*

  • 1601 yılında, istanbul'da, zındık ve mülhid olduğu gerekçesiyle idam edilen medrese hocası. “alemin sonsuzluğuna ve bu alemde tabiat kanunları üstünde olaylar olamayacağına” inanmakta imiş.
  • bir nevi, osmanlı'nın giordano bruno'su.

    behram kethüda medresesinde müderrisken kıyamet, mahşer, cennet, cehennem gibi kavramların mantıksız şeyler olduğunu söyler ve "bu dünyadan başka bir dünya yoktur, cennet de cehennem de buradadır" der.

    bu düşünceleri üzerine divan-ı hümayun'da yargılanır. kazaskerler, idamdan kurtarmak için sarı abdurrahman efendiyi tövbe ettirmeye çalışır ama o görüşlerinde ısrar eder, geri adım atmaz.

    topkapı sarayında idam edilir.

    anısının önünde saygıyla eğiliyorum.
  • dönemin meclis başkanı (vezir-i azam) tırnakçı hasan paşa'nın nadajlı hakkındaki bilgi talebine adalet bakanı (kazasker) esad efendi şöyle cevap verir:

    "?benim sultanım,
    nadajlı husûsi suâl buyurulmuş. böyle zındık görmedim. haşr ü neşr ve cennet ve cehennem'i ve sevap ve 'ikâbı bi'l-külliyye inkâr idüp "(e-ve leys'ellezî haleka's- semâvâti ve'l-arda bi-kâdir...) nass-ı kerîmine ne dirsin?" didim, "kadirdir ve lâkin vukua gelmez" didi. "bu kârhâneye (dünyaya) zeval ihtimali yokdır, dirsin, (yevme tübeddelü'l-ardu ğayra'l-ardı..., ve's-se-mâvâtü matviyyâtün bi-yemînih...) nusûsına ne dirsin?" didim, "te'vîli ve tevcihi vardır, murâd yine bu neş'ede olan ahvâldir" didi. "(yevme yekûnü'n-nâsü ke'1-ferâşi'l- mebsûs...) ne dimekdir ?" didikde, "(dağlar gibi adamlar âlemde perişan olur) dimekdir" didi. dahî çok nusûs-ı kaviyye ile şübhe-i re-diyyesin izâle ve kabûl-i hakk'a imâle eyledik, mecal olmadı. bu mertebe zındıkdır. kusur aklında, egerçi şübhe yok! fe-emmâ dâire-i teklîfden hâriç olacak kadar mecnûn değildir. zu'mince hayli idâre-i bahs eyledi. mecnûn te'vîl-i nusûsa kadir olamaz. zındıkın ise ba'de'l-ahz tevbesi makbul olmayup bi-lâ te'hîr katli vacip olmağla şer'-i şerîf mûcebince katline hükm'olındı. hazretiniz hâzır olsa(ydı)nız, kendü elinizile katli caiz idi. kendü zu'm-i fâsi-dince dünyâ belâsından halâs oldı. müslimîn dahî elinden ve dîn-i islam dilinden halâs buldı."

    ahmet yaşar ocak, yukarıdaki metni şöyle yorumlar:

