• bu bir aşk hikayesi, benim umutsuz ama sonradan bulduğum her türlü ekmeği yediğim aşkın hikayesi. benim, bizim, içimizden kimilerinin de hikayesi elbette. orijinal bir aşk yaşadığımı iddia etmiyorum hayır. ama aşık olduğumu iddia edebilirim...

    lisede her ergen gibi benim de hayallerim vardı. üzerine gün boyu yayılıp arkadaşlarımla geyikler yapabileceğim, çimenlerin olduğu bir okul istiyordum her şeyden önce. bu okulu tahmin etmek zor değil elbet; boğaziçi üniversitesi. her şeyin istemekle olmadığını 3. sınıfa geçince acı bir şekilde anladım. anladım, anladım ama çok umutlu bir insanım, 190 küsür puan aldığım dönemde bile, ki bu dönem sene sonlarıdır, umudumu koruyordum. boun'a gidecektim sabaha kadar çimlere oturacaktım, yapacak bir şey elbet bir şey bulacaktım. olmadı otlanacaktım. ancak tahmin etmesi zor değil, olmadı. düşük puanla alan bir devlet üniversitesine girdim okumaya başladım. bu üniversite marmara üniversitesiydi.

    üniversite ve bölüm ciddi bir rol oynadı bu olayları yaşamamda. zamanı geldi gittim okula, e gittim ama hayal edilen her şeyden çok uzak bir hayvanat bahçesi olduğunu anladığımda köpeklere geh kuçu kuçu demeye başlamıştım. çok güzel bir sosyal çevre edinmiştim kendileriyle. yani bariz sevişiyor idik. gel zaman git zaman okuldaki insan varlığından haberdar olmuş idim. o şekilde de kendimce bir çevre edindim, edindim ama kız yok çevrede. uzun bir süre biz öyle erkek erkeğe, ki baya kalabalık bir grubuz kızlar korkuyor olabilirdi bu yüzden de gelmiyor olabilirlerdi, sap gibi dolaştıktan sonra bir şekilde 'o'nunla tanıştım. o zamanlar 'o'nun 'o' olduğundan bihaber 'o'nsuz olduğum zamanlardı. 'o'nun 'o' olduğunu anlamam için çok zaman geçmedi. araya sömestr falan girdi, okuldaki hayvanlar da dahil olmak üzere hiçbir çevremi özlemiyor idim. ancak yine 'o'nu deliler gibi özlüyordum. garipti çünkü hiç öyle bir şey olma ihtimalini aklıma getirmiyordum bile. başka hoşlandığım vardı diye düşünüyordum hep ama yokmuş. 'o'ymuş benim hoşlandığım. neyse sömestrın ortalarında sırf sesini duymak adına kontör aldım, aradım, konuştuk öyle boş boş, 2. döneme dair planlarımızdan bahsettik yaklaşık 45 dakika kadar bir şekilde konuşmuştuk ki onunla o zamana kadar o kadar uzun süre konuşmamıştık hiçbir zaman, hiçbir nedenle. sanırım başlangıç noktamız kendisiylen konuşmamızdaki 2. döneme dair planlarımızdan bahsettiğimiz kısımdı. ikimiz de işe girme planını kuruyorduk.

    okul açıldı, anketör olduk. sahaya ilk başlarda herkes teker teker dağılırken sonradan çifter çifter bırakmaya başladılar bizi. ikimiz bir olup binaları kapı kapı dolaştık. ayıptır söylemesi işin parası da bir öğrenci için son derece güzeldi. büyük bir arkadaş çevresiyle katıldık bu işe. akşamları yorgunluğumuzu barlara falan giderek atmaya çalışıyorduk. barlar derken genelde pikap denen bara gittik. baya geçirmişler şimdi yeni yeni gözümüz açılıyor ama... neyse ben tabi ne kadar yorgun olursam olayım 'o' nereye giderse gidiyorum. göreyim, varlığını hissedeyim hep yanımda olsun gibi bir amaç güdüyorum bırakmıyorken de onu. yani her gün her an yanımda, uykularımda da genelde rüyasını görüyorum... bu pikapta bir adama veya gruba rüzgar diyorlar, kestiremedim adam mı grup mu olduğunu rüzgarın. o dönemimin etkisiyle kendilerinin zifiri şarkısı dünyanın en güzel şarkısı bana. onu dinliyoruz her akşam. "içtiğim biraydı hayalin" diyor şarkıda, birayı sipariş edip, içip, tuvalete gitmem gibi hayali. hevesle kuruyorum hayali, bitiriyorum, ve umutsuzluğa düşüyorum. "bak yine uyku yok gözümde, zifiriyim bir yerlerde" diyor. uykusuzum o günlerde, ondan ayrı kaldığım zaman uyuyacağım zamanlar oluyor ve geçiriyorum gecelerimi uykusuz... karanlık oluyorum yanında, bir hiç gibi hissediyorum...

