• abim instagramda gördüğü bir olayı anlatır

    abim: ”güneş patlaması olmuş bütün elektronik aletler iptal olacakmış, bu doğru mu? evinizde fener bulundurun diyorlar” diye sormuş kız. doğru olsa ne yapacak acaba bu bilgiyle, tek sorun fener sanki fjfjfjf

    ben: güneş patlaması mı olmuş? nerde??

    ve abimin uzun yıllar aleyhimde kullanacağı yeni bir dalga konusu olur...
  • kendimi bildiğim bileli yerde ceviz kabuğu, fındık kabuğu, kestane kabuğu falan görsem üstlerine basmadan duramıyorum. ciddi anlamda sorunlarım var. ufak çaplı çatırtı çıkarmak hoşuma gidiyor. bu öyle kötü bir alışkanlık ki eski sevgilimle beraber bir gün düğün sonrası içki yemek faslı için çiçek pasajına gittik. ikimiz de çok şık giyinmişiz. benim üstümde siyah bir takım, sevgilimin de uzun topuklusu ve kırmızı elbisesi var. neyse, düğün eğlencesi bitti ikimiz el ele otoparka doğru yürüyoruz. karşı kaldırımda ceviz kabukları gördüm. böyle sokak lambasının hemen altına atmışlar. elim ayağım yine titremeye başladı. ulan o saatte soyulmuş bir vaziyette onların orada ne işi var? "gel beni ez" diye bağırıyorlar. bizim manita tabi bilmiyor bu sağlamlığımı. maşallah o da bir uzun topuklu giymiş, böyle tuvaletten çıkmış basurlu gibi yürüyor. iki kavanoz cin biberi yemiş sanki. çekiştirip duruyorum kızı. gel dedim yine elinden çekmeye başladım. "iyi de bizim araba şurada değil mi?" dedi. "boş ver sen arabayı, yürümeye odaklan sen, bel fıtığı olacaksın" dedim. "ihihi ay güldürme bak altıma işicem" dedi.

    o an kendimi sorgulamaya başladım. grand tuvalet takım elbise giymiş ben çatırtı koparmak için karşı kaldırıma ceviz kabuğu ezmeye gidiyorum. yanımda da peri masalı güzelliğinde bir kız ota boka gülerken altına kaçırıyor. ulan biz nasıl bir çiftiz böyle dedim kendime.

    bunları düşünürken; "ya niye geçtik simdi bu kaldırıma" dedi. o söylenirken çatır çutur kabukları çaktırmadan ezmeye başladım. ulan valla yok böyle zevk. kabuklardan çıkan o çıtırtı samimi söylüyorum bülbül sesinden bile kulağa daha güzel geliyor, çağlayan ırmaklardan şahane, hatta yeni doğmuş bir bebeğin ıngasından bile harika geliyor.
    eziyorum çaktırmadan.

    bitti kabuklar, tekrar diğer kaldırıma yöneldik. manita da peşimden aydemir akbaş gibi çıkık götlü yürüyor. "noldu ben bir şey anlamadım, bir oraya bir buraya" dedi.

    "götünü arıyorum bebem, seni çok önde görünce gelmedi sandım" dedim. bu yine ihihihi başladı gülmeye "allah belanı vermesin" deyip mekanın tuvaletine geri koştu. siymiş altına.
    lan neyse, onu beklerken kıramadığım kabukları ezmek için tekrar kaldırıma geçtim. hepsini un ufak ettim.

    gerçekten bu öyle kötü bir alışkanlık ki, yine aynı sidikli sevgilimle beraber bir gece pavyonda içerken masaya yanarlı çam fıstığı getirdiler. işte tabağa tuz koyuyorlar, üstüne ispirto döküyorlar ve onların üstüne de kabuklu çam fıstıklarını koyup yakarak masaya getiriliyor. neymiş bunun adı? kavrulmuş fıstıkmış. garsonların "sana alev alev sokacaz abi" mesajı gibi bir şey işte.

    ateş söndü içkiyle beraber fıstıkları yemeye başladık. kabukları ayrı tabakta topluyoruz. iyice biriktiler. manita şak tabağı düşürdü. benim göz yine seğirmeye başladı. ulan mahsus mu yapıyorsun? gözlerimin beyazı çıkmış manitaya bakıyorum. "nen var?" dedi. "kalk dans edelim" dedim. ayağa kalkıp yalandan yere elini tutarak kabukları eziyorum. "ay heyecanlandın mı? titriyorsun sen ihihi" dedi. ben kabukları çiğniyorum. ulan hani orgazmdan daha zevkli anlar nedir deniliyor ya, he işte "kabuklu yemişleri ayağımın tabanıyla ezmek" şeysini hep demek istemişimdir ama deli derler diye hep sustum.

    dansımızı ettik oturduk. garsonlar yerleri temizlemiş. bardaktaki havuç söğüşün içindeki maydanoz yaprağını parmağımla çevirip yere bakıyorum. "daldın yine, sesin çıkmıyor" dedi. ben maydanozu parmağıma dolamaya devam ediyorum. "sana diyorum huuu" dedi. benim göz yerde kalan o iki fıstıkta. ulan tam temizleyememişler. tekrar huu derken "çişim geldi" deyip kalktım.

    kalktım ve tuvalete yürürken gittim onlara da bastım. allah beni bildiği gibi yapsın lan.
  • lisede her sabah güne makul bir seviyede başladığımı düşündüğüm günlerdendi. makulden kastım gayet güzel çekilmiş bir uyku sonrası annemin veya babamın hazırladığı ana kuzularına layık ancak nazımdan nasibimi almış güzel bir kahvaltı, müthiş ütülü gömleğim ve ceketim, her hafta muntazam boyanan ayakkabılarım ve ümüğümü sıkan kravatım… bunun dışında makul olan bir diğer şey de beni yani prens ı. anneeee bitti diyen cocuk'u evinin önünden bir servisin alacak olmasıydı.

    müthiş sabah rutinimi sonbahar aylarının güneşin insanın içini ısıtmaya başladığı saatlere doğru aşağıda servisi bekleyerek geçirmeye karar verdim. prens bile olsan servis bekletilmez beklenirdi. aşağıya acayip hazır bir şekilde indim ve her 7.45’te görmeye alışık olduğum manzaraları görmek için etrafıma bakındım: ilkokula giden ekose etekli ikiz kız öğrenciler, komşu binalardan öğrencileri toplayan köy hizmetleri anadolu lisesi ve kartal anadolu lisesi servisleri, otoparktan beş dakika içinde çıkan ikisi beyaz, ikisi siyah, biri kırmızı toplam beş araba, beklediğim köşede viraja her zaman oldukça sert giren bir bmw, parkta aynı mavi eşofmanla hızlı tempo yürüyüş yapan altmışlı yaşlarda bir amca, köpeklerini yürüyüşe çıkaran kokoş bir teyze, o köpekleri görünce komşu arsadan galeyana gelip atlayan diğer üç köpek, sabah ceviz kırmak için aynı yere ceviz atan karga, servis bekleyen çocuğunu pencerelerden gözetleyen üstüne hırka geçirmiş gecelikli anneler, bond çantası ve takım elbiseleriyle minibüs yakalamaya çalışan fit abimiz…

    bunların olmasını beklemiştim. olmadı. kendimi başka bir eve getirilmiş bir kedi kadar huzursuz ve konfor alanımın dışında hissettim. ne ikizleri, ne arabaları, ne de her zaman görebildiğim diğer şeyleri görebiliyordum. önce arkadaşlarım geçti yan binadan okul üniformalarıyla, istanbul erkek lisesi’nde okuyan ve toplu taşımayla karşıya geçen can ve fırat… “napıyonuz lan enayiler, geç mi kaldınız” dedim. gayet de sallanarak gidiyorlardı, “yooo sen geç kalmış olmayasın” dediler. saate bir baktım şüpheye düşüp, hayır akrep ve yelkovan olması gerektiği yerlerdeydi ve çalışıyordu da. sonra uzaklaştılar ve aktarmadan faydalanacakları o ilk taşıda atlayıp kayboldular.

    hemen peşinden kabataş lisesi’nin servisini gördüm. bu hiç yoktu, acaba yeni biri mi taşındı bu tarafa… hem öteki servisler nerede ya hu? bizim binadan çıkan şu lacivert peugeot kimin, öteki arabalar nerede bugün işleri yok mu? takıntılarım gelmeye başlamıştı ki önüme pat diye bir şey düştü, yere baktım kabuğu kırılmış bir ceviz. kafamı yukarı kaldırınca karga “telaş etme” dercesine kendi dakik görevini yerine getirmişti. cevizi alıp kabuğunu kırdım, yarısını asfalta attım karga yesin diye, diğer yarısını komisyon olarak aldım.

