• laik üretme ve satma işi.
    icracısına 'laikçi' denir.

    mendeburlar sizi be.
  • laisizmin yandan yemişi.
    ülkemizde türban, başörtüsü, kuran kelimelerini duyunca hezeyan geçiren kesimin resmi ideolojisi.
  • laisizmin yandan mandan değil tam 12 den yemiş hali.
  • laik olma durumunun bokunu çıkarma hali.

    (bkz: basortulu oldugu icin konsere alinmamak)

    (bkz: cumhuriyetçi laiklik)

    (bkz: demokratik laiklik)
  • türkçe olmayan ancak türkçe eklere sahip olan sayısız kelimelerden biri.
  • sosyolog nur vergin tarafindan, 90'larin basinda uretilmis bir kelimedir. erbakan'in diline ondan sonra dusmustu.
  • mızıkan olursa muhtıra yayımlanan büyük oyunu.
  • nur vergin' in fransızca laïcité* kelimesini değil, laïcisme kelimesini karşılamak üzere kullandığı kelime.
  • nur vergin'in 1994 yılında türkiye günlüğü dergisinde yayınlanan "din ve devlet ilişkileri: düşüncenin 'bitmeyen senfoni''si" (türkiye günlüğü, s. 29, temmuz-ağustos 1994, sf. 5-23) başlıklı makalesiyle ortaya attığı, o günden bu yana, özellikle muhafazakâr basın içerisinde sahiplenilerek, muhafazakâr olmayan basın içerisinde de kavramsallaştırılması eleştirilerek kullanımı giderek yaygınlaşan kavram.

    ek$i sozluk'te de gerek muhafazakâr basının kullandığı şekliyle, gerek diğer şekliyle kullanımı günden günde yaygınlaşmakta.

    konu hakkındaki tartışmalara temel olması açısından vergin'in makalesinin ilgili bölümünü aktaralım:

    "düşünce tarihinin bir anısı olarak bizlere intikal eden comte'un din-devlet ilişkileri konusundaki fikirlerinin bugün dünyada merkezi bir ilgi alanı teşkil ettiği söylenemez. ama yukarda sunduğum açıklamalar, eminim, pek çoğumuza pek yabancı gelmemiştir. gelmemiştir, çünkü türkiye'de laiklik söyleminin pozitivist varyantına -ki, ben buna laikçilik diyorum- kulak misafirliği edenler dahi bu tür bir mantık yürütmesiyle sık sık karşılaşmışlardır. bu görüşler aslında 1945'de "dinde reform" çağrılarında yer alan ve daha sonra da 1947 cumhuriyet halk partisi kurultayında dile getirilen fikirlerin paralelindedir. bu paralellik öylesinedir ki, bu fikirlerin ilham kaynağının comte ve durkheimgil pozitivizm olduğuna dair zerre kadar şüphe yoktur. çünkü laiklik adına dinde reform yapma arzusunun temelinde, laiklikle pek ilgisi olmayan ama comte'un tasarladığı türden yeni bir din yaratma arayışı vardır. reforma tabi tutulan din de, işte, çağımızın ihtiyaçlarına cevap veren ve türkiye'nin gerçekliğne uygun bir din olacaktır. türk din reformcularının "yeni ve pozitif dinin papa'sı"[1] comte'dan farkı, onun kurduğu din beşeriyete yönelik ve insanlığın tümünü kapsayıcı, evrensel mahiyette iken bizimkilerinkinin, evrensel ilkelerden hareketle gerçi ve fakat "türkiye'ye özel' bir din istidadında olmasıdır. bunun içindir ki zahir, reformcu müteşebbisler bu konudaki meclis konuşmalarında mütemadi bir biçimde 'türk'ün ruhuna' uygun bir dinin gerekliliğini dile getirmişlerdir. devrimci/gerici çekişmesinin hüküm sürdüğü dönemin önde gelen fikir adamlarından t.z. tunaya*, benimsediği anlaşılan dinde reform önerilerini özetlediği önemli kitabında nitekim, şu görüşün de ifadelendirildiğini aktarıyor: 'ibadet yerleri türk'ün geleneine uygun bir tarzda konularak halkevlerinin ibadet yeri, ibadet yerlerinin de halkevine benzer bir şekle dönüştürülmesi'.[2] bu bir kurgulama mıdır? bilmiyorum. ama gerçek şu ki, önerinin '1860 yılından önce tek tam ve mükemmel din olarak pozitivizmi notre-dame katedralinde tebliğ edebileceğimden eminim' diyen pozitivizmin kurucusu comte'un spekülasyonlarından pek farkı yoktur.[3]

