• delalet icinde soylenmesi o ortamda uygun olmayan ve buyuk ihtimalle sizi rezil edicek bir lafi soylemeniz veya benzer bir harekette bulunmaniz..
    (bkz: pot kirmak) (bkz: cam devirmek)
  • (bkz: gaflet)
  • ks... galipabi forumu.
    ayrıca yeni kurulan ve galipabi forum üyelerinden oluşan counter strike klanının kısaltması.
  • tansu cillerin yapmayi cok iyi bildigi bi yemek turu.. acili oldugu da soylenmektedir.
  • okul müdürü ve küçük kız çocuğu (bkz: ben) arasında okula kayıt sırasında geçer:

    - eveeet, hadi bakalım söle bana kızım, babanın adı ne?
    - x
    - e ama burada y yazıyor (nüfus kağıdına bakmaktadır)
    - o öteki babamın adı (babamın öteki adı denmek istenmiştir)
    - !!!

    anne kızından birkaç saat biraz nefret etmiştir!
  • eski sevgiliyle bir umut ilişkiyi düzeltebilmek için çıkılan yemekte:
    (not:sevgili oldukça hayvanseverdir)

    - biliyor musun hayatım?
    - neyi canım benim?
    - seni tanıdıktan sonra hayvanları daha çok sevmeye başladım!
    - efendim?!?
  • yıllar evvel, bi ajansta ofisboy olarak meslek hayatına adım atmıştım. gencim, yakışıklıyım, saçıma makas girmeye korkuyor... tabi bunların konumuzla alakası yok, araya sıkıştırayım dedim. tipik bir ofisboy gibi ajans-matbaa-müşteri üçgeni içinde mesaimin büyük kısmını doldurmanın yanında kira yatırmak, kırtasiyeden hd disket almak (hdd pahalıydı abi, alamazdık), bidonla elektrik almak, patrona çorap almak gibi ek vazifeleri de hakkıyla yerine getiriyordum.

    giriş kısmını hallettim ama az sonra okuyacağınız gelişme bölümünü daha evvel yazmış olabilirim. olabilecek başlıkları taradım, bulamadım ama bu yazılmadığı anlamına gelmez. şayet rastlarsanız bi mesaj ile uyarırsanız birinin icabına bakarım. valla ya...

    neyse, yılbaşı çekilişinin yaklaştığı ve ortalığın piyango biletçisinden geçilmediği günlerden birinde patron kişisi beni yanına çağırarak bir miktar para ile bilet almaya gönderdi. şayet alacağım bilete piyango isabet ederse beni de bir adet peugeot 106 ile ödüllendirmeyi de vaadetmeden geri kalmadı sağolsun. piyango işlerine elimin yatkın olmadığını gerekçe göstererek bu angaryadan yırtmaya çalıştıysam da muvaffak olamadım. cebimdeki bol rakamlı kağıtları başka bol rakamlı kağıtlarla değiştirip geri döndüm ve diğer bitmiş işler gibi hafızamın çöp tenekesine gönderdim.

    aradan bir hafta kadar geçti. patronla birlikte istiklal caddesindeki bir müşterinin mekanını fotoğraflamak üzere elimizde çantalarla yola düştük. muhabbet ede ede taksime ulaşıp, yılbaşı iyiden iyiye yaklaştığı için piyangocular tarafından istila edilen istiklal caddesinden akmaya başladık. muhabbet komutanı patronumun, kah gösterdiği kızı kesiyor kah yaptığı yorumu onaylıyordum. bir ara patronumun "yılbaşı yaklaşınca, anadolu illerindeki piyangocular da istanbula geliyor" lafına "ee, istanbul'un kerizi bol" dediğimi duydu kulaklarım. ben mi dedim? valla ben dedim. o ses benimdi.

    bir flaşbekle bir kaç gün evvel patronuma bilet aldığım an geldi gözümün önüne. oy oy oy...

    biri renksiz biri kırmızıdan mora degrade geçişler yapan iki sessiz insan olarak yan yana yürümeye devam ettik bir müddet...

    iç muhasebesini yapan patronum durumu şakaya vurmaya karar vermiş olacak ki hafif bir gülümseme tonuyla "sen bana keriz mi idemek istiyon?" diyene kadar içim içimi yemişti. çok büyük ayıbettim o gün.

    gerçi halen aynı fikirdeyim ama bunu söylememek lazım bilet alanların yanında. keriz de olsalar patronlara saygı göstermeli, söylediklerini iyice tartmadan yorumda bulunmamalıyız. karşıya geçerken önce sola, sonra sağa bakmalıyız.
  • yıl 2004. patronuma karşı yaptığım gafın üzerinden 12 yıl geçmiş. şimdi yeni bir patronum ve üst düzey bir işim var. burası da ajans. 12 yıldır istikrarlı bir şekilde mesleğimi icra etmekteyim.

    mart yerele seçimleri kapıya dayanmış, bizim de siyasi kampanyalardan iflahımız kesilmiş vaziyette... adaylardan, süresi dolmak üzere olan başkanlardan geçilmiyor ajansımız. memleket aşkıyla yanıp tutuşan kurtarıcı abilerimizden biri gidip ikisi geliyor. üstelik ajans sahibi kardeşlerden küçük olanı da bir ilçe belediye başkanlığı için aday. bu bilgi ilerde işimize yarayacak, unutmamak lazım.

    o günlerden birinde, bir ilçe belediyesinde başkan yardımcılığı yapan -ki bunlara da "başkanım" derler- ve evvelden tanışıklığımız olan bir abi de gelmiş, kendisiyle patronlar huzurunda geniş çaplı bir muhabbet icra etmişiz. kendisinin belediye vazifesinden evvelki hayatını da iyi bildiğimden "before-after" kıyaslamasını rahatlıkla yapabiliyorum. abi eskiden de keldi, burası aynı. eskiden de biraz göbekliydi ama şimdi biraz daha etlenip kanlanmış. rahatın, konforun, ayak altına serilen imkanların şımarttığı beden, besili kesim diye telaffuz ettiğimiz diğer adıyla sosyetenin mensupları gibi yumuşamış, pembeleşmiş, bol şekerli ve proteinli kana kavuşmuş. her ne kadar bize hissettirmeyip samimi bir üslup takınsa da ayrıca beslenen egosunun izlerini de hal ve hareketlerinde izlemek mümkün.

    güzel abimizle güzel sohbetimizi bitirip o güzel şahsını uğurladıktan sonra patronla (hani şu belediye başkanlığına aday olan küçük kardeşle) bir miktar dedikodusunu yapmaya durduk. patron giden abinin güzelliğini ve aralarındaki samimiyeti vurgulamaya özen gösterirken ben de "ben onun cemaziyel evvelini bilirim" demek istercesine biraz da abartılı bir üslup ve coşkunlukla kendimi önemli hissettirmeye çalışmaktaydım. sonuçta o patronum ve o kadar da tırt bir adam çalıştırmadığını bilmesinde hiç bir mahsur yok. bu yatırımlar zamanı geldiğinde bana maaş+prim olarak dönebilir umudu da ayrıca yan cepte. bu küçük çaplı masum karalamalarım esnasında "ya o adam oto alım satımıyla uğraşan alelade bir galerici. yönetimle ilgili ne dersi almış, hangi eğitimi var ki? ne anlar belediyecilikten, başkanlıktan?" diye tam gaz giderken sonunu da bağladım: "akıl var, mantık var. galericiden belediyeci mi olur allahaşkına. herkes yerini bilmeli"...

    sustum bi müddet. çünkü burada "doğru diyorsun, herkes kendi işini yapmalı" gibi bir onaylanma bekliyordum.

    lakin bekle bekle o onaylama gelmedi bir türlü. bakışlarımı, en son takıldığı noktadan çekmeden biraz düşünmeye başladım. durumda bir tuhaflık vardı. anlaşılan patron bu muhabbeti uzatmak istemiyordu. hmm... o zaman bana düşen, şık bir hareketle ortamı daha fazla germeden muhabbeti dağıtmaktı. öyle de yaptım. ayağa kalkıp mutfağa seğirtirken "neyse, işimize bakalım biz. abi çay içer misin?" diye sordum. kuru bir "yok sağol" cevabını alıp mutfağa gittim. ağır hareketlerle kendime bir çay doldururken bir yandan da ortamdaki tuhaflığın ne olduğunu düşünüyordum.

    derken jeton düştü. ofisteki eski bir çalışanla ajansın geçmişi üzerine yaptığımız bir muhabbet esnasında, bizim patronların matbaa ve ajans kurmazdan evvel oto galericiliği yaptıklarını öğrenmiştim.

    yarım saat çıkamadım o mutfaktan.
hesabın var mı? giriş yap