• bir insan değil 100, 360 veya 600 cinayet, 1 kişiyi bile öldürse gerçekten olağanüstü dikkate ve zekaya sahip olmalı ki ufacık bir kanıt bile bırakmasın. bu adamın ıq'su 100'ün altında ve bariz bir şekilde düşünme konusunda sıkıntıları var.
    belgeselde de bahsedildiği gibi kanıtlanabilen, kendi itirafı dışında bağı olabilecek tek bir cinayet yok. sinema tarihindeki en korkutucu-ürkütücü filmlerden birinin çekilmesinin nedeni (bkz: henry portrait of a serial killer) henry'nin itiraflarıydı.

    itiraf kasetlerini izlerken dahi o ciddiyetsizliği hissediyorsunuz. bu adam ilgisiz-sevgisiz büyümesinin neticesinde, ciddi ilgi odağı olduğu bir süreci sonuna kadar devam ettirmiş ve sonunda turuncu çorap cinayeti ile idama mahkum olunca kafası gelmiş ve itirafların hepsinin yalan olduğunu açıklamış.

    belki gerçekten işlediği cinayet veya cinayetler vardır ancak kişinin gerçek görüntülerini izlediğimizde buna inanmamız pek kolay olmuyor. buradan da texas ranger'larının adaleti kendi çıkarlarına sakız edişine selam olsun. make america great again.
  • genç insanların ölümlerini işleyen belgeseller hakkında bir şeyler yazmaya kalktığım vakit, spoiler ibaresi koymak acayip geliyor bana. insanlar öldürülmüşken ben; spoiler eşliğinde, sanki gerçek olmayan bir evrene ait hikayelerden bahsediyormuşum gibi. oysa, yaşanan her şey gerçek ve çok üzücü. özellikle, belgeselin sonundaki "joyce lemmons'ın anısına" yazısını okuduktan sonra, yemişim spoiler'ını da bilmem nesini de, millet nelerle uğraşıyor dedim yav. parkinson olduğunu tahmin ettiğim joyce lemmons, 80 yaşını geçmesine rağmen 18 yaşındaki kızının katledilişini ilk günkü kadar net hatırlıyordu. kendisi, belgesel çekildiği esnada vefat etmiş. shadow of truth çekildiği sırada da tair rada'nın babası vefat etmişti. gençlerin, faili meçhul cinayetlere kurban gitmeleri ve ebeveynlerin, cinayetler aydınlatılamadan ölmeleri korkunç bir durum. bir kez geldiğin dünyada, çocuğunun katledildiği ve katilin bulunamadığı gerçeğiyle her gün, her saat, her dakika yüzleşmek zorunda kalıyorsun.

    henry lee lucas'ın hayat hikayesinden ziyade ranger'ların şerefsizliklerini anlatan bir belgesel olsa da belli noktaların eksik bırakıldığını düşünüyorum. örneğin, henry lee'nin yancısı ottis toole'dan neredeyse hiç bahsetmediler. henry lee dendiğinde, akla gelen ilk isim ottis toole'dur, zira cinayetleri birlikte işledikleri söylenir. otostopçu genç kadınları öldürmeden önce fotoğraflarını çektiklerini okumuştum. hatta, internette bir dolu fotoğraf var. e onlar da mı yalan? neden hiç bahsetmediler? ottis toole, iki dakika yer verilip bırakılacak bir adam değil. o cinayetler kimin cinayetiydi? o fotoğrafları kim çekti?*

    her nedense becky powell ile henry lee arasındaki iğrenç yaş farkından, şöyle bir dokundurarak bahsetmişler. aralarında, tam olarak 31 yaş fark vardı, becky 15 yaşındayken, henry 46 yaşındaydı. belgeselde, yaş farkı bilerek mi söylenmedi? amaç, henry'i çok kötü göstermemek mi? annesi, iğrenç biriymiş, henry'i aşağılayıp duruyormuş da bir gün henry'e öyle bir vurmuş ki henry 36 saat baygın halde kalmış. eee bizim henry, onu seven tek kadın becky'i (15 yaşında) öldürdüğü için çok pişmanmış bıdı bıdı. belki ben götümden anlamışımdır, neden olmasın...

    nitekim, belgeselde anlatıldığı kadarıyla henry lee'den iğrenç biri varsa o da jim boutwell denen haysiyetsizdir. amerika'nın neredeyse tüm eyaletlerine yayılan bir olayı, neden allah'ın sümüklü texas ranger'ları inceliyor anlayabilmiş değilim. fbi nerde? benim bildiğim, böyle geniş çapta olaylarda fbi, "siktirin len biz geldik, hadi köyünüze dönün" diye bir giriş yapıp herkesi dağıtır. nereden mi biliyorum, elbette true crime belgeselleri izlemekten...

