• herbokolog olmak. katılmayan varsa beri gelsin.
  • yazacaklarım esnafı ya da iş görüşmelerini ilgilendiriyor, daha uygun bir başlık bulamadığımdan buraya yazmayı uygun gördüm.

    yıllardır gittiğim, adımı-sanımı bilen veya bilmeyen birkaç yerin çalışanlarıyla iyi anlaşırım. genellikle akarım kokarım bulunmaz, kahvemi içer, kitabımı okur, yemeğimi yer akabinde iyi günler deyip kalkarım. uzaktan geldiğimi görüp kahvemi önceden masaya götüren çok tatlı insanlarla tanıştım, "hazırladık kahvenizi" dediklerinde "eheuehe ağığıağıağağa ay vallaha mı :( tşkler" diye bir utanırım hatta. bu çalışanlar, mekanlar ve esnaf anlatının dışında. zamanında param yokken kafelerde kısa süreliğine çalıştım, hep dikkat ederdim davarlık yapmamaya.

    iş görüşmeleri olsun, hastane/dişçi randevuları olsun her zaman vaktinden önce gider, eğer önceden gittiğim lokasyonlar değilse yakınlara bir yerlere oturup randevu/görüşme saatinin gelmesini beklerim. trafiği, adres değişikliğini, beceriksizliğimi, paniğimi ve geri kalan her şeyi hesap ederek evden çıkmam gereken saati belirlerim. geçen sene doktorum benden, aynı gün içinde çıkarıp ona götürmem gereken bir dosya istedi. yazdım ettim, hepi topu üç sayfa tutuyor. a4 kağıdına üç sayfalık bir şey çıkartıp aynı gün içinde doktora teslim edeceğim. bak şimdi, dedim iki saat önce evden çıkayım, haritada işaretlediğim kırtasiyelere teker teker uğrarım. hepsi hastanenin yakınında. birinde problem çıkarsa diğerine giderim. en başta bizim bakkala uğrayayım, onda da yazıcı var. tamam plan budur.

    evden çıktım bakkala gittim. şansıma bakkalın yazıcısı bozukmuş. tamam ona uygun planlama yapmıştım sürüyle vaktim var. hastanenin yakınındaki bir kırtasiyeye girdim. içerideki tek müşteri benim, kadın suratıma bakmıyor. önündeki telefona gömülmüş, video izliyor. alooo yav müşterin gelmiş bir kafanı kaldır hele. gelen müşteriye hoş geldiniz demesini bile beklemiyorum, sadece ekrandan kafasını kaldırıp bana ne istediğimi sorsun. kadının karşısına dikilip "pardon bakar mısınız" dedim artık ya. içeri girerken çınçın yapan zil var, beni görmemesi imkansız, zaten karşısında duruyorum.

    kadına, bir dosya çıkarmam gerektiğini söyledim. allah yarabbi sanki al bir kaya tepeye doğru çıkar dedim, bir afralar tafralar. iki saatte hareket etmeler. hiçbir müşterinin olmadığı yerde üç sayfalık dosyayı çıkarmak iki dakikasını alır. ben kadının afrasını tafrasını, yavaşlığını on beş dakika çektim. sonra, "biraz hızlı olur musunuz ya" dedim. kadının içinden canavar çıktı. çık git burdan dedi bana ajsjjdkdkkfks.

    bu neden oluyor biliyor musunuz, gün içinde senden gelecek maksimum 50 kuruş için götümü kaldıramam, ben tok bir esnafım demek. biz kadınla birbirimize girdik, kadına iki saatte iş yaptığını söyledim. karen'a bağlamak istemezdim emme, yav siz burada mı çalışıyorsunuz dedim laf almak amacıyla. ben buranın sahibiyim git beni istediğin yere şikayet et dedi. emin ol edicem dedim, ettim de bir şey çıkmadı sjsjjdjdjdjss. orada asgari ücretle çalışan bir eleman olsa bu hareketleri yapamaz. benden gelecek elli kuruşa bir esnaf olarak değersiz gözüyle bakıyor. onun izlediği video'yu böldüğüm için özür dilemem gerekirdi kendisinden.

    ikinci olay gittiğim iş görüşmelerinden hareketle gözlemlediklerim. benimle 'görüşeceğini' sonradan anladığım kişiler önümden geçiyor. on dakika, yirmi dakika... beklediğimi görmelerine rağmen bir allah'ın kulu açıklama yapmıyor. siktiğimin hoş geldinini, beş gittinini bırak, ulan bir insan olarak şunu demelisin: "x dakika sonra sizinle görüşeceğiz, y sebepten ötürü gecikme oldu kusura bakmayın". ben de derim tamam ben o kadar dakika daha bekleyebilirim çünkü insanlar beni yok saymak yerine bana açıklama yaptı. en azından neden beklediğimi biliyorum, teşekkür ederim.