    fakat bizim bu çalışma çerçevesinde konumuz açısından önemli olan, tek parti rejiminin ekabirlerinin din kurgularından ziyade bu kurguyu besleyen sözde bilimsel ve bilimci fikir damarlarının onlardan bir kuşak önce teşekkül etmiş olmasıdır. yani, bu fikirlerin türk toplumunda aniden ve kazara ya da belirli bir siyasi konjonktüre bağlı olarak yeşermemiş olması ve belirli bir süreklilik ve kalıcılık göstermesidir. gerçekten de, yukarıda sözünü ettiğim kurultay mebuslarımızın kesin 'sosyolojizm'inin temellerini 1928'de beyana alınan 'dini ıslah beyannamesi'nde aramak yanlış olmayacaktır.[4] dini, 'içtimai bir müessese' olarak değerlendiren beyanname müellifleri onun da 'diğer içtimai müesseseler gibi hayatın zaruretlerine katlanmak, tekamülünün seyrini kavramak mecburiyetinde' olduğunu ileri sürmüşlerdir.[5] demek oluyor ki, bu yeni metodoloji uyarnca, dinin esasları topluma ve siyasete rehber olmayacaktır ve tahayyül edilen yeni din toplumun ve siyasetin gerekleri doğrultusunda, dolayısıyla da sürekli olarak, değişime uğraması mümkün olan bir din olacaktır. toplumsal ihtiyaçlara uygun ve onları karşılayan, adete sipariş edilen bir din. bu, önce gördüğümüz araçsal yaklaşımlardan çok farklı ve onların çok ötesinde olup, raison d'etat anlayışının etik açıdan belki de en problematik[6] vechesini su üstüne çıkaran yeni bir atılımdır ve bu boyutuyla, kanaatimce, dini (yeni dini) siyasete alet etmenin uvertür çalışmalarını teşkil etmektedir. gerçekten de, beyanname, 'yeni türkiye'de din sahasında yeni bir vicdan intibahının' oluşmasını öngörmektedir. yeni toplum, yeni din![7] bu görüşler dizisinden müdevverdir, işte, benim laikçilik olarak nitelendirdiğim ve günümüze kadar uzanarak türk toplumunda yaşanan fikir ve vicdan spazmına yol açan düşünce sistemi. çünkü laikçilik, laiklik değildir ve gerçekte laiklik mefhumunun mantığına aykırı olan bir izm'dir.

    bu düşünce sistemi gerilim yaratmaktadır ve hatta dini taassubun aktör olduğu münferit çalışmaların da bir tarafını teşkil etmektedir. bu düşünce sistemi gerilime neden olmaktadır çünkü beyannamecilerin ve kurultaycıların dileklerinin aksine yeni türkiye'de 'yeni vicdan intibahı' gerçekleşmemiş olup, sadece bir avuç yöneticinin, bir zümrenin, kuşaktan kuşağa aktardığı ve resmi zevat ile teşkilatlara mahsus bir söylem olarak ama sahiplerinin önemi nedeniyele de hegemonik vasfını koruyan bir ethos olarak varlığını sürdürmektedir. yukarda sözünü ettiğim kalıcılığının nedenini de muhtemelen bu konumlanmasında aramak gerekir. evet, çünkü vicdanlarda uyanış, öngörülenin aksine, 'ben müslümanım' diyenlerin nezdinde laikçiliğin reddiyesi yönünde meydana gelmiştir. [8] dini ıslah etmek, değiştirmek, uyarlamak isteyenler bunu başaramayınca bu sefer dinin bir iptidailik kalıntısı olduğu görüşünü ileri sürmekte yetinmek zorunda kalmışlardır. nitekim, bu tespit doğrultusunda çalışmalar yapan türkiye'nin ileri gelen bir sosyoloğu da 1989 yılında yayınladığı bir eserinde söze şöyle başlıyor: "uygar toplumlarda din güncelliğini yitirmiş olduğu halde bizde neden sürekli olarak sosyal ve politik hayatımızda etkisini sürdürüyor?".[9] bu cümlede 'uygar' olan toplumlara dair yapılan gözlemin doğruluğunu tartışmak ve cümleyi kısım kısım şerhetmek amacımı aştığından, konumuz itibariyle önemli olan uygarlık eşittir dinin güncelliğini yitirmesi ile dinin türkiye'deki etkisi eşittir türkiye'nin uygar olmayışı arasında kurulan mantıki bağa işaret etmenin yeterli olduğunu düşünüyorum. ama bu cümlenin içerdiği serzeniş ve fikir önemlidir zira laikçi olarak nitelendirdiğim tutumun prototipidir. bu cümle laikçi tutumu özetlediği gibi şu hususlarda da kaçınılmaz olarak tenbihte bunuluyor: din güncel değildir, güncel olmaması uygarlığın gereğidir, geri olmanın hem nedeni hem sonucudur ve bundan hemen kaçınmamız aklın icabıdır. ilginçtir ki, bu tür bir argümantasyon türkiye'de laiklik adına yapılagelmiştir ve yapılmaktadır. bu argümantasyonun laikliğe mündemiç oladuğu zannedilmektedir. oysa ki, biraz sonra göreceğimiz gibi, bu mantık yürütmede laikliğin kavramsal alanının ne fikri ne de tarihi temelleri mevcuttur.[10] dahası, bu düşünce sisteminde laikliğin temellendiği ve onun adeta esbabı mucibesi olan din olgusu ve buna bağlı olarak, din olgusunu tanıma ve ona saygı besleme de yoktur. olan, dini, bilim (ve, tabii, normatiflikten ibaret bir uygarlık anlayışı) adına aforoz etmek, toplum (ve siyaset) hayatının dışına geri püskürtmektir.[11] bu, toplumu ve otoriteyi tümüyle 'tanrısızlaştırmayı' gaye edinin, laiklikten sapma bir düşünce sistemidir ve adı laikçiliktir.[12]

