• ozan seyfi orhon'un sözleri üzerine ali rifat bey in bestesiyle ortaya çıkmış fevkalade yapıt...
    (teşekkürler gongbuhada ve ben ruhi bey nasılım)

    tereddüt

    sarahaten, aceba söylesem darılır mı?
    darılmak adeti, bilmem ki, çapkinin naz mi?
    desem ki: ’’ben seni...’’yok dinlemez ki... hiddet eder.
    niçin? bu sözde ne var? sanki hiddet etse ne der?
    desem ki: ’’ben, seni pek...’’ya kızar konuşmazsa?
    derim: ’’bu çektiğim insaf edin, eğer azsa? ...
    desem ki: ’’ben, seni pek çok...’’hayır, kızar, bilirim;
    tereddüdüm, acebâ, hiddetinden az mi elim?
    desem ki: ‘’ben seni pek çok...’’sakın gücenme emi?
    ‘’sakın gücenme, eğer anladınsa sevdiğimi’’

    orhan seyfi orhon
  • aralıksız izlenmesi pek mümkün olmayan, rahatsız edici (ve güzel) bir film.

    --- spoiler ---

    film elmas'ın üzerine gibi gözükse de benim dikkatimi daha çok şehnaz'ın güçlü duran ama aslında çok kırılgan iç dünyası çekti.

    filmde henüz çocuk olan elmas'ın uğradığı cinsel şiddetin zaten yorumlanacak bir yanı yok. ama onu tedavi etmeye çalışan şehnaz da cinsel şiddetin başka bir türünü yaşıyor.

    sürekli porno izleyen ve şehnaz yanına gelse de gizleme ihtiyacı duymayan ve buna son vermeyen cem'in sevgisiz ve sürekli erken boşalmayla sonuçlanan yetersiz sevişmeleri, sevişme sonrası şehnaz'ın yüzüne bakmadan yanından ayrılması; geceleri pikenin altında hepimize tanıdık gelen o ağlama krizine kadar götürür şehnaz'ı.

    cem varken içemediği rakısını o yokken keyifle içer, tıpkı elmas'ın yufka alma bahanesiyle zar zor dışarı çıktığında ciğerine doldura doldura içtiği sigara gibi; bu bir nevi kendini gerçekleştirme seansıdır.

    bu sevgisizlik ve ilgisizlikten kaçtığı yer başka bir erkeğin şefkatidir. şehnaz'ın filmde tek mutlu olduğu an belki de sahilde yüksek dalgalarda ıslanıp kendisine cem'in aksine eşlik eden sanırım film boyunca adını duymadığımız jinekolog beye sarıldığı andı.

    onun cem'in aksine kendisini tatmin etme odaklı sevişmesi, aldığı haz şehnaz'ı bu kez başka bir tonda ağlatır. başka bir ihtimalin olduğunu ancak o zaman anlayan şehnaz cem denen illetten kurtulur. nihayet cem önünden tabağı aldığında patlar ve yaşanması gereken o sert kavgayı da atlatıp arabasıyla özgürlüğüne doğru yola çıkar.

    elmas kendisine içini döktükçe şehnaz da dökülmeye başlar ve yapması gerekenleri yapacak güç bulur adeta.

    iki kadının iç içe geçmiş hikayesinde elmas'ınkini ancak uzaktan izleyebildim ama şehnaz bana hiç de uzak değildi.

    --- spoiler ---
  • 2016 yapımı, (bkz: yeşim ustaoğlu) yönetmenliğindeki ilişkiler üzerine kurulu bu film, günümüzde yaygın olarak kullanılan bazı terimlere kapı açıyor.
    neler mi?
    mesela (bkz: manipülasyon)
    mesela (bkz: narsisizm)
    mesela (bkz: gaslighting)

    bu konuda yazılmış çok sevdiğim bir kitap da var.
    (bkz: ikili ilişkilerde duygusal manipülasyon)
    ikili ilişkilerdeki bazen fark edilemeyen, bazen fark edilse de değişimden korkulan ve kabul edilen duygusal manipülasyon, psikolojik şiddet biçimleri içerisinde en tehlikeli yöntemlerden biridir.

    izlemeyen ve izlemeyi düşünenler için bundan sonrası spoiler içerebilir.
    şimdi filme bu olgular üzerinden odaklanalım.

    film modern zamanlardaki çalışan, yorgun, yüzünde belli belirsiz bir mutsuzluk ifadesi olan şehnaz'ın evi toparlayıp işe gitmesiyle başlıyor. ne kadar tanıdık değil mi?
    devam edelim...
    kadın karakterimiz bir psikiyatrist, evdeki çöpü dalgınlıkla işe kadar getiriyor ve yüzü hala mutsuz...
    şehnaz, hafta içi kasabadaki görevindedir ve hafta sonu istanbul'a çekici kocasının yanına gider. hafta içi kocasıyla görüntülü konuşur, arada aşk varmış gibi görünse de adamın ses tonundaki yönlendirme, sanal sevişmedeki tavrında bir tuhaflık vardır. adam sürekli abartı pornolar izlemektedir. peki kadın karakterimiz şehnaz bütün bu tuhaflıkların farkında mıdır? bütün o mükemmel ve hünerli erkek görüntüsünün ardında neler vardır? hayatta da böyle değil midir bazen? egosu büyük olanın travması ve ezikliği büyüktür. karakteri ve insanlığı ise küçüktür. kocasının bütün o abartı porno izlemesinin altındaki iktidarsızlığını da izliyoruz...
    insan basittir, neyin yoksunuysa onu abartı yaşar! en yakını ise bunu fark etmediğinde kusuru bazen kendinde arar ve manipüle olmuş olur.

    filmin ana kadın karakterinin dışında kasabadaki okul çağında evlendirilmiş elmas'ın dramına da ayrı bir pencere açmak lazım. kocası ona pardesü alıyor, kız o kadar kısa boylu ve minyon ki o pardesü zaten ona uygun değil, sandalyeye çıkıp pardesünün boyuna bakıyor. yaşıtları okulda, o ise evde koca ve kayınvalideye bakıyor. gizli gizli sigara içiyor. gece olduğunda kocası ona dokunmasın diye içinden dua ediyor. görevini yapıyor geceleri ama acıyla...

    gri atmosfer ve fırtına, elmas'ın (bkz: ecem uzun) muazzam oyunculuğuyla izleyenleri derin bir sorgulamaya çağırıyor. elmas henüz 13 yaşındayken kendinden çok büyük bir adamla evlendirilmiş. eve hapsedilmiş, köle edilmiş ve geceleri kocası tarafından tecavüze uğruyor. koca rolünde çok sevdiğimiz (bkz: serkan keskin) var.
    fırtına, grilik, her gece acı içinde yapılan seks, zorunlu abdestler, günahlar ve acılar imgelerle filme yerleştirilmiş.

    şehnaz (bkz: funda eryiğit) ise filmin modern yüzü. kadın bedeninin eril gölgeyle dört duvar arasında manipüle edildiğinin, aşkın ve şefkatin nasıl unutulabildiğinin ters yüz edilişinin resmi...

    filmin en güzel yanlarından biri bütün bu imgeleri ve pasif direnişi gözümüze sokmadan anlatışı bence.

    elmas'ın terapideki cümleleri çok hüzünlü: "her ikisi de kokuyordu. çok pis kokuyorlardı. ben de kokmaya başladım. her gece dua ettim, gelmesin diye... yatakları, çarşafları dümdüz ettim, her şeyi yaptım, benim bir suçum yok."

    şehnaz ise modern bir çizgide büyümesine rağmen maço denebilecek bir erkeğin tahakkümüne giriyor. kabul görmek istiyor, erkeğini yatakta mutlu etmek. rakı içmek istemesine rağmen, kocasının entel yemeklerine ve şarabına tahammül ediyor. zevklerinden ödün veriyor. ne için? kabul görmenin kadınlık kodlarına yenik düştüğü için...

    peki tereddüt bunun neresinde derseniz, şehnaz'ın kasabadaki doktor arkadaşına yol alırız. (bkz: okan yalabık) filmdeki umut; filmde kendine çok alan açılmamasına rağmen aşkın ve seksin olumlu yüzünü bize sunuyor. kabul görmek için hazdan, şefkatten ve mutluluktan vazgeçmemek gerektiğini suyla bize anlatıyor.

    su; yaşamdır. insanı kendine çeker. ilişkiler hayatın limanıdır, bu limanda manipüle olmamak dileğiyle...

    tereddüt; kesinlikle bir kadın filminden çok daha fazlası...
  • münir nurettin in güzel şarkısı, sölemesi de zordur ayrıcaaa

    sarahaten, acaba, söylesem darılmaz mı?
    darılmak adeti, bilmem ki çapkının naz mı?
    desem ki: 'ben, seni...' ,yok, dinlemez ki, hiddet eder!
    niçin? bu sözde ne var? sanki hiddet etse ne der?
    desem ki: 'ben, seni pek...' ya kızar, konuşmazsa?
    derim: 'bu çektiğim insaf edin, eğer azsa...'
    desem ki: 'ben, seni pek çok...' hayır, kızar bilirim,
    tereddütüm acaba hiddetinden az mı elim?
    desem ki: 'ben, seni pek çok...' sakın gücenme emi,
    sakın gücenme, eğer anladınsa sevdiğimi...
  • incesaz'ın 4.albümü mazi kalbimde'nin 9 numaralı şarkısı.