    iki çilekli milkshake'e iki cinayet itirafının geldiği, "bizim polisin oğlu suçsuz glb, bi el at" denildiği vakit, o cinayetin dahi üstlenilip katilin serbest bırakıldığı, "canım bak şimdi, şu cinayeti üstleniyosun, aileler de benim başımın etini yemiyor, okey mi?" içerikli sözde ricalar ve bir karton sigarayla 600'e yakın cinayetin sözde itiraf edildiği, ama olanın yine ailelere olduğu bir belgesel kısaca.

    henry, sigarasını, kahvesini, milkshake'ini içmiş, idam koğuşlarında daşşaklarını serip yağlı boya resimlerini çizmiş, kalan vakitlerde de ününe ün katmış. jim boutwell de onun ününden faydalanma uğruna, oturduğu koltuğun ve yaptığı işin neyi ifade ettiğini unutan bir göte dönüşmüş. her ikisi de yaşadıkları süre zarfında istediklerini almışlar. henry, gördüğü her cinayeti üstlendiğinden ailelere acı çektirmeye devam etmiş. ne üzülecem henry'e ya...

    * edit: kişileri karıştırmışım. ottis ve henry lee'nin fotoğraf çektikleri bilgisi doğru değil. yazıda bahsedilen "robert ben rhoades" isminde bir katil.
  • yine hayretler içinde kalarak izlediğim, amerikanın seri katillerinden “henry lee lucas”ı konu alan belgesel tadında dizidir.

    ilk bölümdeyim, edit gelecek. son derece heyecanlı ilerliyoruz. ciddi manada psikolojisi bozuk bir tür karşımızda.
  • yine çok başarılı olmuş, etkileyici bir netflix yapımı.

    bulabildiğim tüm seri katil belgesellerini ve filmlerini izlerim. bu yüzden de neredeyse bilinen her seri katili de görünce tanır hale geldim. gördüğüm an ezbere anlatabilirim tüm dosyalarını. ama şunu belirteyim: kendilerine zerre hayranlık duymuyorum, hatta görünce midem bulanıyor. olayın yalnızca hayatta kalma bilgilerime yardımcı olacağını ve insan psikolojisinin ne kadar bozuk ve tehlikeli olabileceğini görmemi sağlıyor bu bilgiler. ne yazık ki işe yaradığını da kabul etmem gerekiyor. bu dünyada bir kadın olarak yaşadığınız sürece; takip edilme, tacize ya da tecavüze uğrama tehditlerine karşı sürekli alarmda olmanız gerekiyor. yemek yerken etrafına bakınan bir geyikten farkınız yok çünkü. ne yazık ki bunun çok acı bir deneyimini yakın zamanda yaşadık:

    bu belgeseli, güzeller güzeli ceren'imizi* bir toplum zararlısı pisliğin elinde kaybettiğimiz zamanlarda gördüm. izlemek istemedim. ülke için travma etkisinde bir olaydı ve herkes için öyle olmalıydı. kaldıramıyorum böyle olayları. bir bebek doğuyor, çevresindeki herkes onun üzerine titreyerek onu büyütüyor. herkes onu seviyor. sonra travmatik bir hayatı olan, akli ve duygusal dengeye sahip olmayan bir mikrop, böyle güzel bir insanın hayatını alabilecek hakkı kendinde görüyor ve en kötüsü de böyle değerli, gencecik hayatlar böyle pisliklerin elinde son bulabiliyor. kabul edilebilir gibi değil, gerçekten değil. insanlar milyonlarca yıldır birbirini öldürüyor ama bu tür cinayetler kaldırılabilir şeyler değil. yıllarca istanbul'da yaşadım. yamuk tipli, şüphe uyandırıcı bakışları ya da davranışları olan erkekleri yolda vs. gördüğümde nasıl gözden kaybolabileceğim ya da eve nasıl güvenli gidebileceğim konusunda uzmanlaşmak dışında elimden bir şey gelmedi. nefsi müdafaa konusunda uzmanlaşmak için wing-tsun kursuna bile gittim. çünkü içinde yaşadığınız toplum sizi buna zorunlu kılıyor. durum, özellikle seri katillere karşı aptalca bir hayranlığın doğduğu ve seri katil cinayetlerinin sıkça yaşandığı 1960-1990 yılları arasında amerika'da da farklı değildi. dünya, kadınlar için her zaman bir cehennemdi. onların ölümleri üzerinden aptalca siyasi ve itibarla ilgili güç savaşlarının yaşanması ise durumun hiç de iyiye gitmediğini işaret ediyordu.

