• 2002 venedik film festivali sampiyonu. yonetmen peter mullan. katolik kilisesine agir elestiriler getirdigi soyleniyor.
  • ulkemizde ilk kez 5. sinema tarih bulusmasi kapsaminda gosterildi. gosterime girer mi bilemiyorum
  • ne zamandır böyle vurucu bir film izlememiştim. çok fenaymış. film başlayalı 10 dakika olmamıştı ki, "ben bu filme dayanamam ağlarım" dedim yanımdaki arkadaşıma, "biraz ara verelim, konuşalım" dedi sağolsun, "ara verdik say" dedi, çok şükür konuşmadık da öyle devam edebildim izlemeye.

    gerçek hayat hikayelerini birleştiren film, bağnazlığa dair, katolik kilisesine ve din sömürüsüne, yakıcı, yıkıcı, devrimsel bir eleştiri.

    1964 yılında dublin'de başlıyor. tecavüze uğrayan ve ailesi tarafından lanetlenen, margaret; kız okulunda okurken, okulun parmaklıkları dışında bekleyip, kendisine laf atan gençlere gerdan kırdığı için tecrit edilen bernadette; ve evli olmadığı birinden çocuk doğurduğu için, yine ailesinin reddettiği rose/patricia (patrici'anın çocuğu bir başka aileye evlatlık verilir) rahibelerin yönetimindeki bir çamaşırhaneye gönderilirler.

    burada hep kendileri gibi, "erkeklerle oynaştın", "yasak çocuk doğurdun", "kıçını başını gösterdin" minvalinden nedenlerle, toplumdan soyutlanmış, aşırı derecede dinsel beyin yıkamaya ve rahibelerin, rahiplerin, piskoposların istismarlarına terk edilmiş kızlar/kadınlar bulunmaktadır. film, yer yer, full metal jacket'in 1960'lar irlanda'sı ve ülkenin genç kadınlarına uyarlanmış bir versiyonu olarak görülebilir.

    film boyunca, rahibelerin kızları çırılçıplak dizerek, "en büyük meme kimin", "en büyük göt kimin", "en kıllı vajina kimin" yarışmaları yapmalarına ve bundan sapıklık derecesinde zevk almalarına; başrahip midir, ne boksa, onun, akli dengesi bozuk bir kızı, kandırarak oral seks yaptırmasına; tırtıkladıkları paraları biriktirip onlara canları gibi bağlanan rahibelere; bu çamaşırhanede çalışmaya terk edilmiş insanların, hayat gailesi hayatı sürdürmek olan insanların ruhsuzlaşıp, "ne koparsam kâr" düşüncesi haricinde bir şey düşünemeyecek duruma gelmelerine; özgürlüğün, bazen kişilerin karakterlerinin kaldıramayacağı kader iğrenç, çirkin olduğuna, özgürlüğün de aslında bir başka boyunduruk altına girmek olduğuna; bilmediğimiz, hiç düşünmediğimiz yerlerde yaşanan, akla hayale gelmeyecek rezilliklere şahit oluyoruz.

    biz öncelikle ana karakterleri, hikayenin oluşmasına katkıda bulunan 4 kadının ve magdalene çamaşırhanelerinden birinde bulunan bir kaç diğer kadının yaşadıklarını çok az da olsa, kahrederek izliyoruz. ve filmin sonunda bu çamaşırhanelerin 30.000'den fazla kadının hayatını söndürdüğünü öğreniyoruz.

    oyunculuk filmin her karesinde mükemmel. "ben böyle bir şey görmedim" diyeceğim neredeyse ama, görmüşümdür, tükürdüğümü yalamak olmasın diye, dememiş gibi yapmak istiyorum. filmin başında 30 saniye görünen, tefçi rahipten, tımarhanelik crispina'ya, hayran hayran vajinanın önüne çömelip sigara içen brendan'dan, çok kısa süre görünen ebeveynlere kadar, herkes, her sahnede, gerçek hayatlardan uyarlama bir filmde, benzeri nadir görülecek şekilde gerçekçi oynamışlar. yönetmenin, yönetiminin, bakış açısının, bu gerçekçi oyunlardaki etkisi çok çok fazla olmalı.

    filmin hemen başında, karakterlerin bu çamaşırhaneye gönderilme sebeplerini öğrenirken, rose/patricia, kafamda, benim en çok dikkatimi çeken karakterdi. çocuğunu kaybetmenin acısıyla, sürekli üzgün olan yüzü, her göründüğünde, en ufak arada, sahnenin arkalarında bir yerde bile olsa, yerle bir oluyordum. neden ve nereden sevdiğimi bilmediğim birisine çok benziyormuş gibiydi, neden ve nereden sevdiğimi bilmediğim birisinin hayatı ve yüzü gibiydi. ve ben böyle birini sevmemiştim.

    daha sonra bernadette, karakterini ve umudunu, gayretini, kinini-nefretini, hiç kaybetmeyen yapısıyla; -rose/patricia aklımın bir köşesinde dururken- yenilmeyi, boyun eğmeyi, teslim olmayı, kendini, kendi hayatını boşvermeyi kabul etmeyişi, gücüyle, filmi izleyecek bir çok kişide olacağı gibi, bende de, saygı duyulası bir karakter olduğu izlenimini bıraktı; bu hayatı yaşayan gerçek bernadette'ye ve oynayan oyuncuya, sadece hayran olunabilir.

    henüz türkiye'de gösterilmemiş, yeni bir film olmasından dolayı, kimseyi etkilemek istemediğimden burada kesmek isterim. ama kamera oyunları yapmadan, görüntüyü şaşalı müziklerle desteklemeden, efektlerle "aman yarabbi" dedirtmeden, senaryo cambazlıklarına başvurmadan; tek düze bir izleyişte bir film, gerçeği, yaşanmış gerçeklerden tiksindirerek insanın yüzüne ancak bu kadar vurabilir.

    yönetmen peter mullan, magdalene sisters'ın çekimleri için üç buçuk yıl uğraşmış. irlanda'da "sabote edilebileceğini" düşünerek çekimleri iskoçya'da yapmış.
    yine de çekim aşamasında bir çok problemle karşılaşmış. bridget karakterini oynayacak olan oyuncu, merdivenden düşüp bacağını kırınca yeni bir oyuncu aramak zorunda kalınmış ama görünen o ki tercih gayet yerinde. prodüksiyonda finansal problemler yaşanınca da, peter mullan, kendi cebinden, bütçeye 17 bin pound aktarmak zorunda kalmış.

    ülkemizde de böyle durumlar vardır ve onlar da aynı sözlere layıktır ama, hiç bir tutarsızlık görmediğim -ki zaten gerçek hikayeler- bu filmi izlerken "yazıklar olsun, yuh, çüş, lanet olsun" gibi laflar ediyordum da, film bittiğinde katolik kilisesi ve din istismarı adına, bağnazlık, örümcek kafalılık adına tek bir cümle çıktı ağzımdan, bu yazdıklarımdan başka:

    insanlık onurunuzu sikeyim sizin.
  • anadolu ajansı'ndan, film ve tartışmalarıyla ilgili bir haber:

    altın aslan’ın ‘magdalene rahibeleri’ne verilmesi, katolik kilisesi’ni kızdırdı

    59. venedik film festivali’nde altın aslan ödülünü yönetmenliğini peter mullan’ın yaptığı “the magdalene sisters” (magdalene rahibeleri) adlı filmin kazanması, katolik kilisesi tarafından tepkiyle karşılandı.

    irlandalı yönetmen mullan’ın 1960’lı yıllarda irlanda’nın bir köyünde yaşaytan iki rahibenin hayatını konu alan “the magdalene sisters” adlı filminde, “tecavüze uğramış rahibe, evlilik dışı ilişki, düzensiz aile” gibi katolik kilisesi’nin karşı çıktığı unsurlar işleniyor. kardinal tonini, gazetecilere verdiği demeçte, kilise hakkında doğruyu anlatmadığını söylediği bu filme ödül verilmesinin, festivalin saygınlığına gölge düşürdüğünü öne sürdü. papaz gianni baget bozzo da filmin “katolik karşıtı olduğu için” ödüllendirildiğini iddia etti.

