• ...
    -benimle konuşma şeklin hoşuma gitmiyor.
    -benim de sizin benimle konuşma şekliniz hoşuma gitmiyor.
    -ne biçim konuşuyorsun sen?! ben patronum! ... nereye gidersen git.
    -kovuldum mu ben az önce?
    -evet.
    ...

    kovulduğum gündür. kutlu olsun.
  • askerdeyken helikopterden helikoptere atlamadim. atista da basarili oldugum soylenemez. ama surunme ve sinav konusunda mutevazi degilim, iyiydim.

    yani sunu demeye calisiyorum; ben de korkuyorum. ama elimden gitmekten baska bir cozum de gelmiyor. jack london'in vahsetin cagrisi romanindaki kopek gibiyim. evim rahat, huzurlu ama ormanlardan bir ciglik duyuyorum her defasinda. bana gel diyor, beni cagiriyor. kulaklarimi ellerimle siki siki kapatsam da bu cagriyi duyuyorum.

    ve sunu da biliyorum. bir seyleri degistirmeyi basaramiyorsak, boyle gelmis boyle gidecegi icin degil, yeterli cabayi sarfetmedigimiz icin degismiyor. bunu gezi direnisinden beridir biliyorum. sen de biliyorsun.

    edit: geldim. 31 mayis 2013 gecesinden beri gordugum en guzel kitle var.
  • bugün 1 mayıs 2015.

    akp'ye yakınlığıyla bilinen alp gürkan tarafından işletilen soma maden ocağı'nda masraf olmasın diye yeterli güvenlik önlemleri alınmamıştı.

    bu madende olan kazadan sonra 301 işçi hayatını kaybetti. (bkz: 13 mayıs 2014 soma maden ocağı patlaması)

    hayatta kalan madencilerden bir tanesi, ambulansa bindirilirken "çizmelerimi çıkarayım mı? sedye kirlenmesin" demişti. (bkz: çizmelerimi çıkarayım mı sedye kirlenmesin)

    başbakanlık müşaviri akpli yusuf yerkel, soma'da madenci yakınlarını dövmüştü.

    çalışma bakanlığı resmi verilerine göre iş kazalarında hayatını kaybeden sigortalı işçi sayıları (kaynak):

    2002: 872
    2003: 810
    2004: 841
    2005: 1072
    2006: 1592
    2007: 1043
    2008: 865
    2009: 1171
    2010: 1444
    2011: 1700
    2012: 744
    2013: 1356

    açlık sınırı 2.030 lira.

    asgari ücret 900 lira. asgari ücretle çalışan kişi sayısı 5 milyon (kaynak).

    cumhurbaşkanı recep tayyip erdoğan, bardaklarının tanesi 1000 lira olan, tuvaletinde metrekaresi 10.000 liralık fayansların bulunduğu sarayda yaşıyor, kilosu 400 lira olan çaydan içiyor. (bkz: ak-saray'da içilen bir bardak çayın maliyeti) (bkz: mangoyu kurutup saklayın)

    açlık sınırının altında yaşarken başkalarının sarayda yaşamasına razıysanız akp'ye oy verin.

    1 mayıs emek bayramı kutlu olsun.

    alnının teriyle çalışan herkese selam olsun.

    evlerinde ayakkabı kutularında milyonlarca dolar çıkanlara da selam olsun.
  • yarın olası gözaltı durumunda istanbul barosunun kriz merkezi numarası aktif olacak; 4445271

    gözaltı veya sair hukuka aykırılıklarda aşağıdaki telefon no.larından bhh hukuk masasına da ulaşabilirsiniz;
    0541 761 45 78
    0541 761 45 80
  • hiçbir korkuya benzemez halkını satanlarin korkusu.

    korktuklari gündür. hem de ne korku. orduyu yigmislardir yine taksime.
  • 1 mayıs kutlu olsun, mutlu olsun diyeceğim de, dilim varmıyor. işçi dediğin adam röcep tayyip ördoğan çoh böyüh adam; oyunlar oynuyolla yeni türküye'nin üzerinde diye böğürürken, bir başkadır benim memleketim'den, ölürüm türkiyem'e dünya kadar faşizan türkü çığırırken ileride kariyer sahibi olması muhtemel gencecik çocuklar onların hakları için sokaklarda göz altına alınıyor, darp ediliyor, dayak yiyor hatta ölüyor. dolayısıyla koymuşum anadolu çomarı işçiye... haksızlığın karşısında dili tutulmayan herkesin işçi bayramı kutlu olsun.
  • hükümet taksim'i yirmi bin polis ile savunacakmış. ulaşım zaten hemen her yoldan yasak. meydan bariyerler ile çevrelenmiş.

