• søren kierkegaard ın insanı umutsuzluğa sürükleyen eseri
    bir şeyi umut edip de nihayet elde ettiğimizde, bunu çok fazla umut etmiş olmamıza bağlamadığımız halde, elde edemediğimiz herşeyden sonra, yeterince umut etmemiş olmamıza: "umutsuzluğumuza" bir puan daha ekleriz, çünkü insan hep umut eder, etmek zorundadır. umutsuzluğa kapıldığında bu her ne olursa olsun kişi için bir çeşit ölümdür, o zaman kişi iman etmeye başlar, yeni bir umut daha yaratır, bunun sonucunda aradığı şey her ne ise onu elde edip etmeyeceğini ise sadece öldüğünde anlayacaktır, işte bu belirsizliktir insanı yaşatan, yani umut.

    sandman in 1nci sayısındaki a hope in hell adlı bölümde sandman in lucifer in yaratıklarından biri olan choronzon ile yaptığı söz düellosunda denildiği gibi:

    choronzon: avını sinsi sinsi takip eden ölüm saçan korkunç bir kurdum!
    sandman: atının üzerinde kurtları hançerleyen bir avcıyım
    choronzon: atı sokan, avcıyı atından fırlatan bir at sineğiyim!
    sandman: sekiz bacaklı sineği yutan bir örümceğim
    choronzon: zehirli dişleriyle örümceği yutan bir yılanım!
    sandman: ağır pençesiyle yılanı ezen bir öküzüm
    choronzon: hayvanlara şarbon taşıyan sıcak yaşamları yok eden bir bakteriyim!
    sandman: uzayda dolaşan hayat veren bir dünyayım
    choronzon: gezegenleri imha eden patlayan bir novayım!
    sandman: herşeyin etrafını çeviren hayatı ihtiva eden kainatım
    choronzon: herşeyin sonundaki karanlığın, kainatların, tanrıların, dünyaların, herşeyin sonu......benim!! ( i am anti-life, the beast of judgement. i am the dark at the end of everything. the end of universes, gods, worlds... of everything. sss. and what will you be then, dreamlord?)
    sandman: ben umudum..eğer buraya hapsedilenler cenneti hayal etmeselerdi cehennemin gücü olabilir miydi?...
  • insanı sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun sentezi olarak gören kierkegaard'ın umutsuzluk üzerine kitabı. ne zaman ki insan kendine yönelerek, kendi olmak isteyerek, kendi saydamlığı içinde onu ortaya koyan gücün içine dalar; o zaman umutsuzluk tamamen yok olur diyerek bunun imkanı konusunda umutsuzluğa gark etmiştir bizi.
  • her umutsuzluk en sonunda bu umutsuzluk şeklinin içinde çözülür,boşuna kurtulmaya uğraşmamalı dersini bize veren kierkegaard eseri.ölüm en büyük tehlike olduğu sürece,yaşamdan bir şeyler beklenir;ama diğer tehlikenin sonsuzluğu keşfedildiği zaman,ölüm için umut beslenir.(bkz: umutsuzluk günah) (bkz: varoluşçuluk)
  • varoluşçuluğun önemli filozoflarindan søren kierkegaard'ın eseri. insanın ezelden beri savaşım içinde olduğu, varoluşunun öncül kıstaslarından biri olan umutsuzluğu masaya yatırır.

    "bu "ölümcül hastalık" düşüncesine özel bir anlam yüklemek gerek. kelimesi kelimesine alındığında sonu ölümdür ve ölünen bir hastalığın eşanlamlısıdır. ama umutsuzluk kesinlikle bu anlamda ele alınamaz; çünkü hristiyan için ölüm de yaşama geçiştir. bu bağlamda hristiyan için hiçbir fiziki rahatsızlık "ölümcül hastalık" değildir. ölüm hastalıkları biriktirir ama kendi içinde bir son değildir. ancak "ölümcül bir hastalık" kelimenin tam anlamıyla ölümle sonuçlanan bir rahatsızlıktır, ondan sonra başka hiçbir şey yoktur. ve bu umutsuzluktur.

