*

  • hürriyet'in yazdığına göre, diyanet işleri başkanlığı'nın 8 mart'ta yaptığı açıklama. bir 8 mart hediyesi yani.

    gerçi ilgili yazıya baktığımızda aynen böyle bir ifade yok. ancak o yazıdan başlıktaki ifade çıkarılabilir elbette. zaten ifadelerin kendisi facia. kadın hakları başlığı ile web sitesinde yayınlanmış yazıdan ilgili ifadeler:

    "feminizm, ahlaki ve sosyal bakımdan çok olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. bir kere, feminizm hareketine kapılan kadın, genel olarak kayıtsız şartsız özgürlük düşüncesiyle aile için vazgeçilmez olan birçok kural ve değerleri hiçe saymakta; esasen sosyal hayatın hiçbir alanında hiçbir insan için geçerli olmayan ‘kendi hayatımı canımın istediği şekilde yaşamak hakkımdır!’ şeklindeki anlayışı, bütün değerlerin üstünde bir değer ve kanun kabul etmektedir.”http://www.hurriyet.com.tr/…96.asp?gid=229&sz=79246

    en özgürlükçüleri "escinsel feminist siyaseti yatak odasi siyasetidir" derken dogmatikleri de böyle demiş çok mu? bakalım ahlaksızlık ve yatak odası siyaseti ne zaman yasaklanacak?

    (bkz: escinsel feminist siyaseti yatak odasi siyasetidir)

    edit: 8 mart'a özel bir açıklama değilmiş. sitede yayınlanan bir yazı sözkonusuymuş.
  • ataerkil zırhla kuşaltılmış ve erkekler tarafında yönetilmiş semavi dinlerin tümünden ara ara duyabileceğimiz zırva.

    insan başlığı altına kadını ve erkeği indirememiş, kadını adem ve havva'dan itibaren günah nesnesi, insanı cenneten kovulmasına neden olan günah nesnesi olarak gören ve örtülerek günahkarlarlıktan uzak tutmaya çalışan müslümanlıkta da tuhaf kaçmayacak beyanat. hep erkekler tarafından yönetilen, erkekler içinde pozitif ayrımcılıkla doludur.

    sanmayın toplumsal cinsiyet sadece toplum tarafından aileler tarafından devamlı üretilir. toplumsal cinsiyetin kökü semavi dinlere dayanır. escinsel feminist siyaseti yatak odasi siyasetidir 1. entry'de bahsi geçen devamlı üretildiği iddia edilen sistemin koruyucusu bizzati dinlerdir.

    ey müslümanlar 3 çocuk yapın, kutsal aileyi koruyun dayak yiyorsanız da sesinizi çıkarmayın, aile bütünlüğü herşeyden önemlidir, aile içi tecavüz yoktur kocalık hakkıdır, kocanızdan uzak durmayın, iş çalışmak diye bağrınmayın, iş hayatında eşitlik demeyin kadının yeri bebelerinin yanı, evidir. çalışmak da neymiş ? irrezil edepsiz feminist seni pis ahlaksız !

    edit: hürriyet dışı link isteyen ve hürriyeti zımni olarak taraflı gören arkadaşlara selam ederek linki ve başka pasajları koyuyorum. acaba haber zaman'da yeni şafak'da olsa daha itibarlı mı olacaktı ?

