• zamanın nasıl önüne geçilemeyen, durdurulamayan, yakalanamayan bir güç olduğunu çok güzel anlatan söz. zaman tınlamaz hiçbir şeyi, hiç kimseyi, süzülerek akar gider kendi bildiği yolda, bildiği şekilde. o size değil, siz ona uymak zorundasınızdır, ona ayak uyduramayanlar arkada kalmaya ve bunun cezasını çekmeye mahkumdur. kaybedilen zamanın geri dönüşü olmaz, geçip gitmiştir artık, olan olmuştur, telafisi yoktur. yeterli paraya, şana, şöhrete kavuşan insanlar olabilir belki dünyada, ama hiç kimsenin asla yeterli zamanı yoktur, olamaz. zaman kimseye "ait" değildir çünkü ve de sonsuzdur.
  • hayır anlaşılacak gibi değil bu zamanın akışı arkadaş, doğumuna şahit oluğun bebeler büyüyüp güzelliğini resim etme yaşına erişiyorlar sense hala kendini dünkü bebe sanıyorsun...
  • "üzülme evlat, kaybettiğini sandıkların, kurtulduklarındır belki." charles bukowski

    anılara dalıp gittiğimde fark ettiğim bir şey de bu oluyor. geçmişte bir mekanda, bir kimsenin yanında nasıl hissettiğimi anımsıyorum. mesela gün ışığının sızdığı, yüksek tavanlı geniş bir koridorda yürürken, gelecek bana çok sempatik geliyordu. söylemek istediklerim konusunda telaşlı değildim. kendimi şu an olduğu gibi kapana kısılmış hissetmiyordum.

    insanlar yalnızca kelle başı hesaba göre ayrılmazla birbirlerinden. dolayısıyla kendi içimizde de farklı farklı kişilerizdir. her an farklı bir kişiyi de yansıtırız. sonra bu denli kaybolmuşluk içinden yükselen bir ses olmaya çalışırız. insanın yaptığı bir açıklama nedir ki? insan başka türlü bir varlık da olabilirdi. örneğin, seçme ve seçilme hakkının 18 yaş alt sınırı ile belirlenmesi hangi gerekçeli kararların sonucudur? üç yaşında entellektüel bir tartışmaya giremeyeceği bilinen bir türün, yetişkinliğinde ciddi konuları tartışabilme kapasitesine eriştiğini nasıl kabul edebiliyoruz? davranışlarından sorumlu tutulan bir insan, hukukun saydığı orta zekaya sahip basiretli kişi; bütün bu kabullenmeler ne kadar gerçekçi olabilir? açıkçası bunların hiçbirini cevaplayamayız ve bu konular hakkında hiçbir şey söyleyemeyiz. çünkü biz evreni tanımıyoruz. bizim zeka kıyaslaması yapmak için bir referans noktamız da yok.

    insan her gün azar azar ama günün sonunda neredeyse uzak geçmişindeki tüm izleri kaybedecek kadar başka birine dönüşüyorsa, zamanın içinde akıp giden varlık da kimdir? geçmiş ne kadar kötü olursa olsun, ondan iyiliği bulup çıkarabilmemizin gerekçesi de budur. çünkü geçmiş ölüler gibidir. bizi yanıltabilecek bir şey yapamayacaklarından, onlarda huzuru buluruz. çoğu kez geçmişimizi bölük pörçük, hatta yalan yanlış hatırlıyor olmamız gerçeği bile bir sorun teşkil etmez. çünkü o artık kutsal mahzenlerde son kişi anımsayana kadar dinlendirilecek. şimdiki zamanın bunaltan tarafı, geleceğin kaygı veren yapısının altında da bu neden vardır. çünkü şimdiki zaman; hissedilen zamandır ve her zaman eleştiriye açıktır. rüyadan uyanırcasına bölünmez şimdiki zaman. aynı keder gelecek zamanda kaygıya dönüşüverir. çünkü hem eleştiriye açıktır; hem de belirsizdir. ya doğru düzgün yaşayamazsam?! işte endişeye sebep olan da budur. şimdiki zamanda anbean çıkış yolu arayan zihin; gelecekte ise hayalgücüne dayanarak kurgular yapar. geçmiş zamandaki bazı anıların acıklılığı da benzer sebeplerden ötürüdür. bunların hatırlayanların olması keyfimizi kaçırır. bu yüzden de jean-paul sartre'ın dediği ve kabul ettiği üzere, "cehennem, başkalarıdır".

    zaman çeşitli büyüklükte dalgalar gibi insana çarparken, insanın düşündüğü yegane şey, bu dalgalardan nasıl korunabileceği veya bu dalgalarla nasıl oyun oynayabileceğine ilişkindir. ne yazık ki, tefekkür yoğun bir zihinsel çaba ve gayretli okumalar gerektiğinden, "başkaları" kaygısına karşı savaşı "galeyan" yönetir. insanın elinin ayağına dolanmasına neden olan o galeyan, amok koşucusuna çeviriyor insanı, hayat karşısında.

    "atlar bayağı şanslı, çünkü her ne kadar onlar da, bizler gibi, savaşın ceremesini çekiyorlarsa da, hiç olmazsa onu desteklemeleri, gereğine inanır gibi yapmaları beklenmiyor onlardan. bahtsız, ama özgür atlar! galeyan denen o kaltak, maalesef! bize mahsus. (…)" louis-ferdinand céline

    "boş ver" gibi teskin edici sözler yineler insan kendisine. eskisi gibi olamıyorsam kimin umurunda. shakespeare'in dediği gibi "dünya bir oyun sahnesi, bizler de birer oyuncuyuz." elimizde olmayan ancak kaçınılmaz olarak bizim tarafımızdan şekillendirilecek geleceğimizin şerefine...
  • siktirsin gitsin, varken de bi' işe yaradığı yok.
  • zaman, çok yavaş gidiyormuş gibi görünmesine rağmen şaşmaz bir düzenle yürüdüğü için çabuk geçer. üstelik biz çok kere zamanın akıp gittiğini de unuturuz. fakat zaman, gitmeyi unutmaz; ölçülü gidişini sürdürür.
    ve günün birinde bir bakarız ki geçmiş, ulaşamayacağımız kadar uzaklara gitmiş. o giderken biz yaşlanmışız.
  • zamanın akıp gitmesi alphons de lamartine'in, ünlü göl şiirindeki şu dizelerini getirir her zaman aklıma;
    "zaman dur artık geçme,
    bahtiyar saatler, sizler akmaz olunuz."
    evet, akar gider durması mümkün değildir.bahtiyar saatler, üzüntülü vakitler daima geride kalır iyi ya da kötü hatıralar bırakarak.ölüme yaklaştırır insanı.
  • çok acımasız bir farkındalık.
  • akıp giden zamanın boşa harcandığı düşüncesi ve saçma sapan düşünceler ve olaylarla canımızı sıkmamız ve bunu sonradan farkediyor olmak 20 sene sonra ah şu yaşımda olsam keşke diyeceğimiz yaştayız hepimiz o yüzden zamanı verimli kullanıp bulunduğumuz ana odaklanmamız gerek.
hesabın var mı? giriş yap