• 1972 yılında ilk basımında pazuzu'nun ve karakterlerin iç seslerinin kalın harflerle basılması hoşuma gidiyor. hatta bazılarını bozuk yazım haliyle basmışlar. görsel
    görsel
    görsel
    görsel
    filminin henüz yeni çekildiği ya da çekilmekte olduğu zaman basılması bana büyüleyici geliyor. henüz görsel referans olmadan sadece hayal gücünün beslemesi ile okumak...
  • izledigim gunun gecesinde gece yatagimda yatarken ,"ulan acaba?" "yatak sallanmasin ulan aniden!!" diye hafiften tirsarken , sicaktan bantlari yavsayan , basimin tam uzerinde duran posterin buyuk bir gurultuyle suratima dusmesi ve beni "aha geldi!" diye bagirtarak aileme madara olmama vesile olmus film...
  • the exorcist'in her dem bir korku başyapıtı olarak görüldü. stenley kubick'in the shining ile çoğu sıralamada bu mevkiyi paylaştı. 1973 yılının noelinde vizyona giren filmi 2001 yılında restore edilmiş bir versiyonunu sinema da görmek de nasip olmuştu. sinemalarda ki şeytan figürene bir çok anlamlar yükleyen, bir çok sahnesi ile (kafa dönmesi, örümcek yürüyüşü, haçla mastürbasyon gibi..) unutulmaz olan, klasik olmayı başarmış bir filmden söz ediyoruz.the exorcist, irak'da ezan sesi ile açılır. peder merrin (max von sydow) burada yapılan bir kazıya katılmış, daha önce bir exorcist merasimine düzenlemiş bir rahiptir. kazılar sıradında hristiyan dinini sembolize eden bir sikke/madalyon bulur. irak gibi bir ülkede bu tür bir şeyin ne aradığı düşünürken şeytanı tasvir eden bir heykelcik ile karşılaşır. peder merrin'e burada bir pazuzu şaytanı heykeli ile karşı karşıya bırakırız. aslında bu sahne filmin bir şeytan-peder merrin hesaplaşması sahne olacağının bir göstergesidir.

    irak'dan sonra hikayenin asıl geçtiği yer olan washington'a döneriz. chris macneil (ellen burstyn) ile kızı regan (linda blair) birlikte mutlu bir yaşam sürmektedir. chris, başarılı ve ünlü bir sinema oyuncusudur. los angeles'den de bir film için washington'a yerleşmiştir. kocası ise onu terk etmiş ve roma'da bulunmaktadır. linda ise 12 yaşında daha ergenlik ile yeni danışan bir çocuktur. hikayeye aynı anda peder karras'da (jason miller) dahil olur. aslında karras, peder merrin ile şeytan bir araya getiren arabulucu durumundadır. karras, harvard'da psikiyartri eğitimi almış çok başarılı bir insandır. ama psikiyatrist olmak yerine rahip olmayı seçmiştir. new york'da yaşayan annesi kaybetmiştir. annesinin ölümünde bütün suçu kendinde bulmaktadır. onun yanında olamamış ve annesi öldükten ancak iki sonra evde bulunmuştur. bu durumlar peder karras'ın herşeyi ve inancını sorgulamasına yol açacaktır.

    filmin için koparılan en büyük tartışma hiç kuşkusuz muhafazakar yapısı oldu. filmin senaryosunu william peter blatty aynı adlı romanından uyarladı. roman da 1949 yılında gerçekleşen bir şeytan girme olayından yola çıkarak yazmıştı. muhafazakar ve koyu bir katolik olduğu bilinen william peter baltty filmin senaryosunu yazarken kitap da ki tutucu tavrı aynı şekilde filme de aktardığı bir gerçek. hele filmin çekildiği yıla bakıldığı zaman ki sol görüşün yayıldığı, insanların aile yaşamından uzaklaştığı ve özgürlüğün sapkınlığı arttırdığı yıllardır. bu dünya içerisinde blatty'in şeytan'ının gelmesi pek şaşırtıcı olmasa gerek. filmde ki bu dini motiflerin fazla sakınılmadan açıkca filme dahil edildiğini görmek de mümkün.