    adamlar resmen savaş hazırlığı yapıyor. bizde ne mi var, pankart, döviz, gaza karşı talcid süt. bir de 77'de hayatını yitiren işçi kardeşlerimizin acısı.
  • sevgili günlük;

    "pangaltı'daki iş yerime gidebilmek için, cevizlibağ'da metrobüsten indim. cevizlibağ'dan bir taksiye binip, mecidiyeköy'de indim. cevahir avm'in önünden halaskargazi caddesi boyunca yürümeyi planlıyordum. dün iş çıkışı provasını gerçekleştirmiştim. yalnız cevahir'in oraya geçemedim. polis yolu kapatmış. insanlar polise soru soruyor, polis kimseye cevap vermiyor. önceki akşamdan iş yerinde çalıştığıma dair, imzalı bir kağıt tutuşturmuşlardı elime. onu polise uzattım. polis hiç oralı olmadı. o sırada star tv kameramanı ve muhabiri geldi. polis, "polis sizin dostunuzdur" imajına büründü bir anda. basını gören polis, yer yön tarif etti. ara sokaklarda şişli'ye indim. geçiş yok. bir türlü caddenin karşısına geçemiyoruz. benim gibi yüzlerce insanla birlikte. bariyer, bariyer dolaştık. o bariyer senin, bu bariyer benim. polisin biri başka bir bariyere gönderiyor, diğeri başka bir bariyere... elimdeki kağıdın da bir sikime yaramadığını o an anladım. eve geri dönmeyi düşünürken bir polis seslendi. yer, yön tarif etti. bir yol gösterdi. 1-2 dakika anlattı, ben dinledim. söylediğini harfiyen yerine getirdim ve iş yerine ulaştım. o kadar polis içinde bir tanesi çıkıp insanlık yaptı. ulan şu adam gibi olunca ne oluyor? örnek alın amına koyayım!
    şişli'yi benimle birlikte tavaf eden bir genç kadının "biz işimize nasıl gideceğiz yaa" serzenişi bir polis tarafından provokasyon olarak algılandı. polis sesini yükselttiğinde "iç güvenlik yasasını" düşündüm, kadını uyardım. beni takip etti, benimle birlikte bariyeri geçti. 5 tane bariyer geçtim. 3 kere üstüm arandı. sonunda cevahir'in önüne çıktım. polislerin önünden geçtim. sağa doğru bir manevra yaptım, 10 polis çullandı. sağa doğru yürüyemeyeceğimi söylediler. "siz işinizi yaptığınızı söylüyorsunuz, biz de işimizi yapacağız." dedim. patronun verdiği kağıdı gösterdim. amirlerine gösterdiler. amirleri dediğim, bunların iki adım arkasında duran, fbi tipli adam. homurdandı. neyse bırakın gitsin dedi. 100 metre gittim. yolumu kesip, ara sokaklardan gitmemi istediler. ara sokaklara indim. ölsem, kimsenin ruhu duymaz. iş yerine yaklaştığım an, ana caddeye çıktım. tabi patron kağıdı yine işe yaradı. işçi bayramında en geçerli şey patronun verdiği kağıt, var amına koyayım. helikopter üstümde uçuyor. kurtuluş'ta çatışma var ama, kurtuluş şu an ne tarafımda kalıyor bilmiyorum.

    bir de küçük bir not: polis bariyerini aşamayan türbanlı teyze isyan etti: "bu polislerin hepsi chpli. akpliler böyle bir şey yapmaz." tam da trump tower'ın orada. belki bir başkası da şahit olmuştur. sonra uydurdu demeyin.

    sonuç olarak bu insanların gerilmesinin nedeni emniyetin bu tavrıdır. bugün bizzat şahit oldum."
  • soma faciası* sonrasında bir yazı yazmıştım. yazıdaki hislerim hala geçerliliğini koruduğu ve 1 mayıs'ın da "emekçi" ile eşleştirilebildiği için, bir de burada paylaşmayı uygun gördüm. en iyi ben biliyorum demiyorum. ama işlevsel birşeyler yapılmadıkça da anca 1 mayıs'larda yürünüldüğü ile kalınacağını çok iyi biliyorum. bunların hepsi "gaz alma" odaklı şeyler. hatta "önce izin verilmeyip, sonra verilmesi" dahi aynı taktikten besleniyor. yürüyüşçüler "söke söke aldık" ile kafadan biraz rahatlıyor zaten. geri kalan da yürüyüşü yapınca oluyor. ondan sonrası da "gelecek yıl 1 mayıs'ta görüşmek üzere..."