    görev tanımımda olmamasına rağmen bana itelenen işlerden biriydi görüşmeler yapmak. o iş yerinde çalışmayan insanların önünden geçip onlara hayalet muamelesi yapmaktansa en azından bir su içer misiniz, bir şey alır mısınız diye sordum lan. sorulmalı çünkü. belki kadının/adamın beklemekten dili damağı kurudu, senin çayına/kahvene/suyuna kalmamalarına rağmen insan evladı gibi sormalısın bunları. inceliktir, nezakettir. beklettiğin kişiyle görüşür görüşmez diyeceğin ilk şey, neden beklettiğini tekrar açıklamak ve ardından özür dilemek olmalıdır.

    üçüncü olayda da diş temizliği için dişçinin birinden randevu aldım. bekleme salonu sovyet rusya'ya benziyor. it crowd'un sovyet rusya esintili bölümüyle aynı atmosfere sahip. mavi duvarlar, boyası çıkmış kırmızı deri koltuklar, yüzünüze çarpan soğuk ve yalnızlık hissi. randevumun üzerinden yarım saat geçmiş, bir allah'ın kulu neden beklediğimi izah etmiyor ve ben yine insan kovalıyorum. oda oda gezdim, dedim ben yarım saattir bekliyorum ne zaman alacaksınız? kadın da "kanal tedavisi var onun bitmesini bekliyoruz 10 dakikaya alırız" e lan söylesenize bana bunu. desene bana kanal tedavimiz var, şu şu sebepten ötürü bir 10 dakika daha beklemeniz gerekiyor. ben de bekleyip beklemeyeceğime karar vereyim. aksilikler çıkabilir, tedaviler uzayabilir elbette. gelip söyledin mi de belirsiz bir vakte kadar beklememi istiyorsun benden? ha, 10 dakika geçti beni değil yanımdakini aldılar bu sefer. toplamda elli dakikaya yakın bekledim geri zekalıyım çünkü. sonra galoşları fırlatıp çıktım.

    ben bir saate yakın beklettiğim insana en azından bir su içer misiniz diye sorarım. ben kendimi hiçbir zaman düşünceli, ince, nazik biri olarak tanımlamıyorum. nitekim, insanların ayılığı, incelikten fersah fersah uzaklığı beni her seferinde sinirlendiriyor. üzgünüm asla ama asla kanıksamayacağım, normalleştirmeyeceğim ve gerektiği yerde kapışmaya devam edeceğim.
  • dusuk yaşam standartlarina fazlasiyla alismis olmasi. hayat standartiyla ilgili basit bi ornek versem burda bile 100 lerce kişi derdini sikeyim der.

    hayat standartini cok az yukseltebilmek icin cok cok fazla paraya ihtiyac var turkiyede. cok para bile size yuksek bi standart saglamiyor ama.

    cogunlukla iyi bi araba ve restoranda rahatca hesap odeyebilecek duzeyde gelire sahip olan kisi kendini iyi hissediyor.

    hayat standartini kendi dar dunyasinda az da olsa yukseltebilmek icin cok fazla paraya ihtiyaci oldugu icin tum yasam amaci para kazanmak oluyor.

    etrafima bakiyorum. cok zengin adamlar da var. tek amaclari daha da zengin olmak. daha fazla para kazanabilmek icin yasiyorlar sadece. ulkede herkesin tek amaci para kazanmak. temel derdimiz bu. suan bunu okuyanlar bile ne diyor lan bu, tabiki para kazanmak zorundayiz diyor. halbuki adam gibi bi ulkede yasasan tek amacin bu olmayacak. haberin bile yok.

    bu yuzden 55 yasinda geberip gidiyoruz xaten. gitmeyen de 80 tane hastalikla ugrasiyor.

    daha kaliteli ulkelerde adamlar 65 yasinda eşini koluna takip spora gidiyor ya da yurtdisina tatile gidiyor.
  • dunyayi, arabesk ve her an aglamaya hazir gozlerle izlemek olarak cevaplandirilabilecek sorundur.

    oguz atay, gunluk'te, avrupa insaniyla aramizdaki farklara deginirken, bu durumu gayet duru bir bicimde anlatmisti.

    duygusalligimiz, ogrenilmis caresizligimiz, yerli yersiz gelisiveren acima duygumuz, oyle boktan hususlarda yuzeye cikiyor ki, mantikla yapilmasi gereken islerde bile olmasi gerektigi gibi davranamiyoruz.

