• tartışması derhal yapılmalıdır, yapıldıkça da büyümelidir. ben de yavaştan anlatmaya başlayayım, yok-nolamaz-nayır diyenlere nasıl da 'var' olduğunu göstereyim istiyorum.

    ilk önce kadın-erkek arasındaki eşitsizliğin "biyolojik değil kültürel" bir inşaya tabi olduğunu söyleyerek, bugün seküler feminist anlayışın mihenk taşı olan argümanlardan birini sahiplenirken, yine bir başka anti-islamcı seküler feminist grubun argümanlarını onların kendi silahlarıyla çürütürler. kadınların kendi yaşamları hakkında söz sahibi olma hakkının, yüzyıllarca erk'lerce geliştirilmiş ve uygulana uygulana kanıksanan tahakkümkar "islam kültürüne" karşı yine müslüman kadınların mücadelesiyle elde edilebileceğine inanırlar.

    belki de en ciddi argümanlarından birisi bugün seküler feminist algının cinsiyetçi ve erkek egemen yorumlarıyla kadınları yok sayan islamcı anlayışın, islamın "tek yorumu" olarak kabul edilmesinin, müslüman kadınların evrensel kadın mücadelesinden dışlanması manasına geleceğini, bunun yerine "inanan müslüman" kadınların da, kendi öz mücadeleleriyle hayatları için mücadele verebileceğinin bilinmesi gerektiğine dair geliştirdikleri söylemdir.

    judith butler'ın müslüman bir ülkede yaptığı konferanstan aklımda kalan en ciddi söylemlerinden biri, müslüman kadınların korunması gereken zavallı insanlar olduğu üzerine yaratılan sinik-korumacı batı merkeziyetçi teorilerin dünyadaki feminist müslüman kadın hareketlerinin toptan yok sayılması manasına geldiğini söylemesiydi.

    o zaman şöyle bir soru mu çıkıyor ortaya; kadının dayatılmış evrensel kültür anlayışı hasebiyle ezildiğini kabul ederek "kadın doğulmaz kadın olunur" söylemini ölesiye savunan ateist feministler, islamın da "iktidar" odaklarınca 'hadisleri yorumlama yoluyla' geliştirilmiş bir kültür olduğunu söylemesine neden karşı çıkıyor? batı merkeziyeçi-mükemmeliyetçi anlayışın aboneleri, müslüman kadınların mücadelelerini nasıl ve ne için bir kalemde feminist haritadan silebiliyor? ve hatta kim oluyor, hangi aydınlanmacı baritondan, neden "tek yorum" anlayışına sahip erkin dilini sahiplenerek iktidarı yeniden üretiyor?

    michel foucault, islam toplumlarının iktidar okumasını yaparken kadın haklarının savunulmasında iki kutup olduğunu söyler; 1-muhafazakar kutup 2- feminist kutup; muhafazakar kutup statükosunu korumak için, kadınlara hali hazırda yorumlanmış islam kültürünün tek doğru olduğunu kabul ettirmek isteyerek kadınları sinikleştirip din adı altında tahakküm altına alarak toplumu yönetmek amacını taşır. burada din, tahakküm uygulamak için kullanılan kültürel bir iktidar aracıdır, sosyal koşullanmanın olmazsa olmazıdır. feminist kutup ise, kuran'ın ve hadislerin her bireyin kendisinin yorumlaması gerektiğini, bu yorumun da kendi içinden yükselmiş "tek bir doğru" yorum çıkarmaya çalışılmadan, onun her bireye özgü olması gerektiğinde ısrar eder. böylece kuran'ın tahakkümkar bir iktidar aracından, her bireyin kendi aklıyla vicdan muhasebesi yaparak kullanabileceği bir inanç unsuruna dönüşmesini isterler.

    güncelden örnek verelim; bir islamcı feminist der ki, bir kadın, kuranı okuyup yorumladığında başını kapatması gerektiğini karar verirse, kapanır; başını kapatması gerekmediğine karar verirse de kapanmaz. çok basit değil mi? bununla birlikte de şöyle eklerler; hiç bir erk, bir kadının kafasının açılması ya da kapanması gerektiğine karar veremez, bir kadının kendi aklının üzerinde gördüğü "mevcut iktidarın yorumunu" kullanarak onu zorla kapatamaz veya bir kadının yerine vicdan muhasebesi yaparak onun kafasını zorla açmaya çabalayamaz. çünkü başta da söylediğimiz gibi éislam'ın bireyin kendisinden başka geçerli hiçbir 'tek yorumu' yoktur, olamaz." derler.

    o zaman konu şu son cümleye mi bağlanıyor; "islamın özgürleşmesi için kadının özgürlüğü ön-şarttır ve bunu sağlayacak olanlar da müslüman-ateist kadınların öz mücadelesinden başka bir şey değildir."

    oldu bence.
  • (bkz: oksimoron)

    gerci demokrasi ile islamci fasizm nasil birbiriyle uyumlu gosterilebiliyorsa, bunu da beklerim. bu ulkede mantik hatasindan bol ne var.
  • cevabı kolayca "evet", "'islami feminizm olabilir" diye verilemez gibi geliyor bana. bir kere feminizm ile ne anlaşıldığı, feminist hareket/mücadelenin hedeflerinin (toplumsal cinsiyet rollerinin ve ilişkilerinin eşitliği, denkliği, dönüştürülmesi, veya hepsi birden?) ne olduğu, hangi bağlamda konuşulduğu ve hangi koşullardan bahsettiğimizi göz önünde tutmak gerekiyor.

    örneğin islami feminizm dendiğinde verilen bakınızlardaki ortadoğulu isimler bugün türkiye'de (beğeniriz beğenmeyiz) kazanılmış/edinilmiş/hediye alınmış/üstüne yatılmış (artık her ne derseniz) hakların mücadelesini vermek durumunda. islam coğrafyasında kadın hakları mücadelesi olarak tanımayabiliriz bu hareketleri; isimler de genelde bu çabaların öne çıkan figürleri. dolayısıyla ortadoğu ve türkiye'de sürüdürülen islami kadın hareketlerini aynı tabanda yükselen, ortak bir paydada buluşan dönüşüm/eşitlik mücadeleleri olarak okuyabilir miyiz emin değilim.

    benzer bir biçimde, osmanlı'da hak hukuk söylemi içine giren kadınları da islami feminist olarak nitelendirmek de doğru olmaz gibime geliyor. bu kadınların müslüman kimlikleri onların kadınlıklarının önüne geçmemekteydi ki. müslüman/kürt/rum/yahudi olarak tanımlanmak o dönemin toplumsal düzeninin getirdiği bir şey. (analizlerde tarihsel perspektifi gözden kaçırmamak gerek sanki) hal böyleyken, o zamanın ilerici/radikal/marjinal olarak tanımlanabilecek kadınlarını bugünden bakarak islami feminist olarak adlandırmak veya bugün kendilerini muhafazakar olarak tanımlayan kadınlarla aynı kategori içine almak analitik olarak mümkün mü?

    bugün türkiye'de muhafazakar kadın hareketinin temel gündemi başörtüsü ile üniversitede eğitim ve kamuda çalışma hakkı. (aslında mesela kimi liselerde de facto bir yasak yok çünkü imam hatip liselerinde 18 yaş altında kızlar başörtülü eğitim alıyorlar). ve burda verilen mücadele kadın/erkek eşitliğine dair bir mücadele değil. ya da şöyle diyelim, temel dinamiği müslüman kimliğin tanınması. dayandığı argüman inancın kamusal alana çıkış özgürlüğü, dini kimliğin kamusal alanda temsiliyet ve deneyimlenmesi hakkı. dinin tartışılması veya dönüştürülmesi hakkı değil. dinin gereklerini bırakın tartışmayı, başörtüsü gibi biçimsel bir boyutu olan mevzuuda dahi tartışma olamıyor. yani mesela, başörtüsü değil de şapka takarsak girebilir miyiz (nitekim giriyoruz da) biz bu üniversitelere demiyor muhafazakar kadınlar. onlarda da pazarlığa, uzlaşmaya açık bir tavır yok, ki bu kimi yaklaşımlara göre siyaseti imkansız kılan bir tutum.

    (kısa bir not: türkiye'de, muhafazakar kadınlara feministlerin desteği insan hakları ve genel eşitlik temelinden çıkmak durumunda. bu destek, kadınlar arası -başörtülü vs. başörtüsüz-, islami/muhafazakar kadınlar ve erkekler arasındaki ayrımcılığa karşı olma ile gerekçelendirilebiliyor. ama başörtüsünün patriyarka içindeki rolü feministler için bir açmaz; susmak, durmak zorunda kaldıkları bir nokta. başörtüsüne desteği verdik tamam. ilkokulda başörtüsü tartışmasında ne yapılacak? türk feministleri ne diyecek, muhafazakar kadınların tavrı ne olacak? bu soruların cevabı o kadar da kolay verilmiyor.)

    islami feminizmin imkanlılığı konusuna dönersek, buna cevabı, mesela, çok büyük bir samimiyetle ve içerden biri olarak bakan bir isme, hidayet şefkatli tuksal'a (bkz: hidayet şefkatli tuksal/@ebucan) bakarak düşünebiliriz. tuksal kuran'da kadın erkek eşitliği meselesini doktora tez konusu olarak ele almış. vardığı sonuç ne? hadisler bir tarafa, kuran’da da gerçekten ataerkil bir yaklaşım var. kendisini feminist olarak tanımlamayan ama eşitlikçi eğilimleri/soruları soran müslüman/muhafazakar bir kadının olarak tuksal'ın bu sonuca erişmesi ve sonrasında bununla yüzleşmesi pek mümkün değil. bu durumda bunu yorumlayışı nasıl oluyor? "kuran'ın geldiği dönem göz önüne alındığında ilişkilerin bu şekilde kurgulanmış olması kaçınılmaz." (evrensel, tarih/üstü/dışı olması gereken bir metinden bahsediyoruz.) muhafazakar kadınların karşı karşıya kaldıkları çelişki de bu: patriyarkanın reddinin, ona direnişin varabileceği nokta.

    ha yok mudur, hiçbir şekilde imkan yok mudur? bence, islami feminizm (islam'ı feminizmin önüne koyarsan, feminizmi niteleyen bir şey olarak, sınırlayan bir şey olarak) imkanlılığı olan bir proje/söylem olmayabilir. islam'da feminizm gibi bir şeyden bahsedilebilir, bunun mümkün olup olamayacağından konuşabiliriz. bu da yine bence, islam'da reformu peşinden getirecek bir örgütlenme/bilinçlenme gerektirir. bunun ön koşulu da yine tartışılabilir.

    diğer yandan şöyle provokatif bir argüman da öne sürülebilir. bugün muhafazakar/islamcı kadınların şikayet ettiği ve zulme uğradıklarını iddia ettikleri yasaklar aslında eş zamanlı veya başka alanlarda patriyarkal mekanizmaların işleyişini örten bir işlev de görmektedirler. bir tür erk'in iktidarının zulmünü göler önüne serip "zalim" olarak nitelenmesine imkan tanırken, bir(den fazla) başka grup erkin işleyişini kolaylaştırmaktadırlar. işin hüzünlü kısmı bu erkin kaynağı ise doğası gereği dokunulmaz görünmektedir.
  • türbana karşı tarihi (iştar rahibeleri), bilimsel (fetişizm), siyasi (tapu sorunu-türban korelasyonu/#12713153), ideolojik (siyasi islam) ve dahi bilimum aklı başında savlara kulaklarını tıka, kuran'da emir böyle, islamiyetin kuralı sorgulanmaz, birini uygulayıp diğerini uygulamamak gibi bir keyfilik olmaz diye sadece inanca dayanan argümanlarla sübjektifliğin yanından teğet geç, türbanı liberalleşme, özgürleşme diye tanıt, sonra da, kuran'da miras hukuku, erkeklerin poligami hakkı vs. varken, kadın haklarını da geçtim, feminizm de...

    hangi islam, hangi feminizm?

    nasıl ya?

    azcık tutarlı olun lan.
  • (bkz: gonca kuriş)
  • islami feminizm dendiğinde ister istemez aklıma konca kuriş geliyor. konca kuriş dendiğinde ise.... neyse, kurcalamayalım!

    ama eskilerden, çoook eskilerden, belki de "tarih öncesinden" bi ahval yüze soğuk su çarpıyor. konca kuriş'in "kaybolmasından" sonra, ahvali anlatan bi yazı var. bakalım:

    " (...) 'muhataplar' yerli yerinde; 'devlet', 'insan hakları savunucuları', 'siyasi partiler', 'sivil toplum örgütleri', 'kadın grupları', 'laik ve islami kesim...'

    (...) yukarıda saydıklarımın ve sayamadıklarımın hemen hepsinin ortak bir özelliği var: üç maymun simgesini kendilerine bayrak edinip, işlerine gelmediği durumlarda hemen bu bayrağı açarak, altında tapınmaları. görmüyorum, duymuyorum, konuşmuyorum!

    bazen birinin görmediği, duymadığı, konuşmadığı durumlarda diğeri bayrağı saklayıp, sanki öyle değilmiş gibi davranarak avaz avaz görüyor, duyuyor, konuşuyor.

    konca kuriş'in ortadan kaybolmasıyla birlikte, bütün muhataplar aynı anda bayrakları çıkardılar. belki de ilk defa bu konuda bir konsensüs sağlandı ve ülkede topyekun görmüyorum, duymuyorum, konuşmuyorum sendromu baş gösterdi!

    ne 'devlet', ne 'insan hakları savunucuları', ne 'siyasi partiler', ne 'sivil toplum örgütleri', ne 'kadın grupları', ne 'laik ve islami kesim', ne 'medyada tıs yok! anlaşılan her biri kendi cephesinden, konca kuriş'in ortadan kaybolmasının iyi bir şey olduğu sonucuna vardı. çünkü konca kuriş görüyor, duyuyor ve konuşuyordu!"[1]

    evet. bu kadar. şimdi kendi politikamızın sığ sularında oynayabiliriz.

    [1] emine başa, "konca kuriş ve üç maymun...", radikal, 10 ekim 1998
    http://www.radikal.com.tr/…8/10/10/yorum/01kon.html
  • islamdaki feminizm aşşağıdaki hadis kadardır:

    eğer bir kimseye, başka birine secde etmesini emredecek olsaydım, mutlaka kadının kocasına secde etmesini emrederdim. muhammed’in nefs-i yed’i kudretinde olana yemin olsun ki, kadın kocasının bütün haklarını vermedikçe, rabbının hakkını vermiş sayılmaz. kocası kadını ile cinsi münasebet kurmak isterse, o devenin sırtında dahi olsa onun arzusunu yerine getirmelidir. [ramuz’ul ehadis, hadis no: 4434; sünen-i ibn-i mace, cild-5 hadis no: 1853; imam-ı şa’ranî (el uhudul kübra ) sayfa 404]

    uyarı üzerine edit: ayet yazmışım fakat hadismiş. (alıntı yaptığım metindekinide görmemişim).
hesabın var mı? giriş yap