    ...
    soma: çözümünü miras bırakan acı kayıp... nasıl mı?

    görsel no: 1

    kötü haber; unutacaksınızzzzzz... (fazla z'ler uyu(ş)manın simgesi olarak kullanılmıştır)

    iyi haber; unutma halinizi de unutacaksınızzzz... (benzer olaylar oldukça, yıldönümsel bir lezzette hatırlayacaksınız en fazla. ama bu sadece "bilgi" halinde olacak zihinde. kimse 99 depreminin acısını bir daha yaşamadı mesela. o acının "bilgisini hatırladı" sadece. gibi)

    soma içerikli facebook profil ve kapak fotolarımızı (fotolarınızı demedim, dikkatinizi çekerim!) ne zaman değiştireceğiz sizce tahmini olarak? yas ne zaman bitecek? ben söyleyeyim... bir de çözüm önerim var geleceğe dair...

    [sosyal medyadaki "gündemsel" içerikler artık o kadar çok birbirinin kopyası olmaya, içeriklerden çok, bir "içerik girme tarzı" haline gelmeye, anlattığı şeyden çok "hilmi bunu sevdi/sevmedi" bölümünün altını çizerek ego-benliği pohpohlamaktan öteye gitmemeye başladığından beri, gündeme dair içerik ve his paylaşmama kararı almış olsam da "şunları da söylemeden geçemeyeceğim" (konuşsam tesiri yok, sussam gönül razı olmuyor şeysi...)]

    normal şartlar altında bu son olay da, kendinden önceki onlarca olay gibi tarihten bir yankı olarak katılaşacak. ateş sadece düştüğü yeri yakmış olacak. katakulliler dönecek, sorumluları; başka sorumlular "biz bunların kulağını çekeriz abisi, sizin içiniz rahat etsin hadi bakalım" tadında çaktırmadan geçiştirecek. halk birbirini yemeyi sürdürecek. şu anda soma ile yatıp soma ile kalkan acılı ve heyecanlı kitlenin harareti gitgide azalmaya başlayacak. bir müddet sonra sayılar, bir müddet sonra da olayın olduğu yerin adı unutulacak. (bundan önceki maden kazasının tarihini, tarihini geç sadece yılını, yerini, ölü sayısını, sorumlularını, işin vardığı noktayı kaç kişi hatırlayabiliyor? ve kaç gün sürdü onun yası? kaç gün sonra dönüldü kişisel keyif alıcı alanları deneyimlemeye?..) seneye yıldönümünde de şu anda hararetli olarak paylaşılan herşeyin en fazla yarısı kadar bir paylaşım ya olacak ya olmayacak...

    hal böyleyken biri iyi diğeri kötü iki tane haberimiz var elimizde;

    kötü haber; unutacaksınızzzzzz... (fazla z'ler uyu(ş)manın simgesi olarak kullanılmıştır)

    iyi haber; unutma halinizi de unutacaksınızzzz... (benzer olaylar oldukça, yıldönümsel bir lezzette hatırlayacaksınız en fazla. ama bu sadece "bilgi" halinde olacak zihinde. kimse 99 depreminin acısını bir daha yaşamadı mesela. o acının "bilgisini hatırladı" sadece. gibi)

    "eee iyi de napalım, insanız, unutuyoruz, belki de mecbur ediliyoruz unutmaya, çünkü borç var, harç var, kira var, çocuk büyütüyoruz" içerikli, hayat-şartları başlıklı savunma gelecektir bunlara karşı. ki özellikle bu nedenleri sunan insanlar da kendince-en-haklı alt kümedir. "unutuyoruz, çünkü x nedenlerimiz var." bu haklı bir etki-tepki örneğidir ama çözüm içermez. sistemi ve bu çarkı koruma özelliği de vardır aynı zamanda kendi içinde. tam da bu yüzden, bizzat bu durumların oluşturduğu ölü toprağını üzerimizden atmak için, artık bu nedenlerin git gide azalabilmesi, pranga özelliğini yitirebilmesi için bu çarkın enerjisini, çarkın devamlılığına değil, onun artık devam etmemesini sağlamaya dönüştürmeliyiz. işte "çelişkiden doğan çözüm" güzelliği de bizzat burada zaten. "unutuyoruz, çünkü nedenlerimiz var" okumasının, "nedenlerimiz var, çünkü unutuyoruz" şeklinde görülmesi ve buradan yola çıkılması gerek. bunun için de gereken şey bir "hareket". açıklayacağım...

