*

  • refik halit karay'ın romanından(1956) safa önal'ın sinemaya uyarladığı (1969) hikaye, ayhan ışık, kır düşmüş saçları ile uludağ'da lüks otellerin kayak pistlerinin güzergahındaki minik kulübesinde inzivaya çekilmiş karlı dağ, filiz akın da dağı yalaza kesen ateş rolünde karşımıza çıkmaktadır. aynı adlı bir şarkısı da vardır. ama kim terennüm etmektedir bilinmez.
  • ağır temposu ve ortamın beyzlığı ile seyredeni eğer buna niyeti varsa içine çekebilen muhteşem bir hikaye.. filiz akın filiz akın'ı, ayhan ışık ise ayhan ışık'ı oynar sanki..
  • filmin yillarca aranip bulunamayan "karli dagdaki atesim" sarkisi, ertan anapa tarafından seslendirilmis ve hatta 1971 yilinda 45'lik olarak piyasaya surulmustur...

    "seneler geçse de
    hiçbir şey söndüremez bu ateşi
    bilsen her zaman her yerde
    artık sen inan ki sevgilim sen varsın
    şüphe etme sevgimden kurtul dertlerden
    tövbe etmiştim herşeye
    yavrucuğum senden önce
    nasıl yaşadım aşkından habersizce
    karlı dağdaki ateşim"
  • can sıkıntısından geberen bünyeye hayat veren filmler arasında yer alan bu sinema örneği, simge yüklü anlatımı, birbiriyle uyumlu oyuncuları, hayrete düşüren mizah öğesi ve düşmeyen temposu (!) ile türk sinemasının sözkonusu dönemini yeniden değerlendirmek gerektiğini düşündürüyor. ilerleyen satırlarda spoilerdan sakınmayı hiç başaramayacağım:

    --- spoiler ---

    yüksek tahsilli kızımız filiz akın (o kadar filiz akın ki filmdeki ismini hatırlayamıyorum) kendisi gibi yüksek tahsilli, mavi gözlü, ama sanki yapıştırma bıyıklı müstakbel nişanlısı ile bir (ulu)dağlı olarak tasvir edilen, arzuları şelale olmuş esasen şehirli bir adam (yusuf, onu hatırlamamak elde mi) arasında kalır. kalbi ve aklı arasında kalan bir genç kız olarak eve döndüğünde yüksek tahsilli bir kız olarak babası tarafından mavi gözlü ama eğreti bıyıklı (ya da bana öyle geldi) müstakbel nişanlısı ile evlenmesine karar verildiğini öğrenerek yıkılır (burada yüksek tahsilin önemini görüyoruz). çünkü aslında aklı yusuftadır. geceleri, gündüz rüyaları görmekte, yusuf "nevet, senin için geldim" demekte, ama filiz akın "ama ben senin ollmayacağım" diyerek gerçek bir hanımefendi olduğunu kanıtlamaktadır. bir zaman sonra yusuf gerçekten gelir, üstelik filiz akın'ın onu tam da hayal etmiş olduğu gibi, devetüyü renkli kabanıyla. oysaki dağdaki karşılaşmalarında "ncemiyetğe karnım tokh!" ya da "sadece seçtiklerimle konuşurum" diyen büyüleyici sesiyle yusuf, tutkularına gem vurmadan yaşamayı seviyordu ve şehirden ve şehirli kadınlardan uzak dururdu. ancak işler filiz akın'ı ve karlar kraliçesi gibi duruşunu görmesiyle değişmeye başladı. kulübesindeki aşığı karlar üstünde iç çamaşırlarıyla yusuf'u karşılayan bir femme fatale iken yusuf ona "bir şeyler biter, başka bir şeyler başlar" diyerek kendinden bir hatıra veriyor (20-25 cm uzunlukta, 4-5 cm civarı yarıçapta bir odun parçası) ve filiz akın'ın peşinden gitmeye karar veriyordu. (femme fatale'ın odun parçasını alınca ne kadar sevindiğini anlatmak sözcüklerle mümkün olan bir şey değildir ve bakar mısınız buradaki sanata, göndermelere, karlarla üstü örtük mecazlara)

    aklı ile kalbi arasında kalan filiz akın hanım kızımız, toplum ve içgüdüleri, medeniyet ya da kurallar ve arzular arasındaki uçurum bu kadar mı güzel anlatılır kardeşim diyerek izlemeye doyulmayan bir oyunculuk sergiliyor. yusuf ona adeta emrediyor: "benğimle geleceksinn, berağber dağda yaşayacağız." (hem kaba hem yakışıklı hem de hipnotik)

    türk filmlerinde genel bir kural olan konuştuğu kişiye sırtını dönme olayı burada yerle bir ediliyor; defalarca o put -günümüzdeki çağrışımıyla android- gibi duran sırtı dönük oyuncu iki yanından tutularak öyle bir fır döndürülüyor ki, filmde neredeyse bütün yüzleşme sahneleri 180 derece dön(dürül)en bir oyuncuyu içeriyor.

    bazen, duygusal sahnelerde filmden kopuyor, sanki başka bir filmin araya karışan kısmını izliyormuşuz gibi: "bak bana, ben evlenemedim... her erkekte bir kusur buldum.. şimdi... şimdi yalnız kaldım..." diyerek gözleri dolan tonton hala filmi bir an için durduruyor sanki. fakat hemen ardından "amaseninmutlolmançinerşeyapacağm" diye hızlanıyor ve seyirci "anam noldu şimdi" diyerek uykusundan uyanıyor ve en az bir godard filmindeki kadar irkiliyor (tek irkilen ben miyim).

    bazen de filiz akın öyle bir duruyor ki, dönemin holivut filmlerindeki gibi bir müzikal sahne başlayacak ve "loooovinnn youuuu..." diyerek şakımaya başlıyacak diyoruz, kendimizi hazırlıyoruz. ama öyle olmuyor, sahne bitiyor, hop başka yere gidiyoruz.

    "yak bu evi, geçmişinde sadece ben olmak istiyorum" diyen aşıkların dönemin felsefesini ne kadar da güzel yansıttıklarından söz etmeye bile gerek var mı?

    --- spoiler ---

    bu açıdan filmi bir daha düşününce, türk sinemasına gerçek bir katkı değeri taşıdığı gözden kaçmıyor.
  • filiz akın'ın canlandırdığı binnur karakteri yusuf* tarafından 'binnur... ne kadar aydınlık bir isim... avizeler yanmış gibi' şeklinde betimlenmiştir.
  • an itibariyle planet türk'te başlayan film.
hesabın var mı? giriş yap