de ira nefretiyle doludur. ararsam "self-styled / so-called provisional ira" falan da gayet bulurum kanısındayım. ancak girmedim şimdi. söylemek istediğim şey eğer büyük savaşta falan ingiliz basını almanları komple stereotipleştirip "hun" diye dalga geçiyor, özgür fransız basını bunlara "boche" diyip alay ediyor, özgür amerikan basını japonların dış görünüşüyle sarı benizleriyle alay edip dişlek ve gözlüklü olarak resmediyorsa bunlara da akıl fikir izanlarını arada bir yıkılıp giden devletlere endekslemişler demek epey zordur. basın özgür ya da değil gayet de popülist olmasını bilir. eğer bu tip söylemlerin kendilerine okuyucu / izleyici / satış rakamı olarak geri dönüşü varsa, değil sözde lider, kürt orangutanı da yazarlar. pkk ve *lideri örneğinde devletin ve kullandığı propaganda dili amacı gayet anlaşılabilir nedenlerden dolayı böyle iken basının bunu takip etmesinde daha popülist amaçlar da bulunabilir. bu söylemin halktaki karşılığına da bakmak lazım.

    "çünkü hakikat dediğimiz şey devlet dediğimiz organizasyonların tekelinde bir meta değildir"

    şunu abartmıyorum tam yirmi kez dönüp dönüp geri okudum. devlet egemen bir dünya sistemine kalabalıktan çatlak bir sesle yükselen naif bir eleştiri gibi görünse de nosyonun konuya (realpolitik) olan uyumsuzluğu çarmıha gerilmek üzere bekleyen isa'yı hatırlattı. o da romalı vali'ye ölmeden evvel hakikatten bahsetmişti. dış dünyada o anda vukua gelmekte olan olaylara nazaran (kızgın cemaat, kesin ölüm tehlikesi vs) "hakikat" ne kadar da büyük resimle alakasız kalıyordu.

    pontius pilate gibi sorasım var haliyle :

    "veritas? quid est veritas?"
  • ""makedonya" fiili durumu tanımlayan/betimleyen bir kavram mı? yani bu, kötü bir örnek bile değil. çünkü örnek değil."

    * kendi sınırları içerisinde kendisine makedonya diyen bir devletin 7 olimpiyata (20 küsür yıl) fyrom olarak gitmek zorunda kalması gibi bir durum söz konusu iken makedonya fiili değil de nasıl "de jure" makedonya oluyor?

    yani kendi etki alanında fiilen kendisini böyle anan bir "devlet" ile kendi liderlerine fiilen botan bölge sorumlusu diyen bir örgüt var. ikisinin de fiilleri dış dünyada istedikleri sonucu doğurmuyor. devlet statüsünde olan daha büyük entitelerin bu durumu kabul buyurmaması sonucunda yakıştırdıkları isimleri sıfatlar zamirler de jure seviyesine yükselemiyor. kendi etki alanlarında fiili/de facto olarak kalıyor. yani bence adalet meslek yüksek okulu seviyesinde bir tür bilgi ama anlaşılmadıysa bilemiyorum daha ne kadar basitleştirilebilir.

    ---

    "bir örgütün hukuken gayrimeşru durumu, o örgütü fiilen yönetenlerden "sözde yönetici" diye bahsetmeyi anlamlı kılıyorsa, bizzat örgütün varlığını da "sözde" kılabilmeli mantıken. yani örgütün kendisine dair ontolojik bir sorgulamaya da girişilebilir gayet, ve hatta mantığınızda ısrarcıysanız, kaçınılmaz olarak girişmelisiniz"

    * burada girişilmişi var, ne demişiz:
    "liderlerinin so-called olması yani bence de yetmiyor. asıl pkk'nın varlığı self-styled seviyesine indirgense, basında vs "kendine pkk diyen grup", "kendini pkk olarak adlandıran örgüt" pkk'nın "sözde lideri" diyip durmaktan daha isabetli bir bakış açısı olabilir."

    nitekim örgütün kendisi abd / ab / nato / uk nezdinde "terörist örgüt" olarak tanındığı için halihazırda terörist olarak tanınmış bir örgütün varlığına sözdelik atfı galiba uluslararası alanda geriye doğru atılmış bir adım gibi değerlendiriliyor. o yüzden yapmıyor olabilirler.

    ---

    "fiili durumla anayasa madde 66 arasındaki çatışmayı da görmezden gelemediği için, "kürt kökenli türk vatandaş" gibi saçmalıklara başvurmaktan ve gittiği yere kadar ısrarla kullanmaktan başka çaresi de yok. bütün ülkeyi "kürt" diye bir şeyin varlığını kabul etmeme üzerine kurunca, her şeyden önce gerçekliğin kendisine karşı sonsuz bir savaşa atılmış oluyorsunuz"

    * "fiili durum" sözü da burada "yıllarca etnik olarak yok sayılan ancak kahramanca geri gelip varlığını rüştünü ispatlayan" gibi bir anlamda kullanılmak istenmiş sanırım. türk vatandaşlığının eski anayasalardaki tanımında ülkede farklı ırk ve etnik arkaplandan gelen vatandaşlar olabileceğine atıflar da vardı oysa ki.

    1921 anayasası m88: "türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla türk ıtlak olunur"

    1937 değişikliği: "türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese “türk” denir."

    kimin neyi saçma bulduğuna karışmamakla beraber etnik kökenden ötürü vatandaşlık haklarından mahrumiyet varmış, köşeye sıkıştığımız için kürt kökenli türk vatandaşı demek zorunda kalmışız o da gittiği yere kadar falan gibi çıkarımların altında samimiyetten ziyade olmayan şeyler varmış gibi imalar ve gizli politik ajandalar bulmak daha olasıdır.

    ----

    "ilk entryden beri, bir örgütün yöneticisinden bahsetmenin herhangi bir meşruiyet atfı içermediğini, dolayısıyla bir legal statünün tanınması anlamına gelemeyeceğini, böyle bir kaygının saçma olduğunu, nitekim hukuk dilinin de bu saçmalığa itibar etmediğini ve edemeyeceğini anlatmaya çalıştığım halde, mevzuyu "pkk'nın legal statüsünün tanınması talebi" olarak algılamak, gerçekten ilginç bir durum"

    * patatesin nasıl soyulacağından, soğanın nasıl kesileceğine; etin nasıl mühürleneceğinden, tuzun ne zaman ekleneceğine dair bir argüman zinciri yazılsaydı yazanın ya arada yemek yaptığına ya da acıkmış olduğuna kanaat getirirdik. kürt kökenli türk vatandaşlarının sorunlarıyla alakalı argümanlar yazan biri pkk'nın liderinin sözde lider olup olmayışının semantik olarak yanlışlığına dair bir başlık kaleme alınca haliyle dilbilgisi konuyla alakalı akla gelen ilk kaygı veya bilim dalı olmuyor.

    ---

    "varlık dediğimiz şey, devletler açısından solipsist bir tavırla yaklaşılması gereken bir çeşit kuantum dalgalanmadan mı ibaret? yalnızca yeteri kadar devlet tarafından tanındığı zaman ortaya çıkan, tanınmadığı zaman hiçliğin sularında kaybolan bir şey mi? bizler de ancak bir devlet tarafından vatandaşlık ve kimlik kartı verildiği zaman zuhur eden bireyler miyiz?"

    * devlet düzeninde bireyin haklarına dair hoş bir eleştiri olmuş, nitekim benim perspektifimden bunlar tanınmadıkları zaman solfej kağıdında sol anahtarı olmayan bir hattaki notalar gibi şeyler. aynı yerdeler, aynı biçimdeler, aynı renkteler. ama müzik dünyasında düşündüğünüz etkileri yaratmıyorlar. üstüne nota yazılabilen bundan başka defterler de var tabii.

    ---

    "dünyayı yalnızca devletler üzerinden anlaşılması ve tanınması gereken bir fenomen olarak ele almanın da bir anlamı yok, hukuki meşruiyetle ahlaki meşruiyeti birbirine karıştırmanın da. olur da yarın pkk uluslararası hukuk nezdinde meşru bir aktör haline gelir ve tanınırsa, bu sonuca ulaşabilmek için bütün yaptıklarıyla birlikte ahlaki bir meşruiyet de mi kazanacak sizin için? şahsen benim için kazanmayacak. taliban'ın kazanamaması gibi"

    * dünya böyle bir fenomen diyen de yok zaten. gelecekte dünya devletlerden muaf bir şekle bürünür tüm gezegen birleşir aman buna karşı bir önlem alalım diye bir çekince de yok. dünyanın şu an içinde olduğu duruma bir atıf var. dünyanın yularını şu an çeken şeyler devletler. kısa orta vadede bunu değiştirebilecek bir alternatif de görünürde yok. idealizm güzel bir şey, ama pragmatizmi rafa kaldıracak kadar idealist olmanın kazandıracağı tek şey kaale alınma eşiğinin aşağı gitmesidir.

