• ortabati bolgesinin sogunu yillardir yedim, yalniz bir seferinde ruzgarin da etkisiyle hissedilen sicaklik -37 derece olmustu ve bisiklete binmem icap etmisti. suratimda kis maskesi olmasina ragmen burnumdaki sumukler dondugundan, yuzumu her oynattigimda katir kutur sesler geliyordu. hayvanlarin derisini yuzup post olarak kullanmayi akil etmeden once gecirdigimiz yuzbinlerce sene boyunca ne yapiyorduk kim bilir.

    yalniz bu bile 1969 yazinin o korkunc soguna yaklasamaz: genclik yillari, aileye kizip evden kactim. mumkun oldugunca uzaga gidebilmek icin apollo'nun inis takimlarinin arasina saklandim. bayagi dar ortam, terletti, sicaktan uyuyamadim butun yol. aksamustu vardigimizda kendimi suya atarim diye ciktim, hava 110 derece, su varsa da kaynayip gitmis. agzimdaki tukurukler fokurdamaya baslarken gun batimi geldi allahtan. akabindeki o bir kac saniyenin tatli serinligini unutamam. fakat meret sogudukca sogudu, -170 derece olunca olcmeyi biraktim. sonucta o noktadan sonra -170 ile -270 arasinda inanin bir fark kalmiyor. millet astronot kiyafetiyle tabii, haberleri yok cektigimiz eziyetten. isleri gucleri bayrak dikip tas toplamak, gurur yaptim, istemedim fazladan kiyafet, hirkamla oturdum, dusunmeye basladim. aileme olan sinirim gecince 71'deki apollo 14'le geri dondum, onun murettabati da daha cana yakindi, doner donmez parasini kendi ceplerinden verdikleri bir taksi tutup hastaneye yolladilar. uc parmak kaybettim o gun ama narkozdan uyaninca karsimda ailemi gormem herseye degdi. o gunden beri de aramiz cok iyi.
  • hayatının ilk 20 yılını eskişehir'de yaşamış, 1987 kışını -30 derecede eskişehir'de sorunsuz geçirmiş biri olarak diyebilirim ki hayatımın en soğuk kışını izmir'de yaşadım.

    7 şubat 1998. gnostic'i askere uğurlama bahanesiyle istanbul ve eskişehir'den scener'lar izmir'de toplanmıştı. biz fatalica, qube, cori ve heretic gitmiştik. airbug, penthy, wideman, scotch, kris, bloody/clq gibi yığınla insanı kanlı canlı ilk defa o zaman görmüştüm.

    gün boyu geziler yemeler içmeler sonrası gece kalması için darktower'ın evine gidildi. 10 kişi falandık. muhabbet gül oyna eğlence derken ev soğumaya başladı. ama biradan çok hissetmiyoruz. yine de ufaktan "e hadi sobayı yakalım" dedik. bir katalitik soba vardı tüpgazlı.

    tüp bitmişti.

    tüpü salladılar, "dibinde biraz var sanki" diye. beyhude. saat iyice geç oldu herkesin uykusu geldi. darktower elindeki tüm battaniye stoğunu dağıttı. zemin kattaki beton dairenin kilimleri üzerine yattık.

    çok soğuktu. o kadar soğuktu ki kilolu insan wideman bizi ısıtır diye sağlı sollu yanına yattık. öbür yanında bloody/clq vardı galiba. hiçbir işe yaramadı. wideman beton zemin kadar soğuktu.

    bir ara uyuyakaldım. nasıl bilmiyorum. çok değil ama.

    sabah uyandığımda saç tellerimin ayrı ayrı donmuş olduğunu düşündüm, o kadar soğuklardı. hala çok üşüyordum. korkunç başım ağrıyordu. zar zor kalkıp kendimi dışarı attım. bir baktım kris ve bloody-clq henüz binaların arasından yeni çıkan güneş hüzmelerinin önünde ufka bakıyorlar. beni görünce "gel emdir abi" dediler. yanlarına gittim.

    izmir'de sabahın köründe bir sokağın ortasında üç adam yan yana doğan güneşi seyrediyor. city of angels gibi. o güneş önünde yarım saat durmuşuzdur. ısınmadık.

    sonra orada bir çorbacıya gittik o biraz toparladı. ama esas gündüz gittiğimiz gnostic'in evinde sıcak hava üfleyen bir aparat vardı ona kafamı yarım saat tuttuğumda tamamen atlatabildim.

