• (bkz: #59805255) - (bkz: türk eğitim sisteminin sorunları)

    oğuz atay'ın yazdığı mustafa inan'ın hayat hikayesi bir bilim adamının romanında bu durum çok güzel açıklanmış.

    "...efendim, bir bahçıvanın oğlu olan gauss, daha ilkokulda okurken kendini göstermiş. birg ün öğretmenleri yaramazlık yapan sınıfa bir ceza vermiş: birden yüze kadar sayıları toplayıp getirin bana, demiş. herkes hesap yapmış, sayfalar doldurmuş. gauss bir kaç dakika düşündükten sonra defterine bir satır yazıp hocaya uzatmış. 'nasıl olur canım' demiş öğretmen, 'senden akıllısı yok mu?' herhalde yokmuş. öğretmen bile bu kadar akıllı değilmiş. 'çok kolay öğretmenim,' demiş gauss, birden yüze kadar sayıları düşündüm: ilk sayı bir, son sayı yüz. toplamları 101 ediyor. sonra, baştan ve sondan iki sayıyı düşündüm: 2 ve 99. onların toplamı 101. sonra 3 ve 98, sonra 4 ve 97... hepsinin toplamı 101. bu 101'lerden ne kadar var? yüzün yarısı kadar. öyleyse 100/2 ile 101'i çarparım. istediğiniz toplam 5050 olmalı'. öğretmen şaşırdı; çünkü bu metod matematik dünyasında bilinmiyordu henüz. küçük gauss'un bulduğu yeni bir formüldü. 100 rakamıyerine 'n' sayısı konulursa, 1'den 'n'e kadar sayıların toplam formülü çıkıyordu ortaya n(n+1)/2. öğretmen ertesi gün gauss'a, bulabildiği en iyi matematik kitabını satın alarak hediye etti..."

    bu hikayenin adı ülkemizde eksik olan sistem diye devam ediyor kitapta. sonra ekliyor oğuz atay,

    "sistemi anlamak için" dedi profesör, "daha doğrusu, sistemin gerisindeki matematik düzeni anlamak için, formüllerin gerisindeki matematikçiyi, onun nasıl düşündüğünü sezmek gerekiyor. bunu öğretmiyorlar size; belki liseden sonra da öğretmiyorlar, hiç öğretmiyorlar. matematikçinin neden ve nasıl düşündüğünü hiçbir zaman bilmiyorsunuz belki. matematiği bir takım uzun ve yorucu işlemlerden ibaret gördüğünüz için de bilim çekici gelmiyor size. sayıların ve eski yunanca harflerin gerisinde canlı ilişkiler olduğunu sezemezseniz, sayılarla hayatın arasındaki ilişkiyi göremezseniz, matematik ve dolayısıyla fizik çalışmanın tek amacı sınıf geçmek olur"
  • dün gece arkadaşlarımla derin bir tartışma içine girdim. konumuz bu. yaz okulunun kazanılmış bir hak olduğunu, rahat rahat ister 5 sene de ister 7 sene de bitirilebileceğini savundular. ben onlarla aynı fikirde değildim. bana göre hak yiyordu başarısız öğrenci.

    benim fark ettiğim akademik istek yok. hocalar yoklama almasa, kimse gelmez dersine. hocadan da kaynaklanıyor elbette ama suçun büyüğü öğrencide. sıkıştıran yok akademisyeni, akademisyen sıkışmayınca salıyor, rahatlıyor.

    bundan bir kaç ay önce azerbaycan sözlüğünde boğaziçi üniversitesi'nin karşılaştırmasını görmüştüm. "öyle bir üniversiteye kabul edilin ki sınıftaki 40 öğrenciden birisi olmayın. hocalar sizinle araştırma yapmaya açık olsun, öğrenci sayısına düşen profesör çok olsun, kabul edildiğiniz fakültenin araştırma sayısını öğrenin, derslerin zorluk derecesini, akademisyenlerin ego seviyesini öğrenin. yani hocanın kapısını gittiğinizde size sırtını dönüp vaktim yok diye sizi siktir etmesin.

    dediğim odur ki türklere bakmayın siz. bunların eğitimden anladığı, bilimden anladığı isim yapmış 3-4 üniversiteden birisine gidip hiçbir şey öğrenmeden, ancak dersleri geçmek uğruna konuları ezberlemektir." diye çevirdim yazıyı.

    son paragraf özetliyor işte. bu düşünceye sahip öğrenciler fakültelerde fink atıyor. gezmeye, gövde gösterisi yapmaya gelmişler sanki. umursamıyorlar. kazandıkları fakülteyi sanki kazanınca her şey bitmiş, eninde sonunda ben buradan mezun olacağım zaten, bir şekilde bitiririm diye salmışlar. gençler gerçekten kötü durumda. türkiye'nin asla düzelemeyecek olmasının bir başka sebebi de budur belki.

    başarısız bir öğrencinin çalışmayıp yatmasındansa, sınavda ondan daha az sıralamayla daha kötü bir fakülteye yerleşmiş bir başarılı öğrenciyi tercih ederim ben. bence yüksek puan alan başarısız öğrenci biraz daha düşük puan alan daha başarılı öğrencinin hakkını gasp ediyor. kar- zarar olarak bakmak gerekiyor. bana kalsa sistem şu şekilde olmalı, diyelim ki üniversite sınavında inşaat mühendisliği kazandın ama başarısız oldun, derslerden geçemiyorsun, daha alt kademedeki en başarılı bir öğrenciyle yer değiştirilmeli, bu sayede düşen öğrencinin daha fazla çalışması sağlanabilir. amerika'da bu sistemi uygulayan bir kaç üniversite var diye biliyorum.

    zihinsel olarak yetersiz bir çok öğrenci üniversite sıralarını eskitmekten başka bir iş yapmıyor. ben rahatsız oluyorum. sosya, bilişsel, duygusal açıdan eksik bir çok üniversite öğrencisi her gün fakültelere gidip gidip geliyor. akademik olarak düşünmekten kasıtları, harf notları ve geçme sistemi. zihin olarak bitik bir gençlik var ne yazık ki.

    öğrenmeye hazır değiller. çünkü bilgi üniversite öğrencilerine hap şeklinde veriliyor. yoklama almasa sınıfı dolduramayacak kapasitede olan akademisyenler üniversitelerde kürsü işgal ediyor. kendi bildikleri bazı öğrencilerden daha az ve eski. yenileme arzuları kaybolmuş. bu arzunun kaybolması hem kendilerinin isteksizliği hemde öğrencilerin işine geliyor olması.

    aşırı özgüvenliler. sebebini bilmiyorum ama üniversite öğrencisinin ben yaparım, ben hallederim havası var. güvensizlik iyi değil ama bu kadar aşırı güven, bence güvensiz olmaktan daha zararlı. iletişim becerisi ve sosyal beceriden yoksunlar. söz almayı bilen öğrenci yok. söz alıp, akademik olarak konuşabilecek öğrenci sayısı bir elin parmağını geçmez. çünkü bizdeki eğitim öğrenciyi mesleğe hazırlamak üzerine değil, öğrenciye safi bilgiyi yükleyip bir an önce yollama üzerine.

    en başta dediğim gibi kaygıdan yoksunlar. nasıl olsa geçeriz düşüncesi bütün ülkedeki üniversitelere hakim. aşırı kaygılı olmakta iyi bir şey değil elbette. hemen hemen aynı etkiyi gösterir insan bünyesinde.

    bir çoğunun kapasite kendi elinde heba oluyor, bunu görüp müdahale etmeye çalışınca suçlu siz oluyorsunuz.

    onun dışındaki tüm faktörler, çevresel ve psikolojik.
  • (bkz: mutsuzluk)
    evet belki de en önemlisi mutsuzluktur. mutlu değilsen her şey anlamsızdır. ne kazandığın para ne de çalıştığın iş yerinde ki pozisyonun. mutsuz bir öğrenci için dc ve aa geçme notu arasında ki fark sadece 3 harften ibarettir. o yüzdendir ki;

    mutlu insan çalışır, işini zevkle yapar, kitapların başına keyifle oturur. mutluluk her şeyde olduğu gibi başarının da anahtarıdır.

    edit: imla
  • basketbol - eşli king - karı kız işleri - alkol sarmalından çıkamamasıdır. yoksa o da isterdi derse girsin, ilim irfan öğrensin ne bileyim 3.90 not ortalaması olsun.
  • ailenin ve çevrenin sürekli oku baskısı. daha sonra ilgisi olmayan bölüme giden ögrenci okuluda bırakamıyor yine aynı baskılar nedeniyle. bende aynı şekilde siyaset bilimi bitirdim ama yine sevdiğim işi dolmuşçuluğu yapıyorum. niye okudun diyen salaklar oluyo ama olsun. üniversite sadece iş bulmak için okunmaz önce bunu insanlara anlatmalı.
  • hocalarla şahsî dostluk kurmamak. meseleyi bir ilim değil, meslek icâbı olarak algılarsanız, neticesi tabiatıyla böyle olur. eskiden talebeler ve hocalar, birbirleriyle dost olurlar; misafirliklere giderler, oturur sohbet ederler, birbirleriyle hediyeleşirler, bayram seyranlarda kart atarlardı. şimdi talebelerin işi çok, hocalarıyla muhabbet etmek yerine kafelere gidecekler, hocaların da işleri başlarından aşkın, memuriyet mesaileri bitti mi okulda ne işleri var...

