• kayısı ağacı reçinesine, ağaç balı derdik biz ve ben bu reçineleri yemeğe bayılırdım.
    bir gün kuzenimle dedemlerdeyiz, teyzemlere gidecektik; bahçeler arası duvar olmadığı için normal yoldan gideceğimize komşunun bahçesinden gitmeye karar verdik.(komşunun bahçesi de kayısı ağaçlarıyla doluydu.)
    tam bahçeden yola çıkacaktık ki kocaman bi reçine gördüm ve onu koparıp öyle gidelim dedim.
    ben reçineyi koparırken bahçenin sahibi bizim çağla topladığımızı sanıp sopayla bize doğru koşmaya başladı. kuzenim hadi gel kaçalım dese de biz hırsız değiliz ki neden kaçalım, altı üstü ağacın balını alacaktık dedim ve olduğum yerde bekledim ben ama kuzenim kaçtı. adam gelince durumu anlatmaya çalışırken bana bir iki tane vurmuştu. sonra elimde hiç çağla olmadığını görmüştü ama iş işten geçmişti.

    o gün çok büyük hayal kırıklığı yaşamıştım ama aynı şey tekrar başıma gelse yine hırsız gibi kaçmazdım öyle de malım işte.
    bu olaydan birkaç yıl sonra beni döven adam ölünce, adama hakkımı helal etmem için eşi gelip konuşmuştu benimle.
    yani çağla çalmış olsaydık bile çocuklara vurulur mu hiç? böyle kötü insanları asla anlamayacağım. gerçi adama hakkımı helal etmiştim.
    yıllar geçmiş hâlâ aklıma gelince hem hırsız damgası yediğim için utanırım hem uğradığım haksızlık yüzünden hafif bir sızı oluşur kalbimde.
  • 10-11 yaşlarındayım. o ana kadar gördüğüm tek bilgisayar, okul müdürünün ofisindeki beyaz renkli, tüplü ekranı olan masaüstü bilgisayar. tabii heves ettim kullanmak istiyorum içten içe ama izin vermeyeceğini de biliyorum. utana sıkıla rica ettim ve elbette bozulmasına karşın red yedim.

    aradan 1 hafta geçti veya geçmedi. okula beyaz bir tır geldi üzerinde "ateşböceği ercan" yazan.. rengarenk yapıştırmaları var üstünde. dedik herhalde bir şeyler dağıtacaklar öğrencilere. merakla park etmesini bekliyoruz, teneffüs zilinin çalmaması için dua ediyoruz. derken tennefüs zili çaldı derse girdik, çıktık. bakıyoruz tır yok.* adam yükünü bırakmış gitmiş sadece kasası duruyor.*

    nedir, ne değildir pek takmadık sonra. o heyecan yavas yavaş gitti bizden. derken ertesi gün müdür duyuru yaptı andımızı okuduktan sonra. işte çocuklar okulumuzda bir proje yürütecekler, sıralar halinde sınıf sınıf tırın içindeki bilgisayarlara geçeceksiniz. abileriniz, ablalarınız size bilgisayar kullanmayı öğretecek. birlikte oyunlar da oynayacaksınız. onları üzmeyin olur mu...

    kıyamet koptu tabii. herkes bağırıyor, seviniyor, yerinden zıplıyor. en son bi "iyi dersler" deyişi var müdürün. ben değil okullarda, hiçbir askeri videoda o kadar yüksek ve gürültülü "sağ ol!!" dendiğine şahit olmadım.

    okuldaki sınıfların kalabalıklığı, sınıfdaki öğrenci sayıları, içeriye giren grupların 4-5 saatlik aktivitesi derken 10-15 gün sonra benim bulunduğum gruba anca sıra gelmişti.

    ilk 1 saat klavye ve mouse kullanımını öğrenip, pratik yaptıktan sonra türkiye haritasının bulunduğu bir programı açtılar. (bkz: ateş böceği ercan) meğersem bulmaca yaparmış gazetelere. bir yandan da yarışa giriyormuşuz, sonradan öğrendik. tahmin yürütüp haritadaki şehirleri bilmek ve meşhur olan bir şeyini bulmamız gerekiyordu. yanılmıyosam 10 tahmin hakkımız vardı ve en çok puan toplayan birinci oluyordu. tabii ben mouse tıklarına, klavyeden çıkan tık tık seslerine o kadar çok yoğunlaşmıştım ki yarışma hiç umrumda bile olmadı.*

    bilgisayar başına geçmeyi, oynamayı yada en azından oynuyormuş gibi yapmayı* o kadar çok istiyordum ki sanki dilek dilemişim de kabul olmuş gibi hissettim.