    "pkk uluslararası hukuk nezdinde meşruiyet kazanırsa" nosyonu pkk'nın liderine sözde denilip denilemeyeceğinden çok daha derin bir tartışma. benim de sözlüğe ayırabildiğim haftalık zaman epey sınırlı ondan bunu es geçmek zorundayım. nitekim provo ira örneğinden gidilirse cumhuriyetçi irlanda kanaat önderlerinin ingilizlerle anlaşma masasına oturmuş olması onların uluslararası hukuk nezdinde tanınmış olmasının bir sonucu değil sebebiydi. yani silahlı muhalefetin asıl muharip devlet tarafı bunu resen tanımadıkça pkk "uluslararası arenada meşru" bir aktör olmayacak.

    devletler düzeyi "ahlak" veya "ahlaki meşruiyet" aramak için elverişli bir yer değil pek. philip mountbatten'i bombalayan gerry adams ile amcası bombalanan prens charles'ın birbirlerinin ahlakı ile ilgili yüksek kanaatlari olduğunu da sanmam ama devlet işi yüzünden aynı ortamda bulunabildiler. pkk'nın bu statüye geleceğini sanmam ama işler oraya geldiğinde ahlak tartışması isa'nın hakikat tartışması kadar ancak işe yarıyor.

    ---

    "çocuklarımıza içine doğduğu evren hakkında olabildiği kadar nesnel bilgiler vermek ve evrensel olabilecek bir ahlak doğrultusunda davranışlar kazandırmak gibi bir derdimiz varsa, sadece "evrende dinin yeri"ni anlatmakla yetinmemeli, evrende devletlerin, milliyetçiliğin ve devlet tapıncının yerini de anlatmalıyız"

    * sarıklı yobazların bile çocuklarına ne anlatacaklarını öğretmekten imtina eden, o kısma karışmaktan utanan biri olarak yapabileceğim çok fazla yorum yok ama tavsiyeyi dinleyip çocuğa anlatmaya bir başlarsam işin "evrende terör örgütü *liderlerinin sıfatların yeri"'ne gideceğinden korkmuyor da değilim. neticede çocuk bu, "şu soluk mavi noktada pkk'nın lideri sözdeymiş değilmiş niye uğraşıyorlar" da diyebilir. kimbilir, vaktinde bazı ebeveynler de bunu atlamamış olsalardı bu tip durumlar bir gün rahatsızlık yaratmaz, bazı başlıklar da sözlükte hiç açılmayabilirdi.
  • "herhangi bir konudaki hukuki meşruiyet tartışması, sadece fiili durumu tanımlayan/betimleyen kavramlar üzerinde size çeşitli elementler uydurma hakkını vermez. hukuki durumu betimleyen kavramlar, fiili durumu betimleyen kavramların reddi üzerine inşa edilmez"

    * işte makedonyalılara gidip sormak lazım, neden yugoslavya'dan kopup devlet olduğunuz 1990'lardan 2019 yılına kadar kendinize yakıştırdığınız "makedonya" adıyla sıkıntı çekip durdunuz? geçtiğimiz senelere kadar ne avrupa birliğiyle iş yapabildiniz, ne nato'ya girebildiniz ne de sizi o isimle imf dünya bankası gibi şeylere kabul ettiler. elin devleti (yunanistan) makedonya bizim atalarımız mekanı dediği için ülkenizin adını referandumla falan ciddi ciddi değiştirmek zorunda niye kaldınız yav? oysa fiilen makedonyaydınız yani. meşru bir devlet olarak kendinize makedonya deme hakkınız bile vardı.

    * yani meşru bir devletin ne isteyip ne elde edeceği çoğu zaman vaktinde hangi köşeyi kapmış olduğuyla da alakalı. meşru makedonya kendisini kuzey makedonya olarak yeniden adlandırmak zorunda kalmışsa ondan çok daha az meşru olan pkk'nın statüsü, liderine kimin ne diyeceği işte semantik açılarınız, hakikatleriniz gerçek dünyada tdk sözlüğünden pek de fazla bir yer kaplamıyordur. türkiye apo'ya sözde lider demek istiyorsa onun gerçekten sözde olup olmaması pek bir anlam ifade etmez. yazılı görsel basının bu örneği izlemesi ise dayatma yerine daha önce de dediğim gibi daha popülist başka amaçları içerebilir.

    ----

    "o örgütün ne örgütü olduğu, kimler tarafından kurulup ne amaçla çalıştığı, hukuken meşru olup olmadığı, kimler tarafından tanınıp tanınmadığı, apayrı mevzulardır, ve ortak bir iletişim dili açısından fiili durumun adını değiştirmez"

    * işte "fiilen" makedonya olan bir devletin tam 7 olimpiyatta kendisini fyrom olarak göstermek zorunda olması da mevzuyu o kadar da apayrı yapmıyor galiba. hatta kimi durumlarda karşındaki seni nasıl görüyorsa o oluyorsun. ha fyrom da kendi anayasasında kendisini makedonya olarak tanımlıyordu. suyun öte yanında da yunan medyası bunlara içinde makedonya geçtiği için "sözde makedon" bile demekten imtina edip üsküplü/skopianoi denmekteydi ki aşağılayıcı bir anlamı da vardır. işte pkk'nın da statüsü cürmü meşru bir makedonya'dan fyrom'dan falan gayet aşağıda olduğu için ortak iletişim diline falan gelmeden terminolojinin ne olduğunu belirlemeyi daha büyük abilere bırakmak realpolitik gereğidir biraz. sizin fiili olarak öyle gördüğünüz bir durum de jure olarak oraya varana kadar ohoo.

    ----

    "hukuk dili, kullandığı kelimelere gündelik dilde atfedilen her türlü anlamı, olumlu ya da olumsuz çağrışımları gözetmek zorunda değildir." zilyedlik/maliklik/mamelek vs

    * "sözde lider" zaten bir hukuki bir metinde geçen bir tanımlama değil ki. meşru türk devletinin meşru olmayan terörist bir örgütle olan mücadelesindeki küçük ayrıntılardan bir tanesi. pkk'nın kuruluş sözleşmesini, gerekçesini ya da meşruiyetini zaten kendine hukuki diyebileceğimiz bir tekstte bulamıyoruz. pkk'nın adının usa/uk/eu/au ortamında terörist örgütler listesinde bulunduğu için içinde ne olmuş, kim ne pozisyonda bulunuyor, bunları kaç bin kişi izliyor, kaç milyon kişi sempati duyuyor gibi şeylerin de hukuki düzlemde bir karşılığı yok.

    pkk'yı legal statüsü tanınması vs gibi bir proje söz konusuysa buna sözde liderinden başlamak çok akıl karı olmasa gerek. yok değilse o zaman sözde liderinin sözdeliğini özdeliğini tartışana kadar daha katedilmesi gereken epey bir mesafe var.

    ---

    "terörle mücadele kanunu m. 7 ..."

    "dikkat edilirse, kanun "terör örgütü yöneticisi"ni tanımlamakla bile uğraşmaz, "yönetici"yi bizzat literal haliyle, bir fiili durumu betimlemek için kullanır."

    * geçen tam da onu diyecektim, araya kaynamış. pkk türk devletinin ilk silahlı muhalefet deneyimi değil. türk halk kurtuluş cephesi lideri mahir çayanlarda vs bir sözdelik atfı olduğunu ben duymadım. tikko gibi örgütlerde ise sözde dağ sorumlusu, sözde bölük komutanı gibi şeylerle daha çok karşılaşılır. erken 1980'lerdeki pkk tarihini vs biraz biliyorsanız, pkk o noktada kendi terminolojisini yaratmış onu kullanmaktadır. mesela siirt pkk'nın botan eyaletidir, örgütün siirt sorumluları, askeri sorumluları vs botan eyalet sorumlusu ünvanıyla kendi aralarında hitaplara konu olurdu. yani hala da olur.

    bu adamı yakaladığımızda kendine yakıştırdığı ünvanı rütbesi vesairesi artık o her ne ise resmi evrakta matbu olamaz. o adamın gerçekten bir şeyin sorumlusu olup olamayacağını geçtim, siirt botan olarak o kadar kolayca anılacaktıysa terörle neden mücadele ettik sorusu cevabı hiç de kolay olmayan bir sorudur. ancak yakalanan kişinin reel dünyadaki önemi belirtilecek ve denial eklenecekse bu ünvanın başına sözde prefiksi getirilerek sorun çözülmüş oluyor. kendine botan eyaleti sorumlusu diyen bu adam diyene kadar, sözde botan eyaleti sorumlusu yazarsınız kimseler alınmaz. botan eyaleti lideri sözde olunca terör örgütü liderinin gerçekte ne olduğu siirtte pkk'nın gerçekten ne olduğuna o yüzden çok benzer.

    kanunun öyle olmasının nedeni de işte artık kanunların kazuistik yazılmaması. terörist örgütlerin ve bunların yancılarının gelecekte kendilerine yakıştıracakları her rütbeyi her ünvanı ve bunların devletle olan teorik ilişkilerini telepatiyle görüp kanun yapıcıya iletemiyorsunuz. kanun her yöneticiye her sözümona lidere zarf bir tanım yapıp geçince ona şaşırmamak lazım. ancak meşru türk devletinin tanımadığı ve tanımak zorunda olmadığı örgütlerin sözümona rütbelerinden bahsederken kendi iç yazışmalarında durum yine çok anlaşılabilir sebeplerden ötürü gayet sözdeliklerle doludur.

