• takım elbisenin üniforma olduğunu düşünen ve üniformaya karşı olduğu için de asla takım elbise giymeyen erkektir. lise hayatı boyunca üniforma giyen bu erkek, 8 yıl boyunca bu kıyafetten nefret etmiş. bir daha da giymemeye karar vermiştir. sırf bu yüzden üniversiteye gitmekten vazgeçmiştir hatta nasıl olsa beyaz yakalı diye tabir edilen takımdan olmayacağı için. beyaz yakalı olmak istememesinin sebebini de takım elbiseden nefret etmek olarak açıklamaktadır. bu kişinin düğünlere, davetlere, yılbaşı partilerine vs. hep kotla gittiği ve ilginçtir ki kimse tarafından da garipsenmediği gözlemlenmiştir. sosyal statü olarak da elit kesim diye tabir ettiğimiz gruptandır bu kişi.
    bu durum karşımıza şu soruyu çıkartıyor;
    takım elbise giymek bir statü göstergesi midir?
  • iyi sopaya gelir. kimsenin takim elbise giymedigi ortamda hergün kravat takip i$e gelen adamdir isyankar, şekille degil durumla ilgilidir..

    her kot giyip akraba dügününe giden isyankar olsaydi..
  • takım elbise giymemeyi isyan olarak değerlendirip sadece bazı kavramları yüzeyselleştiren, hele ki sosyal bir dışavurumu teşkil edebilecek bir sınıra ancak oturduğu tepeden dürbünle bakabilecek kadar uzak erkektir.

    "takım elbise giymemekle isyan çıksaydı, dünya savaşları çıplaklar kampında yaşanırdı"
    rr, 2008in son çeyreği
  • sadece takım elbise giymeyerek isyankar oluyor ve akraba düğünlerine gidiyorsa çükümün isyankarıdır.

    takım elbise giymemenin isyankarlıkla denkleşebilmesi, siktiminin ortaokul ve lise hayatında adama dayatılmasındandır ve biraz komik de olsa yerini bulur.
    aynı şey uzun saç için de geçerli olabilmektedir. tüm lise hayatı boyunca hard rock ve heavy metal tutkunu olan biri olarak saç uzatmanın yasak olması gibi sikik bir zihniyet yüzünden ergenliğimi buna takıntılı olarak geçirdiğimi hiç çekinmeden söyleyebilirim; bilakis bu tip yasaklamaları (dünyanın neresinde ve hangi ülkesinde olursa olsun) ergen insanlara dayatan orospu çocuklarının utanması gerektiğine inanıyorum; varlıklarından, biçimlerinden ve başkalarının bazen kitlelerin biçimlerine, kendilerini ifade ediş şekillerine müdahale etmelerini bir "eğitim vazifesi" olarak görmelerinden ve toy zihinlerin isyankarlığı bu kadar basit şeylerin bile içinde bulabilmelerine neden olmalarından...

    ayrıca her gün kravat takıp işe gidip yeryüzünde kim ve ne için ne halta yaradığı belli olmayan ve çoğu kez de yaramayan hatta yerküreye çoğu ihtimalle zarar veren bir iş yerinde patron emirleri dinleyenler, kot giyip akraba düğününe gidenin arasında isyankarlık anlamında ne kadar fark olacağı önemsiz bir tartışma çok konusu olacaktır; harbiden isyankar bir bünye için ikisinin de ne olduğu bellidir.

    öttüm durdum ama burada benim yerim ne? hiç! takım elbise giyip evde oturup, işe gitmeyerek bir enstantane yaratıyorum naçizane; 90'lık tdk kasetten best of hard 'n heavy hits dinliyor ve gençliğime doyamadığıma ağlıyorum; ne manitalar kaçırdığıma, ne sikik durumlara düştüğüme, gelecek ay ödeyemeyeceğim kiraya. of, sikeyim yav!

    gerçek isyankarların soyu tükendi, sonucum budur. biz de böyle takım elbise ve kot arasında fantazik rol oyunları düzenler dururuz. avuntu işte.
  • takım elbiseden nefret eden bir kadın olarak, giymediği için destekleyeceğim fakat bunu isyanlarda olan ruhuna dayandırdığı için ''orada bir dur!'' diyeceğim erkektir.

    beyaz gömlek, siyah pantolon, siyah ceket ve uygun renkte bir kravat olarak kısaca tanımlayabileceğimiz takım elbise, erkeğe ''takım elbise giymesini gerektirecek kadar ciddi ve resmi bir iş yapıyor.'' havası verir. peki bu gururlanacak bir şey midir? elbette hayır. dünya üzerinde elli bin çeşit iş var. doktoru var, mühendisi var, teknikeri var, sanatçısı var, bakkalı var, marangozu var; var oğlu var. bunlar para kazanmıyor mu sanki? belki de takım elbise giyen erkeklerden daha fazla kazanıyorlardır. peki yaptıkları işlerin bir saygınlığı yok mu? bir işi para kazanmak amacıyla yapıyorsanız eğer, yapılan işin saygınlığı yoktur ki zaten. bir erkeğe diyelim marangoz olduğu için ekstra bir saygı duymayacağımız gibi, diyelim ceo olduğu için de ekstra bir saygı duymayacağızdır. ha, işini çok iyi yapacak kadar zeki, yetenekli ve sorumluluk sahibidir, o ayrı.