    ben hala takılıyorum köşede servisi beklerken, aradan bir on dakika falan geçti (ki beş dakika içinde gelirdi) tam servisteki ilk alınan arkadaşı arayacağım kafamı kaldırınca bizim sokağa simsiyah ayna gibi böyle gıcır gıcır bir mercedes’in girdiğini gördüm, modelini bilmiyorum, hala da bu arabalardan falan anlamıyorum, neyse… yabancı bir plaka… önüme doğru yanaştı, simsiyah film çekilmiş camı aralandı, “atla gidelim” diyecek biri içeriden diye bekliyorum. onun yerine “excuse me, can you speak english” diyen lord veya sir diyebileceğim bir beyefendi çıktı. sadece “yes” diyip, tek hece olan bu kelimeyi bile kekeleyerek söyleyebilme başarısını gösterdim. “ıs this ankara” diye devam etti. ben o zamanlar meşhur olan şu gizli kamera şakalarını hatırladım ve hemen kafamı kaldırıp kameralara baktım, ama beni kekleyemezlerdi, kamera aracın içindeydi, şöyle bi gözümü aracın içine doğrulttum ama bir şey göremedim. devam edeyim ingiliççe dedim “no, ıstanbul” diyerek toplamda iki cümlede biri yes, öteki no olan iki kelimeyle anlatabildiğim her şeyi anlattım. can alıcı soru en son geldi “then how can i go to ankara?”

    birader, eczane sormuyorsun ki, ben sana ankara’yı nasıl anlatayım, ayrıca komşu il bile değil arada üç tane il var. bir süre manasızca bakıştık, sonra aklıma kendisini e-5’e çıkarıp 300-400 km dümdüz gazlamak geldi. yeni biten hazırlık sınıfının heyecanı ve skilleriyle dilim döndüğünce anlattım “turn left, turn right, turn left again, then turn second right, go 300-400 km’s”. gördüğünüz üzere dilim de pek dönmedi ancak buraya gelip bunu soran bir arkadaşa ıntermediate english bile bence pek çare olamazdı, şayet o kadar bilsem “bro mal mısın, ne içiyorsun sabah sabah, git başkasıyla dalganı geç” derdim.

    ben artık bu sabah travmasını anlamlandırmaya çalışmaktan vazgeçmiş, servisi bekleyeli yaklaşık yirmi dakika olmuştu. hemen ericsson a2618s model hazır kart yüz kontörlü telefonumu elime alıp bu kontörlerden birkaçını harcamayı göze alarak alp isimli arkadaşımı aradım. uykulu bir ses “alo” diyerekten telefonu açtı. “alp nerdesiniz sizi bekliyorum” dedim. “geliyoruz geliyoruz yoldayız” dedi uykuyla devam ederek. “tamam da nerdesiniz yani aşağıda heykel oldum” diyorum, bir süre sessizlik oluyor sonra alp “şaka mı yapıyorsun koral” diyor, “yav ne şakası işte aşağıdayım saat kaç siz nerdesiniz ya” diye artık sövmeye başlayacakken alp bana “lan servis daha beni almadı uyuyorum ben saatin farkında mısın” diyor. saate bakıyorum her zamanki saat, şöyle bir ileri bakıp düşünüyorum, etrafımda olan bitenleri düşünüyorum, sabah hiçbir zaman görmediğim şeyler aklıma geliyor, güneş de her zamanki yerinde, insanlar neden bu kadar farklı diye düşünürken son cümleyi kendi içimde tekrarlamaya başlıyorum… “güneş aynı, insanlar farklı… e güneş aynı… insanlar farklı…” diye.

    saate tekrar bakıyorum, alp’e “pardon abi ufak bir zaman kayması yaşadım sanırım” diyip kapatıyorum. eve çıkıyorum, annem tekrar uyumuş, babam hala uyuyor. saatleri bir saat geri alıp salonda televizyonu açıp izlemeye başlıyorum. annem uyanıyor, “ne oldu niye geri geldin” diyor, “saatleri geri almaya geldim” diyorum. gülüyoruz.