    "dikkat edilirse bu metin, nadajlı sarı abdurrahman efendi'nin kur'an-ı kerîm'i, dolayısıyla allah'ı inkâr etmediğini, bu sebeple mülhid sayılamayacağını gösteriyor. o âyetleri yalnız ehl-i sünnet'in anladığı gibi değil, kendi anladığı gibi, tıpkı vaktiyle şeyh bedreddîn'in yorumladığına benzer biçimde, yani materyalist bir bakış açısıyla yorumluyor. dolayısıyla allah'ın varlığını inkâr etmemekle beraber, onun kudretini sınırlamak, islam inançlarının temellerinden biri olan ahiret inancını kabul etmemek, nihayet bu âlemin ezeli ve ebedi olduğuna inandığını göstermiş olmak suretiyle, müslümanlığın dışına çıkmaktadır. zaten allah kavramını inkâr etmediği için olsa gerektir ki, kazasker esad efendi onu mülhid diye değil, zındık olarak nitelemektedir. ayrıca, yine mektuptan anlaşıldığı kadarıyla, esad efendi'yle birlikte rumeli kazaskeri ahîzâde efendi nadajlı'yi iddialarından vazgeçirmek için epeyce uğraşmışlarsa da, bunu başaramamışlardır. hatta onun aklından zoru olduğunu düşünüp canını kurtarma yolunu açmayı düşünmüşler, fakat delilerin böyle teviller yapamayacağı konusundaki itirazlar üzerine bundan vazgeçmek zorunda kalmışlardır. sonunda nadajlı sarı abdurrahman efendi, naîmâ'nın kaydına göre 1011 cumâdalûlâ'sının 10. günü (26 ekim 1602 cumartesi) idama mahkûm edilmiş ve aynı gün divan-ı hümâyun'da boynu vurularak öldürülmüştür."

    ahmet yaşar ocak, osmanlı toplumunda zındıklar ve mülhidler, 15-17.yy.lar, tarih vakfı yurt yayınları, 1999.
  • dine materyalist bakan âlim. onun hikayesini ece ayhan'dan öğrenmek etkiledi beni. tarihe tamamen gercekleriyle bakmak. neyse durum soyle: nadajli dine materyalist baktığı için başına diğer fikirdaslarinin geldiği gelir: şerrî hukuka aykırı laf söylemek. sarı abdurrahman bu suçla mahkemede ebû suud efendinin karşısına çıkarılır ve osmanlı tarihinde ilk defa padişah bir mahkemeye alenen katılır. zira kararı etkilememesi için padişahın duruşmaya katılması yasaktır. bu seferde ise adaletiyle nam salmış kanuni araya bir perde koydurarak mahkemeye katılır. sarı abdurrahman savunmasına başlar. boş bir adam değil. yapılan her suclamayi kur'an ve hadislerden örneklerle def eder. kanuni bakar ki ebû suud da ona hak vermeye fikirlerinden etkilenmeye başlıyor eliyle masaya 3 kez vurur ve kellesini alırlar. onun için "daglar gibi adamlar alemde perişan olurlar."
  • sarı abdurrahmân efendi’ye dair malumatlar ekseriyetle nâimâ tarihine dayanmaktadır. nâimâ’nın kayıtları çerçevesinde nadajlı hadisesi adnan adıvar, hüseyin g. yurdaydın ve ahmet yaşar ocak tarafından ele alınmıştır. ibb atatürk kitaplığındaki bir yazmada “nadazlı menkıbesidür” adlı bir kayıt daha mevcuttur ki son birkaç satırı hariç tutulursa önemli ölçüde nâimâ’yı tekrarlamaktadır.
    ahmet yaşar ocak’ın, hammer’den aktardığına göre sarı abdurrahmân efendi aslen nadasdy soyuna mensup macar mühtedi bir aileye mensuptur. sarı lakabı hem kendinin sarışın olduğuna hem de bu duruma işaret etmektedir. nâimâ kayıtlarına göre sarı abdurrahmân istanbul’da behrâm kethudâ medresesinde hâriç payesi (ilkokul seviyesi) ile müderrislik yapmaktadır. dîvân-ı hümâyûn’da yargılanarak katli hadisesi dışında nadajlı’ya dair tüm bilinenler aslında bunlarla sınırlıdır.
    sarı abdurrahmân efendi’nin dikkatleri üzerinde toplayan kısmı yaşamından ziyade ölümü olmuştur. bu da nadajlı’nın kendi döneminde ilmî açıdan pek de ciddiye alınmadığı şeklinde okunabilir.
    nâimâ’nın garip olarak nitelediği bu vak’a hicrî 1011 (1602)’de gerçekleşmiştir. buna göre nadajlı lakabı ile meşhûr sarı abdurrahmân sene-yi mezbûre cumâde’l-ûlâsının onuncu günü ilhâd ve zendeka töhmeti ile ahz olunup dîvân-ı hümâyûnda anadolu kazaskeri es‘ad efendi ve rûmeli kazaskeri ahîzâde tarafından yargılanıp katline hükm olunmuştur. nadajlı’ya dair bir diğer kayıt her ne kadar temel kaynak durumundaki nâimâ’yı neredeyse satır satır tekrarlasa da ibb atatürk kitaplığındaki bir yazmada karşımıza çıkmaktadır. yazmada nadajlı’nın katli şu şekilde aktarılmıştır:

