• van halen'dan ritm olarak pretty woman parçasını çağrıştıran bir başka parça. van halen ii albümünün 9. şarkısıdır. david lee roth'un eski sevgilisinin ondan ayrılıp bir kadın ile nişanlanmasını anlatır.*

    sözleri:

    march, you're breakin' my heart.
    girl, you better start thinkin' somethin' real.
    seems like loving you is just a crazy dream,
    but do as you feel.

    all these crazy women,
    one more crazy night.
    but one night's all we're given,
    so, baby, leave me alone, or, baby, stay the night.
    (oh, women in love)
    oh baby, make up your mind.
    (make up your mind)
    i know you're in love,
    so, baby, make up your mind.
    (women in love)

    scream, go on and scream
    that your love is all you're knowin'.
    but, honey, if you're needing a woman just as bad as me,
    you ought to be goin'.

    all these crazy women,
    one more crazy night.
    but one night's all we're given,
    so honey leave me alone i'm pleading
    baby, stay in the night.

    all these crazy women,
    one more crazy night.
    but one night's all we're given,
    so honey leave me alone, or lady, stayin' the night.
    (oh, women in love)
    oh baby, make up your mind.
    (make up your mind)
    i know you're in love,
    (oh, women in love)
    mm baby, i know you're in love
    (women in love)
    i know, i know
  • karakterlerin karamsarlığı, ikiyüzlülüğü ve bozgunculuğuyla beni deli etmiş roman.

    bu kitapta tek bir karakter daha bulamazsınız ki, düşündüğüyle yaptığı birbiriyle çelişmesin, bir saniye önce hissettiğiyle bir saniye yaptığı arasında dağlar kadar fark olmasın. hepsinin laneti gelsin. bu insanların ne kadar gerçek olup olmadığı beni ilgilendirmiyor. ursula'nın da gudrun'un da şeytan görsün yüzünü. gerald da bok herifin teki. bir tek rupert işe yarar bir adama benziyor, ama o da bazı zamanlarda öyle küçülüyor ki, insanın, kitabın sayfasının içine girip artık önüne kim çıkarsa bir bir dayak edesi geliyor.

    karakterlere sinirlenmekten kitaba odaklanamadım. pisler.
  • d.h. lawrence'ın erkek-kadın ikilemine dair söylediği herşeyi bir uç noktaya götürdüğü, yazınına sürerli bir ateş kazandıran kadın vs erkek savaşına bir worst case scenario getirdiği romanı.
    gerald'ın savaşı kaybedişi alpler kadar dondurucuydu.
    ursula'da tuhaf bir farkındalılık buluyorum, gudrun'da da bilinç altına sıkıştırdığı güçlü bir nefret.
  • son yarım saati ninni etkisi yaratan film.

    --- spoiler ---

    güreş sahnesinde dedim biri diğerine mutlaka takacak; fakat olmadı. belki oldu da göstermedi yönetmen, ihtimal dahilindedir.

    --- spoiler ---

    şimdi burda metafor irdelemesi üzerinden, heteroseksüellikten girip ölüm paradigmasından çıkarak ve netice itibariyle sermayeciliğin insanları maddileştirmenin ötesinde (ironically) spiritüellik arayışına yönelttiği gibi ana fikirlere gelebilirdim. dikkat ettiysen ecnebi bir kelimeye de yer verdim. yapamıyorum, çünkü aklım güreş sahnesinde kaldı. sahi tam olarak ne oldu orda ya?
  • d h lawrence romanı.

    roman kahramanlarından birkin düşünüyor:

    "ursula'nın sunduğu eski tarz sevgi, korkunç bir kölelik, bir boğuntu gibi geliyordu ona. nedendir bilmiyordu ama aşk, evlilik, çoluk çocuğa karışmak ve aile saadeti sürmek gibi şeylerin düşüncesi ona tiksinti veriyordu. o daha ferah, daha açıklık, daha serin bir şeyler istiyordu. karı koca arasındaki sıcak, dar, sıkışık beraberlikten iğreniyor, ürküyordu. kapılarını kapayıp bir çekilişleri vardı şu evli çiftlerin; dünyayı dışarıda bırakan daracık beraberliklerine bir çekilişleri vardı ki arada aşk bile olsa tiksindiriyordu onu. çifter çifter ayrılan, ev ev, oda oda kapanan ikililerden kurulma bir topluluk...

    beri yandan önüne gelenle düşüp kalkmak düşüncesi ona evlilikten de çirkin geliyordu. zina yapanlar da birer 'ikili' değil miydi aslında. kanuni nikaha karşı tepki gösteren çiftlerdi onlar da. ve evli çiftlerden daha bile can sıkıcıydılar."
  • insanlığın ilkelliğe geri dönmesini salık veren güzel bir roman.
    romanın baş kahramanlarından birkin'in aşk kavramının diğer karakterler tarafından anlaşılamaması beni oldukça sarsmıştır. burada suçların en büyüğü lawrence'ındır zira bilhassa birkin ve gerald arasındaki ilişkiyi fazla homoseksüel göstermiştir. halbuki birkin'in aradığı şeyin yüzeysel bir aşk olmadığı aşikardır.