    şimdi en fazla facebook'tan ekleşiyor, okulda dersler dışında hemen hiç konuşmuyor (zaten derste de hoca konuşur genelde), hayatınızda bir daha görüşmüyorsunuz bile. böyle bir ilişkide talebe hocasından zerre istifâde edemez, zira aralarında ilişki mekaniktir. hâlbuki ilim, sûdurdan sûdura geçer; göğüsten göğüse, yani kalpten kalbe... dünyadaki en komik umumî kabul, ''söz uçar yazı kalır'' anlayışıdır. yazı kalır da, okuyup tekrar bakan kim var allah aşkına? önce sevmek, sonra dinlemek ve anlamak gerekir bir şeyi öğrenebilmek için...

    üniversite, bölüm değil; hoca seçmek gerekir aslında.
  • (bkz: iibf)

    not: muhendislik fakultesi ogrencileri icin elbette.
  • - alakanin olmadigi bir bolumde okumak. ben de 1 yil alakasiz bir bolumde okudum ve yasadigim depresyonu baska bir entry'de anlatmistim. bulunca editleyecegim.

    -aileden uzakta okuyanlar icin yeni bir sehre adapte olma sureci, ya partiler vs derken kendini cok dagitmak ya da tamamen icine kapanmak, insanlarla iliski kurmamak ve dolayisiyla bolumden, bolum gundemlerinden uzak olmak. hatta belki beraber odev yapacak arkadas bile bulamamak.

    -cok severek ve isteyerek geldiginiz bolumunuzde umdugunuzu bulamamaniz. ogretilenlerin cag disi kaldigini dusunmeniz. akademisyenin kagida bagimli kalarak egitim vermesi. sizi insan yerine koymamasi. bunu ben okudugum bolumde yasamadim. ne zaman bir hocamin kapisini calsam istisnasiz yardim gordum, ufkumu acabilecek bir anahtar kelime veya arastirma konusu elde edebildim. ama pek cok okulda bu boyle degil, biliyorum. benim bolumumde de bu sekilde olmayan, memur zihniyetli akademisyenler mevcut az sayida da olsa.

    - bazi derslerde, muhendislik dersleri icin konusuyorum, ogretim gorevlisinin sizden kapasitenizin cok ustunde bilgi dagarcigi beklemesi. bu oranda verilen karmasik odevler. kaynak yoksunlugu. boyle bir durumda kendinizi beceriksiz hissedip dersi birakma ihtimaliniz cok yuksek olabiliyor.

    -ekonomik sebeplerden oturu part time veya full time calisma zorunlulugu. part time hatta freelance bile calissaniz derslerin canina okunabiliyor. mezuniyete yakin zamanda ise artik bezginlik ve bikkinlik cabasi oluyor. cunku siz birine veya biriyle is yapmak icin anlastiginiz anda kimse sizin bir ogrenci oldugunuzu dusunmuyor, kendi isinin gorulmesi her zaman en onemli sey oluyor. kimse sizin gozunuzun yasina bakmiyor.

    -kalacak yer sorunu. bizim okulda ben yurt cikmadigi icin ve ev tutacak parasi olmadigi icin kutuphanede yatip kalkan ve spor salonunda dus alan insanlar biliyorum. bu insandan nasil basarili olmasini beklersiniz ki mesela?

    -bilgisayar bagimliligi

    -tembellik usengeclik ve rahatlik
  • fena halde aşık olmak
  • okulun durmadan oradan oraya taşınması olabilir.

    kendimden biliyorum, laboratuvarı topla yok tekrar kur, hoooop laboratuvar tam kurulmadı derken,

    okul saçma bir yere taşındı yol uzun sürer, okula yakın bir yerde yurt bulalım derken,

    yurt yokmuş. ev bulalım derken,

    ev düzeni oluşturalım derken,

    aynı evde 7 kişi yaşarız derken,

    eve kedi de alalım derken,

    okul yine taşındı, ev sahibinin oğlu evlenecek evi boşaltın dedi derken,

    yeni ev bul taşın derken,

    4 yıllık okulu uzatmaktır. okul bitince yüksek lisansa başlanır. aynı okula gidilir.

    hop okul yine taşınır. kendi ellerimle laboratuvar düzenle derken,

    laboratuvarda taşınır durmakla ilgili sorunlar yaşanırken bir şekilde yüksek de biter.

    bu arada taşınılan her bina bir öncekinden kötüdür. çim namına görülen tek şey evdeki çim adamdır.

    he şimdi de işle doktorayı aynı anda yürüteceğim dedim. başka bir ünivetsiteye geçtim. yine okulu taşıyorlar.

    gel de konsantre ol.

    olmuyor
hesabın var mı? giriş yap