• istanbul devlet tiyatrosu'nun bu sezon başlayan oyunlarından. dün akşam izleme fırsatı buldum ve çok keyifli vakit geçirdim. oyunun başında bir curcuna vardı ve bu gözümü korkuttu. fakat sonrasında mis gibi işlenen bir konu ve oyunculuklarla vakit nasıl geçti anlamadım.

    dönemin yasakları esprili bir şekilde dile getirildi, bu topraklarda kadın olmanın getirdiği bazı beklentiler ve zorluklardan bahsedildi. tüm bunları yaparken ana konunun "uçmanın" hakkı verildi. uçmanın heyecanı, korkusu, deliliği çok iyi hissettirildi. bunun için tolga evren'e teşekkür etmemiz gerekli.

    https://www.youtube.com/watch?v=kteydh7njbe
  • şimdiye kadar izlediğim en iyi oyun dersen abartmış olmam. oyunun başlangıcında hazarfen'in gördüğü rüya ile başlıyor. bu rüya bir şenlik ve oyun daha başlarken seyirciye çok pozitif bir enerji veriyor. daha önce bu kadar geniş oyuncu kadrolu bir oyun görmemiştim. film gibi kadrosu vardı. evliya çelebinin de oyuna dahil olması güzel olmuş. sanırım onu konu alan bir oyun gelecek (tamamen tahmin). oyuncuların kostümlerinden tut, müzikler, dekorlar ne varsa kusursuza yakındı. bu geniş kadro ve yapım, thy sponsorluğunun etkisi olabilir. eğer öyleyse, keşke daha çok oyuna daha çok firma sponsor olsa.

    torun center'daki yeni devlet tiyatrolari sahnesini de çok beğendim. önünüzdekinin boyu 220 cm değilse görüş açınız kapanmıyor. cevahir sahnesine göre çok daha ferah geldi bana.
  • ömer f. oyal tarafından yazılan ve istanbul devlet tiyatrosu tarafından 2019-2020 tiyatro sezonununda sahnelenmeye yeni başlanacak olan oyun.

    oyunun yönetmenlik koltuğunda hakan çimenser oturuyor.

    oyunun afişi

    oyunda, hezarfen ahmet çelebi'nin galata'dan üsküdar'a uçuşu öncesi yaşadığı süreç biyografik ögelerle anlatılmaktadır. 17. yüzyıl istanbul'unda gönlüne aklına uçmak fikrini sabitlemiş bir bin ilimli ahmet çelebi. nişapur camii'nden havanın o tatlı, insanı çeken boşluğuna kollarında kapı kanatlarıyla kendini bırakan cevheri'nin izinden giderek kuşların uçuşlarını inceleyen ve insanların bir türlü anlayamadığı bir garip insan. ne karısı, ne cariyesi bu isteğine anlam vermekte ne de etrafındaki diğer insanlar. bir iz bırakma gayesi peşinde rakibi lagari hasan çelebi'yle bir kavgalı bir fikir teatisinde hezarfen. varsa yoksa uçmak; havada süzülmenin kendine çeken duygusuna, düşüşün âlemlere sığmayan korkusu ve zevkine ulaşmak için tüm benliğini ortaya koymuş bir adam. sultan iv. murat'ın bu gayesinden haberi olmasıyla artık ciddiyete binen uçma sevdası, hezarfen ahmet çelebi'nin hayat ve ölüm arasında gidiş gelişlerine dönüşür. ya uçuş mümkün olacaktır ya da güneş o olmadan doğacaktır istanbul'un üstüne...

    edit: oyunu dün öğlen (23 kasım) mecidiyeköy büyüh sahne'de izleme imkanı buldum ve uzun bir değerlendirme yapmak istiyorum. tarihin görebileceği özel insanlar arasında sayabileceğimiz hezarfen ahmet çelebi'nin, dönemine göre oldukça uçuk bir fikri, taktığı kanatlarla hayata geçirip 1632 yılında lodoslu bir havada galata kulesi'nden kuş kanatlarına benzer bir araç ile kendini boşluğa bırakması ve istanbul boğazı'nda 3358 metre süzülerek üsküdar'da yer alan doğancılar meydanı'na inmesine giden süreçte yaşadıklarını anlatan oyun son derece eli yüzü düzgün bir biyografi. muhteşem bir ilk perde açılışına sahip oyun, capcanlı ve renkli bu sahneyle beraber ilerleyen dakikalar için de bizleri nelerin beklediğini açıkça gösteriyor. aklına kattığı "uçmak" düşüncesine kendisinden başka kimsenin itibar etmediği ve kimilerinin de dalga geçtiği bir kişi için hayalini gerçekleştirmenin ilk adımı hiç kuşku yok ki zihinlerdeki algıyı değiştirmek oluyor oyun boyunca. kendisinin "uçmak" olarak nitelendirdiği bu hayali onun dışındakilerin "atlamak" olarak görmesi hezarfen'in ilk büyük zorluğu olarak dikkat çekiyor. hezarfen'in yaşadığı ikinci zorluk olarak da uçuşunu gerçekleştireceği sürece giden yolculuk olarak görüyoruz oyunda. osmanlı döneminin toplum yapısı gereği birçok farklı fikirde karakteri gördüğümüz oyunda tüm bu karakterlerin varlığı aynı zamanda oyundaki zıtlık kavramını oluşturarak hikayenin evreler halinde gelişmesini sağlıyor. ilk perdenin nispeten daha hareketli geçtiği oyunun ikinci perdesi nispeten daha durağan geçiyor. hezarfen ahmet çelebi'nin uçmaya giden süreçteki kendi ve çevresindekilerle olan muhakemesi psikolojik anlamda son derece güçlü biçimde işlenerek oyunun ağırlığını tüm yönleriyle hissettiriyor. oyunun ikinci perdesinin hemen başında yer alan rüya sahnesi ise oyunculuk, ses, ışık, sis, duygular, mimikler gibi birçok faktörün mükemmel olarak harmanlandığı bir sahne olarak oyunun en iyi bölümüydü şahsi kanaatimce.

    hezarfen ile aynı dönemde yaşamış ve oyunda da yer alan evliya çelebi'nin ünlü seyahatnamesinde hezarfen'in uçuşu ile ilgili şu satırlar olayın tarihi gerçekliği açısından kanıt olarak sayılabilir: "iptida, okmeydan'ın minberi üzere, rüzgâr şiddetinden kartal kanatları ile sekiz, dokuz kere havada pervaz ederek talim etmiştir. badehu sultan murad han sarayburnu'nda sinan paşa köşkü'nden temaşa ederken, galata kulesi'nin taa zirve-i belâsından lodos rüzgârı ile uçarak, üsküdar'da doğancılar meydanına inmiştir. bu olay osmanlı devleti'nde ve avrupa'da büyük yankı buldu ve dönemin padişahı iv. murad tarafından da beğenildi. sonra murad han, kendisine bir kese altın ihsan ederek: "bu adam pek havf edilecek (korkulacak) bir ademdir. her ne murad ederse, elinden geliyor. böyle kimselerin bekası caiz değil, " diye gâzir'e (cezayir) nefyeylemiştir (sürmüştür). orada merhum oldu".

    oyunda sahne yerleşiminin sağ, sol ve orta kısımlarda yoğunlaşması oyundaki sahneleri izlerken o noktalara odaklanmamızı sağlayarak sahneyi parçalara ayırıyor adeta. hezarfen'in evinin bulunduğu sol köşe, daha çok kahvehane olarak kullanılan sağ köşe, galata kulesi'nin tam merkezinde bulunduğu ve arkasındaki kısımda da anlık sahnelere göre değişkenlik gösteren istanbul manzaralarının yansıtıldığı orta bölüm, sahne tasarımı anlamında başarılı bir şekilde konumlanıyor. özellikle hezarfen'in evindeki çalışma odasının bulunduğu sol köşedeki dekor ve sahne tasarımı hakikaten dönemini gerçeğe uygun bir biçimde yansıtıyor. galata kulesi merkezli sahnenin orta bölümü de hakikaten ustalıkla düşünülerek hazırlanmış ve başarılı yansıtmalarla da farklı ve güzel bir görsellik sunuyordu.

