• everest yayınları'ndan çıkmış erdal doğan'ın yayınladığı güzelce bir sevgi soysal biyografisi. erdal doğan giriş yazısında bazı kritik bilgilere sahip kişilerin konuşmayarak, kendilerine saklayarak, iyi biyografileri hala yabancı dilden çevirilerde okumak zorunda bırakıldığımızdan yakınır. bir önemli saptaması da sevgi soysal'ı zamanında kendi dönemdaşları ve sol sanatçıların bile tam benimsemeyip suskun bir dışlama gösterdikleri, sevgi soysal'ı asıl ruhsal bağrına basanların 78 kuşağı olduğu.

    "tante rosa adlı uzun öykü, onun için büyük bir buluşmadır. orada, kişisel tarihine ilişkin bir miras vardır. anlattığı insanlardan rosa, anneannesi, tante ise teyzesidir." erdal doğan - sevgi soysal yaşasaydı aşık olurdum

    "1950'ler, yenen ailesinin altı çocukla abant'a gitmekte zorlandığı ama yine de oradan vazgeçemediği yıllardır. öyleyse daha sık kamp yapabilmek için ankara'ya daha yakın bir yerde, mümkünse kalıcı bir çözüm bulmak gerekir. şehre yaklaşık yirmi kilometre uzaklıkta, mogan gölü kıyısında, gölbaşı denen bir yer vardır." agy

    "sevgi, adalet'in* hem evliliği hem yazarlığı birlikte nasıl sürdürdüğünü merak ediyordu. çünkü kendi yaşamı giderek karmaşık bir hal almaktaydı. hani evli de olsa yazarlığı aksatmamalıydı. bunun bir yolu olmalıydı. 'erkekler' aksatmıyorlar, sürdürebiliyorlardı." agy

    ["onu hatırlamıyorum, asım*."
    "bu kız* bu adamı* atar, demiştin*. dediğin çıktı ya... ayrıldı kız."] agy

    "yazdığım hiçbir hikayeyi sonradan düzeltmedim. elbette yazarlıkta geçerli bir yol değil bu. ama art arda, hatta sonradan hatırladığım bir yığın ayrıntıyı atlayarak, ön hazırlık yapmadan yazdım tante rosa'ları." sevgi soysal (adnan binyazar'la söyleşiden)

    [ela*, "o, benim," diye düşünüyordu, ama kitapta* anlatılanların birçoğunu sevgi, 1964-1970 yılları arasında gerçekten yaşamıştı. kitapta yazarın çocukluğuna, gençlik yıllarına, aşklarına dair anekdotlar yer alıyordu. imroz adası'na dair yazılanlarsa, büyük ölçüde yazarın başından geçenlerdi.] agy

    [hem arkadaşı hem avukatı olan uğur alacakaptan'ı da tutuklayacaklar, davaya savcı olarak baki tuğ'u atayacaklardı. oysa bu kitabın* yayımlanmasının üzerinden iki yılı aşkın süre geçmişti. 'suç', basın suçu kapsamındaydı. ama savcı, "kitabın derste anlatıldığını, dolayısıyla profesör mümtaz soysal'ın bu suçu sözlü olarak da işlediğini söyleyecekti. öyleyse o tarihte aynı suçu işleyen biri daha vardı: profesör muammer aksoy. onun da 'görüş'ü alınacak ve profesör aksoy, işi daha da zora sokarak, herkesi şaşırtacaktı: "tamam, ben de okutuyorum, fakat atatürkçü açıdan okutuyorum."] agy

    [aynı lokantaya onların hemen ardından bir grupla içeri giren sevgi'nin trt'den tanıdığı halit kıvanç, orduya hakaretten tutuklanmış eski mesai arkadaşını görmezden gelir. sevgi'nin "aaa, halit..." tepkisine rağmen suratını çevirir.] agy

    [koğuşun* birçok kadını gibi örgü örmeyi severek yapan oya, sevgi'nin yirmi yedi gün boyunca, bir anlamda rahatladığı tek arkadaşıdır. o, aynı zamanda, bu işin en iyisidir. koğuşta örgü işini ciddiye alanların her gün arttığını gören sevgi, örgücülere 'illegal şiş örgütü' üyeleri, koğuşa da 'yıldırım olgunlaşma enstitüsü' adını verir. örgütün lideri tabii ki oya baydar'dır.] agy

    [elinde bir çanta, çantanın içinde gazete kağıtlarına sarılı 'lama' marka iki adet dolu tabanca vardı. ağabeyine "ortalık sakinleşinceye kadar bunları saklayacaksın," dedi.] agy

    ["sana bir vasiyetim var özdemir*."
    "çüş!"
    "çüş müş yok oğlum. vasiyet vasiyettir. şimdi bu hırdavatlar, yenişehir'de öğle'yi* şunu bunu öne çıkartıp tante rosa'nın boynunu vuracaklar. sen benim ne halt ettiğimi ilk hikayelerimden bu yana biliyorsun. tante rosa'ya sahip çıkın."] agy

    "londra'da hastahane dışında iki iyice film gördüm. biri max beer'in güney amerika ile ilgili filmi. öteki şu ünlü taxi driver. beni gerçekten çarptı. özellikle... bir romancı için çok ilginç." sevgi soysal (attila ilhan'a mektup)

    "bu arada, senin de ilgilendiğin konu olduğu için söz edeyim, küçük bir sinemada enfes bir yunan filmi yakalayıp seyrettim. the travelling players adındaki bu üç saatten uzun süren film gezginci bir tiyatro aracılığıyla, yunanistan'ın üstünden geçen faşizm dalgası -alman işgali, iç savaş ve son askeri dönem- iç içe, birbirine girerek, bambaşka, zaman zaman akıl almaz biçimde sıkıcı, akıl almaz durgunlukta, ama akıl almaz güzel, iç buran ve neredeyse bütün bir tarihi, görüntülerle sergileyen bir biçimde anlatıyor. aklıma hep sen geldin, özellikle tarihle ilgili yazarlığın açısından. çok çarpacaktı film seni de, gerçi filmin sinema açısından eleştirilecek korkunç ilkellikleri var, hani bizim yılmaz'ın* çok daha iyi sinemacı olduğunu düşündürecek kadar, ama bütün içinde bakınca, filmdeki bütün ilkellikler, gereksiz uzatmalar, durgunluklar, hatta melodram havaları, sanki tam bilinçle yapılmış gibi. nitekim bu film bir yerlerde beş on ödül toplamış, yanılmıyorsam." sevgi soysal (attila ilhan'a mektup)

    "sevgi, hamilelik ve doğumla geçirdiği iki yıl içinde, ne yapıp edip şafak romanını da tamamlamaya çalışır. üstelik bu arada kardeşi duygu'nun* koreografisini yaptığı, kendisinin de konusunu yazdığı "oluşum" balesi, istanbul devlet opera ve balesi tarafından sahnelenir. (...) balenin neredeyse yalnızca aşkı anlattığı tarihlerde, insanın hayatta kalma çabasını konu edinmek, aslında duygu için radikal bir çıkıştır."agy

    [bir isteği daha vardır kardeşinden. kolundaki ince gümüş bilezikleri çıkarmasını söyler.
    "bunları hastabakıcılara ver. çok sevmişlerdi."
    muhtemelen duygu'nun* da artık 'koptuğu andır' bu. ama ablasının isteğini yerine getirir, bileziklerini hastabakıcılara dağıtır.] agy

    (bkz: sevgi soysal/@ibisile)
hesabın var mı? giriş yap