    bu henry lee lucas denilen adamın ismini izlediğim yapımlarda görmüştüm ama kimdir nedir bilmiyordum. biri amerikalı bir seri katil olacak ve ben bilmeyeceğim öyle mi? mümkün değil. --- spoiler --- tipi gerçekten görünce kusacağınız türden. denilene göre kokusu da öyleymiş. düşük zekalı, yamuk tipli, yanına yaklaşılmayacak biri. dünyaya zaten şanssız gelmiş. üzerine, yaşadığı travmatik hayat da eklenince toplum zararlısı, boşa nefes alan biri dışında hiçbir şey olamamış. az da olsa acıdım ama. aslında o da bir şeylerin kurbanı. bacaklarını kaybetmiş babasını gözlerinin önünde öldüren, geçimini fahişelik yaparak sürdüren, şiddet bağımlısı ve çocuklarının gözü önünde müşterileriyle işi pişiren bir anne. çocuk nasıl çıkabilir ki bu evden? astronot olarak mı? hayır. annesini öldürmüş tabii ki. sonra cezaevine gönderilmiş, üzerine psikolojik tedavi görmüş. kimse kusura bakmasın ama bana göre böyle birini kafese soktuktan sonra dışarı çıkarmamanız gerekir. "bizce zararsız" gibi bir yaklaşım çok daha büyük felaketlere yol açabilir ki açmış da.

    şimdi, bu arkadaş isimsiz bir hiç kimse olmaktansa; herkesin iğrendiği ama ilgileri üzerine çekip de ünlü olmayı her şeye tercih edecek bir sürü manyaktan yalnızca biri. sırf bu üne kavuşmak uğruna -çevresindeki manipülasyonla birlikte- hiç işlemediği cinayetleri "şöyle yaptım, böyle yaptım" diye üstüne alıyor, garip bir şekilde iyi olan hafızasıyla ona gösterilen cinayet dosyasındaki tüm detayları anlatıyor. yaptığı tek iyi şey de o zaten: sıkmak. çözemedikleri tüm cinayetleri bu 87 iq'lu garibana yıkıyorlar. onun da bir paket sigaraya, çilekli milkshake'e söylemeyeceği şey yok zaten. sonra amerika'nın her yerinden de polisler gelip kapanmamış, araştırmaya zahmet etmedikleri dosyaları bunu yönlendirerek 20 dk'da itirafını alıp gidiyor. resmen herifin cinayet işlediği kabul edilen yıllarda "merhaba, sizinki 2 haziran'da boş muymuş, boşsa bizim virginia'daki cinayeti de verelim ona" diyor. ama günler arasında 1000, 2000, 3000 mil falan var. herifin resmen roket gibi uçup, hiçbir şey için ara vermeyip sadece öldürmesi lazım. saçmalığın daniskası oynanıyor yani. fakat asıl suç, şu tipine ve artizliğine tükürdüğümün texas rangerslı iki godoşta. çok net. tipleri de godoş zaten. sırf dosya kapatmak, bu konuyla birlikte ünlenmek için asıl katilleri dışarıda; cezalandırılmamış ve hâlâ tehlikeli olarak bırakmak yaptıkları en büyük kötülük. bir de kıçları sağlam korunuyormuş ha. kanallarla, satılmış gazetecilerle iş birliği yapıp koca bölge savcısına iftira atıp, 80 yıl istenen bir dava açıp üzerine fbi'yı da arkana almak göt ister. işte bu iftira attıkları eski savcı vic feazell de ne adammış be, kral. cesaretine ve kendini adamışlığına hayran kaldım. bu yavşakların yanına kâr bırakmıyor ve açtığı iftira davasıyla bunun resmen gerçekleri ortaya attığı için kendisinden alınan bir intikam olduğunu kanıtlamış. en çok da bu yavşaklardan aldığı 53 milyonluk iftira tazminatı çok hoşuma gitti. ödesin ibneler. işte: dünyanın neresine giderseniz gidin dürüst, doğrucu adamlar zalimin zulmüne maruz kalıyor. bunun milyonuncu örneğini görüyorsunuz burada da.