    sözleri :

    işte göründü yine
    ürkek ve dalgın aşık
    kendi yangınından kaçak
    mendilini yakıyor bak
    tereddütle seviyor

    gözleri yaz gecesi
    saçlarında yıldızlar
    yorgun ve mahçup sesiyle
    diyecek çok sözü varken
    tereddütle susuyor

    hayallerinde vardı
    böylesi bir sevdaydı
    öyleyse şimdi gönlü
    niye böyle karışıyor

    bir adım ötesi dönüşü olmayan yolun başında
    ya özgür,ya tutsak ve sarhoş bir sevdanın peşinde
    zaman duruyor işte o an

    bir adım ötesi dönüşü olmayan yolun başında
    ya da korkularına mağlup kırk küsür yaşında
    hayat dokunuyor yüzüne
    gecikmiş bir keder gölgesiyle

    söz :bora ebeoğlu,cengiz onural
    müzik :cengiz onural
  • sözleri orhan seyfi orhon'a ait, münir nurettin selçuk'un sesinden dinlenesi şarkı.

    "sarahaten, acaba, söylesem darılmaz mı?
    darılmak adeti, bilmem ki çapkının naz mı?
    desem ki 'ben, seni...' ,yok, dinlemez ki, hiddet eder!
    niçin? bu sözde ne var? sanki hiddet etse ne der?
    desem ki 'ben, seni? pek...' ya kızar, konuşmazsa?
    derim 'bu çektiğim insaf edin, eğer azsa...'
    desem ki 'ben, seni pek çok...' hayır, kızar bilirim,
    tereddütüm acaba hiddetinden az mı elim?
    desem ki 'ben, seni pek çok...' sakın gücenme e mi,
    sakın gücenme, eğer anladınsa sevdiğimi"
  • ülkenin ister doğusunda, isterseniz batısında yaşayın, şiddetin her türlüsünü görebiliyorsunuz. ekonomik özgürlüğe sahip olup olmamanızın, eğitiminizin, yaşınızın hiçbir önemi yok. bu; hayatınız boyunca nerede, ne zaman karşılaşacağınızı bilemeyeceğiniz acı bir tecrübe. yeşim ustaoğlu, şiddet döngüsünden çıkabilmek için nereye kadar gidebileceğimizi göstermek istemiş.

    --- spoiler ---

    elmas ve şehnaz'ı birbirinden ayıran temel nokta, biri çocuk gelin, diğeriyse isteyerek evlenmiş. şehnaz'ın birlikte olduğu adam; cem, erken boşaldığı halde problemi kendinde aramak istemiyor. herhangi bir "tedavi" mevzusu geçmese de karısının eve geldiğini duyduğu halde grup seks pornoları izleyen, pornonun sesi duyulsun diye de neredeyse 5+1 ses sistemiyle yayın yapabilecek tıynette bir adamdan bahsediyoruz.

    düzenleri istanbul'da kurulu olsa da adam, bir kez bile karısının yanına gitmiyor. ne bileyim, arabaya atlar gelirsin, kadını alıp tekrar dönersin değil mi hayvan herif, yok... kadın, hep tek başına yolculuk yapıyor. anca, siki kalkmaya başladığı vakit adamın aklına karısı geliyor. "geh geh, kucağuma geh gehh, ısıtam seni." deyu sanal seks yapıldığını da duydum ya. "geh" ne lan... allah'ın aşkına, geh ne? "geh bili bili... ahşama, ziki tuttun." insanın içine kaçar yemnederim. ayyy, yallah kız tövbe. düşman başına.

    kadın hafta sonları, kocasıyla birlikte yaşadıkları (?) eve geliyor, onda da kocasının pasif agresif hareketleriyle karşılaşıyor. adam, "telefon sessizdeydi canım duymamışım", "sen yat ben 1080p porna izleyeyim" gibi abuk subuk, çocukça hareketler yaparak kadının, kendisini suçlu hissetmesine sebep oluyor. kadın da seksi, bir ödülmüş gibi sunuyor.