    şimdi 2012 teknolojisiyle wolframalpha'ya sordum o gece hava 1 dereceymiş alt tarafı. sadece %50 nem varmış. ya o nemden ya alkolü fazla kaçırmaktan bilmiyorum ama o günden sonra izmir'den soğudum resmen. soğuktan soğudum. eskişehir'den de soğudum sanırım zira olaydan 4 ay sonra istanbul'a taşındım. ama o başka bir hikayenin konusu.
  • yer: ısparta, eğirdir, dağ ve komando okulu.

    ön tarafta gölden kaynaklanan soğuk hava dalgası, arka tarafta sivri tepe denilen yerin güneşi kesmesinden dolayı hava açıksa bile güneşin saat 11:00 civarı görünüp 15:00 gibi yok olması. ortada da doğal bir buzhane ortamında bulunan kışla ve biz. dağlarda tepelerde sürekli açık havada eğitim yaptığımızdan dolayı üzerimizdeki askeri üniformanın kenarlarının buz tutması, her yağan yağmurda sırıl sıklam olmak. küloda varıncaya kadar

    not: entrynin yarisi kayip olmus. bulursam eklerim.
  • küçücük bi velettim. yer istanbul. bi arabamız vardı, anadol. üstü siyah deri (ya da vinilex) kaplı, beyaz bir tek kapı anadol. tek kapı olması zorluk çıkarıyodu hep, bunu dillendirenlere de babam "spor araba olduğu için tek kapı" diyodu. yaşım itibari ile yiyodum ben de, mantıklı geliyodu.

    bi kış bi kar yağdı, ama normal yağmadı... okullar iki hafta tatil oldu, korkunçtu. evin önündeki yol tamamen karla kaplandı, kapanmakla kalmadı, kar tabakası yükseldi, yükseldi, yükseldi... bir insan boyu oldu, o zaman yaşım küçük, boyum 1,20 muhtemelen ama sonuçta benim için bi adam boyu olmuştu. yine az değil.

    günler geçiyo, kar yağmaya devam ediyo, haliyle devamlı kar kalınlığı artıyo. kötü hava koşulları, üstüne araba da dandik. babamın içine kurt düştü "şu arabayı bi çalıştıralım, günlerdir hareket görmedi, aküsü bitçek" dedi. ooh benim canıma minnet zaten, karda saçmalamak için tek ihtiaycım olan bir mazeret, onu da bulmuş oldum. giyindik hazırlandık, ama öle bi hazırlandık ki sanırsın sanki kapının önüne inmiyoruz da, duvarın kuzeyine "white walkers"larla savaşa gidiyoruz. neyse. indik aşaa, arabayı çalıştırmaya. bulabilirsen çalıştır. kar olmuş 1,5 adam boyu, babamın boyuna gelmiş nerdeyse, her yer dümdüz. kürekle yol aça aça, el yordamı ile yoklaya yoklaya ilerledik, arabayı arıyoruz.

    ilerlemek için yol açmak zorundayız ama önce. küre küre bitmiyo. eldivenlerimiz sırılsıklam oldu. üşüdük. donduk bildiğin. evin önünde bi yerlerde, muhtemelen en fazla 30 metre uzakta park halindeki arabamızı belki 45 dakika sonra falan bulabildik. arabanın üstünü açtık, etrafını temizledik. babam arabaya bindi, anahtarı kontağa taktı, jikleyi çekti biraz, jikle vardı o zaman, gaz pedalına iki pompa yaptı, marşa bi bastı, "vrooaaaam!" diye çalıştı alet. "tieyt be" dedi babam, "ben biliyodum zaten çalışçaanı, aküyü yeni taktırdım daha, hem de en iyisinden aldım."

    o kadar abarttığı, bildiğin mutlu akü halbusi.

    o gün bugündür, ne zaman haberlerde "bu gün istanbul'da yüzyılın en soğuk günü yaşandı" dense, götümle gülüyorum.

