• ilk versiyonunda alfred hitchcock'un görünmediği filmdir.
  • 934 tarihli versiyonuna tahammül edebilmek zor. üstattır, alfred'dir, hiç kokmazdır, dönem şartlarıdır filan falan ama gerçekten başarısız...
  • şaşırtıcı derecede kötü bir alfred hitchcock filmi. james stewart ve doris day bile kurtaramamış. yazık.

    http://www.imdb.com/title/tt0049470/
  • sinema dahisi alfred hitchcock'un en sevmediğim filmlerinden oldu ne yazık ki. halbuki başrolde james stewart yer aldığından ve konusu da yönetmenin diğer filmlerine benzediğinden seveceğimi düşünmüştüm. olmadı, sevemedim, sıkıldım ve kötü buldum. ama kötü mü, tartışılır. bunu uzmanlara bırakıyorum. sadece beğenmediğimi dile getireyim. bir şeyler eksik filmde. hitch'in diğer gerilimlerine de pek benzemiyormuş, filmin özetine kanmamak gerek. kötü karakteri kötü çizilmiş. halbuki hitchcock bizzat kendisi demişti bir filmin kötü karakteri ne kadar sağlam çizilmişse film de o derece iyi olur diye. rear window, to catch a thief, the children's hour gibi kaliteli senaryoların sahibi john michael hayes'tan daha sağlam bir senaryo ve kötü karakterler beklerdim şahsen. resmen kötü karakterler beceriksizce yazılıp çizilmiş ve oynanmışlar. film de çok uzatılmış. hitchcock bu hikayeyi 90 dakikada da anlatabilirdi. 120 dakika boyunca uzattıkça uzatmış. ve diğer filmlerinin aksine seyirciyi şaşırtmıyor bu film. izleyeni şoka uğratacak, vay be dedirtecek sekans sayısı çok az. bu filmde beğendiğim tek bir sekans var (spoiler'da belirttim). onun dışında beni etkileyen sekans olmadı. son kertede dahi yönetmenin en sevmediğim üç filminden birisi oluverdi bu film. bir de ingiltere'de çekilmiş olanını izlemek gerek. belki o film daha iyidir. gerçi tam tersi olduğu, yani hitch ilk filmi beğenmediği için bu versiyonu çekti.

    --- spoiler ---

    filmin sonlarına doğru başlayan konser sekansı çok iyiydi. neyse ki hitchcock en azından bir sekansta dahiliğini konuşturuyor. tamam, bence hitch'in en sağlam sekansları arasında değil ama çok iyi bir sekans. gerilimin ustası bu kez gerilimi epey farklı bir şekilde yansıtıyor perdeye.

    --- spoiler ---
  • 1934 yapımı versiyonunu da izlediğim filmdir. yukarıda ikinci versiyon, yani yeniden çevrimle ilgili görüşlerimi belirttim. ne yazık ki 34 versiyonunu da beğenmedim. hitch'in ilk filmlerinden. henüz hitch gençken kotarmış. ingiltere'de yaşadığı dönemde. o yüzden kötü olması şaşırtıcı değil. gerçi bu filmden beş-altı yıl sonra başyapıtlarını sıralamaya başlayacaktı ya neyse. bu filmle yeniden çevrimi arasında benzerlikler de var, farklar da. mesela burada olayları soruşturan babaya eşi değil bir arkadaşı yardımcı olur (bir süre sonra eşi de devreye girer, ama olayları soruşturan asıl kişi arkadaşıdır). yeniden çevrimde kilisede geçen sekans burada da kilisede geçer. bu sekansla yeniden çevrimdeki sekans arasında benzerliklere rastlamak olası. lakin bu sekans pek komiktir. gerçi sinema daha gençtir, şimdiki aksiyon beklenemez tabi ki. gene de komiktir bu sekans. karakterlerin birbirlerine sandalye fırlatmaları, adamın omzuna vurunca ensesini tutması gibi gariplikler mevcut. bir kaç farklılık ve tabi ki benzerlik mevcut ama yeniden çevrimin tam anlamıyla bu filmin aynısı olduğu söylenemez. hitch bu ilk filmde sevmediği şeyleri değiştirmiş, başarılı bulmadığı sekansları atmış, gerilimi daha da arttırmış, karakterleri daha da önemsemiş senaristi ile birlikte. ama gene de başarılı olduğu söylenemez. bence yeniden çevrim kötüydü. bu filmse daha kötü.