    ama daha kesin, başka bir anlamda "ölümcül hastalıktır". çünkü gene dar anlamda bu hastalıktan ölünür ya da bu hastalık fiziki ölümle sonuçlanır, buna karşılık işkencesi ölememektir, komadaki birinin ölümle pençeleşmesi ve ölememesi gibi. böylece ölümcül hasta olmak ölememektir ama burada yaşam umut bırakmaz ve umutsuzluk son umudun yokluğu, ölümün yokluğudur. en yüce risk olduğu müddetçe umutsuz yaşamdadır, ama öteki tehlikenin sonsuzluğu anlaşılınca umutsuzluk ölümdür. ölümün umuda dönüştüğü müddetçe tehlike büyürken, umutsuzluk ölememe umutsuzluğu oluyor.

    dolayısıyla umutsuzluğun bu son anlamında "ölümcül hastalık", çelişkili işkence, ben'in hastalığı vardır: ebediyen ölmek, ama ölmeden ölmek, ölümü ölmek. çünkü ölmek şeyin bitmiş olduğu anlamına gelir ama ölümü ölmek, ölümünü yaşamak demektir ve onu bir an yaşamak, sonsuza kadar yaşamaktır. bir hastalıktan ölür gibi umutsuzluktan ölmek için bizde, ben'de ölümsüz olanın ölebilmesi gerekir, bedenin hastalıktan ölmesi gibi. hayal! ölmek, umutsuzlukta sürekli yaşamaya dönüşür. umutsuz olan ölemez; " bir hançer düşüncelerin öldürülmesinde hiçbir işe yaramaz", aynı şekilde umutsuzluk, ölümsüz solucan, söndürülemeyen ateş gerçek özü olan ben'in ölümsüzlüğünü yok edemez. ama umutsuzluk olan bu kendini yok etme güçsüzdür ve amaçlarına ulaşamaz. özel amacı kendini yok etmektir ama yapamaz bunu, bu güçsüzlük kendini yok etmenin ikinci biçimidir ve burada umutsuzluk ikinci kez amacına ulaşamaz yani ben'i yok edemez; tersine bu, var olmanın çoğalması ya da bu çoğalmanın yasasıdır. umutsuzluğun yakıcı tarafı, kangreni budur; ucu içeriye dönük bu işkence bizi sürekli biçimde yetersiz bir kendini yok etmenin içine atar. umutsuz olanı teselli etmek şöyle dursun, aksine onu yok etme umutsuzluğunun başarısızlığı bir işkencedir ve öfkesini arttırır, dişlerini biler; çünkü sürekli geçmiş umutsuzluğun şimdisinde biriktirerek kendisini tüketemediği, ben'in bu hastalığında ateşin yükselmesi budur.

    umutsuz insanın bir umutsuzluk konusu vardır. bir an inanılır buna, daha fazla değil; çünkü gerçekten umutsuzluk, umutsuzluğun gerçek figürü hen ortaya çıkar. insan bir şeyden umudu keserken aslında kendisi'nden umudu keser ve kendi ben'inden ister. sözgelimi "ya sezar olurum ya da hiç " diyen hırslı biri sezar olamaz, umudunu kesersin sezar olmaktan. ama başka bir anlamı vardır bunun: kesinlikle sezar olamayınca artık kendisi olmaya da tahammül edememek. dolayısıyla aslında umutsuz olmasına neden olan şey kesinlikle sezar olmamış olması değildir, hiç olmadığı ben'den umudunu kesmiştir o. ona gene de umutsuz bütün mutluluğunu veren bu ben, birdenbire her şeyden daha katlanılmaz olur. daha yakından bakıldığında onun için katlanılmaz olan kesinlikle sezar olamamış olmak değil, sezar olamamış olan ben'dir; ya da daha doğrusu onun kesinlikle katlanamadığı şey kendi ben'inden kurtulamamasıdır. sezar olsaydı başarabilirdi bunu; ama olamadı ve bizim umutsuzumuz artık kurtulamaz bundan. umutsuzluğu özünde değişmez çünkü kendi ben'ine sahip değildir, kendisi değildir. sezar olsa da olamayacaktı, doğrudur bu ama ben'inden kurtulacaktı; sezar olmadığından, bu durumdan kurtulamama umutsuzluğu içindedir. dolayısıyla umutsuz biri için, bu onun cezasıymış gibi, ben'ini yok ettiğini söylemek (şüphesiz, bir umutsuzu ya da kendini hiç görememiş bir olmaktan kaynaklanan) yüzeysel bir bakıştır. çünkü gerçekten de umutsuzluğuna ve işkencesine dayanamaz çünkü umutsuzluk onda, ben'de boyun eğmeyen, yok edilemeyen bir şeyi ateşe vermiştir.