    demek ki takım elbise giymek, bir statü göstergesi değildir. tıpkı giymemenin ''ben acaip özgür ve başına buyruk bir erkeğim.'' anlamına da gelmeyeceği gibi.

    ''sırf bu yüzden üniversiteye gitmekten vazgeçmek''? üniversiteden mezun olan bütün erkekler takım elbise giymek zorunda mı sanki? olmamış bu. bir üniversitenin iktisadi ve idari bilimler fakültesi'nden mezun olmadıysanız eğer, zaten büyük olasılıkla takım elbise giymeyeceksiniz demektir. aynı şekilde iktisadi ve idari bilimler fakültesi'nden mezun olup yine takım elbise giymeyeceğiniz bir iş ya da iş yerinde çalışma olasılığınızın olduğu gibi.

    sanırım buradaki asıl konu; özgürlük. takım elbise giyen bir erkek, cebindeki para karşılığında özgürlüğünü satmış, patronunun kravatından çektiği modern bir köle olarak görülüyor. oysa atladığımız bir şey var; çalışıyor isek, para karşılığı zamanımızı, zekamızı, yeteneğimizi ya da fiziksel gücümüzü satıyoruz demektir ki, bunun için takım elbise giymemize gerek yok. çalışıyor isek, hepimiz modern köleleriz zaten. takım elbise giyen erkeğin tek farkı, kravatının boynunu sıkıyor olması belki. bunu da bir metafor olarak kullanıyoruz zaten.

    takım elbise giymemek, bildiğiniz anlamda bir isyankarlık değildir. öyle olsaydı, o ayılıp bayıldığınız şarkıcılar giymezdi. yahu adam şirket diye şarkı yapıp bu sisteme sövüyor, ama kendisi takım elbise giyerek poz veriyor. versin de zaten. ''takım elbise giyersen, şirketlerde takım elbise ile çalışanların içinde bulunduğu sistemi eleştiremezsin!'' diye bir kural yok ki. olsaydı bile çok salakça olurdu.

    bakın şöyle olabilir; takım elbise giymenin kıyafet yönetmeliğince yazılı olarak şart koşulduğu bir şirkette işe girersiniz. ilk günden işe üzerinizde t-shirt, kıçınızda jean, ayağınızda converse ile gidersiniz. size derler ki: ''fakat bu şekilde giyinemezsiniz. takım elbise giymek zorundasınız.'' siz de dersiniz ki: ''hayır! asla takım elbise giymeyeceğim. takım elbise benim isyanımdı!'' işte o zaman takım elbise giymemekte ısrar eden isyankar erkek olursunuz. ama aynı zamanda komik de olursunuz. bilmem anlatabildim mi?
  • isyankar olmakla birlikte takım elbise giymemeyi ayrıca tercih etmiş birini de göz önünde bulundurabilmek gerekir, selam ediyoruz kendisine ve tercihlerine de saygı...

    niye? kendi bileceği iştir abi, bize ne amınakoyayım.
  • bulutsuzluk özlemi tarafından "saçımı kesmedim hiç, hiç kravatım olmadı" sözleriyle anlatılır...

    (bkz: boyalı kuş)
  • takım elbisenin her erkeğe yakıştığını, en şekilsiz vücudu bile bir james bond'a dönüştürdüğünü bilseler hemen o yanlış uygulamadan vazgeçeçek erkeklerdir. ( abarttım mı? yok canımm :))
  • evet, bu bendim. ama yenildim be sözlük...

    alışverişten nefret ederim. hayır, tüm erkekler gibi nefret ediyor değilim. ben, gerçekten, alışverişten nefret ederim. ama son yaptığım alışveriş, neredeyse yaptıklarımın en komiğiydi.