    ----

    "velhasıl-ı kelam, ortada "bu örgütün yöneticisini neden tanımıyorsunuz" diye bir eleştiri yok, böyle bir eleştiriye lüzum da yok, devlet zaten örgüt yöneticilerini, örgüt yöneticisi olarak tanıyor ve ona göre yargılıyor. mevzuyu böyle anlamsız bir yere çekmek pek iyi niyetli bir tutuma işaret etmiyor elbette, ama bu da alışılmadık bir şey olmadığı için, üzerinde durmaya lüzum yok."

    * başkalarını bilemem ama şahsen ben dünyada onca örgütler ve bunlara yönelik farklı hükümet baskıları varken özelllikle pkk'nın liderinin sözde olarak adlandırılmasına bir tepki var diye anlamıştım. eleştiri veya tepki bundan başka bir şeye miydi? tikko'nun dağ sorumlularına falan sözde munzur bölge komutanı denmesi de çok çocukça bulunuyorsa o zaman sözümü geri alayım. ama onların da komuta ettiği bölge bir mağara ile tuvalet olarak kullandıkları 12m uzaklıktaki munzur dağına ataşlanmış bir kayalığın ötesini nadiren aşardı. yani terör örgütü üyelerinin kendilerine yakıştırdıkları ünvanlarla gerçekte neyin ne olduğu arasındaki mesafe hep beklediğiniz gibi çıkmayabiliyor.

    ---

    "nihayetinde devletler de, örgütler de, senin benim gibi insanlardan oluşan, yani sınırlı ve kusurlu bir zihne sahip olan, yanılabilen, hata yapabilen, yalan söyleyebilen, saçmalayabilen, düpedüz kötü niyetli ya da zalim olabilen, amacı doğrultusunda her türlü haltı yiyebilen varlıklardan oluşan yapılardır. bütün bu kusurluluğun ortasında, nesnel dünyayı anlamanın zorluğunu idrak edebilen insan, bu zorluğu mümkün olduğu ölçüde aşabilmek için mantık ilkelerini, bilimsel yöntemi üretmiştir, usul hukukunu da bu doğrultuda geliştirip evriltmiştir. maddi hakikate erişmek için nesnellik, tarafsızlık gibi kavramlar sizin için bir anlam ifade ediyorsa, kim tarafından kullanılırsa kullanılsın, propaganda dillerine itibar etmemenin lüzumuna kafa yormak gerekiyor."

    * bence de o yüzden dünyamız nesnel ve mantık ilkelerine dayanan bir hukuk sistemiyle yönetiliyor.

    hayır tabii ki dünyada öyle bir sistem yok. hukukun da devlet otoritesini resen cebren vs sınırladığı örneklerin ekseriyeti tarihte hep iktidarı almaya, kimin elinde olacağını değiştirmeye, ya da komple yok etmeye, ilgaya dayalı şeyler hep. devletler üstü bir gücün devletlerden bağımsız olarak insana sırf iki ayaklı olduğu için -diğer devletleri ezerek- hukuk dağıtması örneği işte devletinizin boyuna vs bakıyor. parçalanmış bir yugoslavya'dan falan miloseviç'i vs çekip alıyorlar ama saddam vs söz konusu olunca o hükmün uygulanması tanklara uçaklara bakıyor. yani insan hakları mahkemelerinde vs dağıtılan hukuğun tek caydırıcılık faktörü yine şiddet ve yine devletler. kendilerine büyük abi rolü biçmiş galiplerin* kim biat etmediği takdirde onu şiddete dayalı tehdit edeceklerine oy çokluğuyla karar vermelerine dayanan çok kırılgan bir sistem var. bu büyük abi devletlerin kanun yapıcıları da "sınırlı ve kusurlu bir zihne sahip olan, yanılabilen, hata yapabilen, yalan söyleyebilen, saçmalayabilen, düpedüz kötü niyetli ya da zalim olabilen, amacı doğrultusunda her türlü haltı yiyebilen varlıklardan" oluşmaktadır. orada bir sıkıntı yok, ve dünya işte böyle bir yer.

    maddi hakikate erişmek için harcanacak eforun bir sonuç doğurması veya o hakikatin bu dünyadaki maddi bir karşılığının olması elbette insanlığın geleceğinde olmasını benim de temenni ettiğim şeyler ama kendi yaşam süremde böyle bir şey beklemiyorum. gözü de zahmet edip açarsanız zaman devlet egemen bir dünyada yaşandığını idrak iki saniyeden fazla almamalı. kuralları asıl koyanlar veya kuralların böyle olmasına izin verenler devlet üstü yapılar değil bunların yularını çeken büyük abiler. yani sistem devletler üzerine kurulu. yalnızca devletlerin katıldığı şeyler gerçek bir sonuç doğuruyor. tekerlek de evrensel hukuğun galibiyet umudu için değil sistemin stabil kalması umuduyla dönüyor. çünkü potansiyel yıkıcılık akıl sır alan bir seviyeyi çoktan geçmiş durumda.

    ---

    "nihayetinde, milyonlarca vatandaşın mutsuz olması ve ülkeye aidiyet hissedememesi, egemenlik ve meşruiyet tartışmasının uluslararası toplum tarafından tanınmaya indirgenemeyeceğini idrak etmeye vesile olmalı. anlamsız propaganda tabirleri üretmeye harcadığınız enerjiyi, bütün kürtlerin gönül rahatlığıyla "bu devlet benim de devletimdir" diyebildiği bir devlet olmaya harcarsanız, kürt sorunu diye bir sorununuz olmaz, gençler "sözde lider"lerin peşine takılıp dağa çıkmaz, bu sorunu şiddetle bastırabilmek uğruna hukuku, demokrasiyi çöpe atmazsınız, türkçenin de anasını ağlatmazsınız."

    milyonlarca vatandaşın mutsuzluğunun aidiyet hissedememesinin tabii ki tek bir sebebi yok. mali sıkıntıları aşmış, daha seküler bir ortamda dini tahakkümden bağımsız yaşama gibi özlemlerini ben de gayet anlayabiliyorum. hepsi çok da geçerli sebepler. umarım bunların bir çözümü olur.

    diğer taraftan pkk tanınmıyor, liderlerine sözde deniyor veya daha geniş anlamda otonomi, bölünme, türk topraklarını içine alan bağımsız kürt devleti gibi şeylerin olmayışı yüzünden mutsuz olanların, dağa çıkanların kronik mutsuzluğunu tedavi edebilecek ve ülkedeki herkese uyacak mucize bir paket bence yok. kürt gençleri dağa bağımsız kürt devleti için çıkmamış, bütün olay bundan dolayı başlamamış, finlandiya'da yaşayan isveçlilerinkine benzer bilingualism istekleri yüzünden 40 yıldır silahlı mücadele veriliyor, kürtler sosyal hakları yüzünden komple bir bütün olarak dağdaymış gibi davranarak da pek bir yere varamazsınız. grubun içinde halinden memnun olan var, entegre olmuş olan var, korucu olan pkk'yla aktif olarak savaşan da epey var. kürt toplumu içindeki ekstremistlerin ajandası kürt kökenli türk vatandaşlarının amacı değildir, hiç de olmadı.

    ha maksat gerçekten topluma barışçı entegrasyon, etnik kimliğin genel kabulü gibi progresif şeyler olsaydı bugün herhalde pkk'nın ve sözde liderinin ünvanının meşruiyeti yerine çok daha farklı şeyleri konuşuyor olurduk. türkçenin anası da farklı sebepler yüzünden ağlıyor olurdu.
  • maalesef saçma olmaya istikrarlı bir şekilde devam eden tamlama.