    7.45’te aşağıya iniyorum… : ilkokula giden ekose etekli ikiz kız öğrenciler, komşu binalardan öğrencileri toplayan köy hizmetleri anadolu lisesi ve kartal anadolu lisesi servisleri, otoparktan beş dakika içinde çıkan ve ikisi beyaz, ikisi siyah, biri kırmızı toplam beş araba...

    faq: karga mı? kahvaltısına 6.45’te başladığını öğrenmiş oluyorum…
  • kızım henüz 4 yaşında, 1 yıl önce gittiğimiz tatilde kendi yaşıtı olan pınar isminde başka bir kız çocuğu ile kaynaştı. sonra ayrıldık geldik. bu geçen 1 yılda, her gün, her oyunda kızın adını sayıkladı. "pınar'ı çok özledim.", "baba sen pınar ol", "pınar'la tatile gidelim" gibi cümlelerle artık hem vicdani olarak, hem de bıktığım için pınar'ı, yani ailesini sosyal medyadan bulmaya karar verdim. 2-3 ay pınar'ın babasının verdiği bilgilerle adamı aradım ve bir facebook grubunda buldum. mesaj attım. bizi hatırladılar ve evlerine davet ettiler. evleri dediğim, ha şurası değil, bana 300 km uzakta. kızımı kırmamak için, hadi dedim gidelim. bir cumartesi yola çıktık. çok heyecanlıyız, kızım 1 yıldır özlediği pınar'la kavuşacak, acaba hatırlayacaklar mı? derken bizi kapıda karşıladılar, pınar gülerek defne'ye bakıyor. defne o sırada kucağımdaydı ve kulağıma yanaştı.

    - baba, pınar bu değil!
  • debeki olayı okuyunca sinirlerim boşaldı ve kahkahayı bastım.

    (bkz: ilişki hayatını ilgisiz bir olayla anlat)
  • yaklaşık 6 yaşlarındayım, sene 90'lar o zamanlar superman filmi her ay bir kanalda mutlaka yayınlanır. etkilenmiş olacağım ki, anannemin sokağında bir arkadaşımla beraber kaba inşaat olarak kalmış iki katlı bir binanın korunaksız çatısına çıkar oyun oynardık.bir keresinde sokak arkadaşımla oradan süpermen gibi uçup uçamayacağımız hakkında iddiaya girdik. beni çok gaza getirdi. ben de şart olarak beraber atlamayı teklif ettim. zıplayarak atlarsak uçabileceğimizi düşünmüştüm. aynı anda atlamamız gerekirken ben atladım o atlamadı. neyse ben incir ağacının yanındaki toprak zemine çakılmışım bayılmışım, uyandığımda arkadaşım yanımdaydı. baygın halde inlerken ak sakallı mahalleden bir amca kırmızı küçük arabasıyla beni hastaneye götürdü. uçma hayali kırık ayak faciasıyla sona erdi. o hain arkadaşı hiç unutmuyorum. hala da cidden ara sıra rüyamda konvansiyonel olarak uçtuğumu görürüm.
  • dusundum yazacak bir sey bulamadim. uzun suredir hayatimda yaran bir olay olmadigini farkettiren basliktir.
  • yaz tatilinde hanima romantiklik olsun götürsün evde cam saksilara koysun diye midyemsi seylerin kabugunu toplayayim demistim.

    plajin kayalik taraflarindan güzel güzel 10-12 tane kadar sekilleri hic bozulmamis kabuklari topladim tek gözlü plaj cantasinin icine koydum.

    aksam odaya cikip dusuna girdikten 5-10 dakika sonraki cigliklari duyup acele ile odaya kostum ki havlulardan yataga dogru kacan yengecleri görmem bir oldu. tabi sakinlesemeyen hanim cigliklarla odanin diger ucundaki sandalyeye kosup cikmis.

    meger ben midye kabugu diye kesis yengeci toplamisim :)

    yengecin sifat-i esgal

    hayvanlar artik uyuyomuydu napiyoduysa yada korkudan mi artik bilmem kabuklarina girmisler ben de saf gibi -ne güzel hic bozulamamis deniz kabuklari diye toplayip cantaya atmisim. cok romantigim ya tabi hanima surpriz yapacagim…

    yatakta kacan yengecler, sandalye üstünde korkudan bayildi bayilacak bi hanim ve dustan acele ile odaya kosmus romantik pepe ben…

    durum olaydan 2-3 gün sonra yardi tabi… ama nerdeyse hanim da benim kafayi yariyordu :)
  • ingiliz iş arkadaşımın ingiltere'de adı merve olan eski bir bankacıyla tanışmış olmasının ardından bana onu tanıyıp tanimadigimi sorması (eski bankaciyim).