    the exorcist'de ki en büyük korku öğesi ve kötülüğü temsil eden taraf şeytan. aslında bütün kötülüklerin atası ve doğma sebebi de o yanı zamanda. the exorcist'i çok da etkili yapanda aslında kullandığı bu dini motifler ve tutuculuğu. eş tutulduğu the shining'de de olduğu gibi kötüler aslında yok olmuyor, yani asıl kötülük hala kol geziyor ve dikkatli olmak lazım. çoğu korku filminde hayali ya da fantastik korku unsurları ya da cani kişiler bir şekilde alt ediliyordu. zaten onlardan korunmakta kolaydı. onların olduğu yerde olmamak, ya da onlardan hızlı koşarak kaçılabilirdi. ama the exorcist'de ki korkuyu sağlayan meta böyle bir şey edildi. ne kadar sakınsanızda, güvanlikli yerler de otursanızda, çok paranız olsa da o sizi bulacaktır. ondan korunmak ancak ruhen mümkün olacaktır... william peter blatty'nin bu tutucu tavrı yönetmen william friedkin'in mükemmeliyetçi tavrı ile bütünleşince ortaya böyle bir film çıkıyor.şeytantan nasıl sakılınır. tabi ki onun istemediği şeyleri yaparak, tanrıya inanarak. chris ise bir ateistir. evde bulduğu bir haça çok şiddetli tepki gösterecek kadar dine inancı olmayan, kendi ayakları üzerinde duran, varlıklı bir insandır. yeni ergenlik dönemine giren kızı ile birlikte bir erkeğe ihtiyaç duymayacak kadar da, dik kafalı bir kadındır. keza şaytanın barınması için bundan güzel bir mekan olamazdı. regan'ın vucutuna, şeytan ilk yerleştiği zamandan itibaren chris modern tıpın bütün gereklerini yerine gitiriyor. en sonunda ise toplanan doktorlar ordusu regan'ın sinir hastası olduğu sonucuna varıyor. bu onların tıpbi açıklaması. lakin onlara göre bu kesin bir sonuç. chris ise bunun taraftarı değil. doktorlara göre bir çare daha var. o da kızın içerisine kötü bir ruhun girmesi. bununda tek çözümü bir şeytan çıkarma merasimi düzenlemek. aslında bunu söyleyen doktorun alaycı tavrı da aslında bu yönteme pek inandıklarından değil, sadece bir çözüm olmarak söylenmesinden ileri geliyor... chris buna kızımı büyücülere teslim etmem diye karşı çıkıyor. chris'in tanrı tanımazlığı üzerine basılarak vurgulanıyor. chris'in başvurduğu peder karras'da bir bilimadamı olarak buna karşı. zaten inançlarını sorguladığı bir dönemde bunların orta çağ inanışı olarak görüyor. peder merrin ise filmde bir ruhani lider konumunda ve şeytanın asıl derdide merrin'den rövanşı almak.

    film chris ve regan'ın bir kiliseye giderek dua etmesi ile bitmiyor belki, lakin sonunda ki kısa finali aslında chris'in de regan'ın da dine döndüklerin abaca yola geldiklerin en büyük göstergesi oluyor. peder karras'in yakın arkadaşı olan peder dyer'in chris'i yolcu etmeye geldiği sırada regan'ın pedere bakarak ve gözünün pederin yakalığına kayması sonucunda pedere sarılıp öpmesi asi ve şımarık regan'ın yola geldiğinin en büyük göstergesi olarak duruyor. keza ateist ve feminist bir kişilik sergileyen chris'de bu olaylar sonrasında değişdiği muhakkak. eline verinen ve peder karras'dan düşen kolyeyi inceliyor ve üzerinde ki meryem ana ve isa tasvirlerini görüyor. önceki chris'in yapması gereken hareket bunu atmak olurdu ama buna sahip çıkıyor. artık daha ilgili anne olacağınında ilk ipuçlarını alıyoruz.

