• ömrün en ideal yaşı. geleceğe dair planlara bu yaşta başlanması gerekmektedir.
  • 17 seneden beri yaşamakta olanların "kaç yaşındasın?" sorusuna verdikleri kısa, yalın cevap. bu kısa cevap o kişi hakkında pek çok şey anlatır aslında. mesela:

    ne yapacağını bilmemektedir, sürekli bi' şeylerle çatışmaktadır, aşıktır ama aşık değildir, hayat tecrübesi çok azdır, kısıtlı tecrübesiyle büyük sorunların üstesinden gelmesi beklenmektedir, kimi zaman depresiftir, bilmemektedir ki ilerde hayatının çok özleyeceği dönemini yaşamaktadır. (şöyle bi'şey de var: bütün genellemeler yanlıştır.)

    geleceğin büyük adamları/kadınları...
  • dokuzuncu nesil çaylak.
  • birkaç sene önce bir anket yapmışlar. 17 size ne hatırlatıyor diye. ankette en büyük yüzdeyi sanırım teoman'ın şarkısı almış sonra da 17. yaş vs.
    bana ise (asal sayıları çok sevmeme rağmen) hiç iyi şeyler hatırlatmaz 17.
    bir gece saat 3.30 da, tatildeyken ben, amcamın telefonuyla uyanışımı hatırlatır.
    "biz sanırım bir daha hiç iştahlı iştahlı gülemicez" dediğim anı hatırlatır.
    arkadaşlarımın ölümünü hatırlatır.
    aile dostlarımızın enkaz altından çıkarılırkenki görüntülerini televizyondan izleyişimizi ve bağıra bağıra ağlayışımızı hatırlatır.
    babamın çaresizlik içinde telefonla birilerine ulaşmaya çalışıp, ulaşamayıp hıçkırıklara boğuluşunu hatırlatır.
    “kayıp listeleri”ni tanıdık biri var mı acaba endişesiyle takip edişimi hatırlatır.
    canım evimi, artık olmayan evimi hatırlatır.
    ömrümdeki tek isyanımı hatırlatır.
    spikerin “izmite ulaşamıyoruz, ne karadan, ne havadan” cümlesinin içimi nasıl yaktığını hatırlatır.
    “tüpraş patladı,patlayacak,insanlar dağlara gönderiliyor”u hatırlatır.
    bi de zülfü livaneli’nin “neylersin”ini hatırlatır niyeyse.
    ne teoman’ı hatırlatır ne de 17. yaşımı.
    zaten artık eskisi kadar sık da o geceyi hatırlatmaz.
    (bkz: 17 ağustos 1999)
  • pierre van hooijdonk'un fenerbahce'de oynarken giydigi su anda can arat'in tasidigi formanin numarasi.
  • minibüs caddesinde, kadıköy pendik hattında çalışan, yeni tarifesiyle yaklaşık her 10 dakikada bir kalkan otobüs hattı. sefer sayısının artmasına ek olarak, hatta çalışan otobüslerin neredeyse hepsi iett'nin yeni aldığı otobüslerden olunca aynı hatta çalışan minibüs şöförlerinin gelirlerinin kaydadeğer seviyede düşmesine sebep olan otobüs hattı da olur kendileri.
  • daha onyedi onyedi onyedi -marş basmıyo- onyedi onyediiii
  • 5 dakikada bir kalkmasına rağmen -ki o da başka bir yalandır- her daim dolu olabilen, kadıköy-pendik minibüsünün ucuz olanı.
  • ekşi, depresif, alacakaranlık, kale gibi sağlam ve bir insanın hayatını mahvetmeye muktedir olan benzersiz sayı.
  • teoman'ın en güzel şarkılarından biri. kalpte bıraktığı hatıralar; üzüntüsüyle, şaşkınlığıyla, 8 yıl geçse bile aradan, tazeliğini koruyabilecek kadar 'deep frost'tur, 'no frost'tur.

    2000 yazında, türkbank'ın çalışanları arasında organize ettiği kamp etkinliği çerçevesinde çeşme'ye gitmiştik. kamp müdürü, albümün yeni olmasından sebep, sürekli teoman çalıyordu. artık tüm şarkıları ezberlemiştik. arada bir serdar ortaç da çalıyordu, ama onun o tatile ait tek bir şarkısını dahi hatırlamıyorum şimdilerde.

    hayatımda ilk kez 'öyle' bir çevreye dahil oluyordum ve ilk başlarda hayli yabancılık çekmiştim. açık söylemek gerekirse, tanıştığım hiç kimse zeytinburnu'ndaki arkadaşlarıma benzemiyordu ve kendimi çok rahatsız hissediyordum. onlara ayak uyduramadığımı fark ediyordum, ki zaten orada yaşadıklarım hayatımın akışını değiştirecek kadar nüfuz etmişti hücrelerime, çok geç anladım ne yazık ki.. neyse, bu başka bir yazı konusu.

    herkese yabancılık çektiğim bu ortamda teoman'dan nefret etmeye başlamıştım. geceleri suyun üzerinde tek başımda uzanırken, uzaklardan gelen kahkaha sesleri arasında, 'kamp müdürünün odasında gizlice nasıl girerim de teoman'ın albümünü parçalarım'ın hesaplarını yapıyordum. ve o'nu düşünüyordum elbette.. o'nu..