    oyundaki bir diğer teknik detaylardan olan ses, ışık, sis ve müzik kullanımı da devlet tiyatroları'ndaki her oyunda göremeyeceğimiz güzellikteydi. mekan, anlık ruh halleri ve başka birçok şeyde ustalıkla kullanılan ışık ve renk paletinin canlılığı görsel anlamda güzel bir şölen sunuyordu. hezarfen'in rüyası sırasında müzik, ışık ve sisle oluşturulan sahne de o anki durumu tam manasıyla yansıtıyordu. oyunun teknik detaylarından bir başka başarılı olan kısım ise kostümlerdi. dönemini yansıtan ve oldukça ayrıntılı bir şekilde düşünülen kostüm tasarımları da oyunu başarıya ulaştıran faktörlerden biriydi.

    ve gelelim oyunculuklara. hezarfen rolünü oynamayıp adeta yaşayan tolga evren hakikaten duygu geçişlerindeki ustalığı ve diğer tüm yetenekleri ile kısa sürede göze batmayı başarıyor. tolga evren dışındaki oyunculukların da oldukça başarılı olduğu oyunda yetişkin oyunlarında çok görmeye alışık olmadığımız çocuk oyuncular da kısa süre yer alıyordu. hezarfen'in küçüklüğü olarak oyunda yerini alan ömer faruk çalışkan'ın varlığı ve uygulaması da çok iyi düşünülmüş bir detaydı.

    döneme ait yaşamdan küçük detayların (iv. murat devri, yasaklar, insanların yaşayış tarzı ve düşünce yapıları) anlatılan hikayenin içine serpiştirildiği oyun, uzun süresine rağmen seyirciyi büyük çoğunluğunda hikayenin içinde tutmayı başarıyor. sadece ikinci perdede bazı bölümlerdeki diyaloglar biraz daha kısa olsa sanki tempo anlamında daha iyi bir iş ortaya çıkabilirmiş. oyun her ne kadar hezarfen ahmet çelebi'ye odaklansa da yan rollerde yer alan evliya çelebi ile barut macunundan hazırlanmış fişekler vasıtasıyla kendini gökyüzüne fırlatan lagari hasan çelebi'nin varlığı da son derece iyi düşünülmüştü. oyunun sonunda hezarfen'in uçma anını oyuna gitmeden önce ve oyundaki başarılı prodüksiyonu gördükten sonra biraz daha etkileyici olacağını sanmıştım ama o konuda biraz yanıldığımı söyleyebilirim. oyunun o bölümü biraz sade ve gösterişsiz gibiydi fakat yine de kanatlarla beraber tolga evren'in başarılı performansı o eksikliği biraz olsun unutturuyordu. yüksek motivasyon ve kararlılıkla yapılmak istenen her işin olumlu olumsuz tün dış etkenlere rağmen başarılabileceğini ortaya koyan ve bunu yaparken de yer yer akılda kalıcı cümlelerle bunu tekrar tekrar hatırlatan oyun, kesinlikle izlenmesi gereken; tarih, biyografi ve dönem hikayelerini sevenlerin bayılacağı bir oyun.

    oyun için verdiğim puan: 8,5
  • ilk perdenin açılışında yaşanan rengarenk temaşa hezarfen ahmed çelebi'nin hayal dünyası mıydı, bilinçaltı mıydı yoksa çocukluğu muydu?
    hangisi olursa olsun çok güzeldi.
    (bkz: padişahım çok yaşa)
    bütün salon bir anda çığlıklar ve padişahım çok yaşa sesleriyle inledi. sağa sola koşan çocuklar, seyircilerin arasına karışan cüceler, hokkabazlar, tahta bacak devler, alev çevirenler, kılıç kalkan oynayanlar, güreşçiler. hepsinin arasında dolanan beyaz geceliğiyle ahmed çelebi.

    daha sonra ahmed çelebi'nin boşluğa düştüğü ilk anı oynadı çocukluğu.