    özellikle "gezi olaylarının" da etkisi ile artık izlemeyen kalmamıştır diye düşünüyorum: v for vendetta filminde de toplanıyordu halk, ve o toplanmaya varana kadar kayıplar da veriyordu küçük, büyük. ama asıl "hareketi" yine de vendetta yapıyordu. bunu da, karşı geldiği sistemi, kendisini de o sistemin "varlık karşıtı" olduğundan dolayı içine katarak, o sistemi oluşturan bütün ana parçalarla birlikte yokediyordu. ertesi gün düstopik ingiltere için elbette yeni bir sistem başlamıştır kesin kez. "sistemsizlik" bana göre imkansız görünüyor. o yüzden filmde de bir "fuck system" değil, "fuck the system" durumu gerçekleşti. ve adamın diğer bir ısrarcılığı da "unutmamak" üzerineydi. geçmişte olan bir "barut suikastını" hatırlatmak üzerineydi. filmin belki de en çok akıllarda kalan repliği de zaten "unutma, unutma, 5 kasım'ı unutma..." idi.

    görüldüğü gibi asıl hareketi vendetta yaptı. evrenin bile değişmez tek mutlak özelliği olan şey "hareket" iken, çözüme gidecek/götürecek tek şey de "hareketten" başka birşey olmayacaktır tabiki de. gezi'den beri "toplanıldı" her yerde, çeşitli zamanlarda. yer yer amacından saptı, yer yer amaçlar kırması bir hale büründü. ama bu yeterli bir hareket değildi. anlık boşalma şekliydi. anlık bir görüntü idi. bir konser kalabalığı, bir futbol toplanması gibiydi şeklen. topluluk konserini yaptı. ama rahatsız olarak, ama tepkisiz, ama severek dinlenildi. sadece bu. "gereksiz" ve subjektif bakış açısıyla "zamansız" kayıplar da verdi. toplamda yine de dişe dokunur bir "hareket" olamadı.

    işte tam da bu noktada, kendi çözüm ipucunu bile bize sunan acı bir iş kazası (katliamı) faciası gerçekleşti. en karikatürize örneğiyle; "evim var bir de yazlığım olsun, arabam var bir de cipim olsun, mesleki statüm arttıkça artsın, beyaz-yakam aman hiç kirlenmesin" zihniyetinin üst sınıfı oluşturduğu... kendi alacağını rahatlıkla aldıktan sonra, senin alım gücün olmadığından alamadığın şeyi bile, sırf alım gücü buna müsait diye alıp, kozmik "kardeş payı" yasasına tecavüz eden bu toplumda; en çok zorluğu, koşuşturmacayı, acıyı çeken, yani asıl saygıyı hakeden (tıpkı köylü milletin efendisidir örneğindeki gibi) kesim olan emekçilerin, işçilerin "zoraki çalışma koşullarından" ötürü taşıdığı çözümsel ipucunun anahtar kelimesi; "işten", "iş yapmaktan" başka birşey değildir. sözde adı "yas" olan bu kızgınlık ve öfke "toplanmasının" kendini yeniden "unutma ve uyuşma" aşamasına evrimleştirmemesi için, bunun bir "hareket" sebebi olabilmesi için, "işten" ve "iş yapmaktan" vazgeçmek, bunu tersine çevirmek, yani "kararlı bir tutum ile çalışmamak" gerekmektedir. istisnasız (tabi sağlık sektörü gibi "aciliyet" taşıyan alanlar hariç tutulabilir. bunlar etraflıca konuşulası ayrıntılardır...) olarak her kim, ne iş yapıyorsa bunu durdurmalı, dişini sıkmalıdır. (sonuçta şu haliyle bile zaten çoğu insan "dişini sıkarak" çalışmaktadır hayat şartlarından dolayı.) bunu da "işe gitmeyip" bir tür "izin yapmak" gibi değil, çalıştığı ortamda "işi durdurma" şeklinde yapmalıdır.

