• hiçliğimi giydim ve üşüdüm yine...

    tanım diyorlar, tanımla diyorlar, peki hiç'ten söz ederken, neyi, nasıl tanımlamalı?

    ne destansı sözler, ne süslü cümleler, ne hünerli eller, ne anlam dolu gözler... hiçbiri anlatamaz ki hiç'i.

    dört buzduvar arasında, bıçak açmayan, yenmiş dudaklar ve taştan ağır bir başı taşıyan ellerle, çığlık çığlığa susuşlar, belki bir nebze andırır ama onlar da anlatmaz yine, anlatacak bir şey yoktur çünkü.

    yokluğun varlığı her yerdedir, her şey ise, bir hiç'e kaçmıştır.

    eski bir şarkı gibi, azalarak biter insan...

    hiçe değer eliniz, ne yana dönseniz bir hiçlik vardır, hiçinize akarken kanınız, belki hiç kimseye bir şiir yazarsınız...

    diktim gözlerimi aynaya
    gördüğüm bir hiç
    hiçi boş gözler,
    hiçi geçmiş bir yüz

    penceremde hiç,
    odamda hiç
    hiçkirerek ağlıyorum
    gözümde hiç

    hiç çekiyorum derin derin
    sigaramın dumanı hariç
    aldığım hiç,
    verdiğim hiç

    hiçim buruk
    hiçim geçmiş
    geçmişim yalan
    geleceğim hiçmiş

    hiçbir yalan bu kadar gerçek olamaz
    ve hiçbir gerçek bu kadar yalan
    olmayan varlıgıyla beni oyalayan
    koskoca bir hiç

    kapıyı çalan hiç
    kapıdan giren hiç
    yok benden başka kimsesi
    yalnızlık, sahipsiz piç...
  • giydirilmiş ve giyinilmiş bütün kimliklerden ve tanımlardan bütünüyle arınmaktır.
  • ne kadar çabalasanız ve çalışsanız da, hiçbir şeye (hiç kimseye) yetişememek durumunun (kaygısının) çığ gibi büyümesidir.
  • safra ve şifre de sıfırla aynı arapça köktenmiş. daha eskisi sanskritçe sunya (boşluk, hiç, sıfır sayısı). batının zerosu ise zefiro (zephyrum) üstünden sıfırla eşitleniyor. sofra ile sıfır akrabalığını arkadaşım söylemişti. sıfır boş idi, boşaldı anlamındaymış. cinlik yapacak olursak orgazma da sıfır denebilir. sıfıra sıfır elde var sıfır. zafer değil ama, o daha çok pençe anlamından gelmiş. sofraya özel dikkat isteriz, sofranın çevresindekiler eşitleşir (hiçleşmeleri belli olmasa da). hangisinin patron olduğu belli olmaz. sofra eşitliğinin batıya geçmiş hali de (toparlak) yuvarlak masa şövalyeleri, ilk aklıma gelen.

    "hiçleşip* gidecek olan biziz; toprak, yeni bir bilinç gelip de kendisini uyandırana dek baygın uykusuna devam edecektir. böylece, "gizleri bulan" bir varlık olduğumuzu, ama aynı zamanda, bulup ortaya çıkardığımız şeye oranla daha önemsiz kaldığımızı biliriz." jean-paul sartre - edebiyat nedir

    "intihar bize hiçliği sağlasaydı, olmak ya da olmamak seçeneği bize gerçekten verilmiş olsaydı, o zaman evet, değil-varlığı seçmek gerekirdi ve bu, her türlü dileğe layık bir çözüm olurdu. ne var ki, içimizdeki bir şey, işin hiç de böyle olmadığını söylemektedir: intiharın hiçbir şeyi çözmediğini, çünkü ölümün mutlak bir hiçleşme olmadığını söylemektedir." arthur schopenhauer

    (bkz: hiç olmak/@ibisile)
    (bkz: hiçleşim)
  • o gidince hissettiğim, virüs gibi hayatımda yayılmaya devam eden kavram. onunla var olmuşsunuz gibi hissetme eylemidir. sizi ondan başka hiç birşey yola koyamaz düşüncesiyle gelen kendi başına işe yarayamamazlık hissi.

    ayrıca paket dahilinde alınabilen
    (bkz: yabancılaşmak)
  • öyle zamanlar oluyor ki sartre tipi hiçleşmenin yaşantısını yaşıyor insan; kendilik, sadece bir yokluk ya da hiçlik duygusuymuş gibi dış dünyadan bir kalıntı bulamıyoruz; alabildiğine devasal boşluklar var. bu zihinsel evrendeki boşluklar kâinattaki boşluğa da benziyor; yok olduğunu düşündüğümüz kavramlar sanki birer karadelik; varlıklarını kabul ettiğimiz yokluklar gibiler. onları yok ilan ettiğimizde soğurdukları diğer kavramlar olabiliyor. insan yok olduğunu kabul ettiği bir kavram üzerine çokça düşündüğünde kavramsal hazinelerden bazılarını kaybedebilir. diğer yandan evrende tanımlayamadığımız boşluk da zihin dünyamızdaki kavramlar arasındaki boşluklar gibi. evet, zihnimizde sürekliliği devam ettiren sistemler varken bunların arasındaki o karanlık boyutun ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. duvara yansıtılmış bir filmden fazlası değiliz çünkü. var olmak için verdiğimiz bütün savaş, varlığın, kendi rüyası içinde birlikte örülmüş bir rüya; tüm gerçek tuhaf bir rüya.

    schopenhauer da deneysel dünyada anlamın ya da amacın bulunmadığını ve son kertede bir hiçlik duygusu olduğuna inanmaktaydı; bir tür ölüleştirme, insanın üstüne çullanan özne duygusu; sanki bir cam fanus içerisindesin ve her şey dışta gerçekleşiyor, bizden bağımsız olarak var oluyor -tamamen bir yanılsama dünya; onun tarafından yutulmuş olmamız, onunla ilgili olmamız ve onun yollarına kapılmamız; olmayan bir dünyanın sınırlarından uçuruma düşüyoruz. ne acayip!

    insanın iradesi, kendi varlığına sırtını döndüğünde dünyayı da reddetmiş oluyor; öznelleşmiş bir dünya görünümü, iki boyutlu bir imge hâlinden, derinsizleşmiş veya bilinç işaretiyle sınırlanmış bir evrene dönüşüyor; su, ada, toprak, yeşil, mavi, göze çarpan hiçbir şey kalmıyor; sonsuzca es geçebileceğin, önündeki nesneleri hiçleyen bir bilincin var; tanrısal bir epistemolojiye baş kaldırış var; fani ve gerçekdışı olsan da hiçleşiyorsun.
  • hiçleşmeyi arıyorum. bana sadomazoist fotoğraflar gönderen, bana gerçek bir orospuymuşum gibi davranan tuhaf kişileri arıyorum. boşalmak isteyenleri. öf-ke, sperm, korkular, kaygılar, iç sıkıntıları. ben onlardan çok da farklı değilim. gözlerim kötü elektrikleri çekiyor, kalbim çılgınlık için çarpıyor. belki de, internetin kabloları-nın kıvrımlarında, dolambaçlı yollarında, beni sevmeyi bek-leyen birilerini arıyorum ya da bulmayı umuyorum. bu na-sıl biri olacaksa: kadın, erkek, genç, yaşlı, delikanlı, evli, bekâr, eşcinsel, cinsiyet değiştirmiş... her kimse.

    yatmadan önce 100 fırça darbesi
    melissa panarello
hesabın var mı? giriş yap