    koca yapımda tek anlamadığım şey şu: bu kodumun caponları adama hayran hayran bakıp, ne bok yemeye hediye getiriyorlar lan? tamam cinayetleri onun işlemediğini sonradan anlıyorsunuz ama o dakikaya kadar herif pislik, tecavüzcü, sadist bir katil ve iğrenç bir mahluk yani. bir de elini öpseydiniz. yahu siz geleneklerine bağlı, onur, şeref bilen adamlarsınız, harakiri yapmadınız mı bu olaydan sonra? bir bunu anlamadım ha. insanlık 80'lerde de yokmuş arkadaş. katile hayranlık nedir anlamıyorum. herife resmen rock yıldızı gibi davranıyorlar. onun da sürdürdüğü yalana devam etmesi bu yüzden zaten. olayda yer alıp bunun devam edip güçlenmesine doğrudan ya da dolaylı olarak destek veren herkeste suç var. hepinizin amk.

    yalnız bu belgeselin kahramanı bence hugh aynesworth. tam bir gazeteci. doğru bildiğini yazmak adına risk alan, işini çok profesyonelce yapan bir adam. 1931 doğumlu olmasına rağmen hâlâ aklı başında, hafızası ve sağlığı yerinde. yapımcılar da bu adam ölmeden onunla ted bundy*, henry lee lucas gibi üzerinde çalıştığı konularla ilgili röportaj yapıp, uzun uzun bilgi aldıkları için çok iyi bir iş çıkarmışlar. bence kendisiyle ilgili bir belgesel de çekilebilir. adamın en az 50 yıllık meslek geçmişi vardır, kim bilir neler çıkar ondan. ölmeden çekseler bari de biz de izlesek.

    özetle: bu belgesel baştan sonra rezillik dolu bir olaylar zincirini anlatıyor. dünya iğrenç bir yer değil ama onu insanlar bu denli iğrenç gösteriyor. o kendini pek beğenen pis yankeelerin gerçek yüzünü böyle güzel güzel gösteriyorlar ya; içimin yağları eriyor, gerçekten. sevdikleri cinayete kurban giden ailelerin acısı ise gerçekten yürek dağlıyor. "zaman her şeyin ilacıdır" sözü her zaman geçerli değil, görüyorsunuz. yıllar geçse de artıyor aksine. o nan cuba isimli yazar kadına bayıldım ama. bilgi küpü, çok tatlı bir kadın. "bu unutulacak bir olay değildir." diyor. iyi ki bunu bilecek olayları bireysel olarak yaşamadık ama toplum olarak kadın cinayetleri travmalarını ne yazık ki sürekli yaşıyoruz. ceren özdemir'in, özgecan aslan'ın, şule genç'in, rabia naz'ın ve ne yazık ki bir sürü cinayete kurban gitmiş daha bir sürü genç kızın, kadının yüzleri her gün hafızalarımıza kazınıyor. onlardan çalınan yıllara öyle üzülüyorum ki. koca dünya kadınları yaşatamıyor mu yani? bir tek kadınlar mı fazla dünyaya? kabul edemiyorum. hangi ülkede olursa olsun, masum insanların yaşama hakkına doğrudan ya da dolaylı olarak tecavüz eden herkesi cezalandırmak istiyorum. bunu ne kadar çok istiyorsam o kadar da güçsüz hissediyorum kendimi. umarım dünyanın daha iyi bir yer olduğunu görecek kadar uzun yaşarım. kadınların güvende olduğu bir dünya görmeden ölmek istemiyorum.

    --- spoiler ---

    puanım: 10/10
  • beni oldukça şaşırtmış sürükleyici bir belgesel. hikayesi o kadar ilginç ve ellerinde o kadar fazla video kaydı var ki; kurgulanmış bir dizi izlerken ancak bu kadar heyecanlanırsınız.

    psikopat ve vahsi bir seri katil izleyeceğinizi sanıyorsanız yanılırsınız. içerisinde bir çok hikaye barındırıyor olması seriyi diğerlerinden ayırıyor.