    "makedonya" fiili durumu tanımlayan/betimleyen bir kavram mı? yani bu, kötü bir örnek bile değil. çünkü örnek değil. "so-called leader of the free world" sonrası ikinci bir fecaat. siirt-botan karşılaştırması da aynı şekilde. "teşbihte hata olmaz"ı, "hatasız teşbih olmaz"a çevirmeseydiniz keşke. bir özel isim üzerinden yürüyen tartışma, "yönetici" gibi, yönetmek fiilinden türeyen bir isimle nasıl karşılaştırılabilir?

    bir saçmalığı ısrarla savunmaya çalışmak, daha fazla saçmalığı beraberinde getiriyor kaçınılmaz olarak. halbuki "evet türkçe açısından yanlış bir kullanımdır, ama devletin bazı amaçları bakımından elverişli göründüğü için başvurduğu bir propaganda tabiridir" deyip geçebilseydiniz, hiç bu kadar uzamazdı mevzu.

    bir örgütün hukuken gayrimeşru durumu, o örgütü fiilen yönetenlerden "sözde yönetici" diye bahsetmeyi anlamlı kılıyorsa, bizzat örgütün varlığını da "sözde" kılabilmeli mantıken. yani örgütün kendisine dair ontolojik bir sorgulamaya da girişilebilir gayet, ve hatta mantığınızda ısrarcıysanız, kaçınılmaz olarak girişmelisiniz. eğer yönetici sözdeyse, üyeler de sözde olmalı, ama niyeyse "örgüt sözde üyesi" gibi bir kullanıma pek rastlayamıyoruz. sözde örgütün sözde üyelerinin sözde yöneticilerinin aldığı sözde kararlar sonucu yapılan sözde eylemlerin söz konusu olduğu bir dünyada yaşıyoruz ve fakat bunların gerçek hayatta tekabül ettiği bir şeyler var, ortaya gerçek, somut, elle tutulur bazı sonuçlar çıkıyor, bunları nasıl adlandırmalıyız? bir sözde yönetici, bir sözde üyeye bir talimat veriyor mesela, o sözde üye de sözde yöneticinin sözünü dinleyip gidip birilerini öldürebiliyor. ve sözde değil, gerçekten öldürüyor. bunu bütün bu sözdelikler dünyasında nereye nasıl koyabiliriz?

    sadece hukuk dünyasında var olan, yani varlığı ancak hukuken tanınmakla ortaya çıkabilen şeyler vardır, mesela tüzel kişilikler. beş kişi bir araya gelip, uyuşturucu ticareti yapmak amacıyla bir anonim şirket kurup ticaret siciline kaydolamazlar, kendilerine "kafası bir başka anonim şirketi" ismini verip halka arz olamazlar. çünkü hukuka aykırı amaçlarla tüzel kişilik kazanılamaz. ancak bu kişiler eğer uyuşturucu ticaretine gerçekten girişirlerse, bir suç örgütü olurlar, aralarındaki hiyerarşiye hukuk düzeni tarafından da dikkat edilir ve o doğrultuda yargılanırlar. hatta hukuk bazen, bir kişinin belirli bir hukuki sıfata sahip olmasının önünde çeşitli hukuki engeller var olsa bile, fiili durumdan ötürü oluşan somut çıktıyı reddetmez ve o çıktıya hukuki varlık tanır: mesela bir memur devlet memurları kanunu gereği tüccar olamaz, ama buna rağmen ticaret yaparsa, tacir "sayılır" ve yaptığı işlemler buna göre muamele görür.

    kanunun "sözde yönetici" gibi bir ifadeye yer vermemesinin ve asla veremeyecek olmasının sebebi, fiili durumu betimleme zorunluluğudur. birtakım propaganda kaygılarıyla, yanlış anlaşılmaya açık saçma sapan tabirlere başvurulduğu takdirde, bunun çeşitli sonuçları olur, bu sonuçlar da pek mantıklı ve arzu edilir sonuçlar olmaz. mevzunun kazuistik kavramıyla en ufak bir alakası yok. bir noktada, salt gerçeği anlatabilmeyi ve karşınızdaki tarafından sağa sola çekilmeden dosdoğru anlaşılabilmeyi dert edinmek zorunda kalıyorsunuz, her şeyi bir kenara bırakıp sadece maddi gerçekliği ifade etmek için birtakım kelimelere ihtiyaç duyuyorsunuz. bu entryde de "örgüt orta düzey sorumlusu" ifadesine başvurmuşsunuz mesela, "sözde" kelimesini kullanmadan. "sorumlu" kelimesinin, "yönetici" kelimesinden daha az meşruiyet taşıdığına kanaat getirilmiş niyeyse, "sözde sorumlu" demeye gerek görülmemiş. yöneticilikleri sözde olsa da, sorumlulukları özde mi oluyor bu şahısların? bir çeşit "yetkisiz sorumluluk" halinden bahsedilmiyorsa eğer, sorumluluk kaçınılmaz olarak yetkiyi de içerir, içermek zorundadır.

    işin türkçe ve anlam kısmını daha fazla tartışasım hakkaten yok, dönüp dolaşıp aynı yerde duruyoruz çünkü. bu başlığın açılma sebebi, propaganda uğruna semantik açıdan düpedüz yanlış bir kullanımın sorgusuz sualsiz yerleşmesi, medyanın da buna ayak uydurması idi. elbette, bu tabir, devletin ve onun güdümündeki medyanın dünyaya bakışındaki bir takım kodları tek başına ele verebilen bir anahtar. "sözde soykırım" kavramındaki gibi, bir yadsıma söz konusu. ülkenin bir asırdır dış politikadaki en büyük sorunlarından biri olan ermeni meselesinde üretebildiği en ileri seviye tabir bu nihayetinde. "sözde lider" tabiri de, ülkenin iç politikadaki en büyük sorunu olan kürt meselesindeki duruşla bir paralellik sağlıyor. ancak "sözde soykırım" semantik açıdan doğru bir kullanım, "sözde lider" ise değil.

    bu devekuşuvari kafayı toprağa gömme politikasının, herhangi bir sorunu çözme ihtimali yok, sadece bir şeyleri yok sayarak yok olacağını ummaktan ibaret. icabında fiili durumun adını bile ne pahasına olursa olsun reddetmek, gerçekliğe kafa atan bir isyankar delikanlı modu. dolayısıyla bu kafanın, kürtlerin varlığını on yıllarca yadsıdıktan sonra, "kürt diye bir şey yok" diye on yıllarca garip bir inkara tutunduktan sonra, kürtçeyi yıllar boyunca mahkeme tutanaklarına "bilinmeyen bir dil" olarak geçirdikten sonra, şimdi kürtçe yayın yapan bir resmi televizyona sahip olma noktasına nasıl gelindiğini kendisine bile izah edebilmesine imkan yok. fiili durumla anayasa madde 66 arasındaki çatışmayı da görmezden gelemediği için, "kürt kökenli türk vatandaş" gibi saçmalıklara başvurmaktan ve gittiği yere kadar ısrarla kullanmaktan başka çaresi de yok. bütün ülkeyi "kürt" diye bir şeyin varlığını kabul etmeme üzerine kurunca, her şeyden önce gerçekliğin kendisine karşı sonsuz bir savaşa atılmış oluyorsunuz, bu açıdan ortada çok da şaşırtıcı bir şey yok. şimdi düşündüm de, "sözde kürt" kavramına hiç başvurulmaması ilginç aslında, bence o da iş görebilirdi yerine göre.

    her neyse. başlık "sözde lider" kavramının semantik saçmalığı ve bu tabirden verim almayı hedefleyen kafa yapısının kodlarına ilişkindi, velakin ilginç bir şekilde, mevzu pkk'nın legal statüsünün tanınması gerektiğine yönelik bir eleştiri olarak algılanabildi, bunun üzerinden de niçin tanınmaması gerektiğine dair argüman kasmaya girişildi, konuyla tamamen alakasız bir şekilde. ilk entryden beri, bir örgütün yöneticisinden bahsetmenin herhangi bir meşruiyet atfı içermediğini, dolayısıyla bir legal statünün tanınması anlamına gelemeyeceğini, böyle bir kaygının saçma olduğunu, nitekim hukuk dilinin de bu saçmalığa itibar etmediğini ve edemeyeceğini anlatmaya çalıştığım halde, mevzuyu "pkk'nın legal statüsünün tanınması talebi" olarak algılamak, gerçekten ilginç bir durum. bunu nasıl başardığınızı, tam olarak hangi cümlemden, nereden böyle bir anlam çıkarabildiğinizi keşke izah edebilseydiniz.

    dedektörler şu şekilde bir yanlış ikilem yanılgısıyla çalışıyor sanırım: "pkk ile ilgili bir konuda devletin bir söylemi/tutumu eleştiriliyor, öyleyse karşımızda bir pkk sempatizanı var." bunun üzerinden de, uluslararası hukuk nezdinde meşruiyet, realpolitik kasıp "benim babam (devletim) senin babanı döver" muhabbeti yapıyorsunuz resmen, farkında mısınız? karşınızda, pkk liderine "sözde" denildiği için dertlenen birileri varmış gibi, bütün bu tartışmanın sebebi buymuş gibi algılamak daha çekici geliyor herhal, bunun üzerinden "tanınmıcak işte banane banane ohh canıma değsin" minvalinde alt metinli pışşııık çekiyorsunuz adeta. yahu apo'nun bile "bana sözde diyorlar" diye dert edindiğini sanmıyorum. bütün bu muhabbetin ne kadar saçma göründüğünü keşke kestirebilseydiniz. einstein "milliyetçilik çocukluk hastalığıdır" derken hakaret etmeye çalışmıyordu, gayet basit bir tespit yapıyordu.