    ulan merve'den bol ne var ülkede diye dalga geçerken soyadını sormamla gerçekten de tanıdığımı fark etmem. şansa yaşıyoruz gerçekten.
  • arkadaşla ege’den çıktık yola, akdeniz’e doğru kamp yapa yapa devam ettik, antalya’ya gelince tekrar istanbul’a dönmeden güzel bir masaj yaptıralım, yorgunlukları atalım dedik. hemen google’dan bulduk bir yer, aradık bir abi çıktı telefona, ben araba kullanıyorum, arkadaş da telefondaki abi ile konuşmaya devam ediyor. araba kullanıyorum ama bir yandan da kulağım arkadaşla abinin konuşmasında. adam tarif veriyor biz devam ediyoruz filan, samimi bir ortam oluştu, içimden de diyorum bu adam böyle iyiyse, hizmetleri de kalitelidir. adamın verdiği konuma yaklaşınca, telefonu kapattık, arabayı park ettik, para çekelim öyle devam edelim diye atm’ye yürüyoruz. arkadaşa diyorum ki, bu adam niye bu kadar samimi, silkmeseler bari diyorum, o da diyor ki kötü düşünme masajı yaptırıp devam edeceğiz, olumlu düşün olumlu olsun. içimden de diyorum ki, esnafın böylesi adamı ayakta silkeler ama allah’ım sen bizi utandırma diye de dua ediyorum. arkadaşım da ben buraları biliyorum, sıkıntı yok diyo, en son sıkıntı yok dediğinde arabayla ormanın ortasında çamura batmıştık haha, paraları çektik, yola koyulduk, adamı aradık, kardeşlerim nerede kaldınız filan diyor, arkadaş da elini hoparlöre koydu, olum bu adam bizi silkeleyecek gibi konuşuyor diyo, ben yerlere yatıyorum gülmekten, sinirden gülüyorum. yeri bulduk, bla bla masaj salonu diye tabela, merdivenlerden aşağı inilen merdivenaltı bir yer, indik merdivenlerden bir sıra genç sıraya girmiş, başlarında da iri yarı bir kaç adam dikilmiş, kimlik topluyorlar. o sırada bir ses duydum, arkadaşım hala adamla telefonda konuşmaya devam ediyor, abi biz geldik de, burası çok kalabalık filan diyor, iri yarı adam da kapat o telefonu dedi arkadaşa, ben hayırdır filan diyip diklenecekken içerden bir bağırma sesi yükseldi “giyinin lan üstünüzü başınızı, bu gece nezarette anlatırsınız derdinizi” diye. başımdan aşağı kaynar sular boşaldı, içimdeki çocuk secdeye durdu, betim benzim atmış, arkadaş hala telefonda adama nerdesin abi kalabalık burası diyo hahaha dışarıdaki polislerden birisi arkadaşa kapat o telefonu diyince arkadaş mevzuyu çaktı, bu defa telefondaki adamla polisi konuşturmaya çalışıyor, telefonu zorla polise vermeye çalışırken diğer adam telefonu kapattı hahhaa donduk kaldık. içerdeki polis geldi, diğerlerinin zaten kimlikler elinde, polislere bunları araçlara alın ifadelerini alacağız dedi, bize döndü, lan eliniz yüzünüz düzgün ne işiniz var böyle yerlerde demesin mi, götümüz düşmüş korkudan ne dicez adama, yalvarır gözlerle bakıyoruz, arkadaş olayı çevirmeye çalışıyor, komserim diyo hahaha biz masaja geldik diyo hahah adam da hiç inanmayan gözlerle arkadaşa bakıyor, ben arkadaşa bakıyorum gülcem gülemiyorum, karnıma ağrılar girdi, korkuyorum bir yandan, neyse siz sonradan geldiniz işlem yapmicam size, bir daha uğramayın buralara diyo, ben uzun adımlarla mekandan uzaklaşıyorum, arkadaş da peşimden geliyor. bir süre konuşmadık. arabaya bindikten sonra istanbul’a kadar geyiğini yaptık. masaja giderken kötü yola düşüyorduk hahaha merdivenaltı olması ayrı komik. önümüzde küçük küçük veletler. utandık, sıkıldık ama ömür boyu aramızda geyiğini yapacağımız güzel bir anımız oldu.
hesabın var mı? giriş yap