*

  • genellikle zamk kokuları, yere dökülmüş boyalar ve eski aletler arasında, diğer dükkanlara nazaran gayet pis olan küçük dükkanlarda çalışan yaşlı ustalardır. okul ayakkabısı ve kösele erkek ayakkabılarını hiç tereddütsüz verebileceğiniz, ama söz konusu ince topuklu şık bir bayan ayakkabısıysa vermeden önce bir hayli düşünmeniz, ya da hiç düşünmeyip direk vermemeniz gereken yerlerdir. çünkü o ince topuğa 2-3 çivi çakmaya çalışıp kırmaları, topuk kapağını yuvarlak yerine yamuk koymaları işten bile değildir bu amcaların...bir de ne olursa olsun yaptıkları işe laf söyletmezler, siz teşekkür ederek alırsınız artık bir işe yaramayan ayakkabınızı.
    bunların modern versiyonları etilerde, nişantaşında lostra salonlarında çalışır, ve yukarıda bahsi geçen bayan ayakkabısı ziyanı onlarda olmadığı gibi, gerektiğinde modası geçen ayakkabınızı topuğunu, tokasını ıvır zıvırını değiştirerek son model yaparlar, siz bile şaşırırsınız...tabi nedir, farkı fiyatıdır her ne kadar kalitesi de olsa.
  • (bkz: köşker)
  • - usta günaydın
    + günaydın yeğenim nassın
    - sağol usta, ayakkabının köselesi bitti, yeni kösele için gelmiştim
    + ver bakalım... hımm güzel ayakkabı.. yeni köseleye değer..

    işte budur abicim.. usta dediğin böyle konuşur!!

    birde ayakkabının altına sahibinin adını ve söylediği fiyatı yazmazlarmı.. budur lan esnaflık..

    ayanux
    20tl
  • günümüzde, eline japon yapıştırıcısı alan herkesin olduğu şey...
  • ucuz olur diye ayakkabı almak için eminönü' ne topkapı' ya gittiğimiz yılların en az ayda bir ziyaret edilen esnafıydı. genellikle okul dönüşü akşam üzeri verdiğim ayakkabılarım için ertesi gün öğleden önce veya doğrudan pazartesiye bıraktığı teslimat sözünü çoğu zaman verdiği saatten yarım saat-bir saat önce giderek dükkanında beklerdim. ancak o dönem çocuklarının anlayabileceği iş yoğunluğu yüzünden, ekseriyetle verdiği sözü ben gittikten sonra yerine getirir ve beni küçücük dükkanda oturup beklemek zorunda bırakırdı. aslında o gün sözlü veya yazılı imtihanım yoksa bu durumdan pek şikayet etmezdim. küçücük, içi plastik yapıştırıcılar, keçeler ve ayakkabı boyası kokularının karıştığı bir dükkanda philips marka çok eski bir radyodan çalan türküler eşliğinde seyrederdim ayakkabımın tamir sırasının gelmesini ve tamir edilmesini. tamir edilen ayakkabıları giyip okula yetişmek için koşarak katettiğim gültepe yokuşlarında tamirat sonrası ilk sınavını verirdi ayakkabılarım.
  • iki kardeşten biri köyde çobanlık yaparken diğeri şehirde yaşıyordu. köyde yaşayan “bu zamanda şehre gitmek, oranın günahlı hayatına karışmak çok kötü. ben köyün çobanlığını yapayım, günahlardan uzak kalayım” düşüncesi içerisindeydi.

    çoban, dağda koyunları, keçileri otlatıyor, bütün namazlarını vaktinde kılıyor, namahreme nazar etmiyordu. bütün gün zikirle, fikirle, şükürle yaşıyordu. bir süre sonra manen bir hayli ilerledi, kerametlere bile mazhar oldu.