    sizin değer verdiğiniz ve dünyaya bakışınızı şekillendiriyormuş gibi göründüğünüz, salt devletlere ve onların güçlerine dayalı uluslararası hukuk ve meşruiyet tartışmalarına, karşınızdakilerin de aynı değeri atfettiği varsayımıyla, realpolitikten argüman türetmeye çalışmanızın bende şahsen bir karşılığı yok. yunanistan makedonya'dan daha güçlü bir pozisyondaydı, makedonya'nın ab ve nato üyeliklerini veto edebilecek konumdaydı, nitekim bastırdı ve sonuç aldı. so what? bu gerçekten bizi, kendisine "makedonya" adını veren entitenin bir organizasyon olarak fiili varlığını, hiyerarşisini ontolojik olarak sorgulamaya mı götürmeli? kuzey kıbrıs türk cumhuriyeti'ni türkiye'den başka tanıyan yok, şu an orada yaşayan insanların bir arada yaşayabilmesi için gereken asgari düzeni sağlayan ve fiilen zor kullanabilen bir organizasyon var mı yok mu? varlık dediğimiz şey, devletler açısından solipsist bir tavırla yaklaşılması gereken bir çeşit kuantum dalgalanmadan mı ibaret? yalnızca yeteri kadar devlet tarafından tanındığı zaman ortaya çıkan, tanınmadığı zaman hiçliğin sularında kaybolan bir şey mi? bizler de ancak bir devlet tarafından vatandaşlık ve kimlik kartı verildiği zaman zuhur eden bireyler miyiz?

    elbette değiliz. hatta uluslararası hukukun tek aktörü de devletler ve devletlerden oluşan uluslararası örgütler değildir, kısıtlı da olsa gerçek kişiler ve daha da ötesinde sivil toplum kuruluşları, gitgide ağırlığı artan bir şekilde özne olma yolundadır. kendi varlığımızı devletlere borçlu değiliz, devletler varlıklarını bize borçlu. sözlükte yazarken devletçilik oynamaya çalışmamızın bir anlamı yok, dünyayı yalnızca devletler üzerinden anlaşılması ve tanınması gereken bir fenomen olarak ele almanın da bir anlamı yok, hukuki meşruiyetle ahlaki meşruiyeti birbirine karıştırmanın da. olur da yarın pkk uluslararası hukuk nezdinde meşru bir aktör haline gelir ve tanınırsa, bu sonuca ulaşabilmek için bütün yaptıklarıyla birlikte ahlaki bir meşruiyet de mi kazanacak sizin için? şahsen benim için kazanmayacak. taliban'ın kazanamaması gibi.

    bugünkü dünya ve uluslararası sistem aşağı yukarı son birkaç yüzyılda bu haline evrildi, yarın neye evrileceğini bilmiyoruz. ulus devletlerle uluslararası örgütler arasındaki egemenlik çatışmasının nereye varacağını şimdiden kestirmek zor. ama bir tarafta kant'ın bahsettiği türden bir tek dünya federasyonu, aydınlanma değerleri etrafında bir araya gelen bir tek insanlık milleti idealine yönelik düşe kalka, çamura bata çıka ilerleyen bir eğilim var; diğer tarafta ise insanı hala dar grup çıkarları çerçevesinde anlamlandıran ve insan aklının bütün evrensel ahlaki ilkeler üretebilme kapasitesini ve bu yöndeki bütün çabaları yadsıyıp sadece hayatta kalma savaşını yüceltip idealize eden, bu doğrultuda tabi olunan örgütlenmeleri kutsayıp dünyaya onların gözüyle bakmayı, onların diliyle konuşmayı tek erdem bilen bir dürtüsel eğilim var.

    çocuklarımıza içine doğduğu evren hakkında olabildiği kadar nesnel bilgiler vermek ve evrensel olabilecek bir ahlak doğrultusunda davranışlar kazandırmak gibi bir derdimiz varsa, sadece "evrende dinin yeri"ni anlatmakla yetinmemeli, evrende devletlerin, milliyetçiliğin ve devlet tapıncının yerini de anlatmalıyız. çünkü milliyetçiliği ve devlet tapıncını da, tam da dini ve tanrıyı yarattığımız sebeplerden dolayı yarattık aslında: daha iyi örgütlenmemizi sağladılar. uzaktan bakıldığı zaman, o soluk mavi noktada varlıkları ve meşruiyetleri, dinlerin yerinden çok da farklı boyutlarda değil. bütün bu sorgulamaları yapabilmek için pkk gibi oluşumların sempatizanı olmaya gerek yok, evde kendiniz de ekipmansız yapabilirsiniz. hatta pkk'nın söylemsel tahakkümünün söz konusu olabildiği yerlerde, pkk propagandasına karşı da aynı sorgulamayı gösterebilmek şart, çünkü kendi amaçları doğrultusunda hakikati eğip bükme eğilimi, sadece devletlerin tekelinde değil elbette. elinde silah olanın tahakkümü, asla sadece fiziksel şiddet tehdidiyle sınırlı kalmıyor, her şeyden önce sizin dilinize, olan biteni objektif bir şekilde algılama yetinize yöneliyor.

    ibrahimi dinleri aşıp, seküler bir din olan milliyetçilikte boğulmak, bu çağın kaderi olabilir, ama umarım çok uzak olmayan bir gelecekteki torunlarımız şu an bize çok anlamlı gelen bu tartışmalara dudak bükerek bakacak. ve umarım, bu entryde anlatılan türden, bir kişinin yavaş yavaş asılarak öldürülmesi ve ardından tekrar diriltilerek tekrar asılmakla tehdit edilmesi gibi engizisyonvari bir ortaçağ vahşetinin "ekstrem sorgu tekniği" olarak tanımlanmasını garipseyecekler. umarım torunlarımız işkencenin kime yapıldığından bağımsız olarak bir insanlık suçu olduğunu içselleştirmiş olacak, bunun adı "devlet" olan bir takım organizasyonlar tarafından gayet normal ve geleneksel bir pratik olarak benimsenebilmesini ve bu organizasyonların bir araya gelip kendi aralarında meşruiyetçilik oynayabilmesini yadırgayacaklar, insanlık suçlarının o suçları işleyen yapıların uluslararası hukuk nezdindeki tanınırlığından bağımsız olarak lanetlenmesi gerektiğini içselleştirecekler, ahlakın ve ahlaki meşruiyetin, güçlü ve çoğunluk olmaktan başka bir şeylere dayanması gerektiğini idrak edecekler.
  • insanların devletlerden bağımsız bir muhakeme yeteneğine sahip olabileceğini düşünenlerin kulaklarını tırmalaması gereken bir lakırdı. "kıçımın lideri" gibisinden nanik yapmanın resmi versiyonu.

    yani nihayetinde, dünyaya bakışımızı, dil ve varlık ile kurduğumuz ilişkiyi, devlet dediğimiz entitelere endekslemek riskli bir yatırım olabilir. çünkü bunların sağı solu belli olmayabiliyor, bir doğuyor bir batıyor mesela. zaten genellikle kuruluş aşamaları epey keşmekeş, dünün isyancısı, teröristi filan bir bakıyorsun devlet olmuş. dün şeyhülislam tarafından hakkında isyancı diye idam fetvası çıkarılırken, ertesi gün ulu önder olabiliyorsun mesela. ya da aynı kafada iki kardeşten daha başıbozuk ergen takılanı ışid oluyor, biraz daha yolunu yordamını bilip sabredeni taliban oluyor mesela. hayat işte.

    ben olsam, aklımı, mantığımı, muhakememi, vicdanımı, dil ve varlık ile kurduğum ilişkiyi, bu kadar spekülatif bir borsaya endekslemezdim. devlet dediğimiz şeylerin oluşturduğu uluslararası ormanı, çok tutarlı, istikrarlı, dürüst, ahlak abidesi, dün ak dediğine yarın kara demeyen, dün tanımadığını yarın tanıma ihtimali asla olmayan, özü sözü bir delikanlılardan oluşan bir meşrular kulübüymüş gibi görmek, kimin kimi tanıyıp kimi tanımadığı üzerinden kullandığı dile itibar etmek, onlar dilini değiştirdiği zaman kendi dilinizi de güncellemeyi gerektirir ki, bu da biraz yorucu olabilir. veya malum, devletler arasında da pek çok örgütün meşruiyeti hakkında ciddi fikir ayrılıkları var, hamas lideri israil vatandaşıysanız sizin için sözde lider olacakken, türkiye vatandaşıysanız özde lider olacak mesela. israil vatandaşı ya da türkiye vatandaşı olarak doğmayı kendiniz seçmediğiniz için, aklınızı ve muhakeme yeteneğinizi de bu devletlere borçlu olmadığınız için, sizi insan yapan ve her iki devletten bağımsız olan bu yetilerinizi kullanarak bir örgüt yöneticisine hangi durumlarda özde, hangi durumlarda sözde lider demenin makul olacağı üzerine kendinize ait fikirler geliştirebilirsiniz.

    kendinize ait fikirler geliştirebilmek için, maddi dünyaya dair mümkün olduğu kadar nesnel bilgiler edinebilmeli, bunları mümkün olduğu kadar açık bir zihnin süzgecinden geçirebilmelisiniz. bunun için de, özgür, bağımsız, tarafsız medya organlarına ihtiyacınız var. ifade özgürlüğü, düşünceyi ifade edebilme özgürlüğünden ibaret değildir; o düşünceleri oluşturabilmek için ihtiyaç duyduğunuz bilgileri edinebileceğiniz objektif haber kaynaklarına erişim hakkını da içerir. aihs'in ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesi, tam da bu yüzden ifade özgürlüğünün sadece haber ve görüş vermeyi değil, haber ve görüş alma hakkını da içerdiğini vurgular.