    yanımda o var. o var yanımda... sigara içmesini dikkatle izliyorum. ağzından çıkan tek bir dumanı kaçırmadan içime çekmem lazım. o şekilde hissediyorum onu. "içime seni çekerim..." şarkıyla pek bir müsemma görünümdeyim yani anlayacağınız... günler geçerken elini de, elini kapıya kıstırınca tutabilmiştim. unutamadığım ender anlardan...

    günler biraz daha geçti. doğum gününde hediye almamıştım, etkileyici bir hediye, sevdiğimi de anlatabileceğim bir hediye almalıydım. kitap aldım. yanında da bir taş verdim. bu ne dedi, tebessüm ettim koydu çantasına. kitabın adı katya'nın yazı'ydı. okuyanlar bilir taş olayını. kitabı verdiğimin bir hafta sonrasında o da biliyordu taş olayını. anlamıştı sevdiğimi...

    "olmaz" dedi, "neee" dedim, "e olmaz" dedi "arkadaşız..." peki diyemedim, "küstüm" dedim. barıştım sonra tabi. basit olmamalıydı bu kadar sevgim. artık iki ay sonrasında iyice yol almıştık. yanında yürürken koluma girdiğinde falan beni adeta başka türlü alemlere uçuruyordu. pek sık olmasa da arada giriyordu koluma. bir gün daha bir farklı girdi koluma. hissettim bir şeyler, farklılık bir sevgi kırıntısı... bir gün sonrasında da "tamam" dedi, "neee" dedim, "tamam diyorum olsun bu iş diyorum" dedi.

    en sarhoş olduğumdaki etkiden iki üç katını yaptı bu.

    tebessüm edip, "sevindim" diyebildim sadece. güldüm sonrasında biraz da. evet sarhoştum kesinlikle...

    o günden bu güne ve ileriye, hayatım oldu, ben oldu ve olacak daima...

    sevdim sevildim yani.

    bu şarkı da ucundan kıyısından girdi hayatıma, iyi ki girdi. bazı şeyler paha biçilemez derler ya. bu şarkıyı dinlerken o duyguların içerisinde bulunmak da paha biçilemezdi benim için...
  • son noktayı haluk levent yorumu koymuştur.ve en güzeli olmuştur.
  • ruzgarin besteledigi, alkolluyken listeye alinmasi yasak sarkilardan. evet, gelsin sozler;
    bak yine uyku yok gözümde
    zifiriyim bi yerlerde
    dur geri döndür beni sende
    ölüm olsan götür beni de..

    içtiğim şaraptı hayalin
    yakar bir cigara biterim
    dumanında yitip giderim
    içime seni çekerim of
    içime seni çekerim of
    içime seni çekeeerim, oooof

    sensiz kötüyüm beterim
    çıkmaz sokağın biriyim
    öksüz kaldım yetimim ben..
    sönmüş ateşin külüyüm ben
    zindan oldum hapisim beeeeeeen
    ismin dilimdeki ilk hecem
    ooooo
    ooooo