    çoban, şehirde yaşayan kardeşini ziyaret etmek istedi. otlattığı koyunlarından bir miktar süt sağarak bir bez torbaya doldurup ağzını bağladıktan sonra şehrin yolunu tuttu. ayakkabı tamircisi olan kardeşinin dükkânına varınca torbadaki sütünü duvardaki bir çiviye asıp oturarak sohbet etmeye başladı.

    bu sırada bir bayan gelerek ayakkabısını çıkarıp topuğunu gösterdi. kardeşi ayakkabıyı tamirle uğraşırken bayan çıplak ayakla beklemeye başladı. kadın az sonra ayakkabısını giyip giderken ormanda görmediğini gören çobanın zihninde değişik düşünceler oluşmaya başladı. işte o sırada yukarıdan bir şeyler dökülmeye başladı. başlarını kaldırıp yukarıya baktıklarında bunun süt damlası olduğunu anladılar. çobanın zihni bulanıklaşmaya başladığı anda torbadaki süt de damlamaya başlamıştı.

    ayakkabı tamircisi kardeş “insanlardan kaçarak dağ başında veli olmak kolay şey. bütün mesele işte bu insanların içinde veli olabilmekte” dedi.

    çoban, “haklısın kardeşim. demek senin manen yükselmene mani bu gibi manzaralar” dedi. ayakkabıcı kardeş, “nereden çıkardın bende manen yükselme olmadığını?” diye sordu.

    çoban, “baksana, bir anda düştüm senin yanında. sen ise her gün bunlarla yüz yüzesin. yükselmen mümkün mü?” diye cevap verdi.

    ayakkabı tamircisi, “asıl mesele bunların içinde kendini muhafaza etmektedir. rabb’ime şükürler olsun ben kendimi şimdiye kadar muhafaza ettim, bundan sonra da muhafaza ederim, inşallah."

    çoban buna itiraz etti:
    "beni bir anda makamımdan düşüren manzara seni her gün neden düşürmesin? sen çoktan düşmüşsün de haberin bile yok." dedi.

    bundan sonra ayakkabı tamircisi kardeş, şehadet parmağını ağzına götürüp dilinin ucuyla ıslattıktan sonra doğruca torbanın süt akan yerine bismillah diyerek bastırdı. şıp şıp diye akan süt anında kesildi. bir anlık sessizliği çobanın feryadı bozdu. kucakladığı kardeşine “sen haklıymışsın kardeşim! asıl mesele, dağ başına kaçmak değil, insanlar içine girmek, onların arasında durumunu muhafaza etmekmiş” dedi.

    http://www.youtube.com/watch?v=ukqkiwcdkja
  • artık büyükşehirlerde göremediğimiz güzel esnaflardır. bırakın ayakkabı tamircisini artık boyacısını bile göremiyoruz.
    kro keko piç çocukları hariç, onlar ayakkabı boyacısı/tamircisi değiller zaten. bizim bildiğimiz fellik fellik aradığımız o ak saçlı yada nur yüzlü amcaların o zamk, lastik ve boya kokusu ile havası bambaşka dükkanında ekmeğin en güzelini, helal kazancın en alasını kazanan insanlardı. şimdilerde artık yoklar, yok oldular. artık eskiyen ayakkabıyı at yenisini al, tamire ne gerek. denizlide hiç değilse hala varlar ve yaşıyorlar. istanbul antalya ve izmirde birtane görmedim. varsalada ben bilmiyorum
  • manhattan'da bir tanesini görmek için şöyle alalım sizi;

    https://www.google.com/…teyqjkpyw1f6s3s7w!2e0&fid=5
  • cüzdan dostu zanaatkar.

    insanı hayrete düşürecek bir şekilde güzelyalı'daki küçük dünyasında, yanında yardımcısıyla canla başla çalışan ve italyan ressamlara benzeyen bir usta mevcut.

    ayakkabıyı isminizin yazılı olduğu bir etiket yapıştırarak teslim alıyor. tamir sonrasında da kimi zaman dükkanın küçük gelmesi nedeniyle tıkış tepiş tamir edilmeyi bekleyen ve bazıları kutular içinde istiflenmiş halde duran ayakkabı yığınlarının arasında adım atmakta zorluk çekse bile, raflarda özenle ambalajlanmış şeffaf poşetler içinde duran ayakkabı cennetinden sizi atmaya kıyamadığınız dostlarınıza kavuşturuyor gene. emek.
hesabın var mı? giriş yap