    şiddetle tavsiye ederim.
  • zamanında 360'ın üzerinde kadını, zehir hariç akla gelebilecek her türlü yol ve nesneyle öldürdüğünü iddia eden ve cinayetleri üstlenen henry lee lucas'ı konu edinen, harika belgesel dizisi.

    kate rich'in kaybolması üzerine yakınlarından birisinin henry lee lucas'tan şüphelenmesiyle lucas sorguya alınıyor, kayıp olan becky powell'ı da öldürdüğünü itiraf eden lucas çıkarıldığı mahkemede 100 kadını öldürdüğünü söylüyor, bomba patlıyor ve o andan itibaren bütün ışıklar ona çevriliyor. bir anda ilginin odağına oturan lucas halinden memnun. cezaevinde adamın sigarasını, kahvesini eksik etmiyorlar. ürkütücü bir şekilde kelepçesiz dolaşmasına izin veriliyor ve yine cezaevinde görevli rahibe, lucas'ın yanında bulunmaktan, saçlarını kesmekten zerre çekinmiyor. suç makinası bir adama gösterilen bu merhamet şok edici. hatta dönemin şerifi jim boutwell kısaca kanunları kendi itibarı ve egosu icin eğip, büken bir şerefsiz diyelim biz ona lucas'a aydınlattığı vaka sayısı kadar milkshake alacağını söylüyor. çilekli. ve alıyor da.

    lucas ve kanun adamı olması gereken boutwell arasındaki çıkar ilişkisi rahatsız edici. ikisi de birbirine istediklerini veriyorlar. lucas hayatta kalma iç güdüsüyle hareket eden, anlık karar veren ve bu doğrultuda sürekli yalan söyleyen birisi. haliyle işlemediği cinayetleri rangerlar ve şerifin yönlendirmesiyle sözde itiraf ediyor. şerif de peşi sıra kapanan vakaların getirdiği ünden, halkın takdirinden, bır sonraki seçimi garantiye almış olmaktan hayli mutlu. bozulsun istemiyor .

    yalnız hesaba katılmayan iki adam var adam gibi.vic feazell ve hugh aynesworth. özellikle vic feazell hayranlık uyandıran bır karakter. kavgaya çağırsa gidilecek bu babayiğitler gittikçe sarpa saran durumun, iki gün arayla binlerce kilometrelik yol teperek hele ki arkada hiçbir iz bırakmadan 360 tane cinayetin işlenemeyeceğinin farkındalar. bu kanunsuz gidişe dur diyebilmek için çıkartıp masaya vuruyorlar haliyle. hatta öyle adam kere adamlar ki lucas, işlemediği suçtan haksız yere ölüm cezası aldıgında -ki bu zaman aralığında vic feazell'ın hayatı atılan iftiralar ve suçlamalar yüzünden tepe taklak oluyor- lucas' ı savunmaya geçerek suçlamaların düşürülmesi icin çalışıyorlar.

    hikayenin belki de en ilginç kısmı henry lee lucas'a aşık olan ve bu uğurda bir dizi yalanla becky powell'ın yerine geçmeye çalışarak lucas'ın cezasından yırtmasına yardım etmeye çalışan hanım abla.

    gerçekten içerdiği kayıt ve dokümanların bolluğu, konunun islenişi, şahane introsuyla ilgi çekici bir belgesel. hikayenin sonunda ise en cok üzen, birkaç kişinin itibarı uğruna üzeri yalanlarla kapatılan ve bir daha soruşturmaya açılmayan haliyle hala faili bulanamamış kayıplar, kayıpların aileleri ve tabiri caizse hayatı sikip atılan vic feazell oldu.
  • son dönemde izlediğim en iyi diziydi.
    ted bundyden daha başarıliydi.
    çünkü dönemde amerika ve teksas polislerinin çarpık taraflarını gözler önüne seriyor.
    87lik ıq seviyesi olan henry lee lucas in.600 den fazla cinayeti sahiplenmesini izliyorsunuz.
    kurban yakınlarından bazıları ne kadar uğraşsa da davalarını tekrar açmak için polisleri ikna edemiyorlar.
    demek ki amerikada da böyle şeyler oluyormuş.
    travmatik bir çocukluk hikayesi var.annesine o kadar çok kin tutmuş ki bir gün öldürmüş.
    en sevdiği kadın beckyi öldürmüş.
    yaşlı bir kadın var onu da öldürmüş.
    kalan 597 icin kesin kanıtlar yok.
    yakın arkadaşı katil ottisle ortak cinayetleri var.diğer kadınlar dönemin dosyası kapansın diye üstüne atılmış şeyler.
    5 bölümlük bu mini dizi tavsiyemdir izleyin.
  • size de bu kadar kadının -kim tarafından olursa olsun- öldürülmesi tuhaf gelmiyor mu?
  • mükemmel bir 5 bölümlük belgeseldi beni en çok etkileyen ise kurbanlarının 30 yıl sonra bu olayları hatırlayınca ağlamaları ve bu olayları birlikte yaşadıkları kişileri kaybetmeleri ve o olsaydı ikimiz neler yapardık bu dünyada demeleri gerçekten very duygusaldı öneririm
hesabın var mı? giriş yap