    filmde bilimsel yöntemler tiksintirici bir tat ile verilmiş. ama o ünlü şeytan çıkarma sahnesinde ise acılı bir huzur bulmak mümkün. regan'ın bir röntgen için uzantığı masanın üzerinde boğazından kan alınması ve çektiği acılar bütün açıklığı ile gösteriliyor. bu sahneler seyirci de bir tiksinme duygusu yaratıyor. peder merrin'in vaazları ise seyirciye dinginlik katıyor. sonunda şeytan o bedenden gider ama hala yaşamaktadır. alt edilmemiştir ve hala bir tehlikedir. kenine yeni inançsız evler ve insanlar aramaktadır. üstelik peder merrin'de ölmüştür, ona karşı daha da dikkatli olmamız gerekmekdedir.yönetmen william friedkin ise filmin bu tutuculuğu ile hiç ilgilenmediği söyler. onun asıl ilgilendiği şey filmin kusursuz bir korku filmi olmasıdır. bunu sağlamak için friedkin setti adeta bir korku parkına çevirir. oyuncuların arkasından silah sıkarak onların tedirgin olmasını sağlamış. çoğu sahnenin geçtiği regan'in odasını ise 4 soğutucu ile soğutmuş. eski derecenin altındaki oda da oyuncuların ağızlarından dumanların çıkması sağlanmış. artık oyuncuların nasıl bir eziyet çekdiği siz düşünün. ayrıca regan'ın annesine vurduğu ve annesinn yere düşdüğü sahnede ise ellen burstyn sırtından bir ip ile bağlanmış ve friedkin'in talimatı ile geri doğru çekilmiş. bu sahnede gerçekten sırtını incilten burstyn'ın yüzünde o acı hissini çekmeyi de başarmış. hiç kuşkusuz friedkin filmi sapkınlık derecesinde sahiplenmesi ve sette gösterdiği tavır, filmi çok daha etkili kılmaya yardımcı olmuş.

    the exorcist kendinden sonra bir çok filme kaynaklık etmeyi de sürdürdü. 1977 yılında the exorcis ii: the heretic çekildi. film beğenilmedi, filmde bütün öykü ise peder merrin'in karşılaştığı pazuzu şeytanı üzerine kurulmuştu. 1990 yılında ise william peter blatty kendi yazdığı ve yönettiği the exorcist iii'ü çekti. film ikincisinden başarılı olsa da, ilk filmin gölgesinde kaldı. üzerine bir çok parodi yapıldı. 2005 yılında ise the exorcism of emily rose çekildi. film başka bir şeytan çıkarma olayını konu alsa da, filme kaynaklık eden olayın the exorcist ile bağımlı olduğunu da unutmamak gerek. the exorcist, çoğu dünya sinemasını etkilediği gibi bizim de sinemamızı etkiledi. 1974 yılında metin erksan tarafından sinemamıza uyarlandı. film londra'da gösterildiği sıralarda yeniden çevrimler konusunda bir öncü olan hulki saner, metin erksan'dan londra'ya giderek filmi görmesini ve bir senaryo yazmasını ister. erksan, filmi izler ama döndüğünde bunu sinemaya uyarlamayı istemez. daha sonra ise saner'inde istediği üzerine senaryoyu yazar ve filmi çeker. peder'in yerini imam, kutsal suyun yerini ise zemzem suyu alır. tabi ki kültür farklarından filmin ülkemize uyarlamak zordur, görsel efektler çok kötüdür ama film yoğun ilgi görür. türk sineması için ise bir korku öğesi olarak yerini korur. yakın zamanda ise karikatürist ahmet yılmaz filmin bir parodisi yapar. fimde ki güzel ayrıntıları, yakalamayı başarır.the exorcist'in üzerinden yıllar geçsede etkisini hiç yitirmeyen bir başyapıt olmayı sürdürüyor. korku sinemasında gelişen efektlerle yaratılan korkular hala onunla boy ölçüşemiyor. sinemalarda gösterildiği yıllarda çoğu insanın filmi yarıda bıraktığı, özellikle filmi ortaya attığı yaşamın tersini yaşayanlar tarafından daha da dehşetle karşılandığını da söyleyelim.