    roman boyunca mantıklı olan ve birkin'i anlayabilen ursula, söz konusu aşk olduğunda tam bir kezban oluverir.

    anlayışsız ve diğer insanları küçük gören gudrun ise romanın sonunda mantıklı bir insana dönüşür.

    gerald ise romandaki insanın benliğini oluşturan öğelerden biri olan id'i temsil eder. tam bir hayvandır. birkin'i anlayamayacak kadar da yüzeyseldir.
  • "mekanik olarak yaşamaktansa" der gerald (oliver reed), "ölmek daha iyi. hayat kendini tekrardan ibaret."

    gündelik yaşamın bütün hazları her yeni günün ardından kendini tekrar ettiğinde, lanet döngüyü kavramış gözüken gerald'ın saptaması camuscü anlamda absürddür (saçma). hayatın saçmalığını anladığı için olgun bir kahramandır o. artık kendisi için yaşanabilecek yeni bir şey kalmamıştır.

    bu eylem ister istemez heinrich von kleist'ı ve ünlü veda (intihar) mektubunu anımsatır. yaşanacak yeni bir şey kalmadığında, sonsuz tekrar ve yineleme tekinsiz bir renge büründüğünde ölüm bir gerçeklik olarak karşımızda dikilir ve bizi mezara çağırır. romantik mitos geleneğinden gelen von kleist ile gerald bu düzlemde birleşirler.
  • "bugün kahve saatinden akşam altıdaki çay saatine kadar lady chatterley'in aşığı'nı okudum, hayatı kendi kafasına göre yaşayan bir kadını okumanın keyfini çıkardım yine; women in love ve sons and lovers var bir de. bayılıyorum, bayılıyorum: neden lawrence'ı tanıdığım ve sevdiğim hissine kapılıyorum acaba - kaç kadın böyle hissetmiş ve fena halde yanılmıştır kim bilir! daha önce okumadığım the rainbow'u açtım ve en son ursula ve skrebensky bölümüne fena halde kaptırdım; londra oteli maceralarını, paris gezilerini, ursula üniversitede okurken nehir kıyısındaki sevişmelerini okuduğumda nefesim kesildi, olduğum yerde çakılıp kaldım." sylvia plath - the journals of sylvia plath

    "asıl mesele, üslup. ben üslubun ciddi, trajik, aynı zamanda da keyifli ve zengin ve yaratıcı olmasını istiyorum. bir ustaya, birkaç ustaya ihtiyacım var. lawrence women in love hariç, tarz olarak çok yalın, çok gazetecivari. henry james çok ayrıntılı, çok sakin ve terbiyeli. joyce cary'yi beğenirim. o taze, küstah, konuşma dili bende de var. ya da j. d. salinger. ama bunun için "ben" diyecek birinci tekil kişiye ihtiyacım var, ki bu da çok sınırlayıcı. veya jack burden. zamanım var." sylvia plath - the journals of sylvia plath

    ["başkalıklarını" ("otherness") her zaman korumalıdırlar. birbirleriyle kaynaşmamalı, tek varlık haline gelmemelidirler. (...) insanın asla bir yuvası olmamasını ister. bir kadınla bir erkeğin, kapılarını dünyaya kapayıp, hiç değişmeyen aynı dört duvar arasında yaşamalarını; başkalarını dışlayarak, salt kendi çıkarlarını kollayarak bir "egoisme a deux" (iki kişilik bir bencillik) kurmalarını, üstelik bu durumdan mutlu olmalarını iğrenç sayar.] mina urgan - d. h. lawrence

    [kendisinin* tek isteği, insan denilen o yaratıklardan tümüyle arınmış bir dünyada yaşamaktır. zaten tarihöncesi canavarlar gibi "yaradılışın yanılgılarından biridir insan" ("man is one of the mistakes of creation, like the ichtyosauri").] mina urgan - d. h. lawrence

    (bkz: woman in love)
  • muhteşem bir d. h. lawrence romanı.

    --- spoiler ---

    evlilik, iki kişinin egoizmidir.

    --- spoiler --- rupert birkin
  • d.h.lawrence'ın 4 ana karakterli romanı. 2 güçlü kadın ,2 güçlü erkek. dört farklı aşk tanımı. karakterler arasında aşk ve eşitlik kavgası her sayfada biraz daha güçlenmekte. kadın-erkek ilişkisi dışında, gerald ve richard arasındaki gizli çekim satır aralarından okunmakta. birbirleri hakkında yorum yapıp , birbirlerini eleştirirken daha doğrusu farklı olmak için hayatı bu kadar zorlaştırmak ne kadar doğru acaba?
hesabın var mı? giriş yap