• 70. cannes film festivali'nde en iyi film ödülü olan altın palmiyeyi kazanan, isveçli yönetmen ruben östlund’ın zihin açan son filmi.

    --- spoiler ---

    ruben östlund, öncelikle iğneyi kendine batırarak filmin merkezine, isveç toplumu üzerinden toplumdaki güven duygusunun nasıl zedelendiğini, kaybolduğunu koyuyor.

    filme adını veren kare, herkesin içerisinde eşit haklara sahip olduğu, adeletsizliğin olmadığı, herkesin birbirine yardım ettiği ideal bir toplumu resmeden bir metafor. ancak günümüz toplumları bunun çok ama çok uzağında.

    ana karakter filmin başlarında cüzdanın çalınması ile güven duygusunu kaybeder ve bunun sonucunda başka kişilerin de güven duygularını kaybetmesine neden olacak bir takım eylemlerde bulunur.

    filmin en akılda kalan sekansı, elit ve seçkin konukların bulunduğu ortama vahşi bir hayvan gibi giren adamın olduğu an.

    konuklar, şayet ona bakmazlar ve onunla ilgilenmezlerse kendilerine herhangi bir zarar vermeyeceği şeklinde bilgilendiriliyorlar. ancak inanmaya çabaladıkları güven duygusu, ince bir buz tabakası üzerinde yürümeye benzemekte ve kırılması an meselesidir.

    filmde ruben, güven duygusunun kaybolmasının yanında tüm modern toplumların yüzleştiği göç, yoksulluk, toplumsal sınıflar, eşitsizlik, cinsiyetler arası sorunlar, adaletsizlik gibi problemleri mizah ögeleriyle usta bir şekilde işliyor.

    bir şeyi sanat eseri yapan nedir? sanatta sınırlar var mıdır? varsa bu sınırlar nelerdir ? gibi birtakım düşündüren soruların yanı sıra kadın erkek arasındaki güven kaybına da değiniyor.

    --- spoiler ---

    filmi izlerken geçen sene filmekiminde izlediğim toni erdmann'ı aklıma geldi nedense. konu olarak değil ama ben de bıraktığı etki olarak bir benzerlik kurdum. kafanızda soru işaretlerı oluşturmayı başarabilen filmlerden biri the square.
  • gün itibarıyla başka sinema'da gösterime girmiş olan film.

    umarım ki hafta içi izleyip kendimce yorumlarımı yazacağım.
  • filmde o kadar çok şey var ki neresinden tutup anlatsan bir diğer parçaya hakaret olur. ikinci bölümdeki hikayenin ağır işleyişi izlenme dinamiğini bozsa da, aslında oldukça anlamlı.

    spoiler

    - iskandinavların fazlaca sevdiği brecht'in etkisi, öykünün sonunda adamın dönüşümüne ilişkin ilginç bir ifşa. iskandinavlara bin selam.

    - film postmodern durumu özetler bir sekansla açılıyor. alan ve alandışı olan ile, sergilenen ve sergileme dışı üzerine müzenin web sitesinde yayınlanan sözleri açıklayamayan bir başküratör var... komik. çünkü postmodern durumun gereği bu.
    muhtemelen editör, ilgi çekici ve sıradışı bir anlam yakalamak için, birbirinin zıttı argümanları kullanarak anlambirimcikler oluşturarak kafa karıştırmaya uğraşıyor. aslında kafa karışıklığı da değil. imgeler yardımıyla aynı anda, kısa ve birden çok anlam üretmeye çabalıyor. bize laf salatası gibi geliyor ancak içinden geçtiğimiz dönem bilgiyi böyle üretiyor. ancak başküratörün bunlardan haberi bile yok. belli ki tanınan bir yüz olması sebebiyle bu işin başına getirilmiş.

    - cüzdan ve telefonun peşine düşmesi... meta tutkusunun öykü düzlemine yerleştirilmiş haliydi. nefis bir güzelleme... iletişim yolu olarak da bir fast food dükkanın kullanılması, kapitalizmin can damarlarında dolaşan bir öykünün de yolunu açıyor böylece.

