• o leyli'nin bercestesi.
    dapdamar, cipciğer, ölümsüz temenni... çok seviyoruz.
  • "üstüne gözün yaşın ile yum leyli leyli" manalarından bir yerlerden, emrahlar diyarından cümle, bir temenni*...
  • tabutlarımız üstüste olsun* mu demek, yoksa ölümden sonrasına inanıyorum, sen de hemen öl mü demek bilemediğim gaddar temenni
  • "ikimiz de oturalim diz be diz,
    felek cakmagini ustume cakti
    beni onulmaz bir derde birakti..
    yandim atesine su leyli..
    yare varam diyom, komuyor engel,
    olursem sevdigim ustume sen gel"
    daima aklimizda.. akildan cikmayan temenni, terennum tırınım tırınım..
  • (bkz: ölümü öp)
  • (bkz: nekrofili)
  • (bkz: cem karaca)
  • "...'ama ölüyor, clea.'
    clea anlaşılmaz bir iniltiyle karşı çıktı: ' ne yapabilirim, nessim? o benim için bir hiç, eskiden de öyleydi, gelecekte de öyle kalacak. ah, çok iğrenç - n'olur bana gel deme, nessim.'
    'ama gelmem gerektiğini düşünüyorsan o zaman iş değişir.'
    'hiç bir şey düşünmüyorum. yaşayacak fazla vakti yok, clea.'
    "...
    'gelmem gerektiğini sesinden anlıyorum. ah nessim, insanların karşılık görmeden aşık olmaları çok iğrenç bir şey! arabayı gönderir misin, yoksa selim'e mi telefon edeyim? kemiklerimin üzerinde etimin titrediğini hissediyorum.'
    nessim başı öne eğik, çok üzüntülü bir sesle, kısaca 'teşekkür ederim, clea.' dedi; nedense o ' iğrenç' sözcüğü onu çok yaralamıştı.
    ...
    naruz, ruhlar diyarının çekiştirmelerini, duyularının beş vahşi köpeğinin dizginleri gittikçe daha çok zorladığını duyumsamaya başladı. sağlam istencinin güçleriyle onlara karşı koyuyor, zaman kazanmaya çalışıyor, duyularını mumyalayıp değerli bir taş gibi mezara gömdüğü kızın sesini, kokusunu, bu dünyada kendisine görünür kılınmasını, bekleyebileceği tek şeyi bekliyordu. sancı burgularının içinde sinirlerinin tıkırtısını, kanında patlayacak olan oksijen kabarcıklarının daha yavaş yükseldiğini duyuyordu. kaynaklarının, zamanının tükendiğini biliyordu. yavaş yavaş artan kötürümlüğün ağırlığı, acını uyuşukluğu zihnine düşüyordu.
    nessim yeniden telefona gitti. balmumu gibi sararmıştı, iki yanağında verem kızartısına benzeyen birer pembelik vardı, annesinin yüksek, tatlı ve isterili sesiyle konuştu. clea, karm abu girg'e gelmek üzere yola çıkmıştı, ama galiba bir toprak setin çökmesi sonucu yolun bir bölümünü su alıp götürmüştü.
    ...
    naruz'un göğsünde şimdi de büyük bir savaş başlamıştı- içinde kavgaya tutuşmuş olan güçlerin arasındaki dengeyi sürdürme savaşı- bekleme çabasının etkisiyle kasları demet demet kasılıyordu, kendini sıkmaktan abanoz gibi siyahlaşmış, istenciyle denetlediği damarları dışarı fırlamıştı. yavaş yavaş tükendiğini anladıkça, dişlerini bir yaban domuzu gibi vahşice gıcırdatmaya başladı. balthazar'sa bir elini naruz'un alnına koymuş, öteki eliyle de kasları burulmuş bileğini sıkı sıkı tutarak bir yontu gibi oturuyordu. arapça bir şeyler fısıldadı: ' sakin ol canım. yavaş bir tanem.' üzüntü onu sakinleştirmiş, kendine getirmişti. gerçek öylesine acıdır ki, onun bilgisine varmak bir tür rahatlama getirir.
    bir süre hiç bir değişiklik olmadı. sonra can çekişen adamın kıllı boğazından tek bir kocaman sözcük fırladı: clea'nın adı; yaralı bir aslanın mağara gibi boş sesiyle söylenmişti: birden kükreyen, içinde öfke, sitem, sonsuz keder taşıyan bir ses. öylesine çıplak bir ad, onun adı, 'tanrı' ya da 'anne' kadar sıradan- ama gene de gövdesinin, soluğunun için için eridiğinin bilincinde olan, can çekişen bir fatihin, yitik bir kralın dökülmüş gibiydi. onun büyük acısının görkemine boğulmuş olan clea'nın adı bütün evde yankılandı, fısıldaşan hizmetkarlar, konuklar bunun üzerine suspus oldular, av köpekleri kulaklarını düşürüp yere çökerek yaltaklanmaya başladılar: nessim'in zihninde yepyeni, ürkütücü bir acılıkla yankılandı, acısı ağlayamayacağı kadar derindi. bu korkunç haykırış yavaş yavaş sönerken onun ölüm haberi yeni ve ezici bir ağırlıkla oradakilerin üstüne çöktü- umudun üstüne kapanan büyük bir mezar kapağının ağırlığı gibi."` : lawrence durrel, iskenderiye dörtlüsü, mountolive`
  • hiç ses ve hiç söz ile olan bitişsiz ve bitimsiz olan başlangıcının ne esasının ne esansının,
    ne tenselliğini, ne de tinselliğini ikame edecek bir nota ve bir harfin icat olunmadığı,
    onsuz kalanların onmadığı, olara doyulmadığı, onsuz olunmadığı bir ezgi, bir sezgi, bir dizgi de denebilir kendisine.
    ömür içinde onur, onur içinde dumur, dumur içinde zamirdir kendisi.
    dumur'la zamir'i nuri altuzer'e sorun, o açıklasın d okunan z bağlamında dumur ile zamir ilişkisini.
    tembel herif ya, sinir oluyorum kendisine, ya da dumur ediyor beni de diyebiliriz esa(n)sında.
    bir de tüm zamirlerin ötesindeki, insanın en kendisi olan hali ile, süveydanın aczi ve azameti ile sevmek ve iman etmek hal ve halvetindeki hali var ki, dil ile tarifi imkansız.
    ne gönül olan hali ile, ne lafz olan hali ile hem de. iki hali ile de hem dil, hem de ben, kifayetsiz kalıyoruz derin bir huşu ile.
    halden bilen ile hemhal olmannın derin hazzında erirken.
    belki de ererken.
    amenna, hamd-ü sena.
  • dilimin içimdesin.
    dilim sende.
    sen
    benim içimdesin.
    içim
    senin dilinde.
    sen
    dilimdesin.
    dil,
    senin içinde.
    ben
    senin
    dilindeyim.
    amenna.
hesabın var mı? giriş yap