• south park 5inci sezon'un son bölümü
  • bir otel odası numarası.
    5. kattadır.
  • bostanlı iskele` :karşıyaka` - tınaztepe arasında çalışan genelde 9 eylül üniversitesi öğrencilerinin bindiği bunun yanında ceza evi ziyaretçileri ve buca devlet hastenesine gidenlerinde kullandığı belediye otobüsünün numarası.
    her gün kaza yapan sağa sola bağırıp çağıran asabi aptal ` :orospu çocuğu` şöförleriyle tanınır.
  • "acaba biz insan mıyız yoksa istif halinde taşınan damızlık mı?" diye ciddi ciddi kendime sormama, insanlığımı unutmama sebebiyet veren, sabahın köründe sinir sistemimi alt üst edip nice asabiyetlere gark eyleyen biricik otobüsümüzün numarası. izmirin tüm dandik otobüsleri gibi bindiğiniz her beş 514'den biri sizi yarı yolda bırakacaktır...
  • bu hafta içinde hangi gün bilemiyorum, körüğünden ikiye ayrıldığı söylenen işkence aleti. sıra 270 ve 670 lerde. ilgiyle izliyoruz.
  • ayrica, 514 final doneminde 14 ozel hoca gucundedir.. oyleki 4 sene boyunca aldigim derslerin %67'sine sadece 514 ile okula giderken calismisimdir.. kimi zaman takildigim yerleri sofore sormusumdur.. kendisi zaten bu yolu gide gele prof olmustur.. beraber cizmisizdir simpleks tablosunu.. seviyorum lan bu otobusu..
  • yine yagmur yagiyordu ve bekleyeli 15 dakikayi coktan geciyordu. onumden ilk 670, 515, 270 ve 70 gectiginde siranin artık 514 te oldugunu dusunerek kendimi rahatlatiyordum...
    sonra bir 15 dakika daha gecince once 270, sonra 515 tekrar geldiler ve neredeyse bombos gittiler...
    bu arada beklesen insanlarin sayisi biraz daha artmisti. ben de icten ice, bugun oylesine converselerimi giyip cikmadigim icin bayram ediyordum...
    tam cantamin icinde defterim hafif nemlenmeye baslamisti ki
    o sirada ben de umitle gozlerimi yaklasan otobus siluetine dogru dikmistim.
    onunda 104 oldugunu anlayinca, 514 un ozellikle yagmurlu gunlerde, sifasiz ve kemiklesmis bir assolist hastaligina tutuldugunu kendime bir kez daha hatirlattim...
    bundan sonra caresiz dusuncelere dalip, soforle paylasmak istediginiz 3-5 lafi aklinizdan gecirirken sinir katsayiniz artıyorsa saatinize bir daha bakmamanizi tavsiye edecegim.
    zaten ayaklari da usumeye ve buzusmeye baslayinca insan artik saglikli dusunemedigini farkediyor birden.
    akilinizdan neden kar degil de yagmur yagdigi, bir 515, 670-270 istikameti uzerinde oturmumamanin ne buyuk kendini bilmezlik oldugu gibi seyler gecmeye basliyor.
    o sirada 514 geldi.
    herkes sofore bir seyler soylerken birinin 514 un ''55 dakikada bir mi gectigini'' sordugunu duydum.
    sofore hosnutsuzlugunuzu dile getirenler bilirler,
    genelde elini kolunu sallayarak ve gozlerini dondurerek kendi dilinde bir takım seyler homurdanir.
    sikayet ne kadar nazikce olursa olsun,

    -hadi cabuk ol, konusma sen!roarrr!
    -sen de o zaman buca' da otursaydin madem o kadar acelen vardi?
    seklinde cevap alabilirsiniz.
    aslinda sinirden ve beklemekten gozu donmus olan bizdik, oradaki tazmanya canavari profilini biz cizmeliydik ama sonunda yagmurdan beynizmiz mi cekti nedir neredeyse ozur dileyecek kıvama gelmisiz. mantikli oldugumdan degil, ben zaten artik bostanli' da oturdugum icin kendimi suclu hissediyorum.

    sikayette bulunmak isterseniz otobusun arkasinda bir numara var ama ben daha onceleri de dilekce veren teyzelerin, bu numarayi
    arayinca cevap alamayan digerlerinin muhabbetlerini dinledigimden ve yine mantikli oldugumdan degil ama en iyisinin olayi bir halk hareketine donusturup, biraz da siddet yontemini denemek olduguna inaniyorum. boylece sofore dert anlatmakla, dilekce
    vermekle ve telefonla otobus cagirmakla cekilemeyen dikkat cekilmis olur sanirim.
  • bu otobuse genellikle bostanli iskeleden binen, ryan reynolds'a benzeyen bi cocuk var. hayranlarinin bilgisine arz ederim.
  • izmirde “alice in wonderland” tadında bir macera yaşamanın en ucuz yoludur. 514, sizi maceradan maceraya sürükleyen, bir sonraki bölümünü heyecanla beklediğiniz diziler gibidir. mübalağa etmediğimi anlamanız için en sevdiğim birkaç bölümden bahsetmek isterim. mesela bölümlerden birinin kahramanları bir grup üniversite öğrencisiydi. en tazesinden çömez oldukları her hallerinden belli olan gençler “içim içime sığmaz benim” sendromundan mustariptiler. yaslanarak kapının kapanmasına mani olma, açık kapıdan sokaktaki vatandaşı sözle ve elle taciz… türlü taşkınlıklarla karşıyaka iskeleye kadar geldik. grubun en tombiği showu görkemli bir sonla bitirmeye karar vermiş olacak ki tam çarşı girişinde 514ten atladı. şimdi gencin össde fizik yapmadan girilebilen bir bölümde okuduğu belli. zira hareket halindeki araçtan atlarsan, bunun bazı acı sonuçları olur. arkaya sıkıştırılmış otomatik kapının da ittirmesiyle bizimki öyle kuş gibi havalandı, yere inince de bi’süre yuvarlanarak ancak hız kesebildi. biz, dehşet içinde ana tanıklık ederken gencin arkadaşları hakır hakır gülmekteydi çünkü onlar da fizik bilmiyordu. derken 514 durdu, kaptan inip çocuğa koştu. başına açılan dert yüzünden o da dehşet içindeydi, olayın nasıl olduğunu anlamaya çalışıyordu. çocuk ayağa kalktı: üst baş parçalanmış, yüzü gözü patlamış, kafadan şırıl şırıl kanlar akar. istifini bozmamaya çalışarak; “sorun yok, abi. ben kendim atladım” dedi. kaptan anlamadı tabi, anlamak istemedi. o arada polisler geldi, çocuğu kaptanın elinden alıp olay mahallinden uzaklaştırdılar. tüm bunlar olup biterken çocuğun arkadaşları 514te oturup hakır hakır gülmeye devam ettiler. çünkü onlar insan kılığına bürünmüş öküz idiler. bol aksiyon içeren bir diğer bölümde ise tema olarak mafya işlenmişti. seyir halindeyken kavga çıktı. başta kimse ilgilenmedi tabi; kavgadır olur olağan şeyler bunlar. ancak sonra yolculardan birinin “silahı var!” diye bağırmasıyla 514 mahşer yerine döndü. kaptan hemen sağa çekti, yolcular birbirlerini çiğneyerek kendilerini dışarı attı. biz, yine dehşet içinde ana tanıklık ederken 514ün içinde üç adam, -ikiye karşı bir- hong kong usulü aksiyon sahneleri sergilediler. döner tekmeler, bıçak fırlatmalar… sonradan olaya müdahale eden polisten öğrendiğimiz, bunlar iki farklı çeteye mensuplarmış. yalnız olan adam diğer çeteden birini bıçaklayıp yoğun bakımlık etmiş. diğer ikisi de intikam için bir süredir bunu takiptelermiş. tenha bi’yerde sıkıştırıp işini bitireceklermiş. lakin adam 514te takip edildiğini fark edince olay kontrolden çıkmış, çıktı yani gördük ordaydık. tüm bölümler böyle şiddet içerikli değil tabi bazısının gerilim dozu yüksek olur. 514 ile basmaneye gittiğimiz bölüm gibi misal. izmiri bilmeyenler için şöyle söyleyeyim. izmirden otobüse binip bursaya gittiğini düşünürken ne alakaysa kendini kütahyada bulmak gibi bi’şeydi. bu noktada körüğün 514 içinde yarattığı iki ayrı toplumsal sınıfa da değinmek gerek. ön dünyanın vatandaşları arkadakilerle muhatap olmayı sevmediklerinden, önden arkaya bilgi geçişinde her zaman aksaklıklar yaşanmıştır. 514, günlük rotasından kayıp, bilinmez diyarlara doğru ilerlerken biz, geri dünyalılar buna neyin sebep olduğunu bir türlü öğrenemediğimizden ve cahilde bi’halk olduğumuzdan kendimizce bazı rasyonel olmayan senaryolar ürettik. önce o gün kaptanların grev amacıyla böyle bi’abukluk yaptığı söylendi. sonra aslında kaptanın kaptan değil, terörist olduğu ve hapisteki arkadaşlarının serbest bırakılması için bizi rehin aldığı anlaşıldı. sonrasındaysa okyanustan gelen güçlü kasırganın izmiri vurduğu haberi geldi: karşıyakayı izmire bağlayan altınyol çökmüştü, hortumlar karşıyakayı haritadan silmişti, hepimiz evlerimizi ve ailelerimizi sonsuza dek kaybetmiştik. bu şehir efsanesi biraz abartılı olsa da gerçek doğal afetlerle yüz yüze geldiğimiz anlar da oldu. 30 ekim 2006 izmir selinde çoğunu üniversiteli gençlerin oluşturduğu bir grup vatandaş olarak biz yine 514teydik. fırtına öylesine şiddetliydi ki şemsiyelerimizi açıp oturmamıza rağmen yağmurdan korunamadık. o zor zamanlarda birbirimize sarılıp dua ettik ve kabusun bitmesini diledik.
    yaaa...daha ne maceralar, ne heyecanlar, ne tatlar… işte 514ün ruhu budur. 514; bazen kanlı bazen gizemli ama her daim psychedelictir.
hesabın var mı? giriş yap