    - kendime gömlek, pantolon ve ayakkabı aldım.
    + ee ne var bunda?
    - kendime beyaz yakalı bir gömlek, kumaş pantolon ve rugan ayakkabı aldım.
    + ben de bir şey sanmıştım.
    - sanacaksın lan tabii! bir şey çünkü!
    + niye be?
    - aşağıdaki paragrafa geç. bak anlatıyorum:

    üstümde siyah t-shirt, siyah kot pantolon, siyah spor ayakkabılar, siyah bileklikler var. saçlar omzu geçmiş, tırnaklar uzun, ağızda sigara, püfür püfür tellendiriyorum. hani birisi beni gösterip, “geçen gece cami avlusunda kedi kesen şerefsiz satanist buydu!” dese, sorgusuz sualsiz lince uğrarım kesinlikle. biraz sonra babamla buluşacağız…

    önümde 1,5 aylık bir staj macerası var. kafamda “dingonun ahrı” olarak fantezilediğim işyeri, “beyefendi henüz gelmediler mi acaba?” çığlıklarıyla uyandığım bir kabusa dönüşmüş durumda. türkçesi: işyerinin kıyafet zorunluluğu var. ve o zorunluluk, hikayemizin devamında gömlekle başlayıp rugan ayakkabılarla son bulacak…

    işi gereği takım elbise giyme zorunluluğu bulunan babam, olaya işte tam bu noktada dahil oluyor. yoksa bir adet “shopping-hater”dan daha kötü bir şey varsa, o da iki adet “shopping-hater”dır. (bak işte böyle espri yapar msn adreslerinizi toplarım kızlar. stillvirginissizadam@hotmail.com ekleyin beni ok?) neyse… takım elbise konusunda tecrübeli bir baba ve satanist görünümlü evladı ki bu iki kişinin görünüm itibariyle uyumu, süheyl-behzat ikisilinden beterdir, mağazaya girer. olaylar gelişir…

    önce kumaş pantolon bakılır. tecrübeli babanın da yardımıyla birkaçı seçilir ve denenir. daha giyer giymez kırışmasıyla, nasıl ütüleneceği kara kara düşünülür. eh, öğrencilik var serde. kafa buna basıyor ilk olarak. neyse… aynada bakılır kendine. görülen kocaman kıçla beraber oluşan dehşet dalgasını, hayatında ilk defa diyet yapmayı düşünen bir insanın beyninde oluşan artçı sarsıntılar takip eder. ne olurdu o sarsıntılar beyin yerine kıçta oluşsa? televizyonda reklamı yapılan, kıçına yapıştırdığında orayı zelzele oluyormuş gibi sallayıp kilo verdirdiğini iddia eden zayıflama aletlerine para vermeyi ciddi ciddi düşünmemiş olurdum… yine de alınır bir adet pantolon. lakin, akıl hala o kocaman kıç görüntüsünde kalmıştır. çarşıda, pazarda gördüğün hatunların güzel popoları bile aklında bu kadar yer etmemiştir. lan yoksa?! daha fazla uzatmasam iyi olacak galiba.

    sıra gelir gömlek almaya. itiraf etmeliyim; bu çok kolaymış. sadece rengine bakıp seçiyorsun. bu kadar! tabii bu tarz kıyafetler konusunda o kadar cahilmişim ki renkleri bile şuursuzca seçtim. ama ne yapayım ulan? lise mezuniyetinden sonra takım elbisemi duvara asmış ve “daha da giymem!” demiştim. hem benim sözüm tayyip’inkilere benzemez. giymedim bir daha gerçekten… satıcı adam önümde gökkuşağı yarattı resmen ama hiç birini yakıştıramadım kendime. özellikle de üzerimde düşündüğümde…

    ve ayakkabılar… en keyifli kısım… siyah, parlak ve uzun burunlu bir ayakkabı sana uzaktan göz kırpmaktadır. önce yüz vermezsin. ama o, karşılıksız bir aşka tutulmuş, zayıf, uzun, çirkin bir kız gibi, sana manalı manalı bakmaktadır. bir süre sonra dayanamaz, “n’olcak lan! bir gece ‘giyer’, sonra bir paçavra gibi kenara fırlatırım.” diye düşünmeye başlarsın. (ver hain kahkaha efektini evladım) içindeki hain duygularla beraber gidersin onun yanına. dersin; “şşşt! sen! benimle iki adım atmaya ne dersin?”. cevap gelmez ama, sen çoktan evet dediğini farzetmişsindir. “ayağını sokarsın!”. baban görür uzaktan, koşar adımlarla yanına gelir. sen utanırsın ama artık çok geçtir. baban, seni onunla yürürken yakalamıştır. işin içine aileler de karışınca ciddi düşünmek farz olur. mecburen alırsın onu, götürürsün evine. ömrünün sonuna kadar beraber yaşayacağın rugan ayakkabılara sahipsindir artık.

    işte böyle sevgili dostlar. satanist görünümlü, “çok pis metalciyim abi” insanının post-modern otobüs şoförüne dönüşmesini konu alan ibretlik bir yazı okudunuz. modern zamanlar resesyonunun yarattığı kimlik bunal… eeeh yeter be! kayahan’ın “atın beni denizlere” şarkısı eşliğinde veda ediyorum sizlere. esen kalın!
hesabın var mı? giriş yap