    http://www.diyanet.gov.tr/…boku.asp?sayfa=22&yid=36

    --- spoiler ---
    kadın kocasına saygılı olmalıdır;
    --- spoiler ---

    kadının başlıcalarına yukarıda işaret edilen hakları yanında sorumlulukları da vardır. kadınların hakları ile sorumlulukları birlikte ele alındığında, islâm?ın adalet, hakkaniyet ve denge ilkesinin bu alanda da geçerli olduğu görülür. kadınların dinî öğretideki konumları da ancak böyle bir hak-sorumluluk, yetki-görev dağılımı içinde belirginleşir. aile yapısının korunması, ailede düzenin, huzur ve mutluluğun sağlanması gibi maksatlarla kendisine yönetim ve aile reisliği hakkı tanınmış olan kocaya saygılı olmak kadının başta gelen görevlerindendir ve bu husus âyetlerde ve hadislerde önemle vurgulanmıştır. bütün toplumlarda pederşahî bir aile düzeninin hâkim olduğu bir dönemde kadının görevlerine ağırlıkla yer vermenin gereksiz olduğu düşünülebilir. ancak, özellikle çağdaş batı toplumlarında ciddi bir aile problemi halini alan sözde ?kadın özgürlüğü? adı altındaki gelişmeler dikkate alınırsa, islâm?ın kadının görev ve sorumluluklarıyla ilgili olarak koyduğu hükümlerin ne kadar önemli olduğu daha iyi kavranır.

    --- spoiler ---
    kadınlar özgürlük istedikleri için boşanıyorlarmış ve aile birliğini falan bozuyorlarmış. acaba eşini döven, kaynana cefası çektiren, çalıştırmayan, kıskançlık nöbetleri geçiren erkekler acaba yazının bir yerinde var mı
    --- spoiler ---

    sözde kadın özgürlüğünü savunan feminizmin ortaya çıkardığı diğer bir olumsuz sonuç da erkeklerle ilgilidir. bu gelişmeler karşısında erkekler genellikle üç değişik tavır sergilemektedirler: kimileri olayı olduğu gibi kabul etmekte ve onlar da evlenip boşanmayı alışkanlık haline getirmektedir. bazı erkekler eşlerini baskı zoruyla sadık kılmaya, yuvada tutmaya çalışmaktadır. bazıları ise, zaten eşlerini başlarından atmak ve yuvayı yıkmak istediklerinden, boşanmanın olağan bir gidiş haline gelmesi bunların işini kolaylaştırmaktadır. çünkü toplumda herhangi bir kurum -bu arada aile yuvası- bir defa kutsallığını ve değerini yitirdi mi, artık kişisel arzu ve çıkarlarını her şeyin üstünde tutanlar bu kurumu yıkmakta bir sakınca görmemekte ve bu konuda ciddi engellemelerle de karşılaşmamaktadırlar. batı?da ve batılılaşma gayreti içinde olan ülkelerde feminizm hareketinin belki de en önemli olumsuz sonucu bu olmuş, aile, eşlerin karşılıklı bağlılık ve fedakârlığıyla yürütülen kutsal bir kurum olmaktan çıkıp her iki tarafta da bencillik, tek taraflı çıkar ve yarar egemen olmaya başlamıştır. bu gelişmelerden de yine sosyoekonomik konumu daha zayıf durumda olan kadın zarar görmektedir.

    --- spoiler ---
    iki erkek şahit bulunmadığında razı olduğunuz şahitlerden bir erkek ve iki de kadın şahit bulunsuna da açıklık getiriliyor
    --- spoiler ---

    şahitliğiyle ilgili olarak kuran'da yer alan iki erkek şahit bulunmadığında razı olduğunuz şahitlerden bir erkek ve -biri yanıldığında diğeri ona hatırlatsın diye- iki de kadın şahit bulunsun? (el-bakara 2/282) meâlindeki âyetten kadının değer ve insanlık yönünden erkekten aşağı olduğu gibi bir sonuç çıkarmak doğru değildir. gerekçe unutma, şaşırma ve yanılmayla ilgili olup, getirilen hüküm hakkın ve adaletin yerini bulması amacına yöneliktir. benzeri bir hüküm hadislerde bedevî erkeklerin şahitliği hakkında da söz konusu edilmiştir. (ebû davud, akdiye, 17; ibn mâce, ahkâm, 30) içinde bulunduğu şartlar ve eğitim seviyesi itibariyle gerçeğin ortaya çıkmasına, hak ve adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunma imkânı sınırlı olan kişi ve gruplar için böyle bir düzenlemeye gidilmiş olması tabiidir. öte yandan bu hükmün sadece malî haklar ve borçlar konusunda yapılacak şifahî şahitlikle ilgili olduğu, ihtiyaç duyulduğunda kadının da tek başına şahit olabileceği, yazılı beyan ve belge ile ispat açısından kadın-erkek ayırımının gözetilmeyeceği yönünde doktrinde mevcut olan görüşler de burada asıl amacın kadının şahitlik ehliyetini kısıtlamak değil, adaleti en iyi şekilde sağlamak olduğu fikrini teyit eder.

    `örtünme tacizden bir korunma yönetmiymiş ve kadın allah gözünde daha değerli olduğu için bu görev ona verilmiş. `

    islâmda kadının konumuyla ilgili olarak çağımızda belki de en çok tartışılan konu, kadının örtünmesi meselesidir. kuranda kadınların ev dışına çıkarken üzerlerine örtü (cilbâb) almaları (el-ahzâb 33/59), erkek ve kadınların gözlerini haramdan sakındırmaları, iffetlerini korumaları, kadınların ziynet yerlerini göstermemeleri, başörtülerini yakalarının üzerine kavuşturmaları ve bağlamaları (en-nûr 24/30-31) istenmiştir. gerek bu ve benzeri âyetlerin ifade tarz ve üslûbu, gerekse hz. peygamber dönemindeki uygulamalar, kadınların örtünmesinin, tavsiye kabilinden veya örf-âdete ve sosyokültürel şartlara bağlı ahlâkî çerçevede bir hüküm olmaktan öte dinî ve bağlayıcı bir emir olduğunu göstermektedir. çağımıza kadar bütün islâm bilginlerinin anlayışı ve asırlar boyu islâm ümmetinin tatbikatı da bu yönde olmuştur. islâmın örtünme, iffetini koruma, gözlerini haramdan sakındırma gibi emirleri sadece kadınlara yönelik olmayıp, hem kadınlara hem de erkeklere aynı üslûp ve kesinlikte ayrı ayrı yöneltilir, topluma da bu konuda gerekli tedbirleri alma görevi verilmiştir. ancak örtünme konusunda kadınlara daha ağır bir sorumluluk yüklendiği ortadadır. fakat bunu islâm?ın kadına daha az değer verdiği, kadını sosyal hayatta geri plana ittiği şeklinde yorumlamak doğru olmaz. aksine bu kabil hükümleri islâm?ın kadını koruma, yüceltme ve ona toplumda saygın bir yer kazandırma çabasının bir parçası olarak değerlendirmek gerekir. zaten utanma ve örtünme, canlılar içinde sadece insana has bir özelliktir. islâmın aslî kaynaklarında erkek ve kadının örtünmesi ilke olarak konmuş, islâm bilginlerinin de ortak görüşleri kadınların el, yüz ve ayakları hariç örtünmeleri, erkeklerin de diz kapağı ile göbekleri arasını örtmeleri gerektiği üzerinde ağırlık kazanmıştır. ancak örtünmenin renk, üslûp ve şeklinin toplumların gelenek, zevk ve imkânlarıyla bağlantılı olacağı, bu sebeple de bölge ve devirlere göre farklılık gösterebileceği açıktır. bu itibarla, asıl amacın kadın ve erkeğin iffetli ve meşrû bir hayat yaşamaları, aşırılıklardan, tâciz ve tahriklerden korunmaları olup, örtünme de bu amacı gerçekleştirmede önemli bir araç sayılmıştır.

    --- spoiler ---
    allah'ın insana güveni tamdır
    --- spoiler ---

    ancak kadın ve erkeğin sosyal hayattaki yakınlık ve ilişkisi gayri meşrû beraberlikler, kötü arzu ve planlar için bir başlangıç teşkil edecek bir boyut kazandığı zaman bu davranış kendi özü itibariyle değil, yol açacağı kötülükler sebebiyle yasaklanmış olmaktadır.

    son not: hayır hepsini okumadım. ve okuduklarımla yukarıda yazıklarım tuhaf bir şekilde örtüşmedi. zira yazıda anlatıldığına göre ben duyduğum her şeyi yanlış yorumlamışım ! aptal kafam !
  • medyada yer alan haberlere göre, feminist gruplar bu açıklamaya son derece tepki göstermişler ve diyanet işleri başkanlığı'nı mahkemeye vereceklermiş. istermisiniz bu olay, diyanet işleri başkanlığı'nın kalkmasını savunan akp ile feminist grupları bir araya getirsin. akp kadın kolları feministlerle dolsun taşsın. muhafazakar eşcinsellerden sonra, feministleri de arkasına alan akp'nin oy oranı yüzde altmışları bulsun.
  • "do you think it is right when they try feminism when they is drunk and when they is sober the next day they get back with their boyfriends??"

    diyanet isleri basin sekreteri ali g, bir roportajdan.
  • zaman gazetesinin yalanliyacagi haberdir ahaha. hayir da super seyler var

    "esasen sosyal hayatın hiçbir alanında hiçbir insan için geçerli olmayan kendi hayatimi canimin istedigi sekilde yasamak hakkimdir!? seklindeki anlayisi, bütün degerlerin üstünde bir deger ve kanun kabul etmektedir."

    turban ozgurlugu giye bagirirken oyle demiyon ama.
  • kesinlikle ve kesinlikle en baskın olarak anlatılmak istenen, "kadın özgürleştiğinde kafasına bekareti takmaz, istediği insanla, sadece istediği için yatabilir ve bu da ahlaksızlıktır" manası değilse aha şurdan şuraya adım atmak bana nasip olmasın.

    tamam kadın hakları konusunda genel olarak da illa ki kısıtlayıcı fikirleri var doğrudur ama kadınların dışarıda dolaşmalarına -elbette tesettürlü halde- katlanabilirler, hatta o halde okumalarına, hatta ve hatta işe girip çalışmalarına bile katlanabilirler köprüyü geçene kadar. ama asla katlanamayacakları şey kadının cinsel özgürlüğünü kazanmasıdır. ahlaksızlık lafı oraya süs diye konmamıştır.

    bin dört yüz yıl sonra hala kadının bacak arasından daha büyük mesele bulamayan insanlar ve inandıkları din sapasağlam duruyor. ah pardon, onlar gerçek müslüman değiller. sabah akşam kur'an ve hadis okusalar da kalp gözleri kapalı, göremiyorlar orijinalini. yoksa kur'an kadınların evlenmeden önce istedikleri kadar insanla beraber olmalarını ve cinselliği keşfetmiş olmalarını buyuruyordu evet..

    root of all evil'ı daha dün akşam seyredip yatınca, yarım saat önce de yataktan kalkınca duble sinirle böyle bi entry çıktı ortaya.. silersem şerefsizim aheauehaueh...

    edit: tuzla.
  • diyanet isleri sevmedigine gore feminizm'in harika birsey oldugunu ortaya cikaran talihsiz diyanet isleri beyanati. ben sahsen feministlerin basi kivircik kafali berbat bir cadi tarafindan madara edilmeme ragmen feminist olsun benim olsun diyorum bu gelismeden sonra :) yasasin feminizm! sikko mumin ninjalari mi destekleyecegiz feministleri mi? tabii ki feministler.
  • feministlerin, banka hortumladığını, belediye ihalesinde yolsuzluk yaptığını, fabrikalarındaki taşeronlarla bir olup işçileri ezdiğini, abd'yi pohpohladığını, derin devletin kurşun atmasını kutsadığını, ifade eden suçlama.

    ahlaksızlık deyince, ben de sandım ki...
  • her satırı gerek bilinçli gerek bilinçsiz yanlışlarla dolu bir metnin önermesi.

    alalım metindeki ilgili kısmı bakalım:

    -----

    diyanetin sitesinden:

    çağımızda feminizm adı verilen hareket, tarihte kadının kiliseye girmesini, incil?e dokunmasını bile yasaklamış olan zihniyete karşı bir tepki hareketi olması sebebiyle çıkış noktası bakımından haklı ise de, ahlâkî ve sosyal bakımdan çok olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. bu sonuçları iki noktada toplamak mümkündür.

    -

    "çağımızda feminizm adı verilen hareket, tarihte kadının kiliseye girmesini, incil?e dokunmasını bile yasaklamış olan zihniyete karşı bir tepki hareketi" değildir efendim. feminizmin çıkışta odağı yasa karşısında eşitsizlikler olmuştur. iş, mülkiyet, ve sonunda en önemlisi oy hakkı ilk feminizm dalgasının amaç ve kazanımlarıdır. kimse incile dokunabileyim diye bir kalkışma içine girmemiştir, hareketin kiliseyle olan münasebeti, dinin toplumsal alanda kadını geri plana iten etkisine karşıdır, bu konu da bilhassa evlilik müessesesi ile ilgilidir. mevzubahis müessese ile ilgili asıl kaygı da, kadının ve çocukların erkeğin mülkiyetinde olduğu bir sistemin halihazırda bulunmasıdır (tanıdık gelmiş olmalı).

    afalladığımdan aradım ben iki konu aşağıda, meğerse gizli başlıklar "kadının ahlaksızlaşması" ve "erkeğin ahlaksızlaşması" imiş.

    ---

    diyanetin sitesinden devam:

    bir kere, feminizm hareketine kapılan kadın, genel olarak kayıtsız şartsız özgürlük düşüncesiyle aile için vazgeçilmez olan birçok kural ve değerleri hiçe saymakta; esasen sosyal hayatın hiçbir alanında hiçbir insan için geçerli olmayan ?kendi hayatımı canımın istediği şekilde yaşamak hakkımdır!? şeklindeki anlayışı, bütün değerlerin üstünde bir değer ve kanun kabul etmektedir. bu telakki, bütünüyle ahlâkî değerler ve kurallar ile kutsallık kazanan aile yuvasının iğreti bir hal almasına, kadın ve erkeğin, aile sorumluluklarını çekilmez bir yük ve bir tür esirlik gibi algılamalarına yol açmaktadır. bu hayat telakkisinin yaygın olduğu ülkelerde, eşine ve çocuklarına bağlılığı, yuvanın mutluluğuna katkıda bulunmayı kendi istek ve tutkularının üstünde tutan kadın tipi giderek özlemle aranır olmakta, nikâhsız birlikte yaşamaların yaygınlaşması gibi batılılar?ın bile korkutucu saydıkları olumsuz gelişmelerin temelinde de aynı anlayış yatmaktadır.

    -

    "kendi hayatını canının istediği şekilde yaşamak" sadece kadının değil, tüm insanların hakkıdır. bakanlara kadar uzanan bir seviyede kadınların hareketlerini "aile, ahlak ve toplumun" yönlendirmesinden azade tutamayacakları savlanıyor. hayır efendim, insanın hareket özgürlüğünü kısıtlamaya hakkı olan tek olgu yasalardır. ki kişi ya da topluluklar, o yasaları değiştirmek için de çaba göstermekte serbesttirler.

    haksız olan, herhangi nevi kısıtlamaların insanlara, hukukdışı kanallardan dayatılmasıdır. aile içinde "kızın evden türbansız salınmaması"ndan bir mezrada "kızının namus lekesini temizlememiş ailenin dışlanması"na birçok konu bu tanıma giriyor nitekim.

    ahlak lafını da pozitif anlamından dolayı araya atıveriyor muhafazakarlarımız. erdem olan kişinin kendisinin ahlaki değer yargılarının gelişmiş olmasıdır, ki insanlar kendi muhakeme yeteneklerini kazandıkça kendi hareket tarzlarını da seçerler.birinin başkasına herhangi bir hareket tarzını "ahlak" adına dayatmasında erdemli bir taraf yoktur.

    burada müsbet birşey değil de, özgürlükçü bir aksiyom belirtiyorum aslında; bağlayıcı bir kelam etmediğimi savunan birileri çıkabilir. o zaman bizi bağlayabilecek bir kaynağa da dayanalım:

    tc anayasası madde 13: temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. bu sınırlamalar, anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

    tc anayasası madde 14'ten alıntı: anayasa hükümlerinden hiçbiri, devlete veya kişilere, anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.

    bu düşünce ışığında, kadının, kendi özgürlüğünü, insanca yaşam hakkını sınırlayan -örnekleri de çokça konuşuluyor zaten bu sıralarda- bir "evlilik" halini reddedecek bilince kavuşması, ve kendini bu ortamların dışına çekecek olanakları bulması, ancak olumlu olarak yorumlanabilir. ha, toplumdaki konuyla ilgili anominin (yazıda geçen şekliyle "ahlâkî değerler ve kurallar ile kutsallık kazanan aile yuvasının iğreti bir hal almasının") kaynağı budur: artık ezilen kadının, seçecek başka bir yolu olabilmektedir.

    bu durum, demokratik toplumun getirisidir. ha, kimine göre de götürüsüdür elbette, alternatifsizliğin verdiği itaat, bir çeşit denge durumunu doğurabilmektedir, eski zamanda olduğu söylenip güzellenen de budur. ha, bu da feodal toplum yapısına özgü bir çözümdür. çekilmek istendiğimiz, hatta toplumumuzun bir kesiminin tutulmak istendiği hal de açıkça budur. oradan buraya geçişte anominin ortaya çıkması doğaldır; ama karar seviyelerinde sürecin geriye çevrilmesi çabası, acı vericidir.

    --

    burada bir de "kocaya saygı" konusunda bir söz söylemem gerekiyor, direkt geçmese de bağlantılı ve tartışılan bir mevzu olması dolayısıyla. deniyor ki "kadın kocasına saygı göstermelidir". benim lügatımdaki kelimelerle bu tümce doğrudur. "insan insana saygı göstermelidir" prensibinde geçen "insan" öğelerine özel durumlarının yerleştirildiği halidir. lakin "kadın kocasına" diye altı çizilince bir ışık yanıyor benim kafamda, sonrasındaki "saygı göstermek" sözünden kastedilen benim anladığım şey değil.

    eh, dilin fakirliği elbette. itaat yabancı kökenli bir sözcük. ama köken itibariyle ilgililer "mutlak itaat etmelidir" kelimelerine benden fazla yakınlık duyuyorlar olsa gerek.

    ---

    diyanetin sitesinden devam:

    sözde kadın özgürlüğünü savunan feminizmin ortaya çıkardığı diğer bir olumsuz sonuç da erkeklerle ilgilidir. bu gelişmeler karşısında erkekler genellikle üç değişik tavır sergilemektedirler: kimileri olayı olduğu gibi kabul etmekte ve onlar da evlenip boşanmayı alışkanlık haline getirmektedir. bazı erkekler eşlerini baskı zoruyla sadık kılmaya, yuvada tutmaya çalışmaktadır. bazıları ise, zaten eşlerini başlarından atmak ve yuvayı yıkmak istediklerinden, boşanmanın olağan bir gidiş haline gelmesi bunların işini kolaylaştırmaktadır. çünkü toplumda herhangi bir kurum -bu arada aile yuvası- bir defa kutsallığını ve değerini yitirdi mi, artık kişisel arzu ve çıkarlarını her şeyin üstünde tutanlar bu kurumu yıkmakta bir sakınca görmemekte ve bu konuda ciddi engellemelerle de karşılaşmamaktadırlar. batı?da ve batılılaşma gayreti içinde olan ülkelerde feminizm hareketinin belki de en önemli olumsuz sonucu bu olmuş, aile, eşlerin karşılıklı bağlılık ve fedakârlığıyla yürütülen kutsal bir kurum olmaktan çıkıp her iki tarafta da bencillik, tek taraflı çıkar ve yarar egemen olmaya başlamıştır. bu gelişmelerden de yine sosyoekonomik konumu daha zayıf durumda olan kadın zarar görmektedir.

    -

    ben başka bir çeşit daha erkek (ve tabi tamamlayan kadın) prototipi de biliyorum. "karşılıklı sevgi, saygı ve anlayış çerçevesi içinde karşısındakinin özgürlüklerine saygı duyar şekilde ilişkiyi devam ettiren insan" modeli.

    herhangi bir kurumun doğru işlemesi için "kutsal" olmasına gerek yoktur (ne de olsa artık devlet başkanlarımız da kutsal kişilikler değiller). kurumların amaca hizmet ediyor olması yeterli ve gerekli (kutsal olmasına karşın iyi işlemeyen yöneticilerimiz de olmuştur nitekim) koşuldur. aynı konu evlilik için de geçerlidir. eğer aile birlikte yaşam, ve çocuk yetiştirme için sağlıklı bir ortam sağlıyorsa, amacına hizmet ediyordur. bu durum için de her iki taraf da emek verir, gerektiğinde özveride bulunur.

    ne de olsa sağlıklı bir aile ortamına sahip olmak, kişinin kişisel arzu ve çıkarları dahilindedir pekala.

    --

    ikidir "batı" da deniyor, bir laf etme ihtiyacı hissettim.

    yüzyıllık kahvehane geyiği, yeni hükümet başkanı söylemi olarak var ya "batının ahlaksızlığını aldık". yok efendim, batıda da var tutucusu, "ahlak"çısı. aynı argümanlarla onlar da çekişti, çekişmekte ilerici kesimiyle toplumun. batı yaftasıyla kavramları "gavur"laştırmaya kimsenin hakkı yok.

    öyle bakacaksak, şimdiki nevi tutuculuğu da batılılardan öğrendik ki zaten.

    ---

    diyanetin sitesinden devam:

    on dört yüzyılı aşkın islâm tarihi boyunca müslüman toplumlarda, batı?da ortaya çıktığı şekliyle bir kadın sorunu, buna bağlı olarak da kadının ezilmişliği ve kurtarılması, kadın hakları gibi sosyal hareketler olmamıştır. bu olumlu durumu, uygulanan islâm hukukunda kadının ve erkeğin hak ve sorumluluklarının dengeli ve ayrıntılı bir biçimde belirlenmiş olmasından çok, islâm toplumlarında hukukî kural ve yaptırımların da temelde dinî ve ahlâkî bir zemine dayanmış olmasıyla, islâm?ın bireye kazandırdığı dünya görüşünün, hak ve sorumluluk anlayışının onun bütün insan ilişkilerini etkilemekte oluşuyla açıklamak daha isabetli olur.

    -

    bu olumlu(?) durumu, "islâm toplumlarında hukukî kural ve yaptırımların da temelde dinî ve ahlâkî bir zemine dayanmış olmasıyla, islâm'ın bireye kazandırdığı dünya görüşünün, hak ve sorumluluk anlayışının onun bütün insan ilişkilerini etkilemekte oluşuyla açıklamak"'tan daha isabetlisi, ilk dalga feminist hareketlerin çağdaşı islam toplumunda, kadının, sanayileşmiş batı toplumunda toplumsal işgücü içerisinde edindiği yer ve ekonomik etkisi ile kıyaslanabilecek bir durumunun olmadığının altını çizmektir. yani eksik olan eşitsizlik değil, eşitsizliği sorgulayıp değiştirecek toplumsallaşma, aydınlanma, ve en önemlisi kitlesel etkidir.

    kaldı ki, on sekiz yüzyılı aşkın hristiyanlık tarihi boyunca da hristiyan toplumlarda bu nevi hareketler olmamıştır.

    ---

    çağımızda islâm?da kadın ve kadın hakları konusunda müslüman ve gayri müslim yazarlar tarafından bir hayli eser kaleme alınmış olup bu mevzuda zengin bir literatür ortaya çıkmış bulunmaktadır. bu gelişmelerin temelinde günümüz müslüman toplumlarında kadın hakları ve anlayışı konusunda ciddi bir krizin yaşanmakta oluşundan çok, batılı yazarların kendi toplumsal gerçek ve değerlerini, aile hayatıyla ve kadınla ilgili telakkilerini ölçü alarak islâm dünyasına yönelttikleri tenkitler, batılılaşma taraftarlarının aynı çizgideki önerileri, müslüman yazarların da bunlara cevap verme ve konuyla ilgili özeleştiri yapma gayretleri yatmaktadır. bu konuda samimi olarak ortaya konacak fikrî mesailerin ve özeleştirilerin çok yararlı olacağını inkâr etmeksizin belirtmek gerekir ki, bütün grup ve kesimler gibi kadınların da sevgi, saygı ve mutluluktan daha çok pay alabilmeleri, müslüman toplumların, islâm?ın getirdiği hayat anlayışını, insana verdiği değeri, yüklediği ağır sorumluluğu ve insan ilişkilerinde hâkim kılmaya çalıştığı ölçüleri daha iyi kavramalarına bağlıdır.

    oluşmasında âdet ve geleneklerin de etkisinin bulunduğu kişisel görüşlerin din telakki edilmesi çok büyük sıkıntılar doğurmaktadır. her konuda zayıf veya kuvvetli olsun, herhangi bir hadisin, zaman ve çevre faktörünü dikkate almadan bir hükme esas ve dayanak yapılması son derece sakıncalıdır. kendince islâm?ı müdafaa etmeye çalışan veya onun adına konuşan kimselerin, eski dönemlerin kendi şartlarının iz ve etkilerini taşıyan fıkhî görüşleri, tek islâmî çözüm olarak takdim etmeleri, hem sorunların çözümüne bir katkı sağlamamakta hem de yaşanan olumsuzlukların islâm?a mal edilmesi gibi olumsuz bir sonuca yol açmaktadır. genel ilkeler ve bunların belli gelenekleri ve alışkanlıkları olan toplumlarda hayata geçirilme biçimi var. dikkat edilecek hususlardan biri bu ikisini özdeşleştirmemek, ikincisi ise, bir dönemdeki hayata geçirilme biçiminin, o dönemdeki genel şartlara göre insan hakları açısından durumunun ne olduğunu tesbit etmektir.

    -

    burada bir aksaklık var bende, ters bir laf etmeyeceğim. pekala kabul ediyorum, dinin gerekçe gösterilerek insanlara dayatılan hareketlerin, dinle organik bir bağ içerisine sokulmaması gereğinin. dinin sunduğu fikirler üzerindeki söz hakkı bağnaz kesime bırakıldığında, aydın kesim kendini dinden soyutladığında, çatlıyor birşeyler.

    keza öcü "batı"nın da burayı etkilemek için geçmişte de, şimdi de, dini kanalları kullanmaktan çekinmediğini de biliyoruz. atatürk döneminin açık, özgür, anlaşılır din eğitimi ve uygulaması anlayışının, kapalı, güdümlü ve bağnaz hale gelişi ile dinin siyaset ve ticarete alet edilmesinin aynı zamana rastlamasını; bu zamanın da abd güdümüne girdiğimiz sıralar olmasını garipsememek gerek.

    --

    sonsöz olarak bir örnek: mesela yaygınlaştırılması çabalarına 60'larda "batı" destekli olarak girişilen türbana örneğin, böyle bir bağ kazandırılmasa idi karşı cepheden, şu an daha rahat ediyor olurduk, en azından bir konuda.
hesabın var mı? giriş yap