    uzun süre uçuruma bakarsan uçurumda sana bakar. ahmed çelebiyi galata'dan boşluğa iten arzu, tolga evren'i de çelebi yapmış mıdır diye düşünüyorum dünden beri.
    galata kulesine sırtını dayayıp ağladın mı hiç?
  • sevgili yazarlar bu oyunla ilgili oldukça detaylı ve bilgilendirici entryler girmişler, belirtmeden geçemedim, ben de naçizane birkaç kelam edeyim :) oyunun afişini yine başka bir devlet tiyatrosu oyunu olan bay z yi izlemeye gittiğimde görmüştüm ve görür görmez mutlaka gitmem lazım diye düşünmüştüm, dün akşam izleme fırsatı bulduğum için çok mutluyum. gerek konunun işlenişi, gerekse kostüm, dekor, ışık ve oyuncuların muhteşem performansları bir araya gelince hayatınıza lezzet katan seyirlik bir gösteri olmuş. yaklaşık 2,5 saat sürmesine rağmen uzun diyaloglu 1-2 bölüm dışında seyirciyi içine alan, heyecan uyandıran bir oyun. mecidiyeköy torun centre sahnesi de izlemesi keyifli bir sahne, tiyatro severler kaçırmasın derim ;)
  • son zamanlarda izlediğim en güzel,sürükleyici oyundu. seyredince insan bir kez daha anlıyor ki bir işe inanarak ve tutkuyla girişmek fark yaratıyor,belki de dahi dediklerimiz böyle yola çıkıyorlar. ayrica özellikle belirtmek gerekir başroldeki tolga evren müthişti,sahnede devleşti.

    tanım: harika bir tarihi tiyatro oyunu,seyredin.
  • ekşisözlük’ün tiyatro konusunda çok kötü bir referans kaynağı olduğunu öğrenmemi sağlayan oyun. hayatımda izlediğim en kötü oyunlardan biriydi. hiçbir karakterin derinliği yoktu. normal bir akış ile ahmet çelebinin uçma düşüncesini nasıl düşündüğünü anlatıyordu senaryo. bunun adına senaryo demeye bile dilim varmıyor aslında. ilkokul 3 çocuğuna ahmet çelebi’nin hayatını anlat desen yazacağı seviyede bir akış var senaryoda. ne bir hikaye örgüsü, ne bir düğümlenme ne de çözüm barındırıyor içinde. 2 yaşındaki oğluma anlatacağım cinsten bir hikaye yani. kostüm, reji, dekor gibi konular mükemmeldi çünkü thy sponsormuş. şu başlıkta girilmiş entrylere bakınca biraz umutlanmıştım. aslında çok yorum da okumam bir tiyatroya giderken. akm’nin açılmasını hayırlamak için bulduğum ilk bileti aldım ve gittim. beklentim de düşüktü açıkçası. yarıda ben yanlış başlığa mı baktım diye tekrar girdim bu başlığa ve tek tek okudum yazılanları. aklım almıyor. hayatımda gittiğim en iyi oyundu yazan var. evet daha kötü oyunlar gördüm ama ben her hafta tiyatroya giden bir insanım ve bu benim için normal lakin bunu yazan arkadaş hayatında hiç çocuk tiyatrosu dışında tiyatro görmemiş olmalı.

    oyunculuğu öve öve bitirememişler. gününde değildi diyeceğim de öyle değil. senaryo rezalet. plan çok kötü. bir oyunda metin her şey demek değildir. karakteri oynayan oyuncu şöyle yapsak, böyle biçsek daha iyi olur diyerek daha iyi bir oyun haline getirebilir bir oyunu. bu oyunda oyuncular da en az senarist kadar suçluydu çünkü hiçbiri işin ucundan tutmamış belliki.

    şahsi düşüncem hükümetin ve saygıdeğer efendimizin emriyle tarihimizi öven bir oyun sipariş edilmiş, bir senarist bunu yazmış mecburen ve maaşlı çalışan devlet tiyatrosu oyuncuları da oynamışlar. benim açımdan durum bu kadar netti. bu başlıkta bu tiyatroyu öven arkadaşların ise motivasyonlarını anlamış değilim. bilen varsa yeşillendirebilir.
  • bu hafta prömiyerine gittiğim istanbul devlet tiyatrosunun güzel oyunu, tarihsel olayları barındıran bundan 400 yıl öncesinde aslında bize hiç yabancı olmayan insanları inandığı emellerden vazgeçirmeye çalışan onları bu uğurda toplum baskısı ile yıldırmaya çalışan toplumun her olumsuzluğa karşı dimdik duran insanları gördüğümüz değerli oyun.