    kalabalıklar aldatıcıdır. en bariz örneği gezide yaşandı bunun. orada -bile- herkes "asla" tek bilek değildi. "gezi" zihniyeti çok kararlı, göründüğü kadar tutarlı olsaydı misal şöyle bir şey gerçekleşemez bu ülkede:

    görsel no:2

    gidip o polisin elinden o kızı almak yerine, ismi gazi mustafa kemal olan bir sokakta olayı izlemek ve kaydetmeye çalışmak hala oluyorsa "hani nerde gezi'de görünen o ruh" diye sorarlar adama. o yüzden nedense hep "taksimde" bir araya gelmeye çalışan, getirilen toplanma muhabbetlerini geçelim. görünüş aldatıcıdır. hareketi temsil edemez. iş kazasından doğan acı, anca iş bırakarak sağlanabilir. geçmişte de örnekleri olmuştur. unutmadıysanız ! tabi yakın tatihimizdeki şu örneği bilirsiniz:

    görsel no:3
    görsel no:4

    periyodik olarak gerçekleşen ruhsal ve düşünsel bir acı/lar çekmek yerine, bir süre bu tarz bir fiziksel acı (çöp kokusu gibi) çekmeyi tercih etmez misiniz? bu çapta büyük "iş-durdurma" eylemleri er ya da geç sonuç alabilecektir. ondan sonra da zaten işin 2. aşaması başlayacaktır. açlık sınırının ne olduğu, bir ailenin sosyalleşmesi için gereken ortalama rakam, asgari ücret üzerindeki kesintiler, vergi yükleri, işçi kesimden alınan adaletsiz verginin durumu, bunlar yasalaşırsa ensesi kalınların sistemin açığından faydalanmaması için neler yapılması gerektiği, adb ve avrupa ile aramızdaki işçi sınıfı farklılıkları gibi konularla belirlenmesi gereken kararlı ve net bir işçi manifestosu oluşturulması.

    hatta bunun bir güzel yanı da, hiç bir şekilde bir-lik olamayacak halk kesimlerinin belki de tek ortak paydası olacak olması. çünkü inancı, siyasi yönü vs ne olursa olsun herkesin tek bir ana içgüdüsü vardır. "hayatta kalmak, varlığını sürdürmek". ve bunun için de "karnının doyması, sırtının üşümemesi" gerekmektedir. bunun için de malesef "para kazanması", para kazanmak için de "çalışması" gerekmektedir. çalışma şatlarının da kümülatif olarak herkesin yararına iyileşmesi için de el-ele vermek anca böyle bir hareketle gerçekleşebilecektir. özel zevkler ve renklerin, başörtünün, dinsel ve cinsel tercihlerin, memleketçiliğin, sağcılığın ve solculuğun, statü ve kültür farklarının vs şeklindeki bütün bu dış katmanlardan önce gelen, önceliği değişmez olan tek konu karnın doyması, sırtın üşümemesi, yani hayatta kalabilmek, varlığı devam ettirebilmektir. seninle, o beğenmediğin insanın tek ortak paydası budur. böyle olmasaydı intihar kaçınılmaz olurdu...

    işte (belki de ancak) bu sayede "büyük bir yuhlama sesi, büyük bir hakaret" olmak yerine, "büyük bir hareket" olacaktır ortaya çıkan şey. hareket olmazsa değişim de olmaz. aynı plak döner durur. böyle gelir, böyle gider. it ürür, kervan yürür. bu da gelir bu da geçer. ve işte o zaman bu ülkeden de bir cacık olmaz. bu ölümleri unutur, yenilerine yer açar, onlar için de sosyal ortamda profil resmimizi 3-5 vakte kadar karartıp, hep kendimizden öte bir yöne doğru kibirsel çemkirme tadını barındıran ego-merkezli tweet'lerimizi atarak, kişisel gücümüzü küçük yanardağlarımızdan dışarıya üfleyip dururuz. sonra yine bilmem nerde yediğimiz yemek, x barda içtiğimiz içki günümüzün önemli haber başlığı olmaya başlar. bunlar olurken de zengin daha çok zenginleşir, fakir daha çok fakirleşir...

    şimdi lütfen, sosyal mecranın bir alışkanlığı olarak sadece "beğenmiş olmak için" olacaksa, olası bir grevde yaptığın işi gerçekten durduramayacaksan bu yazıyı beğenme. unutacağın başlıklar içinde bırak bu da erisin gitsin. en iyi yaptığın şeyi yap, unut...

    grev bir haktır. hak; verilmez, alınır !...
hesabın var mı? giriş yap