    buradan ilkokul müdürümüz tahsin hocama, projeyi okulumuza getiren ve bu projeye destek olan "ateş böceği ercan" a.k.a ercan bostancıoğlu'na sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

    bu anı, metroda küçük bir kızın "ateş böceği" kelimesini kullanmasından sonra geldi aklıma. bazı iyiliklerin son kullanma tarihi yok.
  • bozuk paranın üstüne kağıt koyup kurşun kalemle karaladıklarında atatürk ün yüzü çıkardı nasıl şaşırırdım.. hatırlıyorum.
    paraya dair ikinci miladım: elimden iki beş yüz binlik banknot alıp da yerine bir milyon lira verdiklerinde gözlerimin yaşarması. iki param gitti bir param oldu diye. kimseye anlatamadım o an fakirleştiğimi. yine de hayal kırıklığımı hissetirmedim. ortada benim algılayamadığım bir adalet vardı kesin.

    saçlarımı zorla tarardı annem. ağlatarak. iki yana ördü bigün, ayna karşısına geçirdi "bak ne güzel oldun" diye. kendimi, duygularımı değil aynadaki anlık görüntümü hatırlıyorum. beyaz bi tişört, lacivert bi etek vardı üstümde. o an ilk ve son kez güzel olduğuma inandım.

    uzun süren araba yolculuklarımızın sonunda, kırmızı ışık yandığı için arabamızın durduğuna değil, biz durduğumuz için kırmızı ışığın yandığına kanaat getirdim. bir lamba bize değil, biz lambaya hakimdik. başka türlüsü olamazdı.

    bebeklerimi çalan çingene kızın peşinden koştururken, kızın dalgalanan eteğini hatırlıyorum. filmlerde gördüğüm gibi pembe ve parlak değildi. siyahtı. alabildiğine soluk.

    tabi aşk... aşık olduğum çocuk. komşunun oğlu. eren. benden büyük. dibinden ayrılmayışım, harbiden ayrılmayışım ve ardından eren abi(!) nin "bu da kıçımdan ayrılmıyo hee" deyişi. herkesle beraber benim de sırıtmam. teklifsizliğim.

    amcamın yanında okuduğum ilk kelime: dört. ve ikincisi: polis. "aferin aferin"ler eşliğinde aldığım harçlık. dondurma almaya gidişim. bu sefer paraları hesaplamayı biliyorum. iki para verdiğim zaman üste üç para alınca bakkalın hata yapmadığını anlıyorum.

    sokakta tuğlalardan kırmızı toz biber yapmayı çok seviyorum, onları çamur-çiğ köftenin üzerine dökmeyi seviyorum. bu işlem esnasında bize siyah üzüm getiren teyzeyi de çok seviyorum. fırınından kuru pasta çaldığımı iddia eden kocasından ise nefret ediyorum.

    + ben, hayatımda hiçbir şey çalmadım.
    - hiçbir şey mi?
    + sadece fırın tepsisini düzeltmek için köşeye çektim. yamuk duruyordu. zaten dereotlu kuru pastadan nefret ederim.
    - onu demiyorum.. yani hiçbir şey mi çalmadın? sakız bile mi?

    çocukluğu ucundan yakaladım ben. yarım yaşadım. ortada. ağaçlara çıkmadım ama tek bir meyve veren kayısı ağacının kıymetlisini ben mideye indirdim. içerisinden hiçbir şey çalmadığım bakkallarda geçti ömrüm hep. magnum a uzaktan bakıp meybuzu az şapırdatmaya çalışarak bitirdim. dayak yemedim ama salıncakla kafasına çarptığım çocuğun abisinden hızla kaçarken yere düştüm. az da olsa kan tattım. salyangoz öldürdüm. öte yandan; (küçüklüğümün en saf paradoks ürünüdür) kurban bayramında, kaçsınlar diye koyunların iplerini kestim. kaçmamaları onların suçu.

    yani geriye dönüp çocukluğuma seslensem öyle derim: "çocuk, yarım yamalak yapıyosun her şeyi. ya sokakta kal ya eve çık. ağaca çıkmaya cesaret edemiyosan indir başını aşağıya. o futbolcu kartlarını biriktiriyorsan çık dışarı milletle kapış. madem koyunun ipini kestin, az biraz it de kaçsın. yoksa akşam kestiklerinde ağlayacaksın... bakma... durma. bir karar ver. yarım kalma"

    "ha bi de git o fırıncıya de ki: senin bayat kurabiyelerine kalmadım geri zekalı herif! hem zaten, ben dereotunu sevmem!"

    ekleme: yazım hatası düzeltildi.
  • istanbul

    yaş 11 falan. bit pazarından ayakkabı almıştım. beyaz nixe ve işareti de simli yeşil idi. kız ayakkabısı idi ama beğenmiştim. erkektim.

    uzunca süre giymedim. utandım. aylarca delikli, yırtık ayakkabıyla okula gittim.

    sonra aldım sulu boyayı boyadım nixe logosunu. oldu nike ve siyah yapmıştım. ayakkabıyı öyle giymeye başladım.