    "nadazlı menkıbesidür
    hicret-i nebeviyyenün bin on bir târîhinde sultân mehemmed han-ı fâtih-i eğri asrında zuhûr iden vekâyi‘dendür. istanbulda behrâm kethudâ medresesinün hâric pâyesiyle müderrisi olan nadazlı lakabı ile meşhûr abdurrahmân efendi sene-yi mezbûrda mülhid ve zındık töhmetiyile ahz [ile] dîvân-ı hümâyûnda katl olındı. ahîzâde sadr-ı rûmili ve es‘ad efendi sadr-ı anatolı idi. tırnakçı hasan paşa mezbûr es‘ad efendiden mülhid-i mezkûrun bahsinden su’âl eyledükde es‘ad efendinün yazdugı cevâb-nâmesidür.
    benüm sultânum
    nadazlı husûsı su’âl olınmış. böyle zındîk u mülhid görmedüm. haşr u neşr ve cennet ü cehennem ve sevâb u ikâbı ve sırâtı ve mîzânı bi’l-külliyye inkâr idüp “gökleri ve yeri yaratan allah'ın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? elbette yeter. o, hakkıyla yaratandır, hakkıyla bilendir.” yâsîn 81. âyet-i kerîmesine ne dirsin didüm. kâdirdür ve lâkin vukû‘a gelmez didi ve bu kâr-hâne-yi ‘arz [u] semâvâta zevâl yokdur dirsin.
    “gün gelir, yer başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilir. bütün insanlar kabirlerinden kalkıp tek hâkim olan allah'ın huzuruna
    çıkarlar.” ibrâhîm 48.
    “ama onlar, allah'ın kudret ve azametini hakkıyla takdir edemediler, o’na lâyık tazimi göstermediler. halbuki bütün bir dünya kıyamet günü o’nun avucunda, gökler âlemi de bükülmüş olarak elinin içindedir. böyle bir azamet ve hâkimiyet sahibi olan allah, onların uydurdukları ortaklardan yücedir, münezzehtir.” zümer 67.
    nusûsına ne dirsin didüm. te’vîl ü tevcîhi vardur. murâd yine bu neş’ede bu dünyâda olan ahvâldür didi.
    “o gün, insanların ateşin etrafını sarmış pervaneler gibi olduğu, dağların da atılmış renkli yüne dönüştüğü gündür.” kâria 4-5.
    nass-ı şerîfine ne dirsin ne dimekdür dinildükde taglar gibi âdemler âlemde perîşân olurlar dimekdür diyüp dahı bunun emsâli çok nusûs-ı kaviyye ile şübhe-yi reddiyyesin izâle ve kabûl-i hakka imâle kasd eyledükde mecâl olmadı. zındîkdur dâ’ire-yi teklîfden hâric olacak kadar mecnûn degüldür. zu‘mınca hayli irâde bahs eyledi. katline hükm olındı ve katl itdiler. ve’s-selâm. (osman ergin, 832:
    59b-60a)