    edit: lacivertimsi arkadas aabi bu sozler bu sekilde diyor bizde eywallah dedik. yanlis bilgilendirdiysek affola(lan ben baska sarki mi dinledim daha once allah allah neyse)
  • ferhat göçer'in beslendiği son şarkı. bu taktiğe bayılıyorum ya. çok tanınmayan bir kişi ya da grubun, kitlelerce keşfedilmemiş ama bilenin bildiği sağlam şarkısını alacaksın, vereceksin kaç paraysa, beslen ondan sonra. ohh miss.
    rüzgar adına sevindim ama. belki bu vesileyle biraz göz önüne gelir.
  • önce arkadaşımın " bak bi dinle seveceksin " diye elime tutuşturduğu,
    benimse daha ilk şarkıda" bu ne yaa sevmedim " deyip geri verdiğim ,
    iki saat sonrasında da sanki bunu yaşayan ben değilmişim gibi amasra nın dar sokaklarını arşınlarken ( ama tamamen tesadüf ) mp3 çalardan döndüre döndüre dinleyip arkadaşıma bi de utanmadan "bu kim? çok süpermiş" dediğim albüm.
    insanoğlu işte ...bir an'ı bir an'ına uymuyor.
  • zifirinin türkçede tek bir karşılığı olabilir.. onu da size zeki müren anlatır..

    "ben hiç bu kadar sevmedim ömrümce siyahı"
  • haluk levent'in rüzgar grubundan daha iyi yorumladığına ve daha iyi gitar tonları kullandığına şu anda yayınlanan disko kralı'nda şahit olmuş bulunuyorum.
  • o nasıl bir of çekmektir arkadaş dedirtir her defasında.
  • 31'i devirip, 32'den gün aldığım gecenin şarkısıdır. doğum günümün şarkısıdır.

    kasım 2012, ankarada arkadaş ortamı işte, çocuklarla toplanmışız, aynı geyikler eksiğimiz var birkaç tane onları kıskandırmak için facebook yer bildirimi yapmış aramızdan bir zilli, sonra oturmuş "yaşlandık ulan aq" muhabbetleri yapmışız, her şey yolunda, "rakı getir" diyorum, bolca meze, bolca eğlence, geliyor buzlu badem yanıma, sonra işte salatası, kalamarı, ezmesi, giriti vs, muhabbet çok güzel eğleniyoruz, yer yer hüzünleniyoruz, arada eskiler açılıyor, önce bir vay aq sonra bir ses "haydi kardeş şrefe" , kimle mi, bizim çocuklarla işte, ilk aşkını bildiğim adamlarla, evleneceği kız için gaz verdiğim adamlarla, en kara gününde tüm derdine rağmen bana sarılıp "bu gece çok mutlu ol tamam mı seni üzmesin kimse" diyecek koca gözlü, koca yürekli kızla.

    ben kasım başında başlayan diyeti ilk defa bozuyorum. ama yemek yok, ekmek yok, sadece hafif mezeler ve rakı, ama marka yeni rakı "dedemin rakısı" ondan sek içiyorum, ehlikeyf içinde bardak, bir oğlan var masada, masadaki herkes içerisinde benden daha doğuda doğan tek adam, doğum günümüz çok yakın masada yaşı bana en yakın olan adam, haydi kardeş şerefe diyor her yudumda, "oğlum bunun adabı var lan" diyorum her yudumda şerefe mi denir. "denir amına koyum, neden denmesin ulan, şerefe diyorsam şerefe, haydi kaldır kaldır" eyvallah patron diyorum, meğer patron dünyanın öteki ucuna yapacağı iş gezisini robertonun doğum günü diyerek ertelemiş o gün,, sonradan duyuyorum, bu adamla değil her yudumda, her atomda şerefe diye kadeh tokuşturulur...

    arabayı almamışım o akşam, içki içeceğim gecelerde araba almam gen, arkadaş eve bırakıyor her zamanki gibi beni, "gel kardeş kahve içelim" diyorum, "yok kardeş diyor yarın iş için yola düşeceğim", hafta içi zaten çok uzatmıyoruz muhabbeti, gece 12 ye doğru evde oluyorum, kafamdan geçen dolaba rejimden önce gömdüğüm 4 biranın biriyle ödüllendirmek kendimi, arkasından bir kahve içerim, sonra bi traş sabaha zor olur, ertesi gün toplantım var...