    bu özgürlüğe sahip olabilmek ve gönlünüzce kullanabilmek için, her şeyden önce dünyayı devletlerin filtrelerine göre izleyip, devletlerin diline göre haberleştirmeyen, bağımsız haber kaynaklarına ihtiyacınız var. çünkü hakikat dediğimiz şey devlet dediğimiz organizasyonların tekelinde bir meta değildir. senin algın benim algım / senin dünyan benim dünyam da ileride işlenecek teorik fasıllardan ibaret değildir, bilakis bu fasılları yeterince işlemediğimiz sürece hakikati kendi dünyamızdan ibaret bir çarpıklık olarak algılamaya ve içinde yaşamaya mahkumuz. bu mahkumiyetten kurtulabilmek için felsefeyi, bilimi, bilimsel yöntemi, nesnelliği, mantığı, doğru muhakeme ilkelerini yaratmışız. bu yüzden felsefenin de, bilimin de, ceza muhakemesi hukukunun da, medyanın da amacı aynıdır; maddi hakikate erişmektir. bu uğraşı kendine dert edindiğin zaman, orada işler ciddileşir, orada devletlerin kullandığı çocukça propaganda diliyle bir yere varamazsın. karşına bir örgüt geldiği zaman mesela, "yahu siz de kendinize örgüt mü diyorsunuz, sen de kendine lider mi diyorsun, hepi topu 3 kişisiniz lan" diyemezsin, gerekçeli kararına "sözde lider" yazamazsın.

    gerçi yargı mekanizmasının dili de, devlete angaje olduğu ölçüde aynı şirazesizliğe boyun eğiyor tabi. barış için akademisyenlerin yargılandığı davalarda, iddianamelerin üzerine kurulu olduğu temel, "neden sadece devlete laf ediyorsunuz, hiç terör örgütüne laf etmiyorsunuz" yakınmasından ibaret mesela, tıpkı siyasilerin ezelden beri devletin kürt sorunu politikasını eleştiren herkese yönelttiği gibi. bu ithama da karşı cepheden "çünkü sen devletsin, ben sana vergi veriyorum, ben tabii ki seni muhatap alacağım" cevabı gelir, ama pek işe yaramaz. hani birbiriyle kavga eden iki kardeşi ayırdığınız zaman yaşça büyük olana kızarsınız, o da der ya "neden sadece bana kızıyorsun, o da bana vurdu" diye. "çünkü sen abisin" dersiniz, o cevap da genellikle pek tatmin edici olmaz. aynı hesap.

    halbuki kendisine saygısı olan bir devlet, "neden sadece beni eleştiriyorsunuz, biraz da ona laf etsenize" demez, kendisini eleştirenleri terör örgütü diye tabir ettiği örgütü muhatap almaya davet etmez. bunu iddianamesine yazan savcıların, bu iddianameleri kabul eden hakimlerin kendisini tahkir ettiğini düşünür bilakis. ama işine gelince "sözde lider", işine gelmeyince "neden ona da laf etmiyorsunuz, sadece ben mi şiddet uyguluyorum, sadece ben mi insan haklarını ihlal ediyorum, " diye yakınmak çok daha konforlu bir konum tabi.

    her neyse. dünyaya suudi arabistan vatandaşı olarak da gelebilirdik, ama gelmedik, bu sayede suudi arabistan'ın kimi tanıyıp kimi tanımadığı, kime karşı hangi dili kullandığı gibi mevzularla ilgilenmeme lüksüne sahibiz mesela. halka açık infazlar yapıp kafa kesen, dünya çapında terörizmin en büyük finansörlerinden olan, dünyanın gözü önünde kendi vatandaşı gazeteciyi konsolosluk binasında doğrayıp cesedini buharlaştırabilen suudi arabistan gibi bir devlete, sırf bm'de yeri var diye, sırf diğer devletler tarafından tanınıyor diye, ben şahsen ışid'den daha saygın, daha meşru bir yer ayırmıyorum kalbimde, size de aynısını tavsiye ediyorum, rahat edersiniz.
  • fiili durumu tanımlayan bir kavrama açılan garip bir savaşın, hukuki meşruiyete ilişkin alakasız argümanlarla savunulmasına konu olan özlü söz.

    hukuk fakültelerinde "uluslararası hukuk genel hükümler/özel hükümler" diye bir ders yoktur. "uluslararası kamu hukuku" ve "uluslararası özel hukuk" dersleri vardır, bunların arasındaki fark da, "ceza hukuku genel hükümler" ve "ceza hukuku özel hükümler" dersleri arasındaki farktan farklıdır. uluslararası kamu hukuku dersi de, üzerinde evrensel bir uzlaşı bulunmayan "terör örgütü" gibi oluşumların yöneticilerinin nasıl tanımlanması gerektiği gibi mevzularla ilgilenmez. sovereign ve legitimate olmayanların aşağılanmasının usul ve esaslarına ilişkin bir uluslararası sözleşme taslağı hazırlayıp ortaya atarsanız belki bu konu da uluslararası hukukun konusu haline gelebilir.

    mevzu çok basit, hiç kasmaya lüzum yok, bu kadar uzaması bile garip. küçümseme, gayrimeşruluğu vurgulama amacıyla kullanılan "sözde lider" veya "sözde yönetici" tamlaması, semantik açıdan apaçık bir yanlıştır. "sözde" kelimesinin türkçedeki anlamı bellidir, isteyen tdk sözlüğüne de başvurabilir. "sözde lider" denildiği takdirde anlaşılması gereken, gerçekte lider olmayıp lider gibi geçinen biridir, fiili durumun görünüşüyle gerçeği arasında bir fark bulunduğudur. yani mesela, "apo pkk'nın sözde lideridir, asıl lider saruman'dır" gibi bir cümlede, "sözde lider" ifadesi doğru kullanılmıştır, bunun dışındaki herhangi bir kullanım ise, düpedüz türkçenin anasını ağlatmaktır.

    herhangi bir konudaki hukuki meşruiyet tartışması, sadece fiili durumu tanımlayan/betimleyen kavramlar üzerinde size çeşitli elementler uydurma hakkını vermez. hukuki durumu betimleyen kavramlar, fiili durumu betimleyen kavramların reddi üzerine inşa edilmez. bir insan fiilen bir örgütü yönetiyorsa, o örgütün yöneticisidir, bitti, nokta, finito. o örgütün ne örgütü olduğu, kimler tarafından kurulup ne amaçla çalıştığı, hukuken meşru olup olmadığı, kimler tarafından tanınıp tanınmadığı, apayrı mevzulardır, ve ortak bir iletişim dili açısından fiili durumun adını değiştirmez. lider veya yönetici kavramları kendiliğinden bir meşruiyet atfı içermezler, yani bir örgütün yöneticisinden bahsetmek, o örgütün veya yöneticisinin meşruiyeti hakkında herhangi bir görüş bildirmez. yine de bu sözcükleri kullanarak karşınızdakine bir paye veriyormuş gibi hissediyorsanız, "elebaşı" gibi bir şey diyebilirsiniz mesela, böylelikle duygularınızı türkçenin anasını ağlatmadan ifade etmiş olursunuz. olması gereken de budur. ama "hem örgütün yöneticisi olduğunu belirtmek istiyorum, hem de gayrimeşru, aşağılık bir şey olduğunu vurgulamak istiyorum" diye türkçenin anasını ağlatmakta ısrarcıysanız, buna uluslararası hukuktan, egemenlik ve meşruiyet tartışmalarından argüman türetmeye kasmayınız lütfen.

    "sözde lider" lafını üreten ve tedavüle sokanların da oturup egemenlik kuramları üzerine çalıştığını hiç sanmıyorum. geçtim herhangi bir kuram üzerinde çalışmayı, söyledikleri laf üzerine oturup iki dakika düşündüklerini dahi sanmıyorum. çok büyük ihtimalle, zaten uzun zamandır tedavülde olan "sözde soykırım" tabirinden ilhamla, "bu pezevenklere de sözde lider diyelim, yoksa "terör örgütü lideri" deyince havaya filan girer şimdi bunlar" gibisinden bir "beyin fırtınası" sırasında birilerinin aklına geldi, daha sonra da teamül oluşturdu. ülkenin medyası da, ülkede olup biten herhangi bir şeyin nasıl tanımlanması gerektiği hususunda, tamamen devletin ağzına bakarak karar vermeye alıştığı, başka türlüsünü tahayyül bile edemediği için, bu saçma sapan tabiri olduğu gibi havada kaptı, sorgusuz sualsiz kullanmaya devam ediyor. durum bundan ibaret.

    hukuk, fiili durumun adını, duygulardan bağımsız olarak veri almak zorundadır, çünkü muğlaklığa, çelişkiye, yanlış anlaşılmaya ve tartışmaya yol açmayacak bir dil kullanmayı öncelikli hedef edinmek zorundadır. hiçbir kanun, hiçbir uluslararası sözleşme, gayrimeşruluğu vurgulamak ya da küçümsemek amacıyla "sözde yönetici" veya "sözde lider" gibi bir kavrama yer vermez, veremez. niçin veremeyeceği üzerine biraz düşünüldüğü takdirde, bu tartışma da son bulur diye umut ediyorum.