    nâimâ’da es‘ad efendi’nin tırnakçı hasa paşa’ya yazdığı mektubun son kısımları daha detaylı gözükmektedir:
    bu mertebe zındîkdur. kusûr aklında egerçi şübhe yok. fe-emmâ dâ’ire-yi teklîfden hâric olacak kadar mecnûn degül idi. zu‘mınca haylî idâreyi bahs eyledi. mecnûn te’vîl-i nusûsa kâdir olmaz. zındîkun ise ba‘de’l-ahz tevbesi makbûl olmayup bilâ te’hîr katli vâcib olmagıla şer‘-i şerîf mûcebince katline hükm olındı. hazretinüz hâzır olsanuz kendü elinüz ile katli câ’iz idi. kendü zu‘mı fâsidince dünyâ belâsından halâs oldı. müslimîn dahı elinden ve dîn-i islâm dilinden halâs buldı. (nâimâ: 313-314; ocak, 2013: 286)

    görüldüğü gibi nadajlı’nın katli için iki temel argüman söz konusudur. bunlardan ilki nâimâ’da sunulan anadolu kazaskeri es‘ad efendi’nin mektubudur. buna göre sarı abdurrahmân ölümden sonra yeniden dirilişi, sırat köprüsünü, cennet ve cehennemi inkâr etmekte, âyetleri kendine göre yorumlamaktadır. ocak’ın tespiti üzere nadajlı’nın ayetleri kendi mantığına göre tefsiri onu ehl-i sünnet çizgisinden uzaklaştırıp, tıpkı şeyh bedreddîn gibi, materyalist çizgiye doğru yaklaştırmaktadır. işin tuhaf kısmı genelde zındıklık ve mülhidlik ile suçlananların bu isnâdları reddetmeleri ve kelamlarını şeriata göre tevile çalışmalarına rağmen molla kâbız, hakîm ishâk, lârî mehmed ve nadajlı sarı abdurrahmân gibi ulemâdan bazılarının, bu fikirlerini idama açılan kapıyı bilmelerine rağmen savunmaya devam etmeleridir. mektupta vurgulanan “böyle zındîk u mülhid görmedim.” sözüne bakılacak olursa nadajlı’nın, kendi ölümüne neden olan fikirlerinde ayak diremesi onu yargılayan heyeti de epeyce şaşırtıp dehşete düşürmüş olmalıdır. öyle ki heyet, nadajlı’nın, ayetleri kendine göre tefsiri karşısında onun aklî dengesinin bozuk olabileceğini dahi düşünmek zorunda kalmıştır.
    nâimâ’nın nakl ettiği “es‘ad efendi” mektubuna göre de yargılama esnasında kazaskerler nadajlı’yı iddialarından vazgeçirmek için epeyce uğraşmıştır. bunda muvaffak olamayınca da en azından onun aklî dengesinin yerinde olmadığı hükmüne varıp canını kurtarmaya çalışmışlardır. bu açıdan bakılınca da es‘ad efendi’nin husumete binaen nadajlı’yı katlettirdiği iddiası ispattan uzak gözükmektedir.

    (bkz: mektup nadajlıdır dom)
  • onlar gibi düşünmediğinden ötürü kafir denilerek idam edilmiş alimlerden biri.

    yıllar sonu gök yeleli bir bozkurt bu diyarlardan çıkıp bu bilim düşmanın zihniyetten intikamını almıştır.(bkz: istiklal mahkemeleri)
  • osmanlı'da yaşamış aydın bir âlim.

    ancak sonu diğerleri gibi olmuş ve kellesi alınmıştır. alemin sonsuzluğuna bir de doğa kanunları ile felsefeyi karıştırınca göze batmıştır.

    davasına kanuni'nin bizzat katıldığı söylenir..

