• neil jordanı pre production aşamasındaki filmi. bu yaz başlanacağı söylenen filmde jodie foster olacakmış.

    http://www.imdb.com/title/tt0476964/
  • 28 eylül 2007 de gösterime girecek olan aksiyon filminde jodie foster yine panic room, flightplan filmlerinde olduğu gibi mücadeleci, hulki çetin cevizoğlu kadını rolünde...erica rolündeki foster, nişanlısı öldürülüp kendisi de yaralanınca gözü dönüyor...

    filmde, lost dizisinden naveen andrews da rol alıyor.
  • jodie foster'ı yine daha önceki rollerinden çok da farklı olmayan sert kadın rolüyle izlediğimiz film. ama bu sefer durum biraz daha farklı. bu kez sert kadın yaşadıklarından sonra sert olmak zorunda kalan kadın hikayesiyle vücut buluyor. foster'ın filmdeki performansını ve başarısını anlatmak artık abesle iştigal. hayranlarının kesinlikle kaçırmaması gereken bir film olmuş.

    neil jordan yönetmen olarak hikaye anlatmadaki ustalığını yıllar önce vampirle görüşme ve the end of affairadlı filmleriyle bizlere göstermişti. bu filmde de artan ustalığının izlerini bulmak mümkün.

    filmin içeriğine gelince; film büyük şehirde yaşayan, * şehrini çok seven ve hatta bu şehirden fazlasıyla beslenen bir radyo programcısının dramatik hikayesi aslında, ama hikaye büyük şehrin güzellikleriyle devam edemiyor. şehrin zenginlikleri hayatının bir yanını beslerken diğer yanını yokediyor.

    --- spoiler ---
    evlenmek üzere olduğu sevgilisiyle sıradan bir akşam geçiren erica parkta dolaşırken new yorkdaki suç icracılarından latin kökenli sıkı çocukların saldırısına uğruyor. özellikle bu sahnede şiddetin bireylere uygulanışı, ve cep telefonu kamerasıyla ölümsüzleştirilişi seyirciye öyle bir sunuluyor ki, hani ağzınıza bile sürmek istemeyeceğiniz berbat bir yemeği afiyetle yemiş bulunuyorsunuz. görüntüler, ses efektleri, konuşmalar adeta yaşanan şiddetin travmasını beyninizde hissetmenizi sağlıyor. bu duygu filmin geri kalanı için gerekli ve siz bunu fazlasıyla hissediyorsunuz.
    --- spoiler ---

    sonrası erica'nın durumuna düşen herkesin yapmak isteyecekleri ve travmayı atlatmaya çalışma süreci, filmin bu bölümü de öyle usta bir anlatımla sunuluyor ki seyirciye, dozu biraz aşırıya kaçsa veya eksik kalsa filmin bütün ciddiyeti ortadan kalkabilir ama jordan ve foster -ve ayrıca dedektif mercer rolündeki terrence howardın da hakkını yememek lazım- filmi ustalıkla sürüklüyorlar.

    filmin dramatik sonu hakkında spoiler içinde bile spoiler vermek istemiyorum ama yakın zamanda benzeri şeyleri yaşamış bir insan olarak, herşeyin ve her ayrıntının kurbanların danışmanlığında şekillendirildiği hissine kapıldım.

    sonuç olarak sadece üçüncü sayfalarda okuduğunuz haberler, ne kadar mantıklı, iyi, doğru, dürüst, -kendini beladan uzak tuttuğunuz zanneden- bir insan olursanız olun, sizin de başınıza gelebilir. ve sonrasında hiçbirşey eskisi gibi olmaz diyor bu film. ben de öyle diyorum.
  • jodie foster'in uzun zamandir en cok gurur duydugu filmmis. ya da letterman'a palavra sikmis da olabilir. kendisine monsieur pouce est dans sa maison diyorum, dedim.
  • amerika'nin bireysel silahlanma politikasini hakli cikarmaya yeltenen baska bir film iste. bok gibi bir sey. her gun bir yenisi cekiliyor. para falan veriyorlar bunlara herhalde. "ee, essegin siki" demek icin bir film sonuna kadar izlenir mi hic.
  • izlerken insanın ruhunu daraltan bir film.
  • gayet baydigi halde o kadar saat izlemis olmaktan gocunmadigim film. enteresan. kendine ceken bir kopuklugu var. gercekcilikten kopuk ama bir o kadar da iyi ifade edilmis. evet, enteresan.
  • ben holivud sinemasının yöntemlerinden değil, ama daha doğrusu filmi önce tasarlarken sonra da çekerken karşılarına koydukları kavramsal izleyiciden rahatsızım. bu kişi öyle tasarlanmış ve hesaplanmış ki, yavan ya da taze, her bir etkiye tepki vermekten filmi büyük ölçekte düşünmeye ve zihinsel süreçleri ilerletmeye zaman bulamıyor olsa gerek.