    (mutlu akü, bana ulaş)

    *white walkers'lar iki kere çoğul oldu, biliyorum, bununla ilgili lütfen mesaj atmayın. hatta hiç atmayın.
  • yıllar sonra insanın aklına geldiği anlarda yazın ortasında olsa bile ürpermeye neden olan anılardır. misal;

    2000 aralık - sivas 5. tugay.

    kar yağmamış. hepimiz kar yağsın diye bekliyoruz. o zaman hava kırılır diyorlar. ayaz deli gibi vuruyor. koğuşlar sıcak ama. akşam olsun da sayımdan sonra yorgan altına girelim diye bekliyoruz.. bir gece dediler ki banyo yapacaksınız. üzerinizde don, elinizde havlu sıraya dizilin. ben sanıyorum ki koğuşların olduğu binada banyolar. meğerse dışarıda 300 metre ilerideymiş.

    banyoların olduğu binanın önünde sıraya dizdiler. donlayız. donuyoruz. havluyu sırtımıza falan koymaya çalışıyoruz ama yok zangır zangır titriyoruz hepimiz. sayım yapmaya kalktılar. lan donla nereye kaçacak adam aralık ayının sivasında.

    banyoda bir sürü tek kişilik kabin var. herkesin 10 dakikası var. hemen kendimi sıcak suyun altına attım. ısındım. bir sabunlandım, durulandım. baktım 4 dakikam daha var. bi daha sabunlanırım dedim. demez olaydım. sabunu sürdüm suyu bir açtım. buz gibi. sıcak su yok. az önce vardı lan. ama şimdi yok. çivi akıyor sanki musluktan, cam kırığı gibi su. dokunduğu yeri kesiyor, biçiyor.

    başladım bağırmaya. "sıcak su yok! kim kapattı!" diye. hoş bir cevap geldi. "o bağıran kim laaaaan.." çektim besmele daldım suyun altına. nefesim kesildi.

    kurulandım, çıktık. banyonun önünde sıraya dizdiler yine. 300 metre ötede sıcak yataklar var. hop sayım yapacaz dediler. lan ıslağız, donlayız, donuyoruz lan.

    ertesi gün boğazımda bademcik yerine iki tane ceviz vardı.
  • 2001'de eskişehir'de dondum..
    bu sene yazın çözdüler beni..
    üç deniz kabuğunun esrarını hala çözemedim ama.. :/

    (bkz: eskişehir ayazı)
  • hiç unutmam azizim, 2004 yılının kışıydı. ayağımda çift kat kışlık yün çorap ve üstlerine su geçmemesi için naylon torbalar geçirmişim. kışlık postallar da giyilmiş oh mis. yün yelek ve parkamız sırtımızda. kar maskemiz bile var. zaten nöbetlerde, tipi ve soğuk nedeniyle 30 dakikaya düşmüş. saat gece üç. yer; şırnak. stratejik olarak nöbetler tek kişi tutulmaya başlanmış mevzilerde. kar seviyesi abartısız bele geliyor. tipi yüzünden mevziyi zor buluyoruz.

    velhasıl; 5. dakikadan sonra ayaklar buz kesmeye başlıyor. 10. dakikadan sonra hissetmemeye başlıyorsun. mevzinin duvarlarını tekmelesen de nafile. çok fazla hareket edip yer değiştiremiyorsun. ateş; tabi ki yakamıyorsun.

    kısacası; bitmez dediğim o nöbet hakikaten bitmişti. şimdilerde kışın -48 dereceleri gören bir yerde yaşıyorum. ama ben en çok o kış üşümüştüm.
  • kasım-2010
    türkiye-ermenistan-nahcivan sınırının kesiştiği nokta.