    hukuk dili, kullandığı kelimelere gündelik dilde atfedilen her türlü anlamı, olumlu ya da olumsuz çağrışımları gözetmek zorunda değildir. örneğin "iyiniyet" kavramı hukuk dilinde bir hakkın kazanılması açısından mevcut bir engeli bilmemek, bilmesi gerekmemek veya bilmesine imkan olmamak anlamına gelir, gündelik dildeki anlamından farklılaşır. kanun "iyiniyetli üçüncü kişi"den bahsettiği zaman, hukukçu olmayan vatandaşın ne anlayacağı ile ilgilenmez. ya da mesela, bir eşya üzerindeki fiili hakimiyeti anlatmak için "zilyetlik" kavramı kullanılır. bir malın maliki ile zilyedi farklı kişiler olabilir, yani bir malın hukuken sahibi olan kişi ile, o malı elinde bulunduran kişi farklı olabilir. örneğin kiracı evin maliki değildir ama zilyedidir. "zilyet" sadece fiili durumu betimleyen bir kavramdır, dolayısıyla hukuken meşru olup olmaması önem taşımaz. örneğin arabanız çalınmışsa, maliki hala sizsinizdir ancak zilyedi çalan kişidir. kendisini arabanın sahibi gibi gösteren hırsıza "sözde malik" diyebilirsiniz mesela, bu durumda "sözde" kelimesini anlamına uygun bir şekilde kullanmış olursunuz. ama hırsızın hukuken gayrimeşru durumunu vurgulamak için "sözde zilyet" diyemezsiniz, derseniz eğer, fiili durumu açıklamayan, gerçeğe aykırı, saçma sapan bir şey söylemiş olursunuz, başka bir şey olmaz. "sözde lider" ve "sözde yönetici" tabirleri de, "sözde zilyet" tabiri ile eşit ölçüde saçma ve sapandır. kısacası hukuk dili sizin duygularınızla ilgilenmez, küçümseme ihtiyacınızı tatmin etmekle uğraşmaz, fiili durumla ilgilenir. tmk m. 973: "bir şey üzerinde fiilî hâkimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir." bitti, nokta, finito. hatta zilyetlik üzerinden mülkiyet karinesi kurulur: "taşınırın zilyedi onun maliki sayılır." tmk m. 985.

    terörle mücadele kanunu m. 7: "cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar türk ceza kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır."

    dikkat edilirse, kanun "terör örgütü yöneticisi"ni tanımlamakla bile uğraşmaz, "yönetici"yi bizzat literal haliyle, bir fiili durumu betimlemek için kullanır. "bir terör örgütünü yöneten kişi, o terör örgütünün yöneticisi sayılır" gibisinden totolojik bir tanım lüzumsuzluğuna girmez. maalesef, yönetici kelimesinden önce gizli bakınız içinde "sözde" kelimesini de kullanmaz. bu konudaki eleştirilerinizi kanun koyucuya iletiniz.

    bu entryde de hukukun, siyasi amaçlarla üretilip tedavüle sokulan kavramlarla işlemeyeceğini anlatmak için lafzi yorum, gai yorum tartışmasına girilmiş ilginç bir şekilde. siyasilerin veya idari kurumların propaganda açıklamaları zaten hukukun kaynakları arasında yer almadığı için, bu anlamsız bir tartışma oluyor. lafzi/gai yorum tartışması, kanunun lafzıyla amacı arasında bir fark bulunduğu zaman anlam kazanır, kanun ile tsk açıklaması arasında fark bulunduğu zaman değil. mahkemeyi filanca siyasetçinin veya tsk'nın açıklamasında kullanılan dil bağlamaz, kanun bağlar. kanunun lafzında "sözde yönetici" ibaresi yer alsa idi, o zaman lafzi yoruma değil gai yoruma başvurmak gerektiği gibisinden bir tartışma anlamlı olabilirdi, ancak ortada öyle bir durum yok zaten, nitekim olmasına da imkan yok, çünkü propaganda amacıyla kullanılan saçma sapan tabirleri kanun metnine sokmanın pek akıllıca olmadığını, propaganda sahipleri bile idrak edebilir çoğu zaman.

    velhasıl-ı kelam, ortada "bu örgütün yöneticisini neden tanımıyorsunuz" diye bir eleştiri yok, böyle bir eleştiriye lüzum da yok, devlet zaten örgüt yöneticilerini, örgüt yöneticisi olarak tanıyor ve ona göre yargılıyor. mevzuyu böyle anlamsız bir yere çekmek pek iyi niyetli bir tutuma işaret etmiyor elbette, ama bu da alışılmadık bir şey olmadığı için, üzerinde durmaya lüzum yok. herhangi bir politik konuda devlet ideolojisinin kullandığı dili kullanmamak başlı başına damgalanma sebebidir, velakin dünyayı devletlerin veya muktedirlerin diliyle anlamlandırmak zorunda olmadığını bilenler açısından bunun çok da bir önemi yoktur. bugün 15 temmuz hakkında mevcut iktidarın kullandığı dili kullanarak 15 temmuzu tanımlamış olmazsınız, olan biteni bir kısım muktedirin politik ajandası doğrultusunda okumuş olursunuz. ermeni meselesi veya kürt meselesi hakkında yerleşik devlet dilini kullandığınız zaman da yaptığınız şeyin niteliği aynıdır. halbuki ne devletin, ne de pkk'nın dilini kullanmak zorunda değil hiç kimse, bilakis, iki tarafın diline de şüpheyle yaklaşmadığınız sürece, mevzuyu anlamaya dair bir çaba göstermiş olmazsınız.

    mevzuyu anlamaya dair gerçek bir çaba, her iki taraftan da karşı tarafın politik ajandasına hizmet etmek ithamıyla karşılaşır genellikle. nihayetinde devletler de, örgütler de, senin benim gibi insanlardan oluşan, yani sınırlı ve kusurlu bir zihne sahip olan, yanılabilen, hata yapabilen, yalan söyleyebilen, saçmalayabilen, düpedüz kötü niyetli ya da zalim olabilen, amacı doğrultusunda her türlü haltı yiyebilen varlıklardan oluşan yapılardır. bütün bu kusurluluğun ortasında, nesnel dünyayı anlamanın zorluğunu idrak edebilen insan, bu zorluğu mümkün olduğu ölçüde aşabilmek için mantık ilkelerini, bilimsel yöntemi üretmiştir, usul hukukunu da bu doğrultuda geliştirip evriltmiştir. maddi hakikate erişmek için nesnellik, tarafsızlık gibi kavramlar sizin için bir anlam ifade ediyorsa, kim tarafından kullanılırsa kullanılsın, propaganda dillerine itibar etmemenin lüzumuna kafa yormak gerekiyor.

    elbette, egemenliğin de, meşruiyetin de kaynağı nihai tahlilde hala pek değişmiş değil. hala dönüp dolaşıp yok etme gücüne, şiddet kapasitesine dayanıyor. bunu kontrol altına almak ve en azından daha öngörülebilir kılmak kaygısından doğan hukuk da, yine aynı güç ve şiddet tarafından her an askıya alınma ihtimalini sürekli gözetmek zorunda kalıyor. carl schmitt'in tanımıyla "egemen, olağanüstü hale karar verebilendir", yani hukuku askıya alabilendir. daha tanıdık ve edebi bir ifadeyi de hatırlayabiliriz: "hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır." atatürk, basit ve çıplak hakikati veciz bir şekilde tebliğ eder, sonunda da, kendisiyle hemfikir olunmadığı takdirde, hakikatin yine usulü dairesinde ifade olunacağını, fakat ihtimal bazı kafaların kesileceğini hatırlatarak noktayı koyar.

    nihayetinde, egemenler ve egemen olmaya çalışanlar, meşrular vadisinde kendisine kürsü kapanlar veya kapamayanlar, özünde aynı yönteme başvurur, çünkü ortada başka bir yöntem yoktur. bu yöntemi açıktan yüceltmek ve kutsiyet atfetmek, insanlığın kolektif bilincinin tekamülüyle gitgide daha zorlaştığı için, kaynağı güç ve şiddete değil de hukuka ve ahlaka bağlıyormuş gibi görünme eğilimi ağırlık kazanır. gerçeği "sen haksızsın ve gayrimeşrusun çünkü yeteri kadar güçlü değilsin" diye ifade etmek biraz sıkıcı olduğu için, başka referanslar üretmeye ihtiyaç duyulur.

    bugün uluslararası hukuk tarafından tanınan, egemen bir devletin, okumuş ve kafası çalışan gençlerinin siktir olup gitmek istediği bir ülkede yaşamayı dert ediniyorsanız, sorunlarınızı çocukça bir propaganda dili kullanarak bastırmaya çalışmak yerine rasyonel bir şekilde çözmeye çalışmanın daha hayırlı olabileceğini düşünmelisiniz. bunun için de her şeyden önce, kendi dilini yalan yanlış kullanmak pahasına bütün medyaya ve topluma çocukça bir propaganda dilini dayatmak, dünyayı çocukça bir yadsıma üzerinden okumak yerine, herkesin farklı fikirlerini çekinmeden tartışabildiği bir özgürlük ortamını yaratmayı öncelik edinmelisiniz. nihayetinde, milyonlarca vatandaşın mutsuz olması ve ülkeye aidiyet hissedememesi, egemenlik ve meşruiyet tartışmasının uluslararası toplum tarafından tanınmaya indirgenemeyeceğini idrak etmeye vesile olmalı. anlamsız propaganda tabirleri üretmeye harcadığınız enerjiyi, bütün kürtlerin gönül rahatlığıyla "bu devlet benim de devletimdir" diyebildiği bir devlet olmaya harcarsanız, kürt sorunu diye bir sorununuz olmaz, gençler "sözde lider"lerin peşine takılıp dağa çıkmaz, bu sorunu şiddetle bastırabilmek uğruna hukuku, demokrasiyi çöpe atmazsınız, türkçenin de anasını ağlatmazsınız.
  • dil üzerinde propaganda amaçlı tasarrufların bazen saçma yerlere varabileceğinin güzel bir örneği.