    üst baş çıkarılıyor, el yüz yıkanıyor, su konuluyor ısıtıcıya, maksat biradan sonra bir kahve içmek, sonra televizyon açılıyor her zamanki gibi maksat yalnız eve bir gürültü gelsin, bilgisayara oturuluyor, facebookta kutlayanlara teşekkür ediliyor, ondan sonra işte sözlük, yalan yanlış birkaç sayfa dolaşılıyor, youtube açılıyor birkaç şarkı dinleniyor. en sonunda "zifiri" yazıyor bir köşede, bilinçsizce tamamen bira yanına eşlik olsun diye açılıyor şarkı, ve birden gitar sesi, aynı üniversite yıllarımda farukun çaldığı sese benzeyen bir ses, ondan sonra işte notalar, sözler ve taa kalbimin içinden gelen ağız dolusu bir söz "hassiktirrr"...

    3 eylül 2000 den günümüze kadar olan her olay neredeyse geliyor şarkı defalarca çalarken, yitirilenler geliyor aklıma, mehmet geliyor, imam ali süleyman geliyor, dostlar geliyor, kavgalar geliyor, aşklar geliyor, baktığıma pişman olduğum bir çift yeşil göz geliyor aklıma, uzun uzun içiyorum onu düşünerek, bir bakıyorum ikinci bira bitmiş, üçüncü açılıyor, sonra ısıtıcıdaki suyun buharlaştığı görülüyor, kapatılıyor ısıtıcı, dolap açılıyor, allahtan var bir paket yedek sigara. aklımı seveyim aklımı hep bir yedek paket sigaram olur evin bir köşesinde...

    sonra devam işte, bir daha, bir daha devam, bir yandan açılıyor şiirler okunuyor, ama ne şiirler "şiir de şiir hani" giyotin gibi şiirler, "cinayet saati" okunuyor kaptandan,

    "cinayeti kör bir balıkçı gördü,
    ben gördüm kulaklarım gördü
    vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü
    hiç biriniz orada yoktunuz"

    sonra peşinden munganın yalnız operası,

    başlangıçta dogruydu belki.
    sıradan bir serüven,
    rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
    gün günden hayatıma yayılan,
    varlığımı ele geçiren,
    büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
    ve hala bilmiyordun sevgilim
    ben sende bütün aşklarımı temize çektim
    anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
    bütün kazananlar gibi
    terk ettin

    ardından yavuz bülent bakiler;

    hani bir sevgilin vardı
    yedi sekiz sene önce,
    dün yolda rastladım
    sevindi beni görünce.

    sokakta ayaküstü
    konuştuk ordan burdan,
    evlenmiş çocukları olmuş
    bir kız, bir oğlan

    peşine ah ulan rıza, rıza rıza değil rıza aslında mehmet, yitik kardeşim mehmet,

    sonra biraz edip cansever, biraz cemal süreya, biraz turgut uyar,
    uyarın sözü belli;

    ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
    şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
    bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
    durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
    şu aranıp duran korkak ellerimi tut
    bu evleri atla bu evleri de bunları da
    göğe bakalım

    sonra kendi kendime diyorum "oğlum baggio sen ancak kendinle sevinirsin, göğe möğe bakma, otur koca götünün üstüne kendine bak" (göt o zamanlar kocamandı, şimdilerde formuna girdi afedersin)...

    derken dördüncü bira açılıyor, şarkı hep aynı ama, o 12 yılın tüm muhasebesi yapılıyor, yitiklere ağlanıyor, satanlara küfredilecek oluyor, yok olmuyor her biri birer yaşanmışlık en nihayetinde, uzak olsunlar ama iyi olsunlar be gene de diyorum, özlenenler daha çok özleniyor, gözler işte musluğun contasını bozmuşuz bir defa, akıyor peryodik olarak, sonra bir sigara daha....

