• richard dawkins'in hazirlayip sundugu, tum kotuluklerin anasi olarak da din olgusunu gosterdigi belgeselin ismidir "the root of all evil". gayet basarilidir izlenmelidir hemen. fikirlerini savunuyor olmam tarzini elestirmeme engel olamadi fakat. hosgoru beklerdim ki soylediklerini biraz dusunsunler. ukala amcacim. hep cok bildiginden. cok bilmis.
  • richard dawkins’in dini inanç sistematiklerinin tüm kötülüklerin kaynağı olup olmadığını sorguladığı belgesel. yönetmen, russell barnes.

    root of all evil isminin sonundaki soru işareti, bariz bir mantık hatasından son anda kurtarmış sanki dawkins’i, zira doğadaki tüm kötülükleri din olgusuna bağlamak, evrim hakkında hiçbir şey bilmiyor olmak demek olurdu ki, gelmiş geçmiş en ilginç oksimoron olurdu bu heralde.. inancın doğal bir sonucu olarak inanmayana zulmetmek fikri ne kadar mantıklı ise, doğada varolan tüm vahşeti dinlere bağlamak aynı ölçüde mantıksız olurdu. dawkins üstadın da, konuya ne kadar tutkuyla bağlanmış olursa olsun, bu doğrultuda düşündüğünü sanmıyorum. [edit: the god delusion'ın önsözünü okuyarak olayın iç yüzünü anlıyoruz: "in january 2006 i presented a two-part television documentary on british television (channel four) called root of all evil? from the start, i didn't like the title and fought it hard. religion is not the root of "all" evil, for no one thing is the root of all anything."]

    öte yandan mevzunun seride işleniş tarzıyla ilgili daha derin bir endişem var ki, şudur: ortaya koyduğunuz tez bir aksiyon değil de reaksiyon ise, çıkarcı olmak muhtemelen tutunabileceğiniz en makul tavırdır. muhattap olmak zorunda bırakıldığınız aksiyona katılmıyor iseniz, sunduğunuz karşı aksiyon (reaksiyon), rakibiniz olan aksiyona olası en efektif açıdan saldırsa iyi eder. amacınızdan sapıp yan yolların cazibesinde kaybolursanız hedefinize yüksek ihtimalle ulaşamazsınız. örneklerle ilerleyelim.

    ted haggard (yeni hayat kilisesi papazı): bir gözü veya kulağı incelediğiniz zaman, bunların kaza eseri ortaya çıktığını düşünmek hiç de kolay değil.
    richard dawkins: [şok geçirerek] çok özür dilerim, kaza eseri mi dediniz?
    th: evet.
    rd: kaza derken tam olarak ne kastediyorsunuz?
    th: gözün bir şekilde kendiliğinden oluştuğunu..
    rd: böyle olduğunu kim söylüyor?
    th: bazı evrimciler böyle olduğunu söylüyor.
    rd: tanıdığım tek bir evrimci bile böyle olduğunu iddia etmiyor!
    th: gerçekten mi?
    rd: gerçekten! belli ki evrim konusunda hiçbir şey bilmiyorsunuz.

    kör bir cahil olduğu her halinden belli olan (ki burası mühim aslında.. bir konuda, ama herhangi bir konuda, taraflar tartışırken, hiçbir vasıf aranmıyorsa bile en azından tarafların konu hakkında temel bilgilerle donanmış olması beklenmez mi? insanlar zaten fikirlerinin mutlak doğruları temsil ettiği fikrine tav olmaya meyilli oldukları mevcut zihinsel yapıları bir gerçek olarak önümüzdeyken (yazdığım şu satırlarla ben de bir istisna değilim) bir konu hakkında ahkam kesen insanlar, konu hakkında bu kadar cüzi deneyimleri varken, bu ahkamlarının doğruluğundan nasıl bu kadar emin olabilirler? bu nokta o kadar ilginç ki, detaylı formel bilgi sahibi suserler beni dürterse derhal editlerim: bir konu hakkında sorulan bir soruya, tatminkar, minimum düzeyde de olsa fikir yürütebilecek ölçüde bilgi donanımına haiz olmayan insanların zihinlerinin “bu konuda bilgim yok, dolayısıyla fikirlerimi beyan etmemeliyim” şeklinde değil de “bu konuda bilgim yok, ama yine de diğer tecrübelerimin izdüşümlerinden şöyle şöyle fikirlere sahibim, onların ışığında yanıt verebilirim” şeklinde ilerleyen algoritmaları evrimin hangi özelliğiyle açıklanmaktadır? mutasyon nedir, doğal seçilim nedir, bunlar aynı şeyler midir, evrimin tek açıklaması darwincilik midir, evrim raslantılarla mı ilerlemektedir, temel mekanizmaları nelerdir, guanin sitozin nedir yenir mi içilir mi gibi en temel, cevapları en kolay ve evrim hakkında fikir yürütmek için mutlaka ama mutlaka fikir sahibi olunması gereken sorular karşısında bile kitlenip kalacak olan (daha zor sorularda ise haggard gibi karşısındakini “entelektüel kibir” ile suçlayacak olan) insanların zihinlerinin onlara “evrim hakkında çok az şey biliyorum, fakat yine de ahkam kesme hakkına sahibim” diyebiliyor olması, o kişilerin zihinlerinin sırf bu saçmasapan mekanizması bile bize onların diğer tüm fikirlerini de iplemememiz için bir ipucu değil midir? misal ben bir müslümana, kuran’ı okumadan “senin dinin tüm gayrı müslümleri öldürmenizi emrediyormuş, ne iş?” desem, kuran’da böyle bir şey yazmadığını bilen müslümanın bana gülerek “kim söyledi bunu sana yemişler seni” demesi ve büyük olasılıkla diğer tüm fikirlerimin de geçerliliğinden şüphe etmesi (çünkü böylesi bariz ve hakkında fikir sahibi olması bir google kadar uzakta ulan bir konuda 180 derece yanılmış olmam hasebiyle) kadar normal bir şey var mıdır? bu neden entellektüellerin (çünkü entellektüeller rakiplerinden artan bilgi birikimleriyle ayrılırlar ve bu aslında tahmin ettiklerinden daha büyük bir avantajdır) sarıldığı ilk değil de son silah olmaktadır? evrim teorisine katkıları tartışılmaz olan richard dawkins, neden haggard gibi densizler karşısında tevazu göstermektedir, kendisini onunla tartışacak seviyeye çekmektedir? örneğin dawkins, evrim söz konusu olduğunda neden “bakın bay x, evrimin mekanizması şudur, şu şekilde ilerler ve şu olasılıkla şu sonuca ulaşır. bu konuda sizin fikirleriniz hiçbir öneme sahip değildir. evrimin uzmanı benim, siz değilsiniz. evrimden bahsedecek isek, isterseniz bahsetmeyedebiliriz, siz susacaksınız, ben konuşacağım. bir kulağın veya gözün nasıl oluştuğunu kavramak sizin eğitim seviyenizi aşar, benim ise yirmili yaşlarıma varmadan anladığım bir olgudur. bu konuda fikir yürütebileceğinizi sanmanız sizin acziyetinizdir ve bu durum aslında bizlere sizin zihinsel çarpıklığınız hakkında yeterince fikir vermektedir.” dememektedir de, belgeselde de gördüğümüz gibi duydukları karşısında sinirden kıpkırmızı kesilmektedir. tartıştığımız şey siyasi bir görüş veya bach mı daha iyidir mozart mı değildir (ki aslında bunun cevabı da açıktır), bilimsel bir hipotezin doğru olup olmadığıdır. bu konuda konuşmaya cüret edebilecek olanlar da, sadece konu hakkında cüzi de olsa (cüzi olmaması tercih sebebidir) fikir sahibi olanlarla sınırlı olmalıdır.) aynı haggard aynı belgeselde “herhangi bir nesilde herhangi bir konu üzerinde birbiriyle çelişmeyen iki bilimadamı bulamazsınız ama elimde gördüğünüz şu kitap 1500 küsür sene önce* 40 yazar tarafından yazılmıştır ve kendisiyle katiyen çelişmemektedir” tezini bilimin dayandığı temellerin zayıflığının ve incilin mutlak doğrulara vakıf olduğunun kanıtı olarak sunabilmektedir. garibim dawkins’de “bilimin güzelliği de bu arkadaşım, elimizdeki bilimsel kanıtlar artıkça yeni teoriler elde ediyoruz, bu teoriler de bilgi artışına direk katkıda bulunuyor. ama senin kitap hep aynı, bunun savunulacak tarafı nedir?” diyor ve bilimsel metodu tümüyle benimsediklerini, bilimsel bilgi akışının hızlanması ile daha fazla şey öğrendikçe, tanrının dünyayı nasıl yarattığı hakkında (dikkat, “dünyayı gerçekten tanrının mı yarattığı” değil “tanrının dünyayı nasıl yarattığı” söz konusu bilgilerle irdelenen.. bir de bilimsel metod diyor ki, şeytan diyor hakkını helal etme) daha net bilgiye sahibi olacaklarını söyleyen haggard’a “aynı bilimsel metod dünyanın incil’de iddia edildiği gibi 10.000 değil 4.5 milyar yaşında olduğunu söylüyor, bunu da kabul edip benimsiyor musunuz?” diye soruyor. haggard muazzam bir esneklikle bu soruyu da geçiştiriyor:
    “bilim dünyasının tümünde değil bir kısmında kabul edilen görüşleri gerçek kabul ediyorsun ve bu yüzden ileride torunların bu dediklerini duyunca sana kıçlarıyla gülecekler.” inanılmaz bir savunma mekanizması.. insanın evrimsel süreçleri bir kez daha takdir edesi geliyor. benzer soruları dünyalar tatlısı ve çok daha açık görüşlü olduğu her halinden belli olan bir hahama da yöneltiyor dawkins ve aldığı cevaplar daha tatmin edici olmuyor maalesef.. özellikle acıklı bir sahne var ki insanın yüreğine işliyor.

    haham: adı üstünde, evrim henüz bir teori..
    rd: evet öyle deniyor, ama bu sadece teknik bir deyim.
    haham: öyle bile olsa evrim teorisi deniyor, evrim kanunu değil..
    rd: evet ama ben evrim gerçeği demeyi tercih ederim.
    haham: o zaman siz körükörüne inanan birisisiniz..
    rd: hayır değilim. dünyanın yaşının 5000 olması fikri, çok üzgünüm haham ama bu çok gülünç..
    haham: … [sükut ikrardan gelir bakışları]

    peki ama sayın dawkins, bu sorularınıza ne cevap duymayı umuyordunuz ki? “ne? dünya benim sandığımdan %900.000 daha mı yaşlı? derhal hahamlığı/imamlığı/papazlığı bırakıyorum, neydi sitenizin ismi, http://www.richarddawkins.net/ mi? ayırın bana en ön safları..” mı? beklediğiniz şüphesiz bu olamaz. inanılmaz saygı duyulası, zor, bir o kadar da imkansız bir görev bu ama, bence dawkins’in tüm olaya yaklaşımındaki hatanın çok bariz bir özeti aynı zamanda.. kendisine getirilen eleştirilerin en önemlisi bu zaten, tutunduğu bu bireyci tavır.. dini inançları söz konusu olduğunda insanlar neyin kanıta dayalı neyin safsata olduğunu umursamamışlardır, umursamayacaklardır. öyle olsaydı galileo ile birlikte tüm hiristiyanlığın çökmesi gerekirdi. belgeselin hemen başında dawkins, gençken tanıdığı bir bilimadamının, tüm hayatını adadığı teorisini bir sunum ile altüst eden kişinin elini büyük bir şevkle sıkıp, “gerçeği ortaya çıkardığınız için size teşekkür ederim” demesini anlatıyor ve bilimsel bakış açısının tam da böyle bir şey olduğundan bahsediyor. sanırım dawkins samimiyetle ve tüm iyi niyetiyle böylesi bir transformasyonu dini yüce tutan insanlardan da bekliyor, inançları hakkındaki tutarsızlıkları duymalarına müteakip..

    evrimin veya görelililik yasalarının veya herhangi bir bilimsel gelişmenin inançlarıyla çelişmesi sebebiyle o inançtan vazgeçek kadar açık fikirli olanlar, zaten öyle ya da böyle hayatlarında bu “gerçek”lere denk delip bu değişimi yaşayacaklardır. onlar için böylesi bir çabaya girmenin anlamı yoktur. hatta iddiam odur ki halihazırdaki inançsızların çoğunun da durumu budur: belli bir inanç grubu içinde doğan, fakat çeşitli (o gruba özgü) sebeplerle duruşunun saçmalığın farkına varan ve şüpheci veya yekten inkar eden kişiler olmuşlardır.. bu insanlar zihinsel bağışıklık sistemleri, çevrelerindeki örgün yapının virüsleri zihin sathına yerleşmeden mevzunun saçmalığına vakıf olabilmiş insanlardır ki, onlar bu zihinsel duruma er ya da geç zaten kavuşacaklardır. ama kahir bir ekseriyet bu gerçeklere gözlerini, kulaklarını kapayıp ağızlarını sonuna kadar açacaklardır, ve aslında bu durum tarih boyunca aykırı her tutum için böyle olmuştur. içinde bulunduğu kültürün koşullarında doğru kabul edilen bir törenin, geçmişteki soydaş töreleriyle veyahut o anki farklı soydan törelerle açık farklılıklar göstermesi, ama tüm töre sahiplerinin de en muhteşem törenin kendi inandığı töre olduğuna inanması (ortada tek değil, ikili bir inanç var görüldüğü üzere; x doğrudur ve x-değil yanlıştır. ikinci inanç da en az ilk inanç kadar mühimdir ve her ne kadar bu durumu kanıksamış olsak da x-değilin yanlış olması, x doğrudurun direkt bir sonucu değildir, olmamalıdır) ve bu durumun istisnasız her törede kanıksanmış olması durumu yazılı tarih kadar eskidir, olasılıkla daha da eskidir. hal böyleyken bir müslümana “kanıtınız nerede ulan, nedir muhammed’in göğe yükseldiğine olan inancınızın kaynağı? yok mu? o zaman niye inanıyorsun ki..” demek fuzuli bir çabadır. sana “kuran’da yazıyor bilader, ben inandım, sen inanmazsan cehennemde yanarsın” diyeceklerdir. “doğadaki tüm bu karmaşıklık yaratıcının direk bir kanıtıdır, bunu göremiyorsan daha ben sana ne diyeyim” diyeceklerdir. insanların tümünün hayatı anlamsızdır, büyük bir kısmı da cahildir; ve bu iki büyük güruhun kesişim kümesi günümüzdeki her türden dogmaya (din ayrımı, milliyet ayrımı, zevk ayrımı, tür ayrımı, kısaca biz vs. diğerleri ayrımı) neden olmaktadır. “senin kitabın dünyanın 10.000 yaşında olduğunu iddia ediyor, ama bu kesinlikle ve kesinlikle ve kesinlikle ve kesinlikle yanlış!” veya “çamurdan değil bakteriyel mutasyondan yaratıldık, bu da neredeyse kesin” türünden çağrılar bu sebepten büyük oranda etkisiz kalacaklardır. çünkü inananların, sadece kökten dincilerin değil, iyi niyetli ve sıradan inanların da tüm bu bilimsel ve kendi inançlarıyla çelişen gerçekleri kendi anlamak istedikleri şekilde yorumlayacaklardır. bin küsür yıl aksine inandığı dünyanın düz olmadığı skandalını atlatmış bir dinden bahsediyoruz! bilimsel gelişmelerin gerçekliğini yalanlayamadığı tek bir din bile yok (belki panteizm sayılabilir, ama o da bir din değil). bu dinlerin mensupları tabii ki atasının maymun olduğu gerçeğini de büyük olasılıkla muazzam bi şekilde içselleştirecektir, tanrının o fosilleri darwin’i aldatmak için toprağa gömdüğünü söyleyecektir örnekse.. veya daha eğitimli ise bu iki olgunun uyum içinde nasıl varolacağının yollarını arayacaklardır, birinin varolmayı haketmek için gelenekten gayrı ne yaptığını düşünmeden veya sorgulamadan. evet, darwinizm ibrahim kökenli dinlere şu ana kadar getirilmiş en sağlam ve en temel eleştiridir. evet, makul ve en basitinden de olsa mantık dizgisinde izleyen bir evrende bu üç dinin tarih itibariyle yekten yok olmuş olması beklenirdi. evet, inanç sistemleri doğruluklarını kanıtlayamamaktadır, aksine bilgi külliyatımız artıkça, geçmiş süreçlere dair kavrayışımız arttıkça dinlerin inşa ettiği yapılar temelden sarsılmaktadır. ama bu gerçekler dini inanç olgusunu "yıkmak" için yeter koşul de-ğil-dir. mantığın ve aklıselimin insanların hatırı sayılır bölümünde kabul görecek kritik eşiği aşması mümkündür elbet, ama kanımca bu hayalpereset bir görüştür. muhtemelen olacak olan geçmişte olduğu gibi, dinlerin, kendisiyle çeliştiği bariz olduğu artık kesinleşen fikirlerin kurucularından, darwin’den özür dileyip, yollarına aynen devam etmeleri olacaktır. evrim’in yüce yaratıcının gizemli planının bir parçası olduğunu, darwin’in bu planı fark ettiği için ne kadar özel olduğu, dualarımızda ona da yer vermemiz gerektiği söylenecektir. inanlar da günün birinde gelip burunlarını silecek mendil tanrısından medet ummaya kaldıkları yerden devam edeceklerdir. (umut verici bir not, dawkins’in kendisi de bir başka söyleşisinde, stephen j gould’un tavsiyesine uyarak artık dincilerle aynı platformda tartışmadığını, çünkü bu durumun insanlara sanal bir, sanki ortada gerçek bir tartışma varmış da, hangi tarafın haklı olduğu bu tartışma ile neticelendirilecekmiş izlenimi verdiğini söylüyor. halbuki ortada tartışma falan yok. bir masala inananlarla, o masalın gülünçlüğünü ortaya koyanlar var.)

    öte yandan, kanımca, dawkins’in çabalarının fuzuliyetini anlaması için insanlara sorması gereken önemli bir soru şudur: “söyleyebileceğim herhangi bir söz, sunabileceğim herhangi bir bilimsel kanıt, hayatınıza dair verebileceğim herhangi bir alternatif açılım sizi bu gülünç fikirlerinizden vazgeçirebilecek midir?” olmalıdır ve bu sorunun büyük oranda cevabı “hayır” olacaktır. örneğin ropörtaj yaptığı bir öğretmen “eğer bi tanrı, yasa-koyucu yoksa, ne yaptığımın neden bir önemi olsun ki? tecavüz neden yanlış olsun ki? pedofili neden yanlış olsun ki?” gibi gülünç bir fikir önesürebiliyor ve dawkins bu kişiye “yani senin şu an tecavüzcü olmamanın sebebi sadece tanrı mı?” diyor ki, tam da itirazım olan nokta budur! dünya görüşlerinin temeli sağlam olmayan insanlarla fikir teatisine girmek, eğer muadil görüşleri sorgulama ve deney ile sınanmış kişiler iseniz her zaman ama her zaman sizin üstünlüğünüz ile sonuçlanacaktır ancak çok nadiren istediğiniz pragmatik sonuçları verecektır. hedefin olduğunu söylediğin “farkındalık yaratmaya” bile yaramayacaktır muhtemelen bay dawkins.. soru sorduğun ve gülünç cevaplar aldığın tüm bu kişileri dinlerken biz de seninle aynı kendinden emin ve tepeden bakan duyguları paylaşıyoruz, onlar gibi olmadığımız için mutlu oluyoruz (avukat michael bray bu şükran duygularımızı bambaşka boyutlara taşıyor). ama bu belgeselin amacı bu olamaz. belli bilimsel gerçeklere haiz insanların egosunu tatmin etmek olamaz. amaç farkındalık yaratmak ve fikir değiştirmek ise, tutunulan bu yol maalesef hiç de yapıcı değil..

    peki doğru tavır ne olacaktır? inanç sahibi kişilere içinde bulundukları sanrı durumunu fark ettirmenin en efektif yolu nedir? bilemiyorum. ama ilk akla gelen, onlarla eşit muharebe koşullarına gelmeye çalışmak olabilir. finansal güç odaklarının aklını çelmek olabilir, dini kurumların yararlandığı vergi indirimlerinden yararlanmak olabilir, sembolik öneme sahip “in god we trust” gibi ibarelerden kurtulmayı amaçlamak olabilir, eğitim sistemlerinin bilimsel motivasyonlarla hazırlanması konusunda çabalamak olabilir, belki tüm bunlardan sonra bu türden belgeseller, kitaplar, tanıtım filmleri hazırlamak olabilir. her ne olursa olsun, bu konuda bir farkındalık yaratmakta kararlıysanız (ben değilim, tabi zaten ben kimim?) amaçlar çıkarcılık esasına göre belirlenmelidir ve kısıtlı insan kaynakları israf edilmemelidir. richard dawkins gibi nüfuz sahibi insanların uğraşacakları çok daha verimli alanlar bulunabilir ve bu belgesel bu haliyle böylesi bir amaca hizmet etmekten çok uzakta.. kör saatçi gibi bu belgesel de, evrimin doğruluğuna halihazırda inanan insanların fikirlerinden bir kez daha emin olmasından öte bir açılım sunmamaktadır kişilere ve pek muhterem richard dawkins gibi “doğal kaynak”ların israfı hiçbir şeye değilse bile evrimsel süreçlere bir ihanettir.

    son olarak şempanzeleri ms-dos’a insanları windows 2000’e benzeten amcamdan çocuklarım olsun, birlikte gelecek nesil dijital platformlara yelken açalım istiyorum, o derece hastası oldum benzetmesinin..

    edit: dawkins'in kendi retoriğinin içeriği ile ilgili diğer görüşlerini de dinledim ve sana laflar hazırladım, riemann i.nesi, sen kısmen haksızsın olm. ropörtajlarında ve özellikle the god delusion'da defalarca ve ısrarla, kolektif bilincimizin yükselmesinin neden önemli ve (daha önemlisi) mümkün olduğunu ve bunun da somut faydaya giden yolda atılması gereken adımlar için temel oluşturduğunu anlattığı görüşlerinin doğru olduğuna kanaat getirdim. var olan tutarsızlıkları, bu tutarsızlıkların sahiplerine bir bir, tane tane anlatmak, yukardaki entry de sebeplendirmeden varsaydığım kadar etkisiz bir yöntem olmayabilir. söylenen şeyin "ne" olduğunun kati ve zihinlerde illa ki soru işareti bırakan soğuk makullüğü, "nasıl" söylendiğinin olası negatif etkilerini pekala nötralize edebilir. bu bakımdan yukardaki gamlı baykuş tavrımdan memnuniyetle birkaç adım geri atıyorum. ayrıca dawkins'in üslubunun en az yapıcı olduğunu düşündüğüm eseri root of all evil, dolayısıyla görece olarak düşük performans gösterdiği bir eser üzerinden eleştirmekle haksızlık etmişim. yine de, üstad'ın en iyi günündeki üslubunun bile, her ne kadar üslubunu oldukça akıcı ve zarif bulsam da, bir aktivist için optimum ton olmadığı fikrimde ısrarlıyım. değişen fikrim, optimum olmayan bu tonun hiç bir işe yaramayacağı ve preaching to the choirdan ötesini başaramayacağına olan inancımdır, başarabileceğini somut örneklerle göstermiş.
  • bir richard dawkins belgeseli. tam ismi "the root of all evil?"dır. genel olarak dinin kutsallığını sorgular. özellikle incil'deki hikayelerin, incil'den önce de varolmuş mitoslara nasıl dayandırıldığını filan açıklıyordu diye hatırlıyorum.
  • kesinlikle seyredilmesi gereken bi yapım. hatta seyredilsin diye her gün başlığının altına entry girsem mi diye bile düşünmüştüm.

    fakat türkçe altyazısında önemli sorunlar barındırıyor. çoğu kelimeyi ilk manasında çeviren adam bazı cümleleri olduklarından tamamen ters manalarda yazmış. adam "out of love" derken, "sevgiye dayanarak, sevgi yüzünden" gibisinden bi laf ediyor ama altyazıda "sevgi dışında" yazıyor. "but" kelimesi her görüldüğünde "ama" şeklinde çevrilmiş, oysa "bunun dışında" manasında kullanıldığı yerler altyazıdakinin tam tersi manalar içeriyor. ha yine de bu haliyle bile insana çok önemli fikirler veriyor ve izlenmeyi hak ediyor.

    dawkins amcanın biraz sinirli olduğu da gözden kaçmıyor. dinin yanlışlığına kesin bi inanışı varken karşısındaki adam ona çocukça gelen argümanlar ve hatta saçma sapan kontr suçlamalarda bulunduğunda surat ifadesi geriliyor. zaten işi gücü bırakıp kendisini dinin yanlışlığını ispata adaması da bu sinirinden olsa gerek. oysa tek başına konuşurken son derece sakin.

    o evanjelist liderin bi lafı var dawkins'e, "torunlarınız bu belgeseli seyrederken size gülecekler" diyor. dawkins'in lafı, "bahse var mısın" oluyor.

    valla gidişata bakınca bu bahsi o evanjelistin kazanacağını tahmin etmek pek de yanlış olmaz ne yazık ki.. daha dinin yok olmasına en az bi iki yüzyıldan fazla var, belgeseldeki yobazları görmek aslında izleyiciye umutsuzluk aşılıyor bile denebilir.
  • dizinin ilk bölümünde bütün dinlere eğilmişken ikinci kısmı sadece hristiyanlık üstüne eğiliyor ama bu kısmı da islam'a uyarlamak mümkün. dawkins bi sosyolog değil, genetikçi olduğundan keşke yardım alsaymış diye hayıflanmadım değil seyrederken. ikinci kısımda anlattıklarının islam'a uyarlanmış hallerini her gün sözlük tartışmalarında gözlemleyebiliyoruz. yine de burada tekrar etmekte bi beis görmüyorum.

    bu bölümde dawkins ingiltere'deki dini okullara ziyaret ediyor ve müfredatlarındaki yanlışları göstermeye çalışıyor. aynı argümanları buradaki bi imam hatip lisesini ziyaret ederek, hatta normal okullarımızdaki din kültürü derslerinin müfredatlarını bile göstererek yapabilir, bu bir.

    oradaki liberal hristiyanlarla -ki bu liberal lafı avrupa ve amerika'da sol manasına geliyor- görüşüyor ve hristiyanlığın orijinalindeki fikirlerin modifiye edilmesiyle, dinin buyruklarının daha insancıl bakış açısıyla yorumlanmasını görünce şu soruyu sormadan edemiyor,

    "madem incil'deki insan hakları ve bugünün çağdaş değerlerine uygun olan hükümleri sadece alıp, diğer ilkel hükümleri görmezden geleceğiz, o zaman en başta incil'le neden uğraşıyoruz ki"

    bu cümleyi buradaki "dine inanıyorum ama benim inandığım allah başka, namaz kılmıyorum ama kalbim temiz, müslümanım ama başımı örtmem, islama inanırım ama feminizmi de savunurum" gibisinden argümanlara sahip, dine inanıp dinin buyruklarını bugünün insancıl değerlerine göre modifiye eden kesime aynen uyarlayabiliriz.

    "madem islam'a inanıp, islam'ın günümüz insan haklarına aykırı hükümlerini görmezden gelmeyi seçeceğiz, o zaman en başta islam'la işimiz ne ki" (bkz: dinin insanı değil insanın dini şekillendirmesi)

    bu noktada soruyor kaçınılmaz olarak, bu kutsal kitaplardaki hangi hükümleri doğru, hangilerini yanlış kabul edeceğimize neye göre karar vereceğiz peki.. "bu hadis uydurmadır" lafını hiç duymuyor değiliz biz de. neye göre uydurma olduğuna da uydurma olduğunu iddia eden kişi bugünün değerlerine bakıp karar veriyor, dini düşünceyle değil. ve din var olduğu sürece de dini hükümlerin tamamını doğru kabul edecek önemli bi kesim illa ki var olacaktır diyor... doğru da diyor.
  • ikinci bölümünde eski ve yeni ahit'ten bazı şiddet ayetlerini örnek veriyor. kadını nasıl gördüğüne dair bi ayet örneği veriyor. benzeri örnekleri kur'an'da bolca bulabileceğini keşke biri söyleseydi adama. kamera "kill", "destroy" gibi kelimelere zoom yapıyor bu anlarda. bizim ayetlerde benzeri kelimelerden gırla olduğunu bilse durur muydu adam hiç..

    kendisine getirilen en büyük kontr argüman -ki bunu hem hristiyanlardan, hem de müslümanlardan duyuyor-, din olmasa insanların herhangi bi ahlaki duyguları olmayacağı fikri. bu tartışmayı burada çok yaptık (bkz: tüm ahlaki değerlerin dinin tekelinde sanılması/#12350823), ama dawkins bu argümana "insanın içinde bu ahlaki değerlerin olduğuna" inandığını söyleyerek karşı çıkıyor. keşke tek tanrıya inanmayan toplumlarda da bu ahlaki değerlerin var olduğundan örnek verseydi de daha güçlendirseydi fikrini demedim değil.

    ha ama en azından dawkins bu noktada gerçekten güzel bi şey yapıyor ve bırak tek tanrıyı, dini herhangi bi inançları olmayan bi topluluğu ziyaret edip onlarda da grup çalışması, dayanışma ve benzeri ahlaki değerlerin olduğunu gösteriyor. bu topluluk da şempanzeler..

    zoolog anlatıyor, şempanzelerde bile sadece insanda var olduğunu iddia ettiğimiz değerler varken bunları sadece tanrının indirdiğini iddia etmek saçmalık olur, diyor. hatta çok güzel bi benzetme yapıyor,

    "eğer şempanzelerin yaşayış tarzlarına ve değerlerine ms dos dersek, insanınki windows'tur sadece"
  • dini virüs olarak etiketleyen dawkins belgeselin ilk bölümünde yakın gelecekte norm olmasını umut ettiğim bi haktan da bahsediyor. o da bi çocuğun ebeveynlerinin inançlarına göre şekillendirilmeme hakkı.

    biz çocuklara kendi politik fikirlerimizi empoze edemiyoruz, bu yanlış görülüyor, onların politik fikirler için daha küçük oldukları genel kabul görmüş, peki cosmos ve insanın bu cosmos'daki yeri üstüne neden onları özgür bırakmıyoruz.. neden bi insanın kendi çocuğuna bi inanış empoze etmesinin insan hakkı ihlali olduğunu fark edemiyoruz.

    evet, her çocuk bi bireydir ve istediği dini, dinsizliği seçme özgürlüğü olmalıdır. bu yüzden aslında farklı inançlardaki toplumların kendi çocuklarını inançlarına göre eğitme hakları aslında haksızlığın daniskasıdır.

    bu noktada bi kontr argüman geliyor ve çocukların da kendilerine sunulan inancı sorguladıkları söyleniyor. dawkins bu noktada çocuk beyninden bahsediyor. çocuklar otomatik olarak ebeveynlerinin kendilerine söyledikleri şeye inanmaya programlanmıştır. bi çocuk araştırmacı ya da sorgulayıcı olamaz. eğer çocuğa uçurumun kenarına gitme dersen sana uymak zorundadır. dur bakalım cidden uçurum kenarına gitmek kötü mü diye bu emri sorgulayan çocuk zaten hayatta kalamayacaktır. o yüzden bi çocuğa sunulan dini inancı çocuğun sorgulama olasılığı yoktur. koşulsuz kabul eder ve kendi çocuklarına da bu inancı aktararak dini inanışı bi virüs gibi nesilden nesile aktarır.

    aralarında oynayan müslüman çocukları gösteriyor, yahudi çocukları gösteriyor, britanya'da da katolik çocuklar şu an top oynuyorlar herhalde diyor. insanın dini inanışları seçmediğini, virütik bi hastalıktan başka bi şey olmadığını bundan iyi ne gösterebilir ki..
  • ilk bölümde meryem ana figürünün kendiliğinden ortaya çıktığı bi yer görüyoruz fransa'da. yüzlerce hasta insan şifa bulmak için burayı ziyaret ediyor. dawkins oradan sorumlu rahiple konuşurken adama soruyor, "şu ana kadar kaç iyileşme, mucize gözlemlediniz" diye. adam "66 tane kayıtlı iyileşme vakamız var" diyor. dawkins'in öldürücü sorusu geliyor o an, "peki toplam ziyaretçi sayınız nedir son yüzyılda", cevap milyonları buluyor.

    milyonlarca kişi arasında 66 kişinin iyileşme vakası istatistiki olarak bırak mucizeyi, zerre bi şeyi ifade etmez diyor. üstelik bu mucizevi iyileşmelerin hiç biri kopan kolun yerine gelmesi falan değil, zaten hasta buraya gelmese bile kendiliğinden olabilecek düzelmeler.

    bizim şifacı hocalar, türbeler, çaputlar, benzeri bi istatistiki veriye bile dayanmıyor. sadece dilden dile.. zaten dawkins'in en büyük iddiası da bu.

    kanıta gerek yok, sadece bi hikayeyi alın, bin yıl boyunca dededen toruna dilden dile anlatın, karşınıza sarsılmaz gerçek olarak savunanları çıkacaktır.
  • ha bi de belgesel içinde dawkins amca eski tanrıları sayıp, aslında dünyada pek çok tanrı tanımaz olduğunu, bizim tek farkımızın onlardan bi tane daha fazla tanrıya inanmadığımızı söylerken, saydığı tanrıların oyuncak heykelleri ekranda görünüyor ama thor derken biz conan oyuncağını görüyoruz... ne alaka yahu, hadi crom olsa neyse de..
hesabın var mı? giriş yap