    serap'tı adı. delicesine aşık olmuştum. hiçbir şey yiyemiyor, onun olduğu ortamlardan mümkün mertebe kaçmaya özen gösteriyordum. o, muhtemelen benim farkımda bile değildi. olsun, seviyordum onu, aşıktım.

    yabancılık çektiğim yeni arkadaşlarım, beni de okey oynamaya çağırdı tatilin ilerleyen günlerinde. kafede serap da vardı. masamdaki çocuklar, serap ve arkadaşlarına kola ısmarladı. serap gülüyordu, içim eriyordu.

    oyun başladı. bildiğim bir şeyi yapmanın getirdiği güvenle rahatlamıştım. birkaç el açınca üst üste, ortamın saygı gören kişisi haline geldiğimi fark ettim. hoşuma gitmişti. birbiriyle tanışık olan gençler, masadaki bu 'yeni çocuğu' anlamak için ara sıra masaya uğrayıp sohbete katılıyorlardı. söz konusu okeydi ve benim de edebileceğim pek çok kelam vardı tabii ki.. ta ki, o aptal kelimeler ağzımdan çıkana kadar...

    serap hiç kalkmamıştı yerinden. konuşacak hiçbir şey kalmamış gibi, masamdakilere, "ya serap kaç yaşında acaba?" diye sordum. masadakilerin böyle bir soru beklemedikleri belliydi ve afallamışlardı. bıyık altından gülüşmeleri, göz üstünden süzmeler izledi, sorumun peşi sıra ilerleyen saniyelerde. grubun popüler çocuğu o iğrenç sessizliği bozan kişiydi: "17!" beynimden vurulmuştum..

    muhtemelen yalan söylüyordu. ama masadaki diğer çocuklar da, istiflerini hiç bozmadan onu doğruladılar. etkilerinde kalarak, serap'ı birkaç kez daha süzdüm. "hakikaten 17 galiba" diyordum kendi kendime. oturmuş fiziği bu teoriyi kanıtlar nitelikteydi. yıkıntım giderek artıyordu.

    onlarla takılmamaya karar vermiştim. kampın geri kalan günlerini annem ve babamla geçirecektim. ama her yerde aynı şarkı çalıyordu. gece-gündüz hiç durmadan aynı şarkı. uyuyamıyordum. beynimde dolanıp duruyordu: "daha 17, 17, 17, 17'ymiş.." çok ağladım, çok..

    kamptan 3 gün erken ayrıldık, hiç çaktırmasam da, çok sevinmiştim bu duruma. 3 gün de samsun'da geçirip, istanbul'a döndük. sokağa çıktığımda ilk işim, teoman'ın kasedini almak oldu. nedense eve dönünce tüm şarkılar daha bir güzel gelmeye başladı: "daha 17, 17, 17, 17'ymiş.."

    bu arada 17'ye takılmamın sebebi, 30 yaşında bekar bir adam değil, 14 yaşında bekar bir genç olmamdı. liseye başlıyordum, ilk durak hazırlık sınıfıydı. çok heyecanlıydım. ilk kez zeytinburnu dışında bir okula gidecektim. ilk gün geldi, sıra olduk. bambaşka bir ortam, çoğunluğu kız, yepyeni insanlar. 25'er kişilik sınıflar hiç de alışık olmadığım türdendi. zira tek kişi oturuyordum sıramda, daha birkaç ay öncesine kadar iki kişi oturmak bile lüks sayılırken.. etrafıma pek bakamıyordum. altın kafesteki bülbül gibi hissediyordum kendimi. ötmeliydim ama..

    bir ara arkamı dönecek oldum, sınıfın sol köşesinde ortanın biraz gerisindeydim, kafamı çevirince gözüme ilk takılan orta sıranın en gerisindeki kız oldu. bir anda yüreğime bir yumruk indiğini hissettim. tekrar döndüm, bu kez bir bıçak saplandı. bir daha da dönemedim. hoca geldi, herkesin ayağa kalkarak sırayla kendini tanıtmasını istedi. sağ köşeden başladılar. yüreğimin çarpıntısı, tüm dış sesleri bastırıyordu. sıra orta-en arkaya geldi. biri kalktı, "ben esra x..." dedi, devam etti. sonra o kalktı. kalbim duracak gibiydi: "ben serap x..." dünya stop etmişti.

    eve servisle döndüm. birkaç gün sürdü böyle. servis radyosunda hep aynı şarkı çalıyordu: "daha 17, 17, 17, 17'ymiş.."

    sınıf ikinci hafta hiç anlamadığım bir samimiyetle kaynaştı. ben de öyle. serap'la da konuştum. beni tanır gibi olduğunu söyledi. o kadar tatlı, o kadar güzeldi ki.. kelimelerle hâlâ anlatamam..

    aradan biraz daha zaman geçti. erkek arkadaşı olduğunu öğrendim. yeniymiş daha. o yaz başlamış. kampta tanışmış. adı serkan'mış. serkan'mış adı.. grubun en popüler çocuğu serkan..

    14 yaşındaymış serap.. serkan 17 yaşındaymış..

    servisle gidip geliyordum okula...

    "boşver beni
    mühim değilim
    bu, onun hikayesi..."
hesabın var mı? giriş yap