546 entry daha
  • david chase'in ''öyle bir dizi-film yapayım ki insanlar senelerce izlesin, canı çektikçe rastgele bir bölüme tıklayıp tekrar izlesin, tekrar tekrar izlesin.'' diye hayata geçirdiğini düşündüğüm bir baş yapıt. gelmiş geçmiş en iyi dizi olarak tek rakibi olabilecek the wire'a bile benim gözümde fark atmış bir efsane. ben bu diziyi 15 yaşında izlemeye başlayıp 19 yaşında bitirdim. her seferinde 6. sezona kadar gelip sonrasını izlemeyi yüreğim kaldırmadı. kaç kere 1 den 6 ya geldim inanın hatırlamıyorum. araya çok şey girdi. ben bile büyüdüm bildiğiniz. ''bitecek'' korkusu ''nasıl bitecek'' merakını yendi yani. öyle bir dizi bu. ve yaklaşık 15 dk önce bitirdim. hayatta bana çok şey öğrettiğini düşündüğüm bir şey hakkında biraz uzun da olsa yazacağım. spoiler verebilirim yazıda buna dikkat etmeyeceğim o yüzden uyarayım şimdiden.

    kendi kitap, film vs. zevklerime bakıyorum. bunların hepsinde uç noktaya varan bir realizm ve ait olma hissi var. hayatta en sevdiğim kitap olan karamazov kardeşler benim için 1000 sayfa boyunca dahil olup yaşadığım bir hayattır mesela. böyle bir hissi çok az kitap verir. the sopranos da özünde toplasanız 86 saat olan benim 3-4 sene baya yer yer girip çıktığım bir hayat benim için. ayrıca bu dizinin kamera açıları da kendine has bir bakıştır. sinematografik olarak da alıştıktan sonra çok hoştur zannımca burayı kısa kesip diziye döneyim.

    the sorpanos bence 2 farklı göz ile izlenebilir. birincisi tamamen tony soprano'ya bağımlı, onun gözünden bir pov olarak ikincisi ise tanrısal bir şekilde bu insancıklara üstten bakıp kuzey jersey'i avucunuzun içinde tutarak. bu iki bakış da size olayları farklı hassasiyetle ele almak fırsatını veriyor ve iki fırsatta da bir şey kaybetmiyorsunuz. bu dizinin her bölümü insana yaşam ile ilgili bir tecrübe insanlar hakkında bir fikir verir. karar alırken, bedel öderken ne yapacağınız hakkında düşündürür. örnek verir.

    hayat demiştim. