• sözlüğe hoşgelmiş, sensiz sözlük malı neyleyim dostum şarkısını kendisine armağan ettiğim, eski ve her daim dost, sabırtaşı yeni yazar...yaşam tecrübelerinden süzülmüş ve çoğunun survival olacağından emin olduğum entry'leri sayesinde sözlük beklenen macgyver'ına kavuşmuştur efendiler...

    ya buddy şu isveç oturağı nasıl yapılıyordu ya...
  • ortaokul sira arkada$im, okuldan eve donu$ yolunda payla$tigimiz o kadar fazla $ey var ki.. o yillarda bizden daha hayalperest birileri yoktu sanirim.

    turkiye tatili oncesi nostalji gecesi gururla sundu.
  • konuşmayı ve oturup-kalkmasını; bayrak taşıdığının farkında olduğu kadar iyi bilir.
    hesap-kitapla, kendisiyle ve haliyle de dünya ile barışıktır.
    bilmediği şey dönüşün hesabıdır, sözünden dönmeyi beceremez bir türlü...
  • havada, denizde, yerin altında biriktirdiği hikayelerini, isviçre çakısıyla, karavanına, kamarasına, toprağa, harnesse, kayaya, ağaç kovuğuna filan kazıyıp burada temize çekiyor bence.
    şu sözlük aleminde imrenme üstü kıskandığım tek yazar olur bu beyefendi.
  • "kurt" tabiri yapılan insanlardan.
    yalnız sıradan kurt değil.
    gördüğü her şeyden ders çıkaran, ders çıkardığı her şeyi de doğru olarak uygulamayı ilke edinmiş bir kurt.
    sol tarafta ilgili olduğu alanlarla alakalı başlık görünce, heyecanlanma sebebi. çünkü bilirsiniz ki, yazdığı hiçbir şey boş değildir ve ders çıkarılabilir niteliktedir.
    fırsat bulduğum her anda tecrübelerinden yararlanacağım, abi diye diye, bir gün zorla ve gerçek anlamda "abi" diyebileceğime inandığım bir abidir aynı zamanda. ve kendisi henüz bilmese de, bu bobby kardeşinin ondan öğrenecek yığınla şeyi var. çünkü biliyor ki yaşanmışlıklar her zaman kurallardan ve kitaplardan daha iyidir.

    son olarak, o sevdiği denizlerde gemisiyle, doğada karavanıyla, yollarda motosikletiyle, havada da paraşütüyle mutlu olmasını dilediğim, güzel yazar.
  • bildiğim kadarıyla, ırkçı falan olmayan yazardır. az sonra buraları şenlendirerek gerekeni yapacaktır zaten. *
  • uzun süre bıkmadan usanmadan bunlardan bir tanesine sahip olmak için dua ettim geceleri.
    çok net hatırlıyorum en güçlü arzum da kendisini merdivene dönüştürüp gömme dolabın tavana yakın rafına çıkabilmekti.
    bir gece geç saatte babam beni kontrol ediyorken uyumadığımı fark etmiş olacak ki;
    -ne oldu oğlum neden uyumadın?
    -dua ediyorum baba.
    -ama yatalı kaç saat oldu, nasıl ediyorsun duanı, söyle bakalım?
    -değiş tontonum olsun istiyorum baba.* *
    -ne yapacaksın onu?
    -merdiven yapıp dolabın üstüne çıkacağım.*

    hemen hemen bu şekilde geçen diyaloğun ardından babam beni yatağımdan alır ve banyonun bir köşesinde duran 3-4 basamaklı aluminyum merdivenin yanına götürür:
    "bak oğlum bizim merdivenimiz var zaten" der ve beni kucağından yere bırakıp merdiveni bana taşıttırarak yan odadaki gömme dolaba ulaşırız. onu uygun şekilde yerleştirir ve "hadi çık istediğin yere" der...*

    sanıyorum 2 yıl kadar sonra, büyümüşüm, ama bu sadece takvim ile değil kendi başıma merdiven kullanmam benzeri işlere bakarak rahatça anlaşılıyor. artık hayatımda değiş tonton yok. ne istiyorsam ayağa kalkıp onu almam gerektiğini kavramışım.
    almanya'dan gelen botu salonda şişirip-söndürüp-şişirip... gün boyu hayallere dalıyorum. içine giremiyoruz bir kere, öğrenmişiz "karada bota binilmez-patlar!"
    ama o nasıl bir tatminsizlik tarif edemem, turuncu-krem botu okşuyorum ama içine binip de küreklerine asılıp gidemiyorum evin salonunda olmamızdan ötürü, diş etlerim kaşınıyor ona baktıkça, kendisini ısırma hissi uyanıyor bende...
    defalarca şişirip söndürüyorum-pompasını-aynı günün akşamı kullanılışını izlemek zorunda kalacağım yamalarını-küreklerini kurcalayıp dururken karton kutunun içinden heyecan verici başka bir şey çıkıyor: "ip".
    8-10 metre civarı dakron dokuma kılıflı, aradan geçen 25 yılı aşkın zamana karşı hala bir parçasını sakladığım, zayıf bir ip bu.
    ilkokul 2'deyim sanırım, kış mevsiminin izmir'de en uzun geçtiği yıla denk gelir o sene*. bekle bekle gelememişti botu kullanmak için denize gideceğimiz yaz ayları...
    ipi yanıma alıp okula gidiyorum, ağaçlara bağlıyorum, koltukta oturan dev atatürk(baş harf büyük) heykelinin 2 metreyi bulan sırt kısmından aşağı inip duruyorum. bunu yaptığım için azar işitiyorum.
    arkadaşları topluyorum çevreme ve başlıyorum anlatmaya;
    bu ip var ya, almanya'dan geldi, şöyle sağlam, böyle güçlü...
    derken bir hafta sonu, annemin daireden* iş arkadaşları gelmiş misafirliğe, kapıda onları uğurluyor. ben de bu boşluğu fırsat bilip balkondan arka bahçeye sallamışım ipimi. bir yandan kapıyı kontrol ediyorum bir yandan düğümleri...
    annem misafir uğurlama işlemini bitirmeden balkondan aşağıya iniş operasyonum başlamış olmalı. planım çıplak elle ipi tuta tuta 10 metreyi aşan mesafeyi aşağıya kayarak inmek* *. ip biraz kısa geliyor ama son 2-3 metreden zemine atlamayı göze alıyorum*.
    neyse ki annem çıkıp geliyor aniden de benim operasyon tarafından iptal ediliyor*.
  • kafasının derinliklerindeki ilgili mirasının tamamını bırakabileceği bir aday bulmuş yazardır. evet, artık eskisi kadar -fiziki anlamda- iyi olmayabilir; ancak botunun karşısına oturup* dinleyecek onca şey varken elden kaçmaması gereken nadir cevherlerdendir. ayrıca şu günlerde, geçen günlere nazaran biraz daha özgür. eminim o çok sevdiği kavramın tadını çok sevdiği şeylerle çıkarıyordur.
  • seyretmek ve var etmek arasında seçimini çoktan yapmış, seyretmeyi dahi beceremediğimiz zorlukların içine balıklama dalan adam. sevdiği sözü sesleniyorum ardından:

    "zor işleri kimler yapmalı?
    -yapabilenler"

    kolay gelsin, umut, o'nun ve van'ın yanında olsun, yerin altından yaktığı ışık bu ülkeden eksik olmasın...
  • "oku" yu anlayarak başlayalım o halde, ilaç prospektüsüne kadar okuyup anlayalım, "aklımızı işletmenin" ne demek olduğunu kavrayalım. ilimsiz geldik, ilimsiz ayrılmayalım, ispat isteyelim, istemeyenleri farkedip onlara gülüp geçecek hale gelelim, anlayamayız belki ama o saatte bir ihtimal algılarız hadiseyi...

    hiçbir kitap temiz bir kese içinde duvardaki çivide bekletilmek için yazılmaz, hiç kimse de benzer temizlikte yaşayıp ölsün diye doğmaz. sayfaları(mız) parçalansın, okunmaz hale gelsin kullanılmaktan, demir külçesi gibi doğduk, yıllar içinde darbelerle jilet gibiyiz şimdi diyebilelim, ama bu yıllar gerektiğinde kesmemeyi de öğretsin o jilete...
    sorgulayıp da cevabını söke söke alanlardan olalım, aksi halde yok olalım...

    diyor...
hesabın var mı? giriş yap