    gerek film boyunca yaratılan atmosfer, gerek oyuncuların üstün eforu filmi unutulmaz kılan diğer unsurlar. filmde az müzik kullanılmasına rağmen, chris'in georgetown sokaklarında yürüken çalan müzik de unutulmaz bir tada sahip. keza filmde ki savaşı çok güzel yansıtan peder merrin'in regan'in evinin kapısında durduğu sahne ve bunun filmin afişi olması unutlmaz bir film afişinin ortya çıkmasını sağlıyor... the exorcist, öncelikle korku filmi tutkunları için ulaşılmaz bir başyapıt olarak duruyor. sinema severler içinse her zaman el altında tutulması gereken bir film.
  • sürekli eksik gedik kıl tüy arayan -bi tanıdığım da alien daki yaratığın ağzından fışkırttığı asitli sıvı heryeri eritirken neden kendi ağzını eritmiyo abi ne kadar saçma! diyerek beni yarmıştı- bunu bi zeka parıltısı sayan ve sinemadan, korku janrından zerre çakozlamayan insanların sıkça bok attığı 73 yapımı klasik.
  • hem orjinali hem de director's cut versiyonunun evde izlenmesi gerektigine inandigim film. zira sinema salonundaki komik insanlar, seytan cikarirken rahibin soyledigi her sozun ardindan "amin" diyerek filmi ciddiyetle izleyenlerin sunnet mevludunde olduklarini dusunmelerine neden olmuslardir.
  • ilk kez 17 agustos 1999 da izlediğim film. filmden etkilenmem, gece üç gibi eve gelmem, daha uykuya dalmadan yatağın hayvan gibi sallanması, aklımdan geçen düşünceler, filme giden flashbackler... unutulur gibi değildi. deprem kelimesini duyunca önce kendi adıma sevinmiş, depremin merkezini öğreninceyse aklımda film falan kalmamış, dehşete düşmüştüm. bu filmi izlemek için en talihsiz zamandı herhalde.
    ilkokul 2 de hangi sapık arkadaşım tarafından alındığını hatırlamadığım, videoda izlediğimiz "cadıların gecesi" filmiyle psikolojisi tamamen bozulan ve korku filmi izlememeye yeminler etmiş ve yeminini yıllar sonra bu filmle bozan birine yapılır mıydı bu?

    apar topar evden çıkış, sonrasında ardarda gelen ölüm haberleri. hala adını duyunca bir garip olurum egzorsistin.
  • scary movie gibi korku filmleriyle dalga geçerek prim yapan filmleri izleyenlerin ve the exorcisti de öyle görenlerin filmin gerçek havasını asla hissedemeyeceğini düşündüğüm film. tüm zamanların en iyi korku filmi sıralamasında ilk sıraları hak eden bir filmdir. yeni sahnelerin eklenmesi her zaman bir film için kötüdür, lakin şu merdiven sahnesi de sahneydi, ırakta çekilen sahneler de gayet güzeldi. filmin çekildiği tarihe de dikkat etmek lazım filmi eleştirirken -78 noeliydi galiba- o zamana göre bence çok kalite bir film yapmış freidkin* abim. ama kızın haçla masturbasyon yapmasını gösterip de 'eheh bak bak napıyo' diyenlere acırım sadece...
  • evde bir arkadaşla gerile gerile dvd'den izledikten bir kaç ay sonra director's cut versiyonunu sinemada izlemeye gittiğim, daha da çok gerilip korkacağımı düşünürken etraftaki dingil sürüsünün kahkahaları yüzünden filmden bi bok anlayamadığım şaheser.. o kişilerden birkaçını koltuğa bağlayıp hava karardıktan sabahın ilk ışıklarına kadar tek başlarına exorcist'i izletmek gerek bakalım gülüyolar mı..
  • sanırım 10-12 yaşlarındaydım. yer yozgat. mevsim kış. annem babam akşamüzeri gitti, gece gelecekler. evde tek başımayım. belki 12 değil 18 yaşında olsam yapacak başka şeyler de bulurdum ama o zamanlar elimden başka bir şey gelmiyordu. belki meşhur parlament sinema gecesi falandı belki de kaderin bir oyunu. bilmiyorum. hiçbir zamanda öğrenemeyeceğim. evet ona denk geldim ve izlemeye başladım. exorcist..!
    umut sarıkaya’nın 16. yy rönesans tablolarını bile kıskandıran ölümsüz eseri “sobalı ev” karikaründeki gibi bir evimiz vardı. filmin başında somyada oturuyordum. somya pencereye yakındı. sonra bahçedeki ağaçların arasında dolaşan bir şeyleri fark etmem uzun sürmedi. kenara kaykıldım. bu seferde somyanın altından uzanacak bir elin ayağımı yakalayacağını düşünerek salonun ortasındaki halının da tam ortasına oturdum. hem her yere hakimdim hem de somyanın altını görebiliyordum. bir süre sonra annemin çok güzel yaptığı benimse içmeyi çok sevdiğim kayısı hoşafı etkisi göstermiş çişim gelmişti. o son kaseyi içmeyecektim..
    çok fena tuvaletim gelmişti ve tuvalet karanlık koridorun sonundaydı. artık tutamıyordum gitmek zorundaydım. dikkatlice yerimden kalktım ve koridora doğru baktım. ışığı yakmam lazımdı ama lanet olası düğme evin dış kapısının yanında yani koridorun diğer ucundaydı. koşarak geçmem gereken düşmanlar ve tuzaklarla dolu 3 metre vardı. bir an geri dönüyor gibi yapıp koşarak gittim ve ışığı yaktım. nasıl stres yaptıysam az daha işeyecektim. tuvaletin kapısını birden bire açtım ve içeri ışık düştü. herhangi bir anormallik yoktu. tuvaletin ışığını yaktım ve içeri girdim. işimi halletmeye başladım ama tedirgindim. sonra birden bir titreme geldi. bilimsel açıklaması; sıcak sıvı dışarı çıkınca vücut ısım düşmüştü ama bana kalırsa göt korkusuydu. titremeyle elimden kaçırdım. evet gitmişti ve durdurulamazdı. ben bulup tekrar çıkartıp düzeltinceye kadar paçalarımdan ılık ılık akmaya başladı. dürüst olmak gerekirse hoşumada gitmedi değil. güzel bir his. neyse buldum çıkardım ama çoktan bitmişti. ne bok yiyecem diye düşünürken bu halde buradan çıkamam. üstümü değiştirmem lazım diye düşündüm. pantolonumu ve çamaşırımı çıkardım. götüm açık halde tuvaletten çıktım. şimdi boku yemiştim. koridorun ışığı nasıl kapanacak? üstelik götüm de açıkta kaldı, çok savunmasızdım. duvara sırtımı verdim. ışığı kapadım. duvara sırtımı vere vere salona kadar geldim. temiz kıyafetler alma gidecek cesaretim ve gücüm kalmamıştı.
    tuvalet operasyonu domuzlar körfezinden bile daha büyük bir fiyaskoyla sonuçlanmıştı. ailem geldiğinde götüm açık halde salonun ortasında oturuyordum. gelde açıkla. exorcit deyince o kızın kafasının geri dönmesi ve götümün açıkta kalması aklıma geliyor. aha tüylerim diken diken oldu yemin ediyorum. lanet olsun bazı filmlere.
  • film hakkında bilinmeyenleri korkucu.com'dan burçin yapıcı yazmış:

    kaynak: http://korkucu.com/…t-filmi-hakkinda-bilinmeyenler/

    exorcist filmi hakkında bilinmeyenler:

    • the exorcist filmi william peter blatty’nin aynı adlı romanından uyarlanmıştır. yazar georgetown üniversitesi’nde öğrenciyken okuduğu bir makaleden etkilenerek bu kitabı yazmıştır. kitap roland doe takma isimli bir çocuğun başından geçenlere dayanmaktadır. blatty aynı zamanda filmin senaryosuna da imza atmıştır.

    • blatty, chris mcneil karakterini oluştururken komşusu shirley maclaine’den esinlenmiştir. daha sonra filmde bu karakteri canlandırması için maclaine’e teklif sunulmuş ancak kabul etmemiştir.

    • chris mcneil karakteri için düşünülen diğer isimler ise audrey hepburn ve jane fonda’dır. ancak her ikisi de teklifi kabul etmeyince rol ellen burstyn’e verilir.

    • regan rolü için yaklaşık beş yüz çocuk oyuncuyla görüşülmüştür. içlerinde en öne çıkan isim ise dönemin popüler oyuncusu denise nickerson’dur. ancak genç oyuncunun ailesi senaryoyu okuduktan sonra kızlarının filmde yer almasını kabul etmez.

    • peder merrin rolü için ilk düşünülen isim usta oyuncu marlon brando’dur. ancak yönetmen friedkin, brando’nun şöhretinin filmin önüne geçeceğini düşündüğü için stüdyonun bu talebini geri çevirir ve sonuç olarak max von sydow’da karar kılınır.

