• bir biyolog olan g.hardin (1915-2003) tarafından yazılan bir makalede ele alınan konudur.
    dünyayı kabaca; yoksul ve zengin ülkeler olarak ayırırsak, her zengin ülkenin, göreceli olarak zengin insanlarla dolu bir cankurtaran sandalına benzetir. okyanusta cankurtaran sandallarının yanında ise dünyanın yoksullarının yüzdüğünü farz ederek, sandala binmek isteyen ve zenginliğin bir kısmını paylaşmak isteyen kişilere karşı sandaldakiler ne yapmalıdır ? sorusunu sorar. cankurtaran sandalının kapasitesi olduğunu vurgular ve cankurtaran sandalına kimsenin alınmaması gerektiğini savunur.
  • küresel çapta esitsizlik ve yoksulluk uzerinde yaşadığımız dünya için temel sorunlardan biri. eski cağlarda da bu sorun elbette vardı hani deriz ya makas açılıyor bunu adaletsizle ilintileyip yapıyoruz. afrikadaki yoksulluk varken diğer ülkelerin refahı göze batıyor. bu makas açıldıkça daha büyük ölçekli krizlerle karşılaşıyoruz. göçmen krizleri örnek verilebilir. ısin ilginç tarafı günümüzden örnek vereyim avrupa göçmen sorunu için önerdiği çözümler kendi konforlarının bozulmaması odaklı. burada biyolog hardinden söz etmek gerekir can sandalı etiği. nedir bu? refahı yerinde olan ülkeler, yoksul ülkelerdeki yoksulluk nüfus vb sorunlara çözüm getirmeye çalışır. hardin bu sandal etigini argumanlandirir. yaşam hakkı hayatta kalma hakkı ama bu yalnızca yaşamak ve hayatta kalmak olarak değil elit diyebileceğimiz şeylere de içkindir. şimdi buradan hareketle bu elit yaşamı tehdit eden şeyler hayatı da tehdit eder..paylaşım ahlakı herkesin trajedisine yol açacağından özel mülkiyet desteklenmelidir der. ayrıca international yardımlara karşıdır. balik verme balık tutmayı öğret den hareketle yardımları doğru bulmaz. sandal metoforuyla ilgili olarak. yoksullar ve zenginler diye ikiye ayrılır insanlar. zenginler sandalda fakirler denizde. fakirler kayığa alınmalı mi alınmamalı mı? eğer alırsa elitlikten vaz geçilmiş olacak bu olmaz der. yoksullar bogulsun. hepimiz batacagimiza.
  • garrett hardin isimli eko-biyoloğun geliştirdiği bir ekonomik alegoridir.

    bu alegoride anlatım şöyle kurgulanmıştır:

    dünyadaki her zengin ülke, göreceli olarak zengin insanlarla dolu sağlam ve güçlü bir cankurtaran sandalıdır. her fakir ülke de bir sandaldır; fakat bu sandal sağlam ve güçlü bir cankurtaran sandalından ziyade kırık dökük, su alan, yarısı batmış durumda olan ve karmaşanın, kaosun hüküm sürdüğü bir sandaldır. ve hem zengin ülkenin sandalı hem de fakir ülkenin sandalı aynı okyanusta yüzmektedir.

    burada şu soru doğmaktadır: "zengin ülkenin sandalına binmek ve bu yolla da o ülkenin zenginliğin bir kısmını paylaşmak isteyen fakir kişiye, cankurtaran sandalındaki zenginler, ne yapmalılardır?"

    burada her sandalın taşıma kapasitesinin sınırlılığı nedeniyle, alegorinin kurucusu hardin cankurtaran sandalına hiç kimsenin alınmaması gerektiğini savunmaktadır. çünkü ona göre bu, en güvenli yoldur. şöyle ki 10 kişinin daha sandala alınması demek, güvenlik payının düşmesi, zenginliğin bireysen zeminde azalması demektir ve bu da zengin sandaldakilerin yaşamını tehlikeye atacaktır.

    hardin burada şöyle de bir orta yol bulmuştur: ey hümanistler! ille de insanlara yardım edilmesini düşünüyorsanız ve bunun "iyi" olduğunu anlatıyorsanız, o hâlde sizler iyi insanlar olarak sandaldan inip gelenlere yer verebilirsiniz. böyle yapılması durumunda vicdan azabı çeken siz iyiler ineceksinizdir ve yerinize vicdan azabı çekmeyen insanlar gelecektir. sonuçta yer değiştirme hâlinde de sandalın etiği değişmeyecektir. dolayısıyla, isteyen sandaldan inip gelmek isteyenlere yer verebilir.
  • yaşam sandalı etiği veya cankurtaran teknesi etiği olarak da geçer ve garrett hardin bu metaforu kendi cümleleri ile şöyle özetler:

    the 50 of us in the lifeboat see 100 others swimming in the water outside, asking for admission to the boat, or for handouts. how shall we respond to their calls? there are several possibilities. one. we may be tempted to try to live by the christian ideal of being "our brother's keeper," or by the marxian ideal (marx 1875) of "from each according to his abilities, to each according to his needs." since the needs of all are the same, we take all the needy into our boat, making a total of 150 in a boat with a capacity of 60. the boat is swamped, and everyone drowns. complete justice, complete catastrophe. two. since the boat has an unused excess capacity of 10, we admit just 10 more to it. this has the disadvantage of getting rid of the safety factor, for which action we will sooner or later pay dearly. moreover, which 10 do we let in? "first come, first served?" the best 10? the neediest 10? how do we discriminate? and what do we say to the 90 who are excluded? three. admit no more to the boat and preserve the small safety factor. survival of the people in the lifeboat is then possible (though we shall have to be on our guard against boarding parties). the last solution is abhorrent to many people. ıt is unjust, they say. let us grant that it is. "ı feel guilty about my good luck," say some. the reply to this is simple: get out and yield your place to others. such a selfless action might satisfy the conscience of those who are addicted to guilt but it would not change the ethics of the lifeboat. the needy person to whom a guilt-addict yields his place will not himself feel guilty about his sudden good luck. (ıf he did he would not climb aboard.) the net result of conscience- stricken people relinquishing their unjustly held positions is the elimination of their kind of conscience from the lifeboat. the lifeboat, as it were, purifies itself of guilt. the ethics of the lifeboat persist, unchanged by such momentary aberrations.

    commentary: living on a lifeboat, author(s): garrett hardin source: bioscience, vol. 24, no. 10 (oct., 1974), pp. 561-568.
hesabın var mı? giriş yap