    üzerimde fanila, yün içlik, gömlek, parka, cepler dolu hücum yeleği var. kar maskesi yasak olduğu için boyunluk ve bere takmışım. tüfeğim (g3) sırtımda, bir elimde termal kamera var. kazılan mevzide birilerini bekliyoruz. hatırladığım hava sıcaklığı saat 8-9 gibi karakoldan çıkmadan önce -12/-13 gibiydi. sabaha kadar 3 gibi sazlıkların arasında bir hareket belirince emir geliyor ve tek sıra şeklinde koşuyoruz. önümüz sazlık olduğu için herhangi bir şey de göremiyoruz. zaten benim bir elde kamera var. zaten gaza gelmişim atlaya zıplaya koşuyorum. sonunda biri çekip durduruyor, önümüzde bir su kanalı varmış, ben görmemişim. 3 metre genişliğinde ve dibi görünmüyor çamurdan. atlanır mı atlanmaz mı derken o heyecanla hep beraber atlıyoruz. nereye? suyun ortasında. ayaklar çamura saplanıyor, su dizlerin hayli üzerinde. güç bela çıkıyoruz ama adamlar kaçıyor. arazide o havada ve ıslak halde sabaha kadar bekletiliyoruz açık alanda. ardından hayırsever bir subay bizi "kasası ve brandası açık land rover" ile 20 km ötedeki karakolumuza götürüp bıraktı. indiğimde ıslaklık ve rüzgarın etkisiyle bacaklarımı hissetmiyordum. apar topar üzerimizi çıkardık. daha kötüsü de o içine düştüğümüz suyun "pis" su olduğunu anladık. kamuflajlarlar makineye, botlar çöpe.

    belki 30 saat sonra yorgan altına girip titreye titreye yattım. niye? çünkü mazot yok ve kaloriferler çalışmıyor. daha yastığa kafamı koymadan uyumuşum. tam iki saat sonra o soğukta üzerimden yorganım alınarak uyandırıldım. neden? e o gün 10 kasım! lan ben yeni yattım, izinliyim? izin yok, tören var. benim kamuflaj ıslak, bot yok? pijamalı gel.

    askeriyenin verdiği ve benim hiç kullanmadığım dede içliklerimi giyip törene çıktım terliklerle. öyle gelsin demişler. 10 kişi tören yaptık açık alanda ve soğukta. üstelik üst birlikten gelen "atatürk'ün hayatı ve ölümü" temalı 5 sayfalık yazıyı da ben o beyaz içliklerle titreyerek okudum gözlerimi açık tutabildiğim kadarıyla.

    o gün beni törenden sonra yine uyutmadılar. akşam 6'dan sonra serbestsin sabret dediler. ondan bundan bulduğum kamuflajlar ile o gün gece 11'e kadar santralde defter yazdım.

    rahmetli bu başıma gelenleri bilseydi daha sıcak bir günde ölürdü yemin ederim.
  • izmirde dogup buyumus birisi olarak balkanlarda -23 derecede tipiden 1 metre otesinin gorunmedigi bir havada gunde 8 saat nobet tutmamdir. hatta oyleki nobet kulubesinin icinde bembeyaz olmamdir. hatta ve hatta kulubenin alcak ya da benim fazla uzun olmam nedeni ile basim egik durmaktan boyun fitigi olmamdir.

    gorduk balkanlardan gelen soguk havayi..
  • avrupayı vuran o büyük kar fırtınası.
    şu an yazmaya başlarken tüylerim diken diken oldu inanır mısın.