    venedik bienali yönetim kurulu üyelerinden valerio riva ise mullan’a verilen ödülü provokasyon olarak nitelendirdi ve “altın aslan’ın, katoliklerin taliban’dan daha kötü olduğu tezini destekleyen bir yönetmene verilmesi beni kuşkulandırıyor.” dedi. katolik kilisesi’nin yayın organlarından avvenire gazetesi de “the magdalene sisters”ı “aşağılık bir film” olarak yorumladı. filmin yönetmeni mullan ise hayalini kurduğu bir ödülü kazandığını belirterek, bütün genç kızlara filmi görmelerini tavsiye etti. filmin katolik karşıtı olmadığını söyleyen mullan, “skandal olan, kilisenin o kızlara yaptıklarıdır.” dedi.
    roma, aa
  • hikayenin gerçek oluşunu baz alarak bazı sorular kaldı kafamda. 1960'larda irlanda hükümeti armut mu toplamaktadır? bunca insan zorla tutulmaktadır orda. o dönemde irlandadaki yönetim şeklini tam olarak bilmesem de, kilise nasıl bi güçtür ki 100'lerce kadını hapis tutmaktadır? zannediyorum ki bu kızcağızların hepsi 18'ini (hatta 20'sini) geçmiş bulunmaktadır, bu nasıl bir hür iradeye tecavüzdür?

    içerdeki pisliklerden, kokuşmuşluklardan bahsetmeye değmez; zaten iğrençler ama şaşırtıcı değiller.

    din nasıl bir güçtür ki kilisenin insanların hayatlarıyla oynama hakkını kendinde görmesini sağlamıştır? tek suçu tecavüz edilmiş olmak olan bir kızcağız, çıkış tarihi bazı 'asarım keserim'cilerin keyfine bağlı olan bi hapishanede yıllarını en ağır işkenceyle -irade özgürlüğünün alınması, dayatmalarla yaşama zorunda kalmak gibi bin türlü ağır ceza- geçirmek zorunda kalmıştır.

    tahmini 30 000 mağdur irlandalı bayan için bu filmin eleştirel -hatta saldırı niteliğindeki- film azdır bile. bu nasıl bir afyondur ` : din toplumların afyonudur`? reform nedir rönesans nedir? böyle 20.yy olur mu ulan?!

    (bkz: eh eytere bea)
  • "erkek-adam olmasam ağlardım." gibi kısa metrajlı cümleler kafamın içinde dolanırken, filmin sona ermesiyle kadın-adamların gözyaşlarına esefle tanıklık ettim. günahkar rahibeler ismiyle çeşitli sinemalarda da gösterimde bulunan film, yansıtmayı çok çok iyi becerdiği gerçeklikle, hafifçe göze batan feminizmle ve bazen de basit ama özlü mizah anlayışıyla "izlenmeli" filmler arasına girmeyi becermiştir.
  • ismi turkce'ye pek bir igrenc cevrilen, ancak konusu gayet dehset verici film. hele bu manastirlarin sonuncusunun 1996'da kapandigi hatirlanirsa...

    peter mullan'i ise oyunculukta oldugu kadar yonetmenlikte de takdir ettik, aldigi oduller icin de helal olsun, dedik. kadinlar izlerken katlanabilirse eger, zamaninda hemcinslerinin neler cektigini biraz olsun anliyor.
  • bir seye koru korune inanmanin ve sevmenin insani nerelere goturebileceginin filmi.

    kanimca, filmdeki en etkileyici/karizmatik karakter bas rahibedir. mimiklerin ve ses tonunun da katkilariyla beyaz perdede adeta yari ruhani bir varlik gorunumune burunmus, saygi ve merhametimin odagi oldu. parayla pulla isi olmayan sadece ve sadece tanriya duydugu sevgi nedeniyle, mevcut sistemin devamini saglamaya calisan, bu yolda karsisina cikan herkesi yerle bir eden, karsilastigi yozlasmalar ile-manastirin icinde bulundugu yozlasma dahil- ölümüne mücade eden bir karakter. kendi icinde sarsilmaz, celismez ve hatasiz bir denge kurmus bir nevi hastalikli bir beyin.

    insandan uzak tanriya yakin bir hikayenin filmi. gunah nedir, tanri insani** nedir, iyi nedir, din nedir? butun bu sorularin cevabi herkes acisindan tek tek bakilarak verilmis. iyi ile kotu cogu yerde kolkola geziyor. filmin en buyuk ozelligi bu belkide.

    filmden sonra hissetiklerinizi tarif etmek icin nefret cok yuzeysel ve yetersiz kaliyor. hatta yanlis kaliyor. shindlers listden sonra hissedilenlere banzeyen, insani ezen, basan bir film. bir nevi travma.

    muzigine de deginmeden edemiyecem, zaman zaman son derece naif zaman zaman siddetli. tipki bu film gibi.
hesabın var mı? giriş yap