    aynı zamanda bir ece ayhan şiirine konu olmuştur. mektup nadajlıdır dom !
  • mektup nadajlıdır dom.
  • osmanlı engizisyonu tarafından katledilen nadajlı sarı abdurrahman efendi

    nadajlı sarı abdurrahman efendi şerri hukuka ve ehl-i sünnete mugayir bir şekilde kuran'ı yorumladığı, cennet ve cehennemi, ahireti, sevap ve cezayı, haşr ve neşri, sırat köprüsünü, tabiat kanunlarının bile üstünde olan aşkın ilahi kanunları reddettiği için osmanlı engizitörleri ve ruhban sınıfı tarafından katledildi. onun vaziyeti bir nevi giordano bruno'yu ve şeyh bedrettin'i hatırlatıyor. nadajlı sarı hoca nedamet getirmedi, sözlerinden caymadı, kendisine yönelik suçlamaları savundu. teolojik tartışmalarda belini bükemeyen, galebe çalamayan osmanlı ruhbanları çareyi nadajlı'yı idam etmekte buldu. onu yargılayan kazaskerlerden esad efendi, "böyle zındık ve mülhid görmedim," derken ne denli yoğun bir şaşkınlık, çaresizlik ve kızgınlık içine düştüğünü bir mektubunda itiraf eder. nadajlı'nın ayetlere ve hadislere getirdiği aykırı teviller, materyalistik yorumlar, tabiri caizse "tarihselci tutumu" onun idam fermanının mührü olmuştu. nakilciliğe ve ilmihal dindarlığına karşı akılcı ve yorumsayıcı bir tavır takınmıştı. alemin sonsuzluğuna ve alemde tabiat kanunlarını aşan hadiselerin cereyan edemeyeceğine kanaat getirmişti. hatırlanacak olursa şeyh bedrettin de tanrı'nın varlıkların doğal işleyişine aykırı bir şeyi onlardan isteyemeyeceğini söylemiş, tanrı'yı tabiat yasaları karşısında sınırlandırmıştı. tanrı, varlıklardan cevherinde, işleyiş yasalarında bulunmayan bir şeyi isteyemez, talep edemezdi. velhasıl-ı kelam tabiat kanunları, tanrının buyruklarından bile üstündü. işte bu güzergah osmanlı'nın ehl-i sünnetince zındıklık, mürtedlik, mülhitlik gibi birçok ithamla lanetlenegelmişti.

    "dikkat edilirse bu metin, nadajlı sarı abdurrahman efendi'nin kur'an-ı kerîm'i, dolayısıyla allah'ı inkâr etmediğini, bu sebeple mülhid sayılamayacağını gösteriyor. o âyetleri yalnız ehl-i sünnet'in anladığı gibi değil, kendi anladığı gibi, tıpkı vaktiyle şeyh bedreddîn'in yorumladığına benzer biçimde, yani materyalist bir bakış açısıyla yorumluyor. dolayısıyla allah'ın varlığını inkâr etmemekle beraber onun kudretini sınırlamak, islam inançlarının temellerinden biri olan ahiret inancını kabul etmemek, nihayet bu âlemin ezeli ve ebedi olduğuna inandığını göstermiş olmak suretiyle müslümanlığın dışına çıkmaktadır. zaten allah kavramını inkâr etmediği için olsa gerektir ki kazasker esad efendi onu mülhid diye değil, zındık olarak nitelemektedir. ayrıca yine mektuptan anlaşıldığı kadarıyla esad efendi'yle birlikte rumeli kazaskeri ahîzâde efendi nadajlı'yı iddialarından vazgeçirmek için epeyce uğraşmışlarsa da bunu başaramamışlardır. hatta onun aklından zoru olduğunu düşünüp canını kurtarma yolunu açmayı düşünmüşler, fakat delilerin böyle teviller yapamayacağı konusundaki itirazlar üzerine bundan vazgeçmek zorunda kalmışlardır. sonunda nadajlı sarı abdurrahman efendi, naîmâ'nın kaydına göre 1011 cumâdalûlâ'sının 10. günü (26 ekim 1602 cumartesi) idama mahkûm edilmiş ve aynı gün divan-ı hümâyun'da boynu vurularak öldürülmüştür."

    ahmet yaşar ocak, osmanlı toplumunda zındıklar ve mülhidler, 15-17. yüzyıllar, tarih vakfı yurt yayınları, 1999
hesabın var mı? giriş yap