    akşam kar fırtınası gelecegi soylenmişti, o yuzden işten erken çıktık, çıkmadan yasemin beni arayıp "muratla gelin size sulu yemek yapayım" demişti. ben de yakın dostum murat'ı arayıp, " yasemin yemeğe cagırıyor bir de gelirken litrelik viski al, hava dısarı cıkılcak gibi degil evde takılırz" demiştim.
    neden bilmem erken buluştuk, saat 18.00 gibi yaseminlerdeydik. benim evimle yaseminin evi arası yakındı, en azından surekli motorla gittiğim için yakın zannediyordum.
    kış malum hava erken kararıyor. yemek yedik, viskiyi bitirdik. biz üçümüz çok içerdik, şimdi yasemin bir ay sonra oğlunu kucagına alacak.kolombiya'da, murat turkiye'ye döndü. aklıma geliyor bazen sokaklarda bağırarak şarkılar söyleyip yasemini kucaklayıp eve goturmelerimiz, muratla nazım hikmet okuyup gözlerimizi birbirimizden kaçırmamız.. hayatlar nasıl bu kadar çabuk değişebiliyor.

    muhabbet cok guzelleşmiş, viski bitmişken yasemin dolapta rakı var demişti, gurbette anadolu cocugunun memleket biletidir o rakı, affeder miyiz yarım şişe rakıyı da şarkılar falan içtik.

    saat 01.00 olmuş, murat sallana sallana arada bana sarılarak "abi son otobus bir buçukta haydi kaçalım" dedi ben de sakallarını okşayarak "benim ev de zaten şurası bende cıkayım madem" dedim, giyindik çıktık,

    okur, bir kar yağmış, zaman makinesinden çıktın zannedersin.. şehrin 6-7 saat onceki hali ile uzaktan yakından alakası yok, sokak lambaları sönmüş, yolla kaldırım birleşmiş, bir tek çizgi bile yok hayat yok, ne bir canlı ne de hareket eden bir mahluk ve kar opera sahnelerindeki pamuklar gibi yağıyor.

    murat ceylan gibi sekerek " lan lan otobus! yarın görüşürüz" diyerek derhal kayboldu, karların üstünde zıplayan ceylanlar gibi bir o yana bir bu yana gidişini şaşkınlıkla izledim, cidden bir ceylan bir geyik gibi seke seke gidiyordu

    hava bir soguk, allahım yok boyle bişey.. ince mi giyinmişim nedir. eve yürüyorum ama üşümekten başka aklıma birşey gelmiyor.. bir süre sonra korkmaya başladım, orda düşüp bayılsam, emin olun donarak ölürüm. zaten hep duyuyoruz haberlerde donarak ölenleri, o gün anladım nasıl öldüklerini. bir araba bile geçmemiş saatlerdir, bir ayak izi bile yok, ışık yok.. korkudan gebermek uzereyim ve siktimin evi çok uzak..

    nasıl oldu nerden geldi bilmem aklıma sarıkamışda donarak olen binlerce genç geldi.. olamaz boyle bir ölüm "cidden böyle mi hissettiler acaba?" diye düşünürken gözyaşlarıma hakim olamadım.. soğuk, donma korkusu, sarıkamışta yaşananları hayal etmem.. daha once hiç hissetmedigim cok derin ve gercek duygular ve dize kadar karlar içinde yürüyordum.

    koşmaya başladım, ama ne koşma hem ısınırım hem cabucak eve giderim diyorum.. lakin yok zangır zangır titriyorum.. donarak ölecegim ve kimse bulamayacak beni, yarın annemleri arayacaklar, gelecekler buraya dil bilmez bişey bilmezler neler geliyor aklıma..

    neyse abi bizim sokagın basında biraz rahatladım eve gittim, üstümü cıkardım hemen tertemiz kupkuru kıyafetlerimi giydim. o gece sıcacık evde ısınamadım..

    acayip bir travmaydı, fobi oldu yemin ederim.
hesabın var mı? giriş yap