    erica, vietnamlı kadının kocasına üç kurşun sıkıp birisini isabet ettirdikten sonra, hemen, attığını vuran birisine dönüşüyor. öyle böyle değil, çatır çatır kim varsa indiriyor. üzerine gelen arabanın karşısında buz gibi durup iki atışta sürücüyü haklamak için clint eastwood'un kanını taşımak lazım. demeki ki erica açısından d.h lawrence alıntısı başka bir bağlamda geçerliymiş, demek ki radyoculuk falan yalanmış ve erica'nın katil tabiatı kişiliğinin daha kıymetli ama fırsat bulamamış parçasıymış. bu bağlamda, erica'nın korku ile ilgili bahisleri ve tecrübeleri de anlatıcının işaret ettiği konumlarını kaybedip yeni anlamlar kazanmak zorundalar, zira anlatıcı, insanın elini ayağını kesen, kolunu doğrultamaz, başını yerden kaldıramaz hale getiren korkuyu hiç yaşamamış, karşısına kim çıksa hakkından geliyor, onun korku dediğine bizler ancak heyecan diyebiliriz. hem de en ender türünden bir heyecan, insanın nefesini açıyor, zihniyle bedenini temizliyor. bu tür heyecanı hakkıyla idare eden kimse insanlıktan çıkmış demektir, erica'nın içinde bir yabancı var ise de, bu yabancı kuvvetini, kuvvetinini yönünü ve kaynağını bilen, yaptıkları ile ilgili ucuz vicdan muhasebelerine ihtiyaç duymayan birisi. new york şehri bu daha yeni ve daha iyi erica ile gurur duyuyor olsa gerek.
  • oh bebeğim! bir vigilante filmi! üstelik cadı foster endam ediyor. üstelik favori yönetmenlerimizden, irasal dünya meselesi bitmek bilmeyen, her filmine mutlaka siyasal bir şeyler sokuşturan neil jordan yönetiyor. sevindik. güldük.

    derken, gittik filme... izledik. sonrası hüzün. sonrası cefa. üzüldük. ağladık.

    güzel şeyler yok muydu? vardı elbet. birkaç sekans yakaladık. otopsi / sevişme sahnesinde çok güzel bir kolaj izledik. ihtiras fışkıran tenlerin bir de, kesildikçe altından fışkıran ölüm soğukluğu sırasında, bisturi ile sevişmesine tanık olduk ki sinema tarihinde daha önce görmediğim türden, tahrikbaz ve fetişsel bir sahneydi. üzüldük. ağladık.

    sonra, jodie foster'ın güney sahillerimizde rastlayabileceğimiz 45 yaş üstü ingiliz kadın turist ablalara benzediğini gördük, üzüldük. bir sahnede genç, bir sahnede yaşlı, pek bir devamlılık olmamış. sesi falan da değişmiş sanki. sadece bir sene önce inside man ile ışık saçan jodie foster, bu filmde ne oyuncular, ne de yönetmen ile bir kimyasal uyum yakalayamamış. üzüldük. ağladık.

    filmin anlatmak istediği şeye temas edecek olursak. stilize bir vigilante hikayesine benziyor, ama değil. amerikan vatandaşının bireysel silahlanma hakkını destekleyen bir propagandist girişime benziyor, değil. pkk'nın kuzey ırak'taki varlığı ve doğurduğu tehditlere yönelik dikkat çekme amacı güdülerek çekilmişe benziyor, o da değil. ağladık.

    sonuçta, ne neil jordan'ın ne yapmayı amaçladığını anlayabildik, -ki kendisine hürmetimiz sonsuzdur, ne de jodie foster'ın o kadar seneden ve o kadar seçicilikten sonra neden bu senaryoyu kabul ettiğini anlayabildik -ki kendisine laf söyleyen taş olur. ama işte, olmamış. bu filmden, bütün bu klişe sahnelerden ve heyecanlandırmayan sondan, "neden bu filmi sinemada izledik ki, axxo nasılsa divx çıkarır, onu çeker izlerdik" şeklinde hayatı sorgulamalarımızdan geriye kalan tek bir kazanç var: terence howard'ın gerçekten sağlam oyunculuğunu izledik. sevindik. bir daha hiç ağlamadık.
hesabın var mı? giriş yap