    lenin'in bir metaforuna gönderme yapmak gerekirse, goşizm komünizmin karşısında ne idiyse, laikçilik de laikliğin karşısında aynı türden bir bozulmanın, bir patolojinin belirtisi: laikçilik, laikliğin 'çocukluk hastalığı'. sık sık nükseden, kronikleşen ve anavatanı hiç şüphe yok ki fransa olan bir rahatsızlık. türkiye'nin az önce anlatmaya çalıştığım sıkıntısına kaynak teşkil eden ve bunca laik toplum düzenlerinin mevcut olduğu dünyadabir sosyal barış yöntemi olan laikliği, tolerans fikri ile örülmüş bir weltanshauung olarak toplumlara nüfuz eden laikliği, bizatihi ulaşılması zorunlu bir siyasi-ideolojik bir hedef haline dönüştüren fransa. d. martin, çeşitli laiklik modellerini anlattığı kitabında fransa'nın bu konudaki özgüllüğüne işaret ederken fransız modelinin din kurumlarına, yani kilselere karşı bir tutum izlemenin yanı sıra ve aynı zamanda inancın da erozyono uğratılması fikrine dayandığını belirtiyor.[13] din ve devlet işlerinin ayrılması prensibinin yanı sıra zaman zaman ve belirli siyasi-tarihi konjonktürde inançlarla verdiği mücadeleden ötürdür ki, fransız modelini laik olarak değerlendirmek bence mümkün görünmüyor. fransa laikçi bir anlayışa sahiptir ve 'cumhuriyetin değerleri' arasında korumak istediği laiklik, sadece taassubu değil, gerçekte dini hedef almaktadır. zira kimse fransa'da din devletini savunmamakta ama bir çok fransız sahip olduğu dini inancın değerlerinin yaygınlık kazanmasını ve mesela okullarda hüviyet kazanmasını istemektedir. bu talebin laikliği zedeleyici bir yönü yoktur ve muhtemel bir siyasi sonucu da olmayacaktır. ama yine de, kimsenin günümüzde dinselleştirilmiş bir siyasi yapı savunmamasına rağmen laikçi fransa laik fransa'ya karşu bunu da 'cumhuriyet değerlerinden' dönüş, yani irtica olarak kabul etmekte ve laiklik adına, laikliği korumak gayesiyle şiddetle karşı çıkmaktadır. fransa'nın laiklik ve laikçilik arasında bir ikiliğe ve laikliğin temel çıkış noktası olan barış ve toplumsl bütünleşme gayesnin tam tersine kutuplaşmacı ve çatışmacı bir ortama sahne olduğu bilinen bir gerçektir.[14] her ne kadar fransa'da 1789 idealleri ile aydınlanma rasyonalizminin toplum dokusuna nüfuz etmesiyle birlikte artık 3. cumhuriyet döneminin laikçi doktrinine gerek kalmadığı ve 3. cumhuriyet ideolojisinin bertaraf edldiği söyleniyor ve kısmen de gözlemleniyorsa da, fransız laikçiliğinin maziye ait bir husus olduğu da ileri sürülemez. söz konusu 3. cumhuriyet ideolojisi devletin din alanında tarafsızlığını çok sarih bir biçimde vazediyordu. ne var ki, ulus-devlet fikriyatına uygun olan bu yaklaşım belirgin olan sadeliğinin yanı sıra devletin tarafsızlık ilkesini zımnen ve bilfiil ortadan kaldırmaya matuf siyasi ve ideolojik husular da içermiyor değildi. inançlar karşısında tarafsız olan, olması gereken, laik devlet, laikçi sapmalardan da geri kalmıyor ve kalamazdı. bu konuda fransız milli eğitimine damgasını vuran 3. cumhuriyetin ünlü bakan j. ferry gerçek saikini zaten gizlememişti. evet, 'din konusunda tarafsızlık vaad ettik. ama felsefe ve siyaset konusunda böyle bir sözümüz yoktur.' diyordu bu üstad eğitimci.[15] oysa ki, laikliğin fonksiyonu 3. cumhuriyet ideologlarının önerdiği gibi rasyonalist ideolojiyi dayatmak değil, kendini felsefe ve resmi ideoloji kılmak değil, tam tersine, bütün felsefe ve düşünce sistemlerinin çoğulculuk içinde özgürlüğünü inkişafını sağlamak. çünkü laikliğin temellendiği ve temellenebileceği tek felsefe özgürlüğün ve insan haysiyetinin bir gereği olarak çoğulluğun tanınması ve çoğulluğun toplumları ve beşeriyetin karşısına dikilen bir engel veya pürüz olarak değil, bir 'veri' ama olumlu bir veri olarak benimsenmesi felsefesidir. buna rağman gerçek şudur ki, 3. cumhuriyet ideologlarının ve ferry'nin yularda zikrettiğim tavrıdır, işte, devletin din karşısında tarafsız ve hatta bigene tutumunun (laicité-laiklik) ona musallat olan militan bir anlayışın (laicisme-laikçilik) boyunduruğu altına girmesi yol açan ve fransız cumhuriyet geleneğinin ethos'unu belirleyen, pozitivizimden mülhem bu düşünce sistemi, diğer yandan, fransız intelligentsia'sının da marksist ya da marksgil ideolojinin eti alanına girmesiyle birlikte, cumhuriyet devletinin resmi tutumunu teşkil etmiyorsa da, bu ülkenin entelektüel evrelerinde hegemonik olmayı başardı. bunun içindir ki, zahir bugün, mahcubiyet gereği olsa gerek, laikçi tutumun 3. cumhuriyet dönemine ait tarigi bir anı olduğu ileri sürülmekle beraber laikçilik fransa'da etkinliğini muhafaza edebildi ve ediyor, çünkü bir fransız bilim adamının dediği gibi, bu 'su canavarı sık sık hortluyor.'[16] nitekim, katoliklerle laikçiler arasında cereyan eden 1980'lerin çalkantılı 'özgür okul' tartışmaları ve göçmen ailelerin günümüze kadar uzanan başörtüsü sorunları da gösterdi ve gösteriyor ki, fransa hala laiklik ile laikçilik arasında ateşli kavgalara ve bölünmelere sahne olabiliyor. ve siyasi hayatta resmi ve hukuki üstünlüğünü yitirmiş olmasına rağmen 3. cumhuriyet tipi bir ideoloji olan laikçilik, önemli seçenekler karşısında su üstüne çıkıyor ve kavgaya taraf olarak katılmak suretiyle hayatiyetini koruduğunu kanıtlıyor. ilginçtir ki, birleştiriciliği hedefleyen laiklik, mücadeleciliği şiar edinen laikçiliğe dönüşmek suretiyle çağdaş fransa'da bölünmelere yol açabiliyor. laiklik, toplumsal bölünmeye yol açması nedeniyle kiliseleri hedef alırken, laikçilik kiliselerin vazettiği doktrini, dini karşısına alıyor ve büyük fransız şairi peguy'nin yüzyılımız başında dediği gibi, amaçladığı adeta 'tanrıtanımazlığı devlet metafiziği statüsüne terfi ettirmek' oluyor.

    evet, fransa'da laikçiliğe bürünen laiklik, yeryüzünün efsunu bozuldu*disenchanment diyen weber'in tespitini adete tescil etmek ve tanrılı bir dünyadan çıkışı hızlandırmak için biçilmiş kaftandı. weber'in işaret ettiği hayatın efsunsuzlaşması sürecine hukuki siyasi çözümleri sağlıyordu. oysa ki, bir sosyo-politik kamu düzeni yönetimi olarak laikliğin fonksiyonu bu değil ve laikliğin mevcut olduğu sistemlerde insan dindar olmaya devam edebiir, müntesibi olduğu din cemaatine karşı sadakatini özgürlük içinde sürdürebilirdi. türkiye'de sanılanın aksine, laiklik dindarın hem de kamu gücünün güvencesi altında huzurunu sağlamaya matuf bir ilke idi. bu noktaya gelmiş iken biraz duraklamak ve türkiye'de 'laik' kelimesi konusunda ezber hanemize yerleşmiş olan bir iki hususa değinmek istiyorum. türk bilim adamları, düşünürler ve ideologlar çoğunlukla kelimenin etimolojik kökenini belirtmekten hiç usanmazlar. böylelikle, onyullar boyunca laiklik tartışmaları ile çalkalanan türkiye, sanki bu bilgi konumuz itibariyle çok anlamlı ve sorunu halletmeye yardımcı olmakmış gibi sık sık 'laios'un yunanca bir kelime olup, 'halk' alamına geldiği konusunda bilgisini tazeleme fırsatına sahiptir. türkiye, 'laik' kelimesinin 'ruhban sınıfına' mensup olmamak anlamına geldiği hususunda da bilgilendirilir (ve herhalde bu bilgileri çok aydınlatıcı bulur!). ama türkiye, kelimenin zaman içerisinde semantik kaymaya uğrayarak, esas olarak, dinle ve din kurumuyla alakası olmayan sistem veya kişi anlamına geldiğini de görür. bunu böyle görür çünkü mesele ona böyle takdim edilir. kelimenin geçmişini anlatırken kimse ona hıristiyanlık dünyasında laik kişinin kilise görevlisi olmayan ve fakat mümin ve dindar bir hıristiyan olduğunu söylemez.[17] türkiye'yi 'devlet mi laik olur, kişiler mi laik olur?' şeklinde süregelen sağırlar diyaloğuna ve anlaşmazlıklara sürükleyen işte, bu fuzuli, boş ve türkiye'nin yaşadığı sorun açısından yersiz bilgilendirmelerdir. oysa ki, türkiye'nin sorunu kelimenin etimolojisi ile ilgili değildir. kelimenin türkçe olmayıp, yabancı kökenli olup olmaması da değildir. türkiye'nin sorunu, laik bir sosyo-politik istem içerisinde dinin ve dindar kişinin laiklik ile ilişkisinin niteliği sorunudur. laik sistem içerisinde dinin ve dindar kişinin toplumsal ve siyasal konumlandırılması, yani statü sorunudur. hadiseyi bu şekilde teşhis ettikten sonra bir kez daha diyebiliriz ki, türkiye'nin bilmesi gereken ve merak ettiği, âhir zaman içinde laik kelimesinin başından geçen semantik serüven değil, bu mefhum ve kelimenin bir sosyo-politik sisteme izafe edilmek için ne zaman, hangi nedenlerle ortaya çıktığı ve bu bağlamda taşıdığı özgül anlamdır. olaya bu açıdan baktığımızda, türkiye bilmelidir ki, bir kamu düzeni ethos'u olarak laik kelimesi çok yenidir ve yüzyılı pek az sene farkıyla aşan bir ömre sahiptir. nitekim, 3. cumhuriyetin önde gelen eğitimci düşünürlerinden f. buisson, 1887'de yayınladığı ve laik okulun bir çeşit ilmihalini teşkil eden kitabında şöyle diyor: 'bu yeni bir kelimedir..., genel olarak henüz kullanılmamaktadır. yine de ben, bu neolojizmi* zorunlu buluyorum. çünkü başka hiçbir terim bu fikri dolambaçlara kaçmadan bu kadar iyi ifade etmiyor.[18] demek ki, türk laikliğinin menşei, fransa'da kelime de, tıpkı ifade ettiği sistem gibi. '1860'lılar kuşağı' olarak bilinen, çoğu agnostik olan ve j. ferry gibi 'tanrısız ve kralsız bir dünya' düzenlemeyi düşleyen 3. cumhuriyetçilerin eseriymiş.[18] laiklik kelimesinin semantik güzergahının son ve türkiye'yi ilgilendiren durağı budur. çünkü laiklik türkiye'yi bu son anlamıyla etkisi altına almış ve sadece kamu hayatının değil, siyasi hayatının da seyrini tanzim etmiştir: din ve devlet işlerinin ayrılmasını ve din ve vicdan özgürlüğünü sağlayan dinden bağımsız hukuki-siyasi sistem. kelimenin bu anlamına yapılan vurgudur 'cumhuriyet fikrinin' fransa'da ve türkiye'de temelini teşkil eden.[19]"

    [1] son eserlerinden biri olan politique positive adlı kitabında comte kendisini böyle tanımlamaya başlamıştı.
    [2] t. z. tunaya, islamcılık akımı, simavi y., 1991, s.181
    [3] zikreden r. aron, les étapes de la pensé sociologique, gallimard, 1967, s.127
    [4] i. kara, türkiye'de islamcılık düşüncesi, cilt 2, risale y., istanbul, s.497-499
    [5] i. kara, bu tartışmalı beyannamesnin yazarları tarafından da sahiplenilmediğini belirtiyor. bkz, a.g.e., s.499'deki notu
    [6] devletin iktidarını meşrulaştırma formülü olarak karşımıza çıkan raison d'etat kavramı devlatin bekası ve/ya da gücünün arttırılması amacıyla başvuru konusu oluyor. ama bu, devletin de facto yönetme ve baskı kullanma iktidarını raison d'etat gereği toplumda mevcut olan etik ve hukuki normların öiğnenebilrliğini de haklı göstermeye yetmez, yetmiyor. yönetebilirlik, riason d'etat ve meşruiyet ilişkisi için bkz. c. lazzeri ve d. reynie, le pouvoir de la raison d'etat, puf, paris, 1992, 91-134 ve d. seglard, "foucault et le probleme du gouvernement" lazzer ve reynie (yay.), la riason d'etat: politique et rationalité, puf, s.117-140
    [7] m. tunçay, türkiye cumhuriyetinde tek parti yönetiminin kurulması (1923-1931), yurt y., s.208-225. yazarın 'laikliğin ilerlemesi' başlığı altında kaleme aldığı ve değerli bir analiz ihtiva eden bölümde gerçekte laikliğin yerleşmesi ve tatbikat edilmesi anlatılmaktadır.
    [8] bu durum da dini siyasete alet etmenin bu sefer tam karşıt yönden tohumlarının ekilmesine neden olmuştur. günümüzde cereyan ve 'müslümanların partisi' olarak dini tekeline almanın ve siyasi parti-din özdeşleşmesinin fikri arka planında yer alan işte bu tepkilerdir.
    [9] c. tanyol, laiklik ve irtica, altın kitaplar, istanbul, 1989, s.13
    [10] din ve siyasetin kavramal içiçeliğinin analizi için bkz. carl schmitt, théologie politique, gallimard, paris, 1988
    [11] bzk. benim bu konuda mülakatım, türkiye günlüğü, sayı 27, mart-nisan 1994, s.8-10
    [12] m. gauchet, le désenchantement du monde, paris, gillimard, 1985
    [13] d. martin, a general theory of secularization, basic blackwell, oxford, 1978, s.6
    [14] e. poulat, liberté, laicité, la guerre des deux franca et le principe de la modernité, paris, cujas-cerf, 1988
    [15] zikreden j. m. mayeur, "laicité et l'idéa laique au début la troisieme république", le supplément, no.164, 1988, s.40
    [16] g. avanzai, "de l'invalidité de la nation de laicite", a.g.e., s.65
    [17] bu konuda d. hocaoğlu* hoş bir istisna teşkil edenlerden biri, laik kelimesinin anlamlarını anlatırken, laik kişinin eskiden ruhban olmaya hıristiyan demek olduğunu bildirmeyi ihmal etmiyor. bkz "batı tarzı dünyevileşme laiklik ve sekülerlik", türkiye günlüğü, sayı 28, 1994, s.99
    [18] zikreden, g. avanzani, a.g.e., s.64
    [19] g. nicolet l'idé républicaine en franca. essai d'histoire critique, gallimard, paris, 1982

    nur vergin, "din ve devlet ilişkileri: düşüncenin 'bitmeyen senfoni''si", türkiye günlüğü, sayı 29, temmuz ağustos 1994, s.12-15
hesabın var mı? giriş yap