    şehnaz'ın ilişkisi, bir tür bağımlılığa dönmüş. arada sevgi yok, saygı yok, yalnızca ödül-ceza sistemi var. insanlar, içlerinde bulundukları hastalıklı ilişkileri yıllarca sürdürüyorlar. o zinciri kırdıktan sonra, "hay kafamı skeydim de daha önce yapabileydim" diye beyninizi yemenize gerek yok, yapabilecek güçte olsanız yapardınız.

    elmas ise, çocuk yaşta evlendirildiği için artık 'yetişkin' olarak görülmesi gereken bir 'kadındır'. karşı balkonunda yaşayan akranının okula gidişini izler. akranı, okuldan geldikten sonra müzik dinler, şarkı söyler. mutludur, çünkü yaşından beklenenleri yapmaktadır. ondan fazlasını değil. elmas ile akranının, aradaki balkon aracılığıyla kıyaslanması, hayatlarının birbirlerine dahil edilmeyişi çok iyi işlenmiş. hatta, elmas, kocasını ve kayınvalidesini öldürdükten sonra iki genç, hastane yatağında, birlikte müzik dinliyorlar. çünkü elmas, zincirlerinden kurtuluyor, tekrar olması gerekene dönüyor.

    elmas'ın, öz ailesinden gördüğü şiddet, kocası ve kayınvalidesi aracılığıyla devam ediyor. kocası, canının acıdığını bilmesine rağmen, elmas'a neredeyse her gece tecavüz ediyor. genç yaşında bir de kayınvalidesine bakıp "çocuk var mı" sorularıyla uğraşıyor, yemek yapıyor, bulaşık yıkıyor, oraya buraya gidiyor. onu, şehnaz'la birleştiren ortak nokta: su.

    su, sinemada sık sık kullanılan bir metafordur. yeniden doğuşu, temizliği simgeler. elmas, kocasının ölümüyle abdesti birleştiriyor, şehnaz ise sık sık deniz kenarına giderek, itin dölü kocasının pisliğinden arınıyor.

    kompleks hikayeler yazmaya hiç gerek olmadan da güzel bir iş çıkarabiliyorsunuz ortaya.
    --- spoiler ---
  • - yaşamaya dair olanı kalmadı mı bunun?
    - haaa... yok abla be kusura bakmazsan. şimdi tam sezonu ya bir de onun. geldiği gibi tükeniyor. sabah sizden iyi olmasın iyi bi müşterim son iki taneyi de aldı. kırmızının son iki bedeni kalmıştı zaten. kızı babasının istemediği biriyle mi ne evlenmiş ne, bunun kocası da gitmiş vurmuş kızı, sonra da kendini öldürmüş.
    - hımmm... anladım. nasıl yapsak ki ya?
    - şey var abla elimizde bak, futbol takımlarıyla alakalı olan tereddütlerimiz var. bu dönem baya tuttu bunlar da. haftaya kalmaz abla bu model.
    - ay yok yok kalsın. hiç alakam yok ayol. parama yazık vallahi.
    - abla dur dur bak. tam senlik olanı buldum. bedeni de uyar bunun. her rengi var elimde. ''hangisini okusam tereddütü.'' bu nasıl ama? baya kararsız birine benziyorsun zaten abla, ne alsan açar zaten seni.
    - ay ne bileyim şimdi. yaşamakla alakalı olanı sorup bunu alırsam da gece elbisesi almak için çıkıp erkek çorabı almış gibi olacağım sanki.
    - abla sana da tereddüt beğendiremedik ya.
    - ay ne bileyim, şunlar ne? evet evet o raftakiler, açıp bakabilir miyim bi?
    - ablacım bunlar klasik modellerimiz. bunların modası geçmez, dönemi bitmez. ''her şeyi bırakıp gitsem mi tereddütü'' bu. özellikle yaz başları tükeniyor bu model elimizde ama en çok da büyük şehirlerin klasiğidir bak. beyaz gömlek bir bu iki şerefsizim. bir baaaayanın olmazsa olmazı.
    - ya aslında hani değil mi? tam olarak gitmektense...
    - abla bi dene, bi dene bak. bilemeyiz ki denemeden.
    - ay o kabinlerde daralıyorum ben ya. sen sar bana en iyisi bunun uygun bedenini. olmazsa değiştiririm haftaya gelip.
    - tammmmam ablacım. nasıl istersen.
    - kredi kartı geçiyor mu?
    - abla ümitsizlere taksit yapmıyoruz yalnız. ben size iskonto yapayım.
    - tamam.
    yusuuuufffffff, ablaya şunu paketle oğlum!!
    *bi hayat daha kurtardık amına koyim.
  • filmi dün nextflix'te izledim.

