• ortadoğu ve islam uzmanlarından bernard lewis'in, islam'ın krizi (the crisis of islam), literatür yayıncılık tarafından türkçeye kazandırıldı. abdullah yılmaz'ın çevirdiği lewis'in kitabında hz. muhammed ve dört halife devrinden bu yana islam'ın tarihi, diğer dinlerle olan ilişkisi ve islam'da 'savaş' kavramı ele alınarak 20. yüzyıl ortadoğu coğrafyasının siyasi, ekonomik ve ideolojik analizi yapılıyor.
    lewis, 2003'ün başında çıkan kitabına "bush ve batılı politikacılar, yürütmekte olduğumuz savaşın terörizme karşı bir savaş olduğunu, arapları ya da genelde ortak düşmanımıza karşı verilen bu mücadelede bize katılmak için duraksamayan müslümanları hedef almadığını anlatmak için büyük çaba harcıyor" sözleriyle başlıyor. giriş bölümünde 11 eylül'le başlayan, irak savaşı'yla başka boyuta taşınan batı'nın islam dünyasıyla kutuplaşmasına değinen yazar, bu süreçte islam dünyasının verdiği tepkileri anlamak için islam tarihinin iyi bilinmesi gerekti-ğinin altını çiziyor. bu nedenle de müslümanların başlıca referans noktalarını açıklığa kavuştururken amerikalıları da cehaletten kurtarmayı amaçlıyor.
    princeton üniversitesi'nde 'yakındoğu çalışmaları' profesörü olan lewis'in eserleri, yirmiden fazla dile çevrildi. lewis, 'ortadoğu: son iki bin yılın kısa tarihi', 'modern türkiye`nin doğuşu' ve 'tarihte araplar' gibi kitaplarıyla da tanınıyor. (radikal'den)
  • bernard lewis imzalı, 2004 basımlı şahane eser.
    esere öncülük eden makale, 2001 kasım'ında the new yorker'da "islam'ın krizi: kutsal savaş (cihad) ve kutsal olmayan terör" ismiyle yayınlanmış. tam da 9/11 olaylarının üstüne, sıcağı sıcağına.
    bernard lewis'i bilen bilir. şark uzmanı, batının dâhi çocuğu. eserleri batı yanlısından çok amerikan odaklı da olsa, beğensek de beğenmesek de, ideolojimiz çok farklı da olsa, adamın doğru tespitlerini reddedemeyiz. sezar'ın hakkı sezar'a, tanrı'nın hakkı tanrı'ya.

    kitap 2003'te yazılmış, ancak içerdiği örnekler günümüz şartlarına da uyarlanabilir. sonuçta ortadoğu, çok kaygan bir platform. burada kimin ayakta kalıp, kimin ertesi gün halkı tarafından linç edileceğini kestirmek güç. ancak lewis, zamanı aşan tespitleriyle hem geçmişi hem geleceği harmanlayıp muazzam bir eser ortaya koymuş. giderilmesi gereken sorunları işaret etmiş, ve bunu olabildiğince yalın anlatmış. benim gibi siyaset bilimine uzak birini bile kısa sürede kendine bağlayan bir anlatımı var.

    eksikleri yok mu, elbette var. üst satırlarda söylediğim gibi, amerikan politikası odaklı, gerçekleri biraz manipüle edip süsleme, batıyı haklı çıkarma çabası da yok değil. ancak gerçeklerin ve yalın anlatımın arasında eriyip kendini neredeyse hiç hissettirmiyor.

    e malum, içinde bulunduğumuz günler oldukça sıkıntılı. amerika suriye'ye meydan okuyor, önümüzdeki hafta delegeler "limitli" saldırıyı oylayacak. önümüzdeki dönem, ortadoğu'ya bir amerikan baskını daha olmamasını umarak geçecek. işte islam'ın krizi tam da bu konulardan bahsetmekte. islam'ın öncesi ve başlangıcından, batıyla ilk ilişkilere, amerika'nın keşfinden, arapların amerika'ya bakışına her şeyi detaylıca masaya yatırmış lewis.

    kitaptan dikkatimi çeken birkaç bölümü alıntılayacağım. özellikle türkiye ve osmanlı üzerine yaptığı tespitler üzerinde düşünmeye değer.

    1923 türk-yunan mübadelesi hakkında, bizlere tarih kitaplarında anlatılan şeylerin iç yüzünden bahsediyor lewis. aslında lozan'daki anlaşmanın, yunanistan'daki türkleri türkiye'ye, türkiye'deki yunanları yunanistan'a göç ettirmenin ötesinde, bir kimlik korunması olduğunu söylüyor. bu yeni bir bilgi değil, aynı konu üzerine 2006 ve 2008 tarihli iki adet detaylı üniversite yayını mevcut ülkemizde, bağlantıları ilgililerle mesaj yoluyla paylaşabilirim.

    temel protokolde, "türkiye'de yaşayan yunan ortodoks dinine bağlı türk uyruklular" ile "yunanistan'da yaşayan müslüman yunan uyruklu" vatandaşlar değişime tabi tutuluyor.

    lewis'in tespiti gerçekten hoş:

    "böylelikle, protokol yalnız iki tür kimliği tanır; biri bir devletin uyruğu, diğeri bir dine bağlı olma durumu. protokol ne etnik ne dinsel kimliğe gönderme yapar.
    fiili mübadele, bu belgeyi imzalayan tarafların niyetlerini doğru bir biçimde açığa vurmakta.
    ...
    batılı bir gözlemci pekâlâ şu sonuca varabilir: türk ve yunan hükümetlerinin anlaştığı ve hayata geçirdiği şey bir mübadele ve türk-yunan milli azınlıklarının yeniden vatandaşlığa kabulü değil, çift taraflı bir sürgündü. müslüman yunanlılar türkiye'ye, hıristiyan türkler yunanistan'a sürgüne yollanmıştı. çok yakın tarihlere kadar, biri avrupa birliği üyesi, diğeri de üyeliğe aday olan bu iki ülkenin de vatandaşına verdiği kimlik kartında 'din hanesi' bulunmaktadır."

    islam'la ilgili genel çıkarımları tamamen halkanın dışından bakan gözlemci bir göz olmasına rağmen gerçekçidir.

    parantez içlerine kendi yorumlarımı katarak yazarın sözlerini şöyle aktarayım:
    "islam dünyanın büyük dinlerinden biridir. islam ölü ve yoksul ruhlara hayat ve anlam vermiştir. farklı ırklardan insanlara kardeşçe yaşamayı, farklı inanıştan halklara hoşgörü içinde yan yana yaşamayı öğretmiştir. (cihad görüşüne rağmen tarihte bunun örneklerini görmek mümkün)
    islam, eserleriyle bütün dünyayı zenginleştiren büyük medeniyetlerin esin kaynağı olmuştur; bu medeniyetlerde müslüman olmayanlar yaratıcı ve faydalı yaşamlar sürmüştür. (endülüs emevi ve osmanlı hükümranlıkları)
    ama islam, diğer öteki dinler gibi, takipçilerinin bazılarının yüreğine nefret ve şiddet doldurduğu dönemleri de yaşamıştır.
    ...
    bu nefret sık sık belli çıkarlara, eylemlere, politikalara ve hatta ülkelere düşmanlık düzeyini aşıp genelde batı medeniyetinin reddi halini alabiliyor; bu noktaya, batının "ne yaptığından" çok "ne olduğuna", uyguladığı ve savunduğu ilke ve değerlere bakılarak geliniyor. söz konusu değerler ve ilkeler baştan kötü olarak, onları destekleyen ve kabul edenler de "allah'ın düşmanları" olarak görülüyor."

    belki de tam bu noktayı, lewis'in es geçtiği bir örnekle destekleyebiliriz. ya da daha şark gözüyle tekrar yorumlayabiliriz.

    mezhep savaşları'nı bilen bilir. katolikler, kendi davalarında haklı olduklarını, ve yanlarında tanrı'nın olduğunu iddia ediyordu. eğer tanrı'nın tarafında değilseniz, şeytan'ın tarafındasınızdır. bu acımasız dualist sistemi aslında mezhep savaşlarından da yüzlerce yıl öncesinde edinmişlerdi. 13. yüzyıla dayanan, sapkın olduğu düşünülen hıristiyan mezheplerine karşı haçlı seferleri mevcuttur. katar'lara karşı 45 yıl boyunca yapılan ve "yüz binlerce" insanın öldüğü seferler gibi.

    burada önemli olan nokta, islam'ın, allah-şeytan zıtlığını, en azından batı tarzındaki dualist yaklaşımı, hıristiyan katolik kilisesinden edindiğidir.

    kitabın bahsettiği gibi, ruhullah humeyni'nin amerika'yı "büyük şeytan" olarak hedef alması, aslında islam'ın batı'ya karşı aldığı bir cepheden öte, batı'dan ödünç alıp batı'ya karşı kullandığı bir silahtır.

    ki bunun ters örnekleri de mevcut. bakınız, oğul bush 2002'de yaptığı kongre konuşmasında genelde doğu toplumlarını, özelde ırak'ı hedef alarak: "evil is real, and it must be opposed." diyor ve tanrı'nın bu savaşta yanlarında olduğundan bahsediyor.

    sözün özü; okuyun, okutun, üzerinde düşünüp tartın.

    dipçik not: george w. bush'un konuşması tam olarak şöyleydi: bakınız
  • bu kitap, bernard lewis'in çeşitli dergi ve gazetelerde yazdığı makalelerden oluşmaktadır. saygı değer tarihçi bernard lewis terörizmin islam'da yeri olmadığını açıklaması, gayet tutarlı bir açıklamayken, abd ile ilgili konularda çok fazla taraf tutması gözden kaçmıyor, gerçi kendisi de amerikalı. bu da "tarih objektif yazılabilir mi?" sorunu gündeme getiriyor. bunun dışında, terörizmin kaynaklarını ve metotlarını güzel bir şekilde açıklıyor. bazen islami olaylarda, olayları hadis ve ayetler yönünden açıklaması gayet hoş ve tutarlı. kesinlikle okunması gereken bir eser.
hesabın var mı? giriş yap