    - çakıllarla oluşturulmuş yığınlar, sandalyelerle örülmüş bir anıt ve yanında devrik duran tek sandalye. başlı başına inanılmaz derece anlamlı.

    "aslında bu salak müzenin söylediği"
    sanat eseri olduğu iddia edilen çakıl yığınlarıyla, sanat olduğu iddia edilen yapıtların günümüzde sabun köpüğü kıvamına geldiğini, üflesen devrilecek, unutulacak, hatta süpürülecek bir yığından ibaret olduğunu söylüyor. elbette yönetmen de bu yeni bağıntılarla dalgasını geçiyor. iyi de ediyor.

    sandalye yığını ve yanında tek devrik sandalyeden de bolca anlam çıkar elbette. görüldüğü üzere son derece ucuz ve ederi değil anlamı yoğurma hedefi güden dadacı algının 2000'lerdeki savruk modellesiydi. onun önünde yapılan aşk-birliktelikler ve erkeğin gücüyle kadının duygusallığı arasına sıkışmış diyalog müthiş bir örüntü sunuyor. yönetmene bayıldım.

    - kendi çocuklarına, sadece sesini yükseltti diye defalarca özür dileyerek af isteyen burjuvazinin ürettiği baba figürü, alt tabakadan hakkını arayan bir çocuğa -merdivenlerde- üstten bakarak şiddet uygulayabiliyor. ancak çocuğun yardım çığlığına dayanamayan vicdan, günah çıkarma güdüsüyle harmanlanmış bir arayışa yöneliyor. güzel bir dönüşüm.

    - kimse birbirine güvenmiyor ve kimse birbirine yardım etmiyor. başkarakter dilenciden yardım isteyecek kadar sesini yalvaran bir tonaja indirebiliyor. birkaç sahne sonra görüyoruz ki o poşetlerle eve dönülmüş ve dilenci gerçekten de onun istediği şeyi yapmış...

    - evinde maymun/goril besleyen hatun. ikili sevişirken son derece kültürlü bir biçimde koltuğuna kurulan evcilleştirilmiş maymun. müze galasındaki yemekte gördüğümüz evcilleştirilemeyen maymun. sevişmedeki duygusuzluk ve makineleşme. adamın kadını hamile bırakma kaygısı ve akabindeki çocuk sevgisi. müthiş örtüşmeler.

    - yemekte, ormandaki vahşi bir hayvanın tepkileri dile getirilerek bir oyun başlatılıyor. gerekli doneler seyircilere/katılımcı oyunculara veriliyor.
    henry thorau, boal gibi adamlardan öğrendiğimiz bişeyler var... burjuvazi ve orta sınıfı; sokak ortasında ve hiç beklemediği güvenliksiz bir alanda, dramatik çatıya katarak ve oyunun içine çekerek, şok estetiği yaratarak içsel bir öğrenme mekanizması sağlanması, görünmez tiyatronun ciddi argümanlarındandır. film, geçmiş yerine; şimdi ve geleceğe kapı açan bir müzeyi merkeze koyarak, zaten her şeyi tersine işletiyor. burada da görünmez tiyatroyu tersine işletmiş. kuralları belli ancak güvenliksiz bir karakterle katılımcıyı başbaşa bırakmış. mükemmel bir oyunculuk performansı ve eşi esir alınmış olmasına rağmen oyundan vazgeçmeyen (ucunda tekinsiz bir tehlike var çünkü) hayatını tehlikeye atmayan ve oyunun içinden bir türlü çekilemeyen koca... ardından tek bir kıvılcımla başlayan ve çığa dönüşen örgütlü bilincin vurgulanması, harikulade.

    filmde ne ararsan var ve her karesi ciddi okumaya açık.