    o gece ben 12 seneyi, onlarca yüzü döküyorum içimden, esmer oğlanlar, sarışın kızlar döküyorum, can kardeşler döküyorum, ah ulanlar döküyorum. bir bakıyorum saat olmuş 4 küsür, sigara olmuş otuz küsür, ciğer olmuş bok küsür, ertesi gün toplantı var bursalılarla, inşallah öpmem ulan adamları bu kafayla, sonra birisi çıkıp "cıvık müdürüm afedersin" demese bari, en iyisi yat oğlum sen baggio...

    sonra işte yatağa giriliyor, televizyon açılıyor, öyle yalandan sesler çıkartılıyor, yastığın örtüsü kendinden ıslak galiba bu kadar bozulmuş olamaz benim gözümün contaları...

    öyle bir şarkıdır işte, zifiri dünyamı yüzüme vuran şarkıdır, 32. yaşıma girerken ankarada yüksek giriş bir evde, bir pencere kenarında, bir sokak lambası ışığında, çalan şarkıdır, bangır bangır çalan şarkıdır hem de içime içleyen şarkıdır. sonra yeşil gözlere küfür geliyor içimden, sonra ince bir sitem, ardından gelen buruk bir tebessüm sonra kocaman bir canın sağ olsun...

    "bak yine uyku yok gözümde
    zifiriyim bir yerlerde
    dur geri döndür beni sende
    ölüm olsan götür beni de"

    içtiğim şaraptı hayalim,
    yakar bir sigara biterim
    dumanında seni çekerim
    içime seni çekerim"

    sesiz kötüyüm beterim,
    çıkmaz sokağını biriyim,
    öksüz kaldım yetimim ben,
    sönmüş ateşin külüyüm,
    zindan olmuş hapisim ben"

    ertesi gün yataktan bir kulak çınlaması ile uyandım, yataktan zıpla duşa gir, traş ol vs, ofise git, çaycı ablaya seslen;" abla günaydın bana bir türk kahvesi, koyu ve şekersiz" ayılmak lazım zira kafa hala zifiri. az sonra birkaç takım elbiseli tip giriyor içeriye ben sigara ve kahvemi bitirmeden, bursanın kallavi adamlarına mühendislik satacağım, "bu üründen size tasarladığımızda enerji verimliliği bağlamında -( kafa tası duvarından çıkan ses:sensiz kötüyüm beterim, -kafama sıçayım bok vardı o kadar içecek- çıkmaz sokağın biriyim)- meydana gelecek olan kazanımlarınızın yanında proseslerin ihtiyaçlarını sorunsuz olarak karşılayabileceğimizi taahhüt ediyoruz"

    özetle zifiri benim 32. yaş günümün şarkısıdır, bana ciğerlerimi kapkara etme isteği uyandıran, ağlatan, düşündüren, şiir okutan, özleten, küfettiren, şarkıdır. önceleri acı acı gülümseten, sonraları tatlı anıları hatırlatarak gülümseten şarkıdır. bir tutunamayan olan haluk leventin sesinden, diğer bir tutunamayan roberto kardeşinize doğum günü armağanıdır. tutunamayanların şarkısıdır.

    canın sağolsun be yeşil gözlü vefasız kız, canın sağolsun, mutlu olasın, ama unutma
    sensiz kötüyüm beter-dim bir aralar...

    not: koduğumun bursalı iş adamı hala yatırıma karar verecek, her toplantıda yeni bir şey istiyo pezevenk, babasının mühendisi var sanki burada, neyse en azındna ayda bir kestane şekeri yiyoruz sayesinde.

    dip not: kara kardeşim, vefat eden memedim için (bkz: en yakın arkadaşın ölmesi/#32879996)
    imam ali süleyman için (bkz: savaş mağdurlarının fotoğrafları/#32914363)
  • ferhat göçer'in zifirisi başlarken benim de;
    "-ağğğlaaamaaa annee benim için aağğlamaaaa, ben de herkes kadar alldıımmm acıllaardaaann" diye başladığım şarkıdır.
    (bkz: ağlama anne benim için ağlama)

    bir ben miyim acaba diye de merak etmiyor değilim, hani...
hesabın var mı? giriş yap