    oyun saat 20:00'de başlayıp 22:45'de bitmiştir, yer yer sekans ve ışık problemleri olsa da ilerleyen oyunlarda toparlayacaktır. ışık kullanımı dt'de çok fazla eşine rastlayamayacağımız türden güzel kullanılmış kostümler zaten harikulade.

    tolga evren'nin performansı güzel oturmuş ve kendi adıma beğendim, oyunda yer yer çok fazla gereksiz diyaloglar var mı, var ancak bütünlüğü bozmuyor. hakan çimenser oyunun sonunda bunu bir üçleme olarak düşündüklerini ve devamının geleceğiniz söyledi, heyecan ile bekliyoruz.

    bir dip not olarak biletim olmadığı için herkes girdikten sonra 2-3 kişi ile öyle bekliyoruz belki alırlar diye. bir bey var takım elbiseli başı önde bekliyor neredeyse siz gidin ben girmesem de olur diyecek sandım bir anlığına. neyse efendim sonra kendisi sahneye çağrılınca ömer f. oyal olduğunu anladım velhasıl o nasıl bir mütevazılık, kendisine böyle bir eser yazdığı için teşekkürü borç bilirim.
  • bazı bölümler sıkıcı olmasına rağmen konuyu iyi anlatmışlar, başrol oyuncusu tolga evren çok iyidi.
  • oyunun ruhunu iliklerine kadar özümseyip yaşayarak performans sergileyen tolga evren ve kusursuz bir metne imza atan ömer f. oyal'ı özel olarak tebrik ediyorum.

    şu tiradın güzelliği ile beni benden alan harika oyun:

    "bu nasıl bir sathilik! bu kadar basit mi! orada en tepede güneş yüzümü yakar, lodos kavururken kanatları nasıl taktığımı, kanatlar takılırken soldakinin nasıl beni dinlemeyip önceden havalanmaya kalktığını ve neredeyse dosdoğru aşağı düşeceğimi biliyor mu bu herif! peki ya bismillah deyip boşluğa attığım ilk adımı? bilmiyor! ilk adımın dehşetini ve beni zapteden havayı biliyor mu? hayır? peki boşluktaki ilk ânı? ilk ânın hayretini?
    nihayet boşluktasınızdır. ayaklar kuleden kurtulmuştur. mütereddit bir an. kanatlara ne kadar güvenebileceğinizi asla bilemezsiniz. daha önce denemiş olmanız hiçbir şey ifade etmez. bir an havada öylece asılı kalırsınız ve korkarsınız. hatta dehşet duyarsınız. sizi dünyaya bağlayan hiçbir şey kalmamıştır. kule yanınızda sallanmaktadır ve sonra yavaşça süzülmeye başlarsınız, rüzgar ve aşağıdan gelen sıcak hava sizi itmektedir. işte uçuyorsunuz! martlarla, güvercinlerle, sığırcıklarla aynı seviyedesiniz ve rüzgar sürüklemeye başlar. kollarınızla rüzgara hükmetmeye çalışırsınız önce fakat o sizden güçlüdür. sonra havayla mücadeleyi bırakıp rüzgarın arzusuna teslim olursunuz. işte hava üzerinde yüzüyorsunuz! aşağıda kubbeler, minareler, gemilerin direkleri ve sonra deniz. saadet. başka hiçbir kelime bunu anlatamaz. rüzgar denize doğru sürüklemektedir. önce ürkersiniz ama aşağıdaki manzarayla sarhoş olmuşsunuzdur. sarhoşlukla ürküntü birbirine dolanmıştır, tüyleriniz diken dikendir ve kahkaha atmaya başlarsınız. (çocuk ahmed sahneye girer, kollarını çırparak ahmed çelebi’nin etrafında dönmektedir) sinanpaşa köşkü oyuncağa benzemektedir. tüm şaşalı yapılar birer küçük ayrıntıdır. deniz kadife nişapur halısı gibi aşağıda parlamaktadır, havada olduğunuz her anın sonsuz olduğunu hissedersiniz. sonsuza dek süzülmek istersiniz. oradaki, gökyüzündeki her anın toprak üzerindeki on yıldan daha kıymetli olduğunu haykırmak istersiniz. işte pervasızlık böyle bir şey."
hesabın var mı? giriş yap