    ilk asklarimizi unutamiyor, turgut uyar'in, "asklarim da degisebilir gerceklerim de" sozlerine icerliyoruz. guzel gecirilmis anilari cope atip, "ben bunlari haketmedim" moduyla sinir krizleri geciriyoruz. yasadiklarimizi, anilarimizi, yaptigimiz ve yapilan iyilikleri cope donusturmekte bir kotuluk gormuyoruz.

    olaylarin ve yasananlarin icinde olmasak da, birilerinin hayatini utanmaz bir curetle elestiriyor ve birilerine yine utanmaz curetle aciyoruz.

    ozge ozpirincci ve engin altan duzyatan iliskisine gosterdigimiz tepkiler bile cok komik. engin altan, 5 yillik iliskisini bitirip de, baska biriyle evlendi diye; ozge hanim'a, sokak kedisi gibi sahip cikmaya calisiyoruz. buna ragmen, sokak ortasinda, 17 yerinden bicaklanan, tore ugruna oldurulen kadinlara hic bir sey yapamiyoruz.

    bence bombok bir ruh hali icerisindeyiz. oguz atay'in dedigi gibi, bir avrupali'nin gulecegi seylere, sumuklerimizi akita akita agliyoruz.

    ;((((
  • güçlü gördüğünü yalamak, ezik gördüğünü sömürmek...
  • araştırmaması, sunulanları doğrudan alması.

    şu entry dünün en beğenilenleri listesinde:
    (bkz: öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler/#44688634)

    dbe listesinde 6. sırada, baktığım an itibariyle 133 kez favorilenmiş. son zamanlarda sözlüğün en sevilen başlıkları arasında bu başlık ve bir çok kıymetli paylaşım ve bilgi barındırıyor. elbette ilgi görmesi ve altında sıradışı, yaygın bir şekilde bilinmeyen bilgilerin paylaşılması için çaba gösterilmesi çok normal. keza örnek verdiğim entry için yazarının herhangi bir art niyet barındırmadığını ve bu amaçla bu bilgiyi paylaştığını düşünüyorum.

    bununla birlikte entry'nin yazarından başlayarak bir araştırmama ve sunulanı kabul etme eğilimi ekşisözlük gibi yoğunlukla eğitimli insanların bulunduğu bir platformda bile aynıyla vaki.

    dbe listesinde görünce yazıyı okudum, gerçekten etkileyici ve eğitim hayatında edindiğimiz biyolojik bilgi birikimini kimi yönleriyle oldukça zorlayan; bitkilere dair çok farklı araştırmaların ve yeni bakışların önünü açması gereken bir yazı. normalde zaten araştıracaktım ama yazı içinde 1966 tarihini görünce "böyle kıymetli bir olgu ilk kez 1966 yılında tespit edilmiş olmasına rağmen neden daha farklı araştırmalar ile uzun yıllar boyunca sistematikleşmemiş ve biyoloji alanında yaygın bir şekilde karşımıza çıkmıyor?" sorusuyla araştırmaya giriştim.

    bir kaç farklı kaynak ve okuma ertesinde ise şununla karşılaştım: cleve backster bahsi geçen iddialarda bulunmuş ve ertesinde bir takım akademik girişimler bu iddiaları bilimsel bakış açısıyla irdelemişler.

    altta yer alan paragraflar wikipedia'dan:

    --- spoiler ---

    controlled experiments that have attempted to replicate backster's findings have failed.[12][13][14] and the theory was not accepted since it did not follow the scientific method.[9][15] at the 141st annual meeting of american association for the advancement of science, the panel of biologists found the claim unsupportable. the results seemed to be spontaneous; repeatability is still a problem, for him and the people who tried to perform his experiment. his lack of control experiments were criticized and explanations like, the polygraphs were responding to static electricity build-up and humidity changes were put forward. the reliability of the polygraph test itself has been questioned.[9] plants have cellulose cell walls but do not possess sensory organs, which rules out the possibility of plants having esp or consciousness.[2]

    biologist arthur galston told st. petersburg times, "we know plants don't have nervous systems. but they do have little electrical currents flowing through them and are subject to outside manipulation." he further said that plants can show altered electrical responses to light, chemical agents and disease but he "draws the line" to the claim of them "responding to human thoughts and events, including life elimination."[15][16] scientists at the cornell university and the science unlimited research foundation, san antonio, texas, could not find results that supported backster's findings in the experiment, where the death of brine shrimp caused electrical voltage changes in the leaves of a plant in another room. backster explained that they did not follow the exact laboratory techniques which he had used to perform the original experiments and he has not attempted to repeat them himself.[15]

    --- spoiler ---

    satır satır çevirmeyeceğim ama "akademi camiasından tepkiler" başlığıyla geçen bu paragraflarda girişilen kontrollü deneylerin başarısızlıkla sonuçlandığı, teorinin bilimsel yöntemi uygulamadığı için kabul edilmediği, 141. senelik american association for the advancement of science paneli buluşmasında biologların iddiayı desteklenemez buldukları ama en önemlisi cleve backster'ın kendisinin bile aynı sonuçları bir kez daha üretemediği bilgileri yer alıyor. bu kısmı uzatmayacağım, isteyenler daha detaylı araştırabilir; cleve backster'ın iddiaları kendisi dahil olmak üzere hiç kimse tarafından kontrollü bir deneyle ispatlanmamış ve hakkında yazılanlar kendisini açıkça safsatacı kategorisine yaklaştırıyor.

    buna rağmen, öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaracak olan bu şekilde bir bilgi sırf sıradışı görünüyor diye, sırf biraz romantizm barındırıyor diye, sırf gizemli görünüyor diye binlerce insan tarafından okunmuş, inanılmış. oysa bir kaç dakika araştırma yapılmış olunsa, oysa birazcık eleştirel gözle irdelense olayın bir safsata olduğu ve hiç böyle ufkumuzu iki katına çıkaracak bir bilgi olmadığı anlaşılabilirdi.

    edit: imla
  • umursamazlığı, üşengeçliği ve tembellidir. azıcık iş yapmaya hevesi olsa, azıcık bir şeyi araştırmaya merakı olsa diğer sorunlarının da çoğu çözülecektir. hazırcı fırsatçı kolaycı olmak yerine kendisi yapmayı öğrenecektir.
  • benim çevremdeki profilden edindiğim izlenim şu: okumuş olanı dahi düşünmekten, bağlantılar kurmaktan ve yorumlamaktan, yani kısaca aklını kullanmaktan nefret ediyormuş gibi. sanki kant'ın "aklını kullan" deyişine tezat olsun diye günün birinde bir türk büyüğü çıkıp da "aklınızı kullanmayın" demiş gibi bu kitleye.

    aklını kullanmayan her insanın başına ne geliyorsa o geliyor türk insanının başına da: emir almaktan, emir vermekten, kısa cümleler kurmaktan, itaat etmekten ve buyurmaktan zevk alıyorlar. ancak aklını kullanmayan, düşünemeyen insanların başına gelecek bir şekilde "aman yanlış yapar mıyım" kaygıyısyla hareket ediyorlar ve yazılı emirlere ihtiyaç duyuyorlar. tabi bu korku aynı fikirde olma zorlantılarına ve bunun neticesinde de faşizan yönü güçlü çeteleşmelere yol açıyor.

    diğerlerini paranteze alarak sadece üniversite okumuş olan görece genç kitleden bahsediyorum: düşünmek gibi bir dertleri yok. üniversitenin temel işlevlerinden biri olan "insan zihnini nasıl daha yaratıcı kullanır?" sorusu hiç uğramamış bile buralara.

    böyle bir kitle okumadığında sokaktaki adamın barbarlığında oluyor, okuduğunda da ezberden öteye geçmediği için -çünkü zihnini nasıl kullanabileceğini bilmiyor- ağırlık yapan, hiçbir şeye dönüşmeyen, pratiklik kazanmayan ve en kötüsü de kibiri ve tepeden bakmaya neden olan bir bilgi yığınına dönüşüyor. oysa bilmek, öğrenmek, çalışmak kültürel kazanımlardır ve düşünme kapasitesiyle birleştiğinde çığ gibi büyür, maymuncuk anahtarı gibi bir sürü kapıyı açar ve en nihayetinde özgür biri haline gelmenin hazzını yaşatır insana.

    en temel sorun bu bence: düşünmeyi hiç denemeyen bir çoğunluk var yaşamın her alanında. bir insana okumayı öğretmek kolaydır ama düşünmeyi öğretmek baya baya imkansıza yakın bir şeydir, bu yüzden de epey bir karanlık var bu toplumun önünde.
  • kendisi için doğru işi bulma öngörüsüne sahip olamayışı. doğru işe yönelmesi için çevre koşullarına uygun ortamı bulamaması. bulsa da toplum baskısına maruz kalarak seçememesi. terslikleri fark ettiğinde de işini değiştirmek için yeterince güçlü hissedememesi. çevresinde bulunan olumsuz motivasyon kaynakları ile mutsuz olması. mutsuz olduğu için verimli çalışamaması. verimsiz çalıştığında hayatın anlamını yitirmesi. hayatın anlamını yitirince de orada burada bik bik bik konuşması ya da sessiz kalması.
hesabın var mı? giriş yap