• güzeldi. büyük ustaları bir arada seyretmek bile yeterdi. teknik olarak yaşlandırmalar film başında biraz kafa karıştırdı, ha bu genç haliymiş falan olduk tabi ama olsun.

    crazy joe doğumgününde russel'ın yakasındaki rozetle dalga geçince de niro'nun kapıları kapatıp joe pesci'nin herifi bir güzel pataklamasından sonra birlikte paket yapıp arabanın bagajına atmaları gerekiyordu. belki sonra russel'ın anasını ziyaret edip bıçak ödünç alırlardı. ama bu sefer içerisi kalabalıktı olmadı. (bkz: goodfellas)
  • vay babayın kemiğine, scorsese'nin şu kadro ve hikaye için para bulmakta zorlandığı dünya bize ne yapmaz? ister jübile diyin, ister ''kahramanlara'' bir meydan okuma fakat çok güzel bir filmdi be. renkleri, mekanları, çekimleri, akışı hepsi çok güzeldi. oyunculukları beğenmeyenlere zaten cem yılmaz gibi ''yok ben çay söylerim, sen geç içeri geç'' demek lazım.

    al paçinyo gül paçinyo o kadar büyük oynuyor ki deyyus her rolünü, sanki çok bi şey yapmıyormuş gibi geliyor insana. esas büyük olan da bu bence.

    de niro verdi gerilimi, verdi sıkıntıyı. malum şeyi yapmadan önceki 5 dakikayı geri alıp bir daha izledim. insan değil herif.

    pesci: zaten mafya üyesiymiş de ara sıra hayatını kameraya alıyolar sanki pezevengin.

    harvey keitel: az gözüküyor, öz gözüküyor. duruşu bile rahatsız edici herifin.

    bu adamlar ölünce kim mafya filminde oynayacak olm lan, kılışdaroğlu mu?

    bazılarımız sıkılmış filmden, gereksiz uzun bulmuş. olabilir, ben bitiyor diye üzüldüm lan son 10 dakikada. zaten bu film/dizi olayları üzerinden tartışmayı hiç anlamıyorum (seinfeld hariç hjsahjsa). üç farklı zaman diliminde geçince makyajlar biraz zorlama olmuş evet. vücutların yaşlı olduğu belli yani artık bazı sahnelerde. eee olacak o kadar olm hayret bi şey yaa, sus itiraz etme.

    son olarak

    spoiler ---

    bir sürü epik sahne vardı bence filmde ama bi tanesi başkaydı yav. hemşirenin jimmy hoffa 'yı tanımadığı sahne. amerika tarihini değiştiren olayların göbeğinde olmuş, başkan'ın kardeşi olan adalet bakanıyla yıllarca kapışmış (ki herif bir kennedy), başkanı olduğu sendikanın parası için onlarca adam öldürülmüş, zamanın en büyük adamlarından biri. yeni nesil bilmiyordu ama işte, eski bir fotoğraftaki yaşlı bir adamdı sadece.

    babam enteresan adamdı rahmetli, montgomery clift'i yeterince sevmiyorum diye trip atardı lan bana tövbe tövbe. bu marvel filmleriyle büyüyen nesil de ilerde irishman afişine bakıp, hımm diyip geçecek işte o hemşire gibi. çok üzüldüm la o sahnede, neyse işte öyle.

    --- spoiler ---
  • 3.5 saatlik başyapıt.
  • the irishman, büyük bir yönetmenin, büyük oyuncularla sinemaya görkemli vedası bir bakıma. başta amerikan sineması olmak üzere, tüm dünyaya etki eden, kendinden sonraki tüm kuşakları tartışmasız şekilde etkileyen bir yönetmen ve oyuncular… 3.5 saatlik bir destan.