    öykünün merkezine konulan "güvenli kare", güven altındaki benlik, imajı tehdit edildiği an kareyi terk edip kaçan burjuva küratör. oyunun, çerçevesi (yani karesi) bilinen/sınırları bilinen bir alandan dışarı taşıp, aşırı gerçekçiliğe dönüştüğü an, keyif veren zeminden ayrılıp tekinsizliğe sürüklenmesi ve bu nedenle oyunun sonlandığı yerde başlayan şiddet. insanlara güvenirim diyen insanların metalarını tekinsiz yerlerde bırakmak istememesi. gibi gibi sayılacak ve üzerine konuşulacak o kadar şey var ki. birkaç kez daha izleyip filmi deşmek çok zevkli olabilir.

    ellerinize sağlık.

    spoiler falan
  • tam film denemez kendisine. bu yüzden hitap etmediği kişiler çoklukta olacaktır. ama farklı olarak 'fularlı kesimin beğendiği filmler' dediğiniz bir kategori olduğunu ve bu kategorinin size hitap etmediğini düşünüyorsanız eğer, bu kesimle ağır dalga geçildiği için gidip izleyebilirsiniz.

    bence 2017'de yapılan şu ana kadarki en iyi şey. demek ki neymiş demek ki jüri başkanından bağımsız olarak cannes'a güven boşa çıkmamaktadır.
  • postmodern topluma ve sanat çevrelerine çat çut dıkş vuran film. serpilmiş demokrasilerdeki siyaseten doğruculuğa da dokundurmadan edememiş. hatta o kadar çok şeye inceden kafa atmış ki not alarak izleme isteği uyandırıyor. en kabataslak haliyle filmin adını da açıklayacak nokta şu olabilir belki:

    -az spoiler-

    christian, evine gelen çocuk/kendi çocukları ve dilencilerle kurduğu her etkileşimde değişik bir rolde. bir an güveniyor sonra nefret ediyor, bir ara tiksiniyor ardından vicdan yapıyor. doğru olan davranışı bulup aydınlanmıyor sadece koşulların ona dayattığı ölçüde işine geldiği gibi davranıyor ama kendini de sorgulamadan edemiyor nitekim o bir postmodern çağ insanı.

    iki taraf da birbirine karışmaktan korkuyor, ikisi de birbirinin dünyasına girince ötekinin diliyle konuşmayı bilmiyor. christian, bastığı broşürü dağıtacağı apartmana girmeden zenci yardımcısının kıyafetini istiyor çünkü o dünyaya afili takım elbisesiyle adım atması mümkün değil ama buradaki mesele kendisiyle aynı yerde çalışan yani görece aynı habitusün içinde olması gereken ama olamayan zenci yardımcısından istemesi. ya da christian'ın evine gelen çocuk, diğer komşuların kapılarını yumrukluyor, (bir tür şiddet içerikli, medeniliğe aykırı davranış o mahalle için) bildiği dilde konuşuyor.

    -az spoiler-

    herkes bir şekilde içine doğduğu ya da sonradan öğrendiği dili konuşuyor ve onları buluşturacak olan tek alan da o kare. varın bunun mümkün olup olamayacağını siz düşünün deyip bırakıyor yönetmen. hepimiz aynı göğün altında yaşıyoruz ama müthiş bir sürtünme kuvvetiyle. square işte bu ütopik sürtünmesiz alan.
  • ruben östlund'un 2017'de cannes film festivali'nde altın palmiyeyi kazanan filmi.

    ---spoiler---

    filmin hayatın ayrılmaz bir parçası olduğunu göstermiş olan bir dolu film gösterebiliriz. östlund bunu en iyi yapanlardan biri: şaşırıp da birilerine birer rol biçmeye kalktığımızda yanıldığımızı er ya da geç görüyoruz.

    filmde buna en belirgin örnek christian'ın "maymun adama" verdiği rol. o nezih toplumu, yemekte, önce hafiften rahatsız eden maymun adam giderek salonda terör estirmeye başlar ve kendisine işaret edilen noktayı geçer. işin tadını kaçırdığı yer yaptığı işin tadını çıkarmaya başladığı yerdir. laftan anlamayınca darp edilerek (belki de linç) durdurulur.

    açılacak sergiyle ilgili söyleşide salonu dolduranların (figüranlar) hemen hepsi kendilerinden bekleneni yerine getirirler; ancak biri (psikiyatrik bir hastalığı olduğu söylenen bir dinleyici) bilinçaltını konuşturmaya başlar. ve bir türlü durdurulamaz. söyleşinin içine edilmiş olur.