    • peder damien karras rolü için de bir çok farklı ismin adı geçiyordu. stüdyonun üzerinde durduğu isim jack nicholson iken peter blatty, stacy keach’in rolü almasını istiyordu. ancak yönetmen friedkin iki ismi de redderek rolü jason miller’a verdi.

    • romanın filme adaptasyonu esnasında stüdyo william p. blatty’e farklı yönetmen isimleri sundu. bunların arasında arthur penn, peter bogdonovich, mike nichols ve stanley kubrick de vardı. hatta stüdyo filmi mark rydell’a verdiğini açıkladı ancak blatty buna kesin bir dille karşı çıktı. onun istediği isim “the french connection” filminin yönetmeni william friedkin’di. yönetmenin güçlü anlatım dilinden etkilenen blatty’e göre onun hikayesini en iyi yansıtacak isim oydu ve sonuçta bu talebini stüdyoya kabul ettirdi.

    • linda blair’in şeytan tarafından ele geçirildiği sahnelerin seslendirmesi mercedes mccambridge tarafından gerçekleştirilmiştir. sanatçı performansına hazırlanırken sesinin daha korkutucu çıkması için kendine sigara, çiğ yumurta ve viskiden oluşan bir diyet uygular. büyük katkılarına rağmen stüdyo mccambridge’in adını kadroya dahil etmez ve mahkemelik olurlar. isminin kadroya dahil edilmesiyle sorun çözülür.

    • the exorcist, oscar’a aday gösterilen ilk korku filmidir. on dalda oscar’a aday gösterilen film “en iyi uyarlama senaryo” ve “en iyi ses kurgusu” ödüllerini kazanır.

    • filmin yapım aşamasında en çok özenilen konuların başında ses efektleri geliyordu. regan’ın şeytani çığlıklarının kaynağı mezbahanede kesilen domuzların sesiyken, meşhur boyun çevirme sahnesinde duyulan o çatırtılar ise eski bir cüzdan ve kredi kartlarının bükülmelerinden başka bir şey değil. regan’ın, peder karras’ı baştan aşağı kusmuğa buladığı sahnede çıkardığı tiz ses için ise stüdyodaki kanepede her şeyden habersiz yüzüstü yatarak uyuyan müzik yapımcısı jack nitzche’nin kız arkadaşı kurban seçilmiş. uyuyan kadının yakınlarına bir mikrofon yerleştirilmiş ve erkek arkadaşı jack koşarak iki dizinin üzerinde sırtına atlamış. o anda korku ve şokla çıkan çığlık da kaydedilerek kusma sahnesinde kullanılmış.

    • plastik makyaj uzmanı dick smith, regan karakteri için bir çok yüz denemiştir. onun niyeti daha şeytani, çirkin bir surat yaratmakmış ancak friedkin bunu kesinlikle reddetmiş.

    • bu makyaj denemelerinden biri de ilk olarak peder karras’ın rüyasında gördüğümüz white-face demon’dır. başlangıçta bu tasarımın filmde kullanılması düşünülmüyordu. ancak yönetmenin hoşuna gidince kullanılmasına karar verildi. white-face demon olarak karşımıza çıkan isim ise aynı zamanda linda blair’ın dublörü olan eileen dietz’dir.

    • filmin en mide bulandırıcı anı olarak hafızalara yer eden kusma sahnesinde bezelye çorbası kullanılmıştır. regan’ın üzerine kusacağından bi haber olan jason miller’ın yüz ifadesi ise tamamen gerçek bir tepkidir.

    • filmin en ikonik sahnesi olan ve şuanda dvd/bluray kapaklarını süsleyen peder merrin’in sokak lambasının önünde durup macneil evini izlediği sahne ise ressam rene magritte’nin empire of light (1954) tablosundan esinlenerek kurgulanmıştır.

    • final sahnesinde peder karras’ın düşerek hayatını kaybettiği sahne için set ekibi cama ekstra bir kanat takmak zorunda kalmıştır. çünkü orijinal yapıda camdan fırlatılan bir kişinin merdivenlerin dibine düşmesi mümkün değildir. (aradaki mesafe 12 metre kadardır.)

    • peder karras’ın düştüğü merdivenler daha sonradan turist akınına uğramıştır. bugün bile ziyaretçi alan yer “the exorcist steps” olarak anılır.