    dolayısıyla bir şeyden umut kesmek tam anlamıyla umutsuzluk değildir, başlangıçtır, hekimlerin bir hastalıkla ilgili olarak söyledikleri gibi kuluçkaya yatmıştır. umutsuzluk daha sonra gösterir kendini: insan kendisinden umut keser. aşkından umut kesen bir genç kızı ele alalım, yani arkadaşını kaybeden bir genç kızı... arkadaşı ölmüş olabilir ya da sadakatsizlik yapmıştır. bu kayıp amansız bir umutsuzluk değildir ama onun yüzünden umutsuzdur. kurtulmuş olduğu ben, "ötekinin" mutluluğu ölmüş olsaydı sahane bir biçimde yitirmiş olduğu ben, şimdi sıkıntısıdır onun çünkü "ötekisiz" bir ben olması gerekir. bu genç kız için bir hazine olan ben -başka bir anlamda, gene aynı umutsuzlukta- "öteki" öldüğünde iğrenç bir boşluktur ya da tiksinti veren bir şey gibidir çünkü terk etmeyi hatırlatır ona. dolayısıyla söylemeyi deneyin ona: "kızım, bitiriyorsun kendini" ve cevabı gelecektir: "heyhat! hayır, acım da bu zaten... o noktaya varamıyorum."

    kendinden umut kesmek, umutsuz olmak, kendinden kurtulmak, her türlü umutsuzluğun ve özellikle ikinci umutsuzluğun formülü budur: umutsuz olmak, kendisi olmayı istemek, kendisine indirgenir... insan kendisi olmak istediği umutsuzluktan, olmak istemediği umutsuzluğa indirgenir, daha önce belirttiğimiz gibi. umutsuz olan, umutsuzluğu içinde kendisi olmak ister. o zaman kendi ben'inden kurtulmak istemediği anlamına mı gelir bu? görünüşte hayır; ama yakından gözlendiginde her zaman kesinlikle aynı çelişki görülür. bu umutsuz insanın sahip olmak istediği ben kesinlikle olduğu ben değildir (çünkü doğru ben'e sahip olmayı istemek umutsuzluğun tam tersidir), onun gerçek anlamda istediği kendi ben'ini yaratıcısından kurtarmaktır. ama burada umutsuz olmasına rağmen bu yaratıcı çok güçlüdür ve onu sahip olmak istemediği ben'e sahip olmaya zorlar. ama bu arada insan her zaman kendi ben'inden, kendisini oluşturan ben'den kurtulmak ve kendi yarattığı ben'e sahip olmak ister. istediği bu "ben"e sahip olmak onun bütün zevkidir -baska bir anlamda durumu aynı derecede umutsuz olsa da- ama onun istemediği bu zorlayıcı, baskıcı ben'dir, işkencesidir onun bu; kendinden kurtulamaz.

    sokrates ruhun ölümsüzlüğünü ruh hastalığının (günah) onun hastalığının bedeni yok etmesi gibi yok edememesiyle açıklıyordu. aynı şekilde insanın ölümsüzlüğü umutsuzluğun ben'i yok edememesiyle, umutsuzluğun korkunç çelişkisiyle açıklanır. kendi içimizde ölümsüz olmazsak umutsuz olamayız; ama umutsuzluk ben'i yok edebilseydi o zaman umutsuzluk olmazdı.

    umutsuzluk, ben'in hastalığı, "ölümcül hastalık" budur. umutsuz insan ölümcül hastadır. diğer hastalıklardan farklı olarak, bu hastalık insanın en soylu tarafına saldırır, ama insan bundan ölmeyebilir. burada ölüm hastalığın sonu değildir, sonsuz bir sondur. bizi bu hastalıktan ölüm bile kurtaramaz çünkü burada hastalığın verdiği sıkıntı ve... ölüm ölememektir.

    umutsuzluk durumudur bu. umutsuz insanın ondan kuşkulanmaması boştur (özellikle bilinmeyen umutsuzlukta), ben'ini, artık izleri görülmeyecek şekilde kaybetme çabası sonuçsuz kalır: ölümsüzlük, durumunun umutsuzluğunu ortaya çıkaracak ve onu ben'ine çivileyecektir; sonuçta işkence hiçbir zaman kendisinden kurtulamaz ve insan ondan kurulmuş olduğu rüyasını görmekten kesinlikle vazgeçer. bu kesinlik niçin şaşırtsın? bu ben, sahip olduğumuz, olduğumuz şey tanrının insana armağan ettiği en yüce şey ve ona olan inancıysa..."

    søren kierkegaard - ölümcül hastalık umutsuzluk
  • alabildiğine kötü yazılmış bir felsefi metin. şüphesiz özellikle yazıldığı dönem için oldukça orjinal fikirler içeriyor ve şüphesiz sartre dahil bir çok önemli filozofu ve yazarı etkilemiştir, varoluşçu felsefeye ciddi katkılarda bulunmuştur bütün bunlara eyvallah bir lafım yok ama bitip tükenmek bilmeyen tekrarlar, yer yer nerdeyse sayıklama halini alan bozuk ve anlaşılmaz cümleler insanı canından bezdiriyor okumaktan tiksindiriyor. sordum soruşturdum çeviren mi sıçmış yoksa diye hayır metnin orjinal halinin dili de bu kadar kötü bu kadar anlaşılmazmış. velhasıl soren kierkegaard kardeşim evet iyi bir filozofmuşsun dahiymişsin falan ama kabul et kötü bir yazarmışsın işte...
  • ilk bölüme göre genel bir yorum yapacak olursak her şey bir şekilde umutsuzluğa bağlanıyor. kendi olmayı istemeyi de kendi olmayı istememeyi de umutsuzluk kavramı içinde tanımlarken, tanrı karşısında günah işlememeyi kendi olmayı isteyerek kendini tanrı'ya bırakmak olarak değerlendiriyor. tekrarlarla tanımlar bir şekilde iç içe girdiği için umutsuz olmamak imkansız gibi görünüyor. burada bize kitaptan kendi umutsuzluğumuzu seçip almak kalıyor. kierkegaard'un okuduğum ilk kitabı olduğu için çeviri için net bir yorum yapabilmem mümkün değil fakat çeviride bir sıkıntı olduğu kendini hissettiriyor. ya da benim gibi umutla başlayacak olduğunuz ilk kierkegaard kitabıysa geçici bir hayal kırıklığına uğrama ihtimaliniz de var. sonuç olarak burada sormamız gereken tek bir felsefi soru kalıyor. camus'ye hak vermemek elde değil.
  • daha ilk sayfalarında, kierkegaard'ın kasıtlı koyduğu iddia edilen (belki de tinin görüngübilimi ile alay etmiştir), anlaşılması güç bir cümle yer alır:

    "the self is a relation that relates itself to itself or is the relation's relating itself to itself in the relation; the self is not the relation but is the relation's relating itself to itself."
  • felsefe okumaya yeni başlayanlar için tavsiye edebileceğim bir kierkegaard eseri. lakin; psiko- davranışsal çözümlemeleri en nihayetinde hristiyanlık özelinde dini bir kavrama bağlaması ya da bağdaştırmaya çalışması ve bu perspektif dahlinde çıkarımlara varma çabası eserle aranıza istemsiz bir mesafe girmesine sebep oluyor. öyle bir niyet olsa zihnimde gider kutsal kitaplar okurum djbdjs

    bu bakımdan; bir inanç da sevgi de aklın yolunu izlemez değildir.
  • iki bölümün ilkinde umutsuzluğun ne olduğu anlatılmış, ikincisinde de nasıl tedavi edileceğinin üzerinde duruluyor. umutsuzları "kendisi olmak istemeyen" ve "kendisi olmak isteyen ama olamayan" şeklinde ayırıyor. çoğunluğun, umutsuzluğa kişinin kendiyle kopuşunun sonucu demesinin karşısına "kişinin kendiyle ilişki kurmasının sonucudur" düşüncesiyle çıkıyor. ikinci bölümde umutsuzluğu dine bağlamasıyla değerini yitiriyor, en azından benim için yitirdi, bu tip durumlarda din temelli şeyler kolaya kaçmak gibi geliyor.
  • davranışsal ve psikolojik çözümlemeler zaman zaman fazla dayanaksız, fazla varsayımsal, fazla tek perspektifli.

    ilk yarısı çok iyi, ikinci yarısı çok kötü diyebilirim bu kitap için. bunun sebebi ikinci yarısında umutsuzluk ve ben ile ilgili konulardan uzaklaşıp hristiyanlıkta günah kavramına takması. geneli çok zor okunuyor ama gerçekten, sanırım biraz da çevirinin suçu bu (doğu batı yayınları'nın basımı).
hesabın var mı? giriş yap