    türkiye'de iki farklı sosyal sınıfın kapalı kapılar ardında ne denli benzer hayatlar yaşadığını iyi bir fikirle ama kötü bir senaryo ve uygulamayla bize sunan film olmuş tereddüt.

    bazı meslekler sinemada sıkça kullanılır: psikiyatristlik de bunlardan biridir. yaz dizilerindeki holding patronluğu/veliathlığı gibi oldukça sık karşılaşırız sinemada psikiyatristlerle.
    çünkü psikolojik sorunlar dikkat çekicidir, travmalar, psikolojik bozukluklar çarpıcı bir seyir zevki sunar. hem senaryo hem de görsel açıdan.

    ancak psikolojik sorunları ve dahi psikiyatristi bir filmde incelemek için en azından senaristin bu konuda belirli bir yetkinliğinin olması gerekir.

    oysa tereddüt'te iki vaka örneği ve bir de elmas'ın hikayesini görüyoruz.
    ilk vaka: cinsiyet geçişi isteyen bir danışan (ve ailesi)
    ikinci vaka: hayvanları öldüren bir çocuk.

    aslında bu "iki" örneğe bile bakarak nasıl da psikoloji 101 olduğunu anlayabilirsiniz. çünkü çocukların hayvanları öldürmesi (ve buna üzülmemesi) psikopatinin adeta birinci sempotomudur ve aslında tüm "seri katil" hikayelerinde bir şekilde karşımıza çıkar ya da hikayelerine yedirilir.

    elmas'ın terapi seansları ve şehnaz'ın danışanına yaklaşımı da bu açıdan değerlendirilmeli diye düşünüyorum.
    zira oyuncu da kendisine verilen metni canlandırıyor, yani ona "bu" geldiyse o ne yapsın.

    açıkçası filmin belkemiğini oluşturan terapi seansının da kötü görünmesinin sebebini senaryoda aramak gerektiğini düşünüyorum. zira ortadaki "şey", davranışçı, bilişsel davranışçı terapi kapsamına mı alınmalı yoksa üfürükten bir konstelasyon canlandırması mı, ben emin olamadım.
    travmaya maruz bırakma/travmayı canlandırma konusu da öyle 1-2 seansta sonuç alınabilecek bir şey değil, hele ki şehnaz gibi bir yaklaşıma sahip bir psikiyatristin bırakın bu tür bir aktarım alabilmesini danışanı konuşturması bile mümkün olmayabilir.

    zira kuzuyu öldüren çocuğa ilk seansta dan dan şunları söylüyor:
    "yusuf?
    ne yaptın kuzuya?
    niye yaptın?
    (çocuk cevap vermez)
    peki."

    kusura bakmayın ama şu yaklaşımı gösteren bir insanın psikiyatrist/danışman/psikoterapist vs olduğuna kimse inandıramaz beni.

    bu açıdan şehnaz'ın profesyonel hayatı ne denli kötü yazılmış olursa olsun filmin elmas'ın hayatına ve şehnaz'ın kişisel yaşamına dair gözlemleri son derece gerçekçi.

    keşke psikolojiye bulaşılmadan şu iki hikaye başka bir şekilde birbirine teğet geçseymiş. eminim, çok daha güzel bir iş çıkardı ortaya.
  • samimiyetsizliktir.
    bazen kişinin kendisine bazen karşısındakine yük-le-me yapmasıdır.
    tereddüt, iki kişi arasındaki alış verişin tıkanması, fikir ve isteklerin bekleme yapması, birik(tiril)mesidir. gönderilmeyip biriktirilenlerin üzerinin örtülmeye çalışılması; döngüsel birikimin faydasızca büyütülmesi, bu büyüklüğün giderek daha zor örtülmesidir, rol yapmaya başlamaktır.
    tereddüt, tepkiden çekinen etkinin doğum sancılarını baskılayan, tepkiye duyulan korkudur. tereddüt tepki temelli yaşamaktır. asıl hamlesini yapamayan satranç oyuncusunun, satranç tahtası üzerinde piyonlarla beyhude dolaşmasıdır.
    tereddüt, yaşamaya da kendin olmaya da geç kalmaktır.
    tereddüt, pişmanlığa gebe kalmaktır. istenildiği halde yapılmayanın da istenmediği halde yapılanın da kişinin üzerinde sakil kalmasıdır.
    tereddüt zihin titremesidir; başlatılması dışındaki hiçbir şeyin kontrol edilmediği bir sürecin giderek artan homurtusudur, karnından konuşmaya başlamaktır.
hesabın var mı? giriş yap