    • çekimler esnasında yaşanan aksilikler ve kazalar yüzünden filmin lanetli olduğu dedikodusu yayılınca friedkin ve blatty çareyi seti tüm çalışanlarıyla birlikte düzenli olarak kutsatmakta bulur.

    • new york metrosunda peder karras’tan yardım dileyen kişi 14. cadde’deki barlardan birinden rastgele seçilmiş ve filmde oynatılmıştır. ilerleyen zamanda sahne kaydı için adama tekrar ihtiyaç duyulunca ekip barları dolaşıp aramaya başlar. nihayet bulunduğunda ise adam filmde oynadığına dair hiçbir şey hatırlamamaktadır. çünkü çekimlerde tamamen sarhoştur.

    • peder karras’ın annesini bellevue hastanesi’nde ziyaret ettiği sahnede kameralara yansıyan kadınlar gerçek akıl hastalarıdır. friedkin bu sahneyi gizli kamera ile kayda almıştır.

    • regan’ın hastane sahnelerinde x-ray teknikeri rolünde gördüğümüz paul bateson gerçek hayatında bir seri cinayet zanlısıdır. 1979’da film eleştirmeni addison verrill cinayetinden tutuklanmıştır ve “the bag murders” olarak da bilinen altı erkeğin cinayetinden de onun sorumlu olduğu düşünülmektedir.

    • çekimlerin ilk gününde usta oyuncu max von sydow (father merrin) linda blair ile karşılıklı çekilen sahnelerde kullanılan küfürlü diyaloglardan o kadar rahatsız olur ki kendi repliklerini unutur.

    • filmin son sahnesinde peder dyer, macneil evinin önüne toplanan kalabalığı yararak koşar ve yakın arkadaşı damien karras’ı yerde kanlar içinde yatarken görür. arkadaşına günah çıkarttıran peder gözyaşlarını tutamaz. işte bu hüzünlü sahnenin gerçekçi olması için yönetmen friedkin oldukça sıra dışı bir yola başvurmuş. çekimden hemen önce oyuncunun yüzüne sert bir tokat atmış ve “action” diyerek çekime başlamıştır. neye uğradığını şaşıran oyuncu bu da yetmezmiş gibi arkasında patlayan tabanca sesiyle iyice şaşırır ve o muazzam veda sahnesi böylece çekilir.

    • joseph dyer karakterini canlandıran peder william o’malley gerçek hayatında da bir katolik rahibidir ve filmin bir kısmının da geçtiği fordham üniversitesi’nde halen derslere girmektedir.

    • damien karras rolünü başarıyla sergileyen merhum oyuncu jason miller gerçekten de dini eğitim almıştır. amerikan üniversitesi’nde okuyan miller okulun üçüncü yılında inancını kaybettiği gerekçesiyle eğitimini yarıda bırakmıştır.

    • max von sydow, father merrin rolünü canlandırdığında sadece 43 yaşındadır. makyaj teknikleri ile yaşlandırılmış ve 79 yaşındaki tecrübeli katolik rahibine dönüşmüştür.

    • filmin açılış sahnesinde peder merrin, kuzey ırak’ta bir araştırma gezisindedir. sahnenin çekildiği dönemde ırak ve a.b.d. hükümetleri arasında diplomatik ilişkiler olmadığı için bu sahne için izin alınamaz. bu sebeple ekibe bir ingiliz vatandaşı alınır ve ırak ile mütabakata başlanır. hükümet çekimler için gereken izni verir ancak üç şartları vardır:
    1- friedkin & co. ıraklı sinemacılara film teknikleri konusunda eğitim verecektir.
    2- filmlerde kullanılan kan efektinin nasıl yapıldığını öğreteceklerdir.
    3- friedkin’in oskarlı filmi the french connection’ın bir kopyasını bağışlayacaklardı.

    • regan’ı ele geçiren şeytan pazuzu’nun ismi filmde hiç geçmemektedir. ancak açılış sahnesinde heykelini görürüz.

    • filmin ilk fragmanı fazla korkutucu olduğu gerekçesiyle bazı sinema salonlarınca yayınlanmamıştır.

    • film gösterime girdikten sonra linda blair’e, satan olduğuna inanan bir takım gruplar tarafından ölüm tehditleri gelmiştir. bunun üzerine warner bros genç oyuncuya altı ay boyunca kişisel koruma vermek zorunda kalmıştır.
hesabın var mı? giriş yap