    bugün ayakkabı imalathanem varsa bu anım sayesindedir. ara ara gözlerim dolar. ne günlerdi be...
  • ilkokul öğretmenimden vileda sopasıyla yediğim dayak. ulan el kadar çocuğum ne yapmış olabilirim vicdansız karı..
  • arkadaşlarımla oyun oynarken ağacın kıymığının bacağıma girip cilt altında kalması. annem kadıncağız baktı cımbızla çekemiyor diğer taraftan iğne ile derimi delip çıkartmıştı
  • kardeşimi havuz da habersiz bir şekilde boğmaya çalışmıştım. habersiz derken şu şekilde kafasını tutup suya daldırdım nefessiz girdiği için daha ilk saniyeden çıkmaya çalışıyor ama ben bırakmıyorum. çıkarmamla birbirimize girmemiz aynı an oldu. :)
  • sünnet olurken tuvaletim geldi diyerek sünnet alanından ayrılmam akabinde salon dışındaki dolmuşa binmeye çalışmak yaş 6.
    kızakla kayarken atlamak için yaptığımız tümsekten aşağıdaki boşluğa düşerken mahalleden bir abinin beni havada yakalaması.
    rampa aşağı ön freni sıkıp arka tekeri kaldırmak isterken bisikletin takla atması milletin bu olayı defalarca anlatması yaş 10.
    mucitlik denemelerimde ipliğin alev alıp odunları ne kadar sürede yakacağını denemem ile evde oluşan dumanlar neticesinde ev ahalisinin kovalarla suyla müdahalesi yaş 10.
  • sene 98. hadi 99 olsun... maddi durumumuz pek iyi değil, öyle de oyuncağım yoktu o zamanlar pek. misafirlikteyiz. iki tane çocuk var. arabalarıyla oynuyorlar. beni aralarına almak istemediler. çocukluk işte terlikleri araba gibi yapıp oynamaya başladım. gülmeye başladılar bana. sadece çocuklar değil, herkes. babam usulca geldi. oturdu yanıma. kaptı terliklerden birini. oynamaya başladı benimle. herkes sustu. susturdu babam onları! o zaman şanslı bi çocuk olduğumu anlamıştım..
  • fırtınalı bir kış gecesinde, herkes daha yeni yatmışken, kapı zili çaldı. hepimiz kalktık tabi meraktan. babam kapıyı açtığında komşumuz * abi telaşla babama,
    + yetiş * abi yetiş!
    - yaw noluyor * hayırdır?
    + benim hanım *, uçtu.
    - nasıl uçtu, nereye uçtu ne diyon *?
    + biz yatıyorduk işte, şimşek çakınca bizim küçük oğlan korkup uyuyan annesinin üzerine atlıyor. sonra * çığlıklar atarak önce çocuklara sonra bana saldırıyor. kadının aklı uçtu ne yapsam zapt edemiyorum. bütün sandalyeleri üzerimde kırdı. sen de araba var bir hastaneye götürsek...
    babam arabanın anahtarlarını falan arayıp üzerini giymeye çalışırken, ben de çocuklar evde korkmasın yanlarına gideyim, yada alıp bize getireyim dedim. bir telaş koştum girdim eve. kapı zaten açık. etraf darma duman, kırılmadık birşey kalmamış. ama evde hiç ses yok gözlerimle çocukları aradım. koltuğun arkasına saklanmışlardı. onları görünce "hah dedim * , * korkmayın hadi bize gidiyoruz" der demez hani o 80'lerin korku filmi vardı ya, "kötü ruh" oradan fırlamış bir zombi gibi * teyze üstüme atlamasın mı!?.
    + sönüü küm gönderdü burayaaaaaaa sön bönü mü öldüreceksün haaaaaaa diye yapıştı yakama.
    çocuklar 7, 8 yaşlarındalar şoka girmiş öylece izliyorlar. tepki veremez haldeler. ben de çok büyük sayılmam 11, 12 falanım. başladık boğuşmaya, bildiğin ümüğümü sıkıyor kadın. " * teyze bak benim, *, sakin ol bişey yok" diyerek terapi yapıyorum aklımca ama her söylediğim kelimede daha da alevleniyor ortalık. boğazımı ellerinden kurtardım ama bu seferde üzerimdeki kazağa yapıştı. kazakla ağzımı kapatıp boğmaya çalışıyorken. bir anda kazağın bolluğundan faydalanıp içinden sıyrılarak çıktım.
    ayağa kalktığımda yeni yetme memelerime taktığım 75 numara sütyenle orta da kalmıştım. herkeste bir anda ses kesildi. bir donma anı...
    çocuklar sütyenime ben çocuklara bakarken dedim kaç kızım kurtar kendini. "çocuklar onun çocuğu, banane anasını satayım." kapıdan fırlayıp mahallede sütyenle koşarken o sırada dışarı cıkmış olan babamla * abinin yanından geçtim. tabi babamın gözleri tava gibi büyüdü
    - lan * noluyo burada?
    diye kükredi ama arkadan gelen * teyze onların üstüne atlayınca o da gördü nolduğunu.
    e be * teyze kendin uçtun bizi niye yanında uçuyorsun anlamadım ki...

    senin çocukluğuna inmek lazım
    (bkz: incinmişsin)
hesabın var mı? giriş yap