• tam adı "gecikmeye övgü-zaman nereye gitti" olan kitap, ocak ayında yapı kredi yayınlarından helene l'heuillet imzalı olarak şehsuvar aktaş'ın çevirisiyle çıktı.

    sosyal medyada birçok kişinin etkisinde kaldığı kitap olarak sıkça paylaşıldığına şahit olmuşsunuzdur. evet, sahiden de geç kalmak üzerine düşündürürken çemberin içini görmemizi sağlayan etkileyici bir kitap.

    kişilerin ürün olarak kendisini sunduğu ve sosyal medya aracılığıyla pazarladığı bir çağda yaşarken her şeyi paylaşma temel hareket noktalarımızdan biri hâline geldi. başarı ve mutluluk odaklı yaşamlara mutsuzluğun da deliliğin de aylaklığın da tembelliğin de yavaşlığın da var olduğunu hatırlatma uğraşına girdi düşünürler. yaşadığımız çağı anlamamızı, yorumlamamızı ve onunla baş etmemizi sağlayan bu tür kitaplar imdada yetişti.

    gecikmeye övgü de bu kitaplardan biri, koştura koştura sürdürülen yaşamda zamansızlığın temel dertlerden biri olduğu bir dönemin eleştirisi yapılırken çözüm önerisi olarak "geç kalmak iyidir" sunuluyor.

    geç kalmak yavaşlama güzellemesi olmamakla birlikte zamansızlığın her an yanı başımızda durduğunun hatırlatılmasıdır. yazarın geç kalmak ile yavaşlamak arasında bir bağ kurmadığını aksine bunu çürüttüğünü belirtmeliyim. ona göre; treni kaçırdığımızda hayat kaçmayacak, belki de hayat trenleri kaçırdığımızda yaşadığımız şeyler toplamı. yazar, byung chul han'ın dillendirdiği meseleleri geç kalmak üzerinden yorumlamış âdeta (ki chul han atıfları yer alıyor kitapta).

    velhasıl dönüp dolaşıp kapitalizm eleştirisine dayanıyor kitap. fakat diğer kitaplardaki önerilerde reddetme, yıkma ve yeni bir fikri inşa etme ya da eskiyi canlandırma söz konusuyken gecikmeye övgü'de modern çağın bir çatlağı olarak kabul edebileceğimiz "gecikmeyi" kullanma hakkı anlatılıyor uzun uzun.

    "yalnızca bir hayatımız var sloganı hızlandırılmış toplumun sloganıdır. her zaman, biraz olsun, gecikmeli yaşadığımızı bilmek, hayatın değerini kendimizinkinin ötesine genişletir. "yalnızca bir hayatımız var" bunun bir tek bizim hayatımızın değeri olabileceğine dair yanlış inanca dayanır. oysa zaman kendi hayatımızın eylem süresiyle birlikte durmuyorsa, hayatın değeri kendi çocuklarımızın hayatını bile aşar."(s. 95)
    not: çeviri dilini çok sevmediğimi belirtmeliyim.
  • bana nedense, kitapta da sıklıkla alıntılama yapılan byung chul han'la beraber, helene l’heuillet'in düşünceleri, (kitapta ismi hiç geçmeyen) paul virilio'nun fikriyatı ile bütünleştiren bi yaklaşımmış gibi hissettirdi. üçünü bir arada değerlendirilebileceğini düşündüm. gündelik hayatın hızına dair öncül bir düşünür paul virilio, bunu 2010 larla beraber sosyal medya bütünleştiricisi byung chul han ve devamında helene l’heuillet... gibi sanki...

    kısaca, yazarın çok daha derinleştirdiği fikirlerine saygısızlık etmeden, gündelik hayattaki hızın, enformasyonun, performansın... bizi sarmalayan tüm o üstümüzdeki sorumlulukların tesiri altında o kadar çok eziliyoruz ki, kendimize ayıracak zamanımız bile kalmadığından, bu zamanı uyumaya dalmaktan çalıyoruz. uyurken bile kafamızda sürekli bi şeylerle meşgulüz. kafaca o rahatlamayı sağlayamadan bi sonraki güne yorgun argın uyanıyor, aynı koşturmayı tekrarlıyoruz. metroya koş, elektrik faturasını yatırmaya koş, erken rezervasyon yapmaya koş, tatillerde bile plajın iyi yerlerinde şezlong kapmak için erkenden koştur... bitmiyor hiçbir şey. yetemiyoruz.

    bu noktada, incile veya kurana yaslanarak, bize 7. günün lazım olduğundan bahsetmekte yazar. çünkü 7. gün herşeyi bi kenara bırakıp etraflıca kendimizi koşturma içinden çekip çıkarabileceğimiz bi gün. bize bu anlar, yani koşturmaca olmayan anlar lazım. ya da gecikmekten korkmamamız lazım.

    kişisel olarak, açıkçası yazarın düşünceleri kimi noktada bana biraz dağınık ve ana fikri desteklemek için ilgisiz noktaları dayanak edinmeye zorlamış ve laf kalabalığı yapmış gibi geldi.
  • hoşuma giden kısmı paylaşıyorum:

    can sıkıntısı, kelimenin kökenlerinden birinin işaret ettiği gibi (in-odiare), bir nefret (haine) biçimidir. nefrete katlanabilmek gerekir, gelgelelim nefretten haz almak da arzulanır bir şey değildir. olumsuzluklardan haz alarak olumsuzluğa yeniden işlev kazandırılmaz. nefretten haz duymak gibi can sıkıntısından haz duymak da hem yıkıcı olur hem de özyıkıma götürür.
    can sıkıntısını gideren şey eylemdir - gerçek eylem; insanı geren bir etkinlik girdabı değil. bu anlamda can sıkıntısı bir ereklilik oluşturamayacaktır. uykusuzluğu gideren şey gecikmedir, uzayabilen ve yalnızca sayımı yapılmayan bir zamanla barışık olmayı kabullenmektir.
  • zaman nereye gitti? alt başlığı ile dilimize çevrilen helene l'heuıllet kitabı. kitabı dilimize kazandıran şehsuva aktaş. 2022'de yazılan ve çevrilen bu eser yapı kredi yayınlarından üç baskı yapmış durumda.103 sayfasıyla ince ama oldukça yoğun bir kitap.

    ismiyle insanı okumaya kışkırtan bir kitap. gittikçe hızlanan, yirmi dört saati parçalara bölerek dolu dolu yaşayan yorgunluk toplumunda öznel zamanın kayboluşuna dair tutulan bir yas. aynı zamanda kaybolan öznel zamanın geri nasıl kazanılabileceğine dair de bir rehber niteliğinde bu eser. zamanın kontrol altına alınıp nesnelleştirildiği bir toplumsal yapıda gecikmelerin insanın kendini bulmasındaki etkisi üzerine dönüp duran cümleler. yeni sömürü biçimlerinin artık çalışma zamanını uzatmakla yetinmeyip öznel zamana da kanca atması neticesinde oluşan yeni direniş alanı.

    kitap dört ana bölümden oluşuyor. uzun cümleler yok, hep kısa ve yalın cümleler mevcut. yazarın felsefeci olması itibariyle her cümlede bir anlam yoğunluğu mevcut. bazı bölümlerde yazar kendisini akışa kaptırmış, kendisiyle konuşuyor da biz olaya arada dahil oluyoruz izlenimi uyanıyor insanda. psikanalitik kısımlar, hüzün ve melankoliye yapılan vurgular içeren kısımlar pek sarmadı beni açıkçası. kitabı okumak için de kendimi zorladım bile diyebilirim. tam kitabın içine girdim dediğim anlarda yazar bir şekilde beni dışarı atmayı başardı. her ne kadar ismi insanı çekici olsa da biraz ağır bir kitap olduğunu eklemem gerekir.
  • “ hiçbir boş aralık soluklanmamızı sağlamadığında işte o zaman gerçekten boğuluruz.” (sy.69)

    “ uykusuz insanların çoğu varoluşlarının kayıp zamanının peşine düşmüş kimselerdir.” ( sy. 40)

    kendi kişisel tarihimize açılan öznel zamanımız bir nesnellik buyruğu altında, ajandaların ya da saatlerin hükümranlığında bozulduğunda ve yok olmaya yüz tuttuğunda, hiç geciktirmeden bize verilen işleri yerine getirdiğimizde ve yeni işler yapmak için zaman yarattığımızda, kapitalist zaman algısının her an aktif kalmaya ve kendimizi güncel tutmaya dair önerilerini pürüzsüzce uyguladığımızda başımıza gelebilecek marazlardan bahsediyor kitabın yazarı;

    yorgunluk, boğulma hisleri, uykusuzluk, öfke patlamaları ve daha da ileri gidilirse öz-yıkıma varabilen burn-out.

    çare: öznel zamanımızı ajandalardan ve bitmek bilmez koşuşturmacadan çekip çıkarmak ve en derin hüzünlerimiz de dahil duyguları yaşamak, tarihimizi yeniden keşfetmek, yeniden bağlar oluşturmak ve varolanları derinleştirmek için gecikmeyi göze alabilmek, saatler dünyasının hayhuyunun dışına adım atıp derinlemesine düşünebilmek.

    her satırı defalarca okunası bir kitap.
  • "bu çağ"ın doğru meselelerinden birini tespit edip üstüne ferah ferah yazmış bir yazarın, helene l'heuillet'nin şehsuvar aktaş tarafından türkçeye tercüme edilmiş 103 sayfalık kitabı. yayıncısı yapı kredi yayınları, editörü korkut erdur. yazar, sorbonne'da doçent imiş ve özgeçmişinden gördüğümüz kadar, türkçedeki ikinci kitabı bu. ilkini de 2019'da yky basmış: "komşuluk - insanların birlikte varoluşu üzerine düşünceler". kitabın dört bölümü var: "kayıp zamanın çılgınlığı", "uyumayı düşlemek", "kaygı veren satürn" ve "hayatın değeri". kitabın henüz başında ne üzerine konuşacağını, daha doğrusu neye "saldıracağını" tarif ediyor yazar. ve bunu usul usul, örneklerini oldukça isabetli seçerek yapıyor; bu çağın büyük uzlaşılarından birine, "zaman" kavramına hücum ediyor. sözlükte bile nispeten heyecan yaratmasının sebebi, okurun ortak "rahatlama" duygusu olmalı. uyanmaya benzer bir rahatlama - ki bölümlerden biri doğrudan uyku ile uğraşıyor. altüst olan mimari, küçülen evler, dönüşen çekirdek aile kavramı, deliren dijital devrim derken birçok kişinin ortalama bir "beyaz yakalı"ya dönüşmesinin dertlerine "gecikme" bağlamı üzerinden bakıyor yazar. bir de "buradan" bir ismi çağırıyor, aslı erdoğan'ın kabuk adam'ından da referanslar veriyor. "kabuk adam"ın fransız bir akademisyenin iyi bir kitabının kadrajına girmesinden anlıyoruz ki, aslı erdoğan fransa'da tahminimizden daha iyi okunuyormuş. ne güzel.

    edit: bkz.'lar.
  • kendisini alayım derken yanlışlıkla b. russell'ın aylaklığa övgü kitabını aldığım eser. alıntılarından gördüğüm kadarıyla mesele üzerine çok -kendi adıma- önemli irdelemeler bulunuyor.
  • tam olmayan fransızca yazımıyla eloge du retard - ou le temps est-il passe? adlı helene l'heuillet kitabı, basım tarihi 2020.

    "doyuma ulaşma ve artık arzulamama riskine girmemek için tatminsizliği besleyen histerik her zaman beş dakika geç kalır." helene l'heuillet - gecikmeye övgü

    "bekletme hakkını kendinde görebilen kişi hükümdardır, bu bazen belirsiz bir süre için, yani bekleyende bekleyişin bitmeyeceği izlenimi uyandırarak gerçekleşir."

    "geç kaldığımızda, bunu bilinçli olarak istemesek de kendimizi başkaldırmış olarak görürüz."

    "gecikme herkesin erişiminde olan tek yavaşlama biçimidir."

    "her edim hatası gibi, gecikme de onu deşifre etmesini bilen için iyileşmenin başlangıcıdır."

    "trenlerin, uçakların gecikmesi beklenmedik kazançtır: bu durumda artık zaman çalmaktan başka bir olasılık yoktur."

    "zaman "yaratmayı" amaçlayan sahte hedonizm aslında bizzat zamanı "savuşturmayı" hedefler."

    "bizzat yetenekleri için işe alınan ve el üstünde tutulan becerikli insanlar yavaş yavaş performansın boyunduruğunda gönüllü mahpuslara dönüşüyorlar. meslek hayatının keşfetme, düşünme ve yazma tutkusuyla başlayıp ansiklopedik usanca vardığı üniversitede bu durum açıkça görülür."

    [descartes düşünmek için uzun süre yatağından kalkmazmış, öyle ki yaşam öyküsünü kaleme alan kişi "zihninin ürettiği en önemli şeyleri yatağında geçirdiği sabahlara borçluyuz" diye yazmış.]

    "yaşamak bizi yaşatan boşluğu taşımaktır, boşluğa karşı tahammülsüzlük de çağdaş insandaki vahim bir maraz."

    "hangi toplumsal basamakta olunursa olunsun ihtiyaç duyulan enerji ancak boşluktan alındığında üretken olunabilir."

    "arzu zaman kaybettirir. oluşmak için de zaman ister. onun gücü içimizdeki kapalılıktan gelir. bizi dalgınlaştırır, bizi düş kurmaya, bir anıya takılıp kalmaya, kimi kez olmayacak ihtimalleri hayal etmeye zorlar."

    "bugün bütün istekleri öncelenirken çocukların arzu duymalarını sağlamanın ne yararı var? tıka basa doyurulmuş, kusturasıya, bıktırasıya tatmin edilmiş bir durumda, ruhu bedene kavuşturan gerçek arzuyu bilmeden ancak itkiden itkiye koşabiliyorlar."

    "kuşkusuz sonunda arzuya varmak için sıkıntıya katlanmak gerekir ama can sıkıntısı ve arzu birbirine karşıttır."

    [şimdi ise artık psikoloji dayanak alınıyor, ve genç insana "seni biliyorum, hoşuna gitmeyecek", "seni tanıyorum, sana göre değil" deniyor. böylece artık hiçbir deneyim yaşanmıyor.]

    "kayıp zaman toplumu bir uykusuzlar toplumudur."

    "tekil, gerçek serbest zaman -latince otium, tunanca skhole gibi- çoğul boş vakitlerden farklı olarak, artık okumanın, düşünmenin, kendini geliştirmenin zamanı değil, uykunun zamanıdır."

    "uzun bir roman "yaşanılmamış" bir hayattır. savaş ve barış, parma manastırı, yüzyıllık yalnızlık onu okuyanların hayatının bir parçasıdır."

    "gecikme okumanın bir koşuludur. gecikme ve uykusuzluk bize okumanın alanını açar."

    "ancak buyruklar, ihtarlar durduğunda uyumak mümkündür."

    "beyinle ilgili keşiflere rağmen uyumak ya da uyumamak hala bizim elimizde değil, çünkü uyku da ölüm de egemen olma arzumuza karşı koyar."

    "uyuma kapasitesi gerçekten de çocuklukta oluşur. toplum ne anne olabilir ne de anne olmalıdır."

    "çocukları çok ağlayan anneler, yorgun düştükleri yetmezmiş gibi, hor görülürler. (...) ağlamalar çocuğun bir rahatsızlığının değil, annenin yetersizliğinin işaretleri olarak görülür."

    "anne babalar artık ellerinden geldiği kadarını değil, yapmak zorunda olduklarını yaparlar."

    "oblomov artık geç bile kalmaz. o da sahip olabileceği zamanı kaybetmiştir."

    "sıkıntıya karşı tahammülsüzlük kaçınılmaz olarak aşırı olumluluktan kaynaklanır."

    "oysa deneyim aktarma melekesi edebiyatın öteki adıdır. benjamin bu düşünceyi, xix. yüzyılın sonunda ve xx. yüzyılın başında rusya'daki yaşamı bir romandan daha üstün biçimde bir tür günce-roman kurarak anlatan rus romancı nikolay leskov'a hürmeten geliştirir."

    "roma tanrısı satürn, yunan titan kronos ile zaman hükmeden tanrı khronos'un adlarının ses benzerliği nedeniyle birbirine karışmasından doğmuştur."

    "oysa öfkeli insan güçsüzdür. öfke, yoksunluk, sabırsızlık, kudurganlık, üstlenilmemiş hüzünlerdir."

    "çünkü zaman kaybın deneyimlenmesidir: bir kaybı yaşamadan onu hissetmek imkansızdır. (...) ama hızlandırılmış toplum her birimizin içindeki varolma acısını ve insanlık durumundan kurtulma isteğini kaşıyarak aslından bütünüyle tepkisel olan yeni hüzünler "üretir": aşırı öfke, nefret, engellenmişlik duygusu, sabırsızlık, hatta "kıyamet tellallığı" ve hatta "adamsendecilik"."

    "insan kendisinin, hayatının aleyhine çalıştığı için hüzünlüdür."

    "ilk durumda insan kendine gecikir, ikinci durum zorunlu gecikmedir, üçüncüsü direniş amaçlı gecikmedir - başka bir çıkış, başka bir yol arama zorunluluğu nedeniyle."

    "her şey geri döner, her şey gider. ama hüzünlendğimizde bu durum bunaltıcı değildir."

    "hüzünde oyalanmak, çabucak çok fazla etkinliğe girişerek onu elinin kenarıyla itmemek, tam anlamıyla gecikmeyi, zamana uymadan yaşamayı, ritimleri çeşitlemeyi, fazladan birkaç dakika, birkaç gün daha geçirmeyi kabul etmektir."

    "zamanı ancak beklenmedik vakitte hissedebiliriz. gecikme nedeniyle strese girmektense hüzünlenmek yeğdir. hüzün bizi stresin ortaya koyduğu gözü kapalı itaatten kurtarır."

    "kendimizle buluştuğumuzda karşılaştığımız şey saf bir geçiş süresi olarak zaman ve kendimize gecikmiş olma kaygısıdır."

    "başka deyişle, duygulanma bilindik uyuşmanın tam tersidir. ondan önce hiçbir şey hissetmediğimizi anlamamızı sağlar."

    [hegel'e göre esas olarak çalışmadır hüzün veren. klasik çalışma, kendi disiplini içerisinde, doyumu geciktirir, zevki erteler, "biçimler (bildet)."]

    "inkarın izini sürmek şüphesiz gerçeğin çok geç ortaya çıktığı duygusunu hissetmek ve bunun acısını çekmektir, öte yandan geç kalmışlık duygusu inkar etmekle kaybedilen o zamanı telafi etme arzusunu açığa vurur."

    "dağılma ve yabacılaşma demek olan dikkat dağınıklığı gecikmenin olduğu gibi sırrın da karşısında yer alır."

    "ama hüzün melankoliyi yeniden büyüler, harekete geçirir, çünkü zaman kaybını dile getirilebilir, dolayısıyla tahammül edilebilir kılar."

    "bununla birlikte sahip olunamayan* üzerindeki bu tasarruf belirli bir itki eğitimini, bir anlamda itki bataklığının kurutulmasını ve arzuya özgü bir boyuta erişimi gerektirir."

    "eyleme geçerim çünkü ben eyledikten sonra gerçekliğin farklı olacağını bilirim."

    "hazcı olmak yerine, "yalnızca bir hayatımız var" deyişi ölüm itkisinin bir ifadesi oluyor. bu deyiş "zamanı öldürmeye", hayatını art arda gelen bir itkisel doyumlar dizisine dönüştürmeye, onun yoğunluğunu "artırmaya", kısacası kendi yaşamını bir performans gibi görmeye davet ediyor."

    "*bir haz alma yarışı olmaya yeltense bile -özellikle böyle olursa- değerini kaybeder, donuklaşır ve tekdüzeleşir."

    "gecikme öteye, başka yere açılan bir zaman ilavesidir. gecikmenin sıklıkla mazeret (alibi) işlevi görmesi hiç de şaşırtıcı değil. gecikme her şeyden önce bir mazerettir, sözcüğün latince kökenine (alius) en yakın anlamda "başka yerdedir" (ft. ailleurs). hayatın değeri başka yerde olabilme yeteneğine bağlıdır. bununla birlikte geç kalmak, kısa süreliğine de olsa, "başka yerde" olmaktır."

    "eğer dil insan özne için, onu "öteye" yazgılayan bir "şimdiden-buradalığa" dair ise, sahip olduğumuz gerçekten de pek bir şey ifade etmez. (...) yalnızca bölük pörçük deşifre edebildiğimiz gizemli bir metne dönüşen bu küçücük kısmetin zenginlikleri asla tükenmez."

    ["yalnızca bir hayatımız var" sloganı bunun bir tek bizim hayatımızın değeri olabileceğine dair yanlış inanca dayanır. oysa zaman kendi hayatımızın eylem süresiyle birlikte durmuyorsa, hayatın değeri kendi çocuklarımızın hayatını bile aşar.]

    "bir nihilist için hayat bir tüketim malıdır: yani imha edilebilir."

    ""hiç" olan zaman yok edilemez. ama hiç olarak her değerin kaynağıdır. bu hiç olan zamana bağımlı olursak, bize yalnızca hayatın değeri karşısında saygıyla eğilmek kalır. öznel zamansallığı kuran ve hayatın değerini kendi hayatımızın ötesine yayan bu hiçtir." helene l'heuillet - gecikmeye övgü

    "agalma, eski yunan'da ekonomik anlamdaki değeri belirten en eski sözcüklerden biridir. agalma, süslenmek ya da tanrıları onurlandırmak için kullanılan eski değerli eşyalar anlamına gelir. adak ya da lüks kullanım nesnesi agalmata'lar binici itzig'in gözlerini alan melankolik adamı bunalımından çıkaran bir ışıltıyla parlar. bütün hayatımız boyunca bizi ne anlama geldiğini bilmeden peşinden koşturan, ama hayata değerini bahşeden "arzu nedeni nesneyi" tanımlamak için lacan da agalma sözcüğünü kullanır."

    "gecikmeme saplantısı çocuklara çocuklukla vakit geçirmeyi yasaklar."

    "gecikme kaygısı bizi uyumun gereklerine boyun eğdirir, öte yandan gecikme uyandırır. (...) fazla zaman kaybetmemek için gecikmekte acele etmek gerekir." helene l'heuillet - gecikmeye övgü
hesabın var mı? giriş yap