    (bkz: #128342605) bu entryde belirtildiği gibi, "so-called" tabirinin nötr bir kullanımı da var, dolayısıyla "so-called leader" tabiri "sözde lider" anlamına gelmeyebilir. kaldı ki, pejoratif manada kullanılmak istendiği takdirde de, "the so-called leader of the free world" doğru bir kullanımdır. ortada "free world" diye bir organizasyon yok, bu batı blokuna atfedilen bir propaganda tabiri. bir köşe/yorum yazısında, kaybettiği seçimi tanımayan trump gibilerin, "free world" tabirinin içerme iddiasında olduğu liberal demokratik değerler üzerine kurulu olduğu tasavvur edilen bir dünyanın lideri olamayacağını anlatmak veya atfedilen bu pozisyonu yermek için "so-called leader" denilebilir. ancak bu tabirin bir yorum yazısında değil de haber metninde yer alması, objektif, tarafsız bir dil kullanım kaygısının gözetilmediğine işaret eder. hele hele, mesela "abd'nin sözde başkanı trump" derseniz, bu politik bir tutum yansıtmaktan da öte, apaçık bir gerçeğe verilen duygusal bir tepki olarak okunur. "pkk'nın sözde yönetici kadrosu", "ışid'in sözde lideri ebubekir bağdadi" gibi kullanımlar da aynı şekilde saçma ve çocukça tınlayan kullanımlardır.

    aramızda asgari bir iletişimin varlığı, anlamı üzerinde uzlaştığımız kavramlarla mümkün olabilecek bir şey. fikirlerimiz farklı olabilir, ancak nesnel tanımlamalar üzerinde bir konsensüs kurabilmeliyiz ki, birbirimizi anlayabilelim, aksi takdirde karşılıklı monologlar üzerinden yürürüz, bir yere varamayız. farklı fikirlerimizi de üzerinde iyi kötü konsensüs kurduğumuz kavramlar üzerine inşa ediyoruz zaten. "örgüt" kavramı, sınırları, içeriği aşağı yukarı çizili, üzerinde mutabık kalınabilecek bir kavram. eğer ortada bir suç örgütü varsa, binlerce kişinin aralarında hiçbir hiyerarşik ilişki olmadan, tamamen yatay ve eşit bir düzlemde, suç işleme kastıyla bir araya gelebileceğini ve birlikte hareket edebileceğini düşünmüyorsanız, bu örgütün bir yönetici kadrosu vardır, olmalıdır. "lider" kavramı sizin kulağınıza gereksiz bir şekilde övgü gibi tınlıyorsa, yönetici dersiniz, başka bir şey dersiniz. ama "sözde lider", "sözde yönetim" gibi tabirler kullanıyorsanız, bir terör örgütünün yönetici kadrosunun olamayacağını iddia eden bir pozisyondan konuşuyor olursunuz, bu pozisyon da, saçma bir pozisyondur, bana güvenebilirsiniz.

    her şeye rağmen, herkesin kendi kişisel yorumlarında, istediği kadar saçma tabirler kullanması mümkündür. resmi kuruluşların propaganda amaçlı saçma tabirlere başvurması da mümkündür, zaten propaganda dediğimiz şeyin motivasyonu, hakikatle saçmalık arasında bir ayrım kaygısı gütmek değildir hiçbir zaman. ordu gibi, varoluşunun amacı ve anlamı savaşmak ve savaş tehdidine karşı güvence oluşturmak olan, en temel dürtü olarak hayatta kalma güdüsüne hitap eden kurumların, kendi varoluşunu anlamlandırmak ve meşrulaştırmak, mensuplarını motive etmek için propagandaya başvurması, hakikati eğip bükmesi anlaşılabilir ve belki kaçınılmazdır. ancak bir basın kuruluşu, bir haber metninde, propaganda amaçlı saçma tabirlere başvuramaz, başvuruyorsa eğer, amacının nesnel hakikate ulaşmak ve mümkün olduğu kadar objektif bir şekilde aktarmak olmadığını ortaya koymuş olur.

    çünkü ben seni okuyorsam, amacım olup biten bir hayat olayı hakkında bilgi almak, senin o olay hakkındaki duygularınla ilgilenmiyorum. ben bir gazeteyim diyorsan eğer, her şeyden önce yapman gereken, bir hayat olayını bana duygularını karıştırmadan aktarabilmek. en azından bu kaygıyı güttüğünü görmeliyim, o bile önemli. söz konusu örgütün ve söz konusu liderin sana göre beş para etmez, aşağılık bir şey olması, o örgütün var olduğu gerçeğini, birilerinin o kişiyi lider olarak gördüğü ve hatta onun uğruna hayatından vazgeçebildiği gerçeğini değiştirmiyor. o kişilerin de senin tabi olduğun ilişkileri, senin değer verdiğin ve lider olarak gördüğün insanları beş para etmez olarak görüyor olması gayet muhtemel. evet, üzücü ama durum bu: senin algın, senin dünyanda geçerli, ancak senin dışında, senden bağımsız bir dünya, bir gerçeklik var. herkesin de o gerçekliğe ayrı bir penceresi var. kendi penceremizi tek ve yegane olması gereken pencere olarak dayatamayız, başka pencerelerin varlığını yadsıyamayız. hakikati elinde tuttuğunu, aksinin düşünülemeyeceğini savunmak, totaliter ve çocukça bir tutumdur, dünyadaki kötülüklerin %94,27'sinin de kaynağıdır. geri kalan kısmının kaynağı da iskeletor'dur.

    insanların dünyaya dair bizden bağımsız, farklı algılara, farklı pencerelere, farklı enformasyon akışlarına sahip olduğunu kavramak, zihinsel gelişimimizin en önemli aşamalarından biri. çocuklar üzerinde yürütülen meşhur bir bonibon deneyi var. 3-4 yaşında çocukları bir odaya alıp ona bir bonibon kutusu gösteriyor ve içinde ne olduğunu soruyorlar. çocuk bonibon diyor elbette. daha sonra kutuyu açıyorlar ve içinden bir kalem çıkıyor. kalemi tekrar kutuya koyup kapatıyorlar ve çocuğa soruyorlar, senden sonra bir arkadaşını daha içeri alacağız, o bu kutuyu gördüğü zaman sence içinde ne olduğunu düşünecek?

    bu soruya 3 yaş civarı çocuklar veya çeşitli zihinsel gelişim problemleri yaşayan çocuklar "kalem" cevabını verebiliyorlar. ancak 4 yaş ve üstü, zihinsel gelişimi sağlıklı çocukların "bonibon" cevabını verme ihtimali artıyor. senin sahip olduğun bilgilere, senin duyumlarına, senin algına herkesin sahip olmadığını, farklı bilgi düzeylerinin, farklı algı veya fikirlerin mümkün olduğunu idrak etmek, sağlıklı bir zihinsel gelişimin kaçınılmaz olarak ulaşması gereken bir yer. olması gerektiği gibi, eleştirel düşünme üzerine kurulu bir eğitim sistemiyle beslendiği takdirde, hakikati elinde tuttuğuna ve senin gibi düşünmeyen herkesin yanıldığına veya kötü niyetli olduğuna dair bir taassup geliştirme ihtimali minimize olur, eric hoffer'ın adını koyduğu gibi bir "kesin inançlı" olmaktan insanı alıkoyar. ama çocuklara eleştirel düşünme yerine, milliyetçi düşünmeyi öğretmeyi temel amaç belleyen bir eğitim sistemi kurarsanız, kendi algısına ve haklılığına sorgusuz sualsiz iman eden, dünyaya başka bir gözle bakılabileceğini tahayyül bile edemeyen, bu uğurda apaçık gerçekleri bile reddetmeye hazır, okuduğu gazetenin kendisine objektif bilgi vermesini değil de duygu pompalamasını ve kendisinin fikirlerini onaylamasını bekleyen, çocuksu bir toplum yaratma ihtimaliniz yüksektir.
hesabın var mı? giriş yap