    hepsinin uzun uzun ömürleri olsun, bundan sonra yüzlerce film daha çeksinler ama bir daha böyle bir jübile şanları olmayacak, orası aşikar. peki sinemaya gönülden bağlı, 2 film birdenli, tahta sandalyeli, huzur gazozlu sinema salonlarında film izleme serüvenine koşan bizler, bu filmi elimiz böğrümüzde sevgili yolu gözler gibi gözleyen bizler sırf yönetmen ve oyuncuların hatırına mı beğendik bu filmi? yanıtı basit; karşımızda çok büyük bir film var. her karesi, her sahnesi, her anı, her sözcüğü, her mekanı eşsiz. hikayesinin koca amerikan tarihini arka plan yapan o büyük, gösterişli, riskli ama yine de kendini izah etmekten çekinmeyen o büyük hikayesinin neresini övsem bilemiyorum. evet, duygusal biraz yaklaşımım, ön yargım olumlu (oksimoron) ama sinemanın tanrılarına böylesine büyük, görkemli bir vedaya imkan tanıyan herkesin gözlerinden öperim kendi adıma. çocukluğumun, gençliğimin tüm maceralarına kitaplarla, zamanın tommiks , teksas’larıyla sinen sinema duygumun köklerini, izleme serüvenlerimin zorlu hazzını bana yeniden hatırlatan bir film the ırishman.

    bazı şeyleri, bazı insanların anlaması çok zordur. filmle ilgili birkaç entrye bakma gafletinde bulunup, yeni çağın klasik ‘her şeyden sınırsız bir özgüvenle anlayıp, her şeyi kendi anlama, anlamlandırma becerisinden teşekkül idrağıyla sınırsızca öven ve yeren, anlamadığı, anlamlandıramadığı şeylere fütursuzca saldırıp, kendi beğenilerini ve yergilerini her şeyin üstünde tutan’ bir neslin yaklaşımını görünce bazı şeyleri anlatma gayretinin ne kadar yararsız olduğunu bir kez daha anladım. bu filmi iki, üç gangsterin rüzgarlı macerası olarak göreninden, hiçbir şey anlatmadığını savunanından, ‘’eee bu filmin ana fikri ne’ diyenine kadar ana babalarının yeterince beslemeyip ortamlara saldığı nur topu gibi bir zevat. bu filmle ilgili okuma falan yapmayacağım, filmin analizini yazmayacağım ama hani sırf sinemaya ve şu adamlara olan saygımdan en azından bu filmi ve martin scorsese külliyatını çok kısa, bir paragraf anlatacağım size.

    martin scorsese hemen tüm filmlerinde amerikan tarihi ve onun travmalarından doğan kahramanların hikayeleriyle ilgilendi. ama onu diğer yönetmenlerden ayıran en önemli özelliği filmlerini klasik tarih usçuluğuyla anlatmamış olması. biyografi, otobiyografi ya da vuku bulmuş (11 eylül, vietnam gibi) büyük bir tarihsel olayın kendisini anlatmaktan ziyade o olayın yarattığı, etki ettiği, insanların, durumların hikayelerin anlattı hep. yani tarihi, kendi sinema anlayışının etkileriyle yorumladı hep. örneğin oscar aslanı, akademin uslu çocuğu spielberg keranecisi gibi istenen ve beklenen tarihi anlatmadı hiçbir zaman. taxi driver’dan, goodfellas’a, casino’dan, new york new york, gans of new york’a kadar birçok filminde şehir merkezli amerikan insanın tarihin arka odalarına kırıntı gibi yağan, görünmeyen ağırlıkları üstüne düşündü hep. bu filminde de koskoca amerikan tarihinin büyük figürlerinin mafya, yer altı örgütleri, siyasetçiler, tröstler ve legal, illegal bilumum (kurmaca taraflar, yorumlamalar da dahil) yapılanmanın tarihsel hafızasını yokluyor. ve bunu merkezine aldığı sıradan bir adamın tarihin dönüm noktalarındaki etkisiyle adeta (anlayanların elbette) beynimize kazıyor.

    tüm devletlerin bilen tarihleri dışında gayri resmi bir tarihler var. yazılmamış, yazılamamış, sözlü anlaşmalarla, yer altı pazarlıklarıyla, derin devletin kirli, çürük bilinciyle, tetikçilerin, mafyanın, sözde vatan, millet sevdalılarının devletin bekası için gönüllü, ama elbette pastadan pay bekleyen iştirakleriyle yazılan kanlı, kirli, çürük bir tarih. bunu bilmek için anştaynnn olmaya gerek yok. scorsese bu sıradan, sert, kirli adamların küçük tarihlerine bakarken aslında ülkenin nasıl kurulduğuna, kurumların, toplumun, yapının nasıl işlediğine de göz gezdiriyor ve anlamak isteyene alternatif oluşturabilecek kanlı ve acımasız tarihin esaslarını gösteriyor. kısacası amerika denen rüyalar ülkesinin üstüne kurulduğu kanlı tarihin arka planını didik didik ediyor filmlerinde ve özellikle the ırishman’de. filmin ve yönetmenin derdini anlatabildiğimi düşünerek filmi övmelere doyamadığım entryme devam etmek istiyorum.

    de niro ve pacino sanırım tüm kuşaklar için bir kıyaslama unsurudur. ikisinin de neredeyse 60’lı yıllara dayanan sinema serüveninde, sinemaya borcunu ihtişam ve benzersizlikle pekiştirerek ödeyen bir sürü abidesi var. ben sanırım oyunculuk enerjilerinden ve filmlerinin üzerimdeki etkisi yüzünden bir tık öne koyabilirim de niro’yu. ama hani kıl payı bir tık. hep söylüyorum, puanlamalardan, yıldızlardan, sıraya sokan değerlendirme sistemlerinden hiç hoşlanmıyorum ama bu iki adamın bendeki yerleri en fazla bir puan oynar. e yanlarına pesci, keitel gibi kuşakdaşlarını da almışlar. ha insan açgözlü, doyumsuz ya hani; ‘ulen dustin hoffman’da şu filmde 2 dakika bile görünse nasıl olurdu’ diye iç geçirmedim değil hani. hatta biraz ileriye götürüp, ‘aga gene hackmen’de olaydı keşke.’ falan de dedim utanmadan. ama nihayetinde mahşerin atlıları, sinema perdesini değilse de, evdeki tvyi ele geçiren bu eşsiz, unutulmaz geçit törenleriyle, saf, hakikatli, kökenlerin sadık ama çağdaşlığını bir an yitirmeyen, enerjisini, risk faktörünü, hikaye anlatma konusundaki büyüklüğünü ve ustalığını bizden esirgemeyen bir vedaya imza atıllar. ben kendi adıma hepsine teşekkür ederim.

    kısacası çok büyük bir iş the ırishman. her şeyden önce sinemaya, sinemayla bir saygı duruşu. scorsese’nin marvel zırvalıklarına açtığı savaşını, bir makaleyle izah etmeye çalıştığı tüm düşüncelerini perdeye, eksiksiz bir şekilde yansıdığı saf sinemaya ait bir başyapıt. benim gibi sinemaya üstüne düşünen, yazan, ona her şeyden çok inanıp, değer atfeden insanlar için de benzersiz bir hediye. sinema üstüne unuttuğumuz tüm esasları, sorumluluk duygusuyla bize hatırlatan (geleneğe bağlılığıyla değilse de) geçmişin abidelerine uzan yolun gelecekte nasıl kurulabileceğini hatırlatma misyonu edinen eşsiz bir miras. bağrınıza basın.
  • scarface olsun serpico olsun her filmine ayrı hayranlık beslediğim al pacino ve yaveri de niro abimizin son derece hoş konuşmalarını bile ilgiyle takip ettiğim yeni filmi izleyin izlettirin
  • (bkz: açmayın dedeler)
    (bkz: ihtiyarlar heyeti)
    (bkz: bitir artık hoca)

    beğenmediğim filmdir. filmin 2. saatine geldiğinizde ulan 2 saattir izliyorum bari dişimi sıkayım da bitireyim dediğim mafya filmi ama içinde hep dedeler var. eşkiya mı bu mu bence eşkiya.
  • çok büyük beklentiyle izlemeye başladığımdan mıdır nedir ben burdaki çoğunluğun aldığı kadar zevk alamadım maalesef filmden. bu isimleri birarada görmek keyifliydi sadece benim için o kadar. ben de bu filmi sizin kadar sevebilmek istemiştim ama olmadı.
  • zaman içerisinde kült olacak bir filmdir.
    gereksiz olduğu düşünülen bazı sahne ve diyalogların anlaşılmak için vakte ihtiyacı var.
  • robert de niro’nun çarpık çarpık yürümesine ve bakkalın elini ezdiği sahnenin saçmalığı yüzünden kapattığım film.
  • önümüzdeki hafta yapacağım 4,5 saatlik tren yolculuğunda izlemeyi planladığım filmdir. merak ediyorum baya.
hesabın var mı? giriş yap