    açılacak serginin tanıtımı ile ilgili olarak, tutulan pazarlama şirketi, kamuoyunda ilgi çekmek için bir tanıtım filmi hazırlar, müze yönetiminden habersiz olarak, kendi bildiğini okuyarak, kamuoyunu şoke eden bir filmi youtube'da yayınlar. sonuç müzenin sanat yönetmeninin (christian'ın) canına okuyacaktır.

    christian bir ara kendisiyle röportaj yapmış bir hanım kızla mercimeği fırına verir. ancak bunun sonuçları düşündüklerinin ötesinde olacaktır. kaldı ki hanım kız (adı anne) christian'ı başta uyarmıştır: kendisine biçtiği rol ile iktifa etmeyecektir (tuvalet kuyruğunda beklerken o psikiyatrik hastayı hatırlatır christian'a; christian bir şey anlamaz). anne az değildir; uyarmadan hiçbir terslik yapmaz. kendi evindeki sahici maymunu (küçük boy bir orangutan mıydı? yanılıyor olabilirim) christian'a göstermeden yatağa girmez.

    christian sahiden tuhaftır. hayatta yaşadıklarından asla ders çıkar(a)maz; bilakis hayatta yaşadıkları ona ilham verir.

    ---spoiler---

    tabii ki filme başka açılardan da bakabiliriz. zaman bulursam yazacağım.

    edit: matbaa hataları.
  • taze izlediğim ve yorum yapacağım filmdir.
    --- spoiler ---

    bu filmi sevmedim. uzun yıllardır film seçiminde %100 isabetli davranan ben, bu filmden çıkınca zamanımın tamamının boşa gittiğini düşündüm. öncelikle filmde ciddi bir tempo sorunu var. tempo düşük ya da hızlı anlamında söylemiyorum, tempoda tutarsızlık var. ayrıca filmin bazı yerlerinde oraya son derece gereksiz olarak konulduğu hissedilen sahneler, yönetmenin dürüstlüğünü sorgulatır nitelikte. diğer sorun, karakterlerin bir türlü renk bulamamasında. karakterler hakkında "işyeri samimiyetsizliği" dışında bir renk bulamıyorsunuz. bu tarz filmler bıçak sırtıdır. gerçekten olmamış bir film, hatta zaman kaybı bir film. bu filmi izleyince defalarca izleyip doyamadığım nbc nin kış uykusu gözümde daha da yüceliyor.
    --- spoiler ---
  • fularlı arkadaşların yorumlarını ağzı açık okudum.
    filmi bugün sinemada seyrettim.
    müzikler harika.
    kamera açıları da gayet tatminkardı.
    e oyunculuklar da iyiydi.
    ama bunca olumlamaya rağmen film tam anlamıyla 'beş para etmez' bir film.

    keşke saatine baksaydım. 2 saat 22 dakikam boşuna gitti.

    film tamamen birbirinden bağımsız ve kopuk.
    --- spoiler ---

    o yaratık ne idi?
    bir kaç kez yüzü gösterildi.
    neden insanlara saldırmaya yeltendi?
    filmle ne alakası var?
    filmin adıda kare içerisinde de kare şekli ve bu şeklin üzerine dönen muhabbetler var fakat ben hala bu filmle karenin nasıl bir alakası olduğunu çözemedim.
    --- spoiler ---

    formata da uyalım.

    tanım: izlemek için fuların çift takılması gereken filmdir.
  • (bkz: allahını seven üzerime fular atsın)

    oyunculuklar ve müzikler çok güzeldi. kendimi baya filmin içinde sette gibi hissettim ama bu nedir yahu? kolay kolay filmi yarıda terketmem ama dayanamadım. 10sn sürecek sahneyi 2dkya yaymışlar. boşuna 2.30 saatini ayırmayın efenim
  • fular seçkisi olanların beğendiği ancak biz marabaların beğenmediği isveç filmi. yer yer güzel sahneler ve güzel göndermeler vardı ancak 2.5 saati bi modern zaman eleştirisine ayırmak biraz fazla geldi. 1.5 saatlik bi film olsa beğenirdim ancak kısa sürecek gereksiz konuşmalar bile 5 dakika sürüyordu.

    5/10. güzel göndermeler hatrına 5.
hesabın var mı? giriş yap