    öncelikle karakterler doğru dürüst tanıtılmaz. ne aileyi tanırız, ne kötü karakterleri, ne de filmin başında ölen karakteri. bu karakterler arasındaki ilişki de netleştirilmez. diğer başarısızlık ise olayların hızlıca gerçekleşmesi. aile gösterilir, kötü karakter sahneye girer, adam öldürülür vs. tüm bunlar hızlıca anlatılır. ölen karakterin anne ile ilişkisinin ne olduğu anlatılmaz mesela. garip sekanslar da var. dişçinin muayenehanesinde kötü karakterin tetikçiye bütün planları tanımadığı birisi orada olmasına rağmen hiç çekinmeden anlatması örneğin. kısacası karakter analizleri başarısız, gerilim pek kötü, olay örgüsü iyi değil. sonuçta 75 dakika olmasına rağmen sıkıcı bir filmdi. hitch'in ilk filmlerinden diye bu kadar eleştirmek de pek doğru gelmedi gerçi.
  • üzülsem mi gülsem mi bilemediğim videodur. "bizzz biliriz, bizzz iyi biliriz" ne ya. bir şeyi de bilme arkadaş. işin uzmanına soralım falan de.
  • ikinci versiyonundaki, ölse de kurtulsak diye derin düşüncelere neden olan, iticiliğin kitabını yazmış, büyümüş de küçülmüş angut velet filmi tek başına mahvedebilecek güce sahip. çaldığı saçma sapan ıslığın kat ettiği mesafe de ayrıca hayret verici. annenin bardak kıran sesi ve piyanonun sesine eklenen üç kat, iki kapılık mesafe de cabası. kaldı ki madem esir bekçisi kadın bu kadar insancıl ve vicdanlı, aç kapıyı bezirgan başı yapsaydı. iş polise gidecekti madem, baştan gitseydi falan filan. bir sürü gereksiz boşluk var. filmin anlatım güzelliği, senaryonun ve veledin dandikliğine kurban gidiyor. yeniden yapılabilecek filmlerden.
  • 1934 versiyonunun blu-ray formatında yeni bir baskısı kasım ayında ingiltere'de network şirketinden çıkacak olan alfred hitchcock filmi. daha evvel network'ten çıkan bir başka hitchcock filmi the lodger'ın bd kalitesinin mükemmel olduğunu düşünürsek bu filmin blu-ray'inin de aynı kalitede olacağını bekleyebiliriz. filmin bd versiyonu bazı avrupa ülkeleri dışında criterion collection aracılığıyla abd'de de çıkmıştı.
  • hitchcockian espri anlayışının belki de en güzel yansıtıldığı hitchcock filmi. muhterem çok espritüel bir kişiliğe sahip olmasına rağmen genellikle bunu filmlerine yansıtmamayı ya da üstü kapalı bir şekilde yansıtmayı tercih ederdi; lakin bu filmde makaraları koyvermiş gibi görünüyor biraz.

    ayrıca filmin ismiyle işaret ettiği kişi başroldeki dr. benjamin mc kenna olmasına rağmen bence "the man who knew too much" tabirini hak eden karakter hank mc kenna isimli ufaklıktır. o nasıl çocuk amk, öyle çok bilmiş çocuk mu olur. utanmasa anasına yazacak piç.
  • izlediğim en kötü hitchcock filmi.

    --- spoiler ---

    arkadaş sen amerika'dan okyanus aşıp allah'ın fas'ına geliyorsun. orada oğlunu kaçırıyorlar. ilk tepkin "ölmek üzere olan esrarengiz adam bana ingiltere mingiltere bi'şeyler geveledi oraya gitmemiz lazım. çocuğu orada buluruz" diyerek ingiltere'ye gitmek oluyor. insan başka şehre bile gitse çocuğu nerede kaybolmuşsa orada arar. icabında yakar o gezegeni. hiç mi düşünmez anne baba ya çocuk fas'taysa ve ya onu elin araplarıyla başbaşa bırakıp gidiyorsak diye? izleyiciyi ekrana kitleyecek motivasyon, filmi gerçekçilikten koparan bu saçma hamle ile yerle bir oluyor.

    sonra şapele gidiyorsun. orada da üçüncü sınıf korku filmlerindeki aptal şişko karakterlerin bile yapmayacağı ahmakça hamleler. sonucunda kafaya tokmağı yiyerek bayılma.

    kadının telefon açmak için dışarı çıkıp 5 dakika sonra döndüğünde şapeli kilitli bulması. polisin gelmesi. "içeri giremeyiz arama izni gerekir, şimdi gitmeliyiz" demesi. kadına da sizi de biyere bırakalım isterseniz demesi karşısında kadının "lan siz dalga mı geçiyorsunuz, kocamı içeri kitlemişler, kesiyolar mı biçiyolar mı belli değil, ne biçim ülke ulan burası" şeklinde dellenmek yerine, "hee beni de albert salonuna götürün madem" demesi. polisin de orası bizim yolumuzun üstünde değil seni taksi durağına atalım demesi ile filme imdb'de şak diye 10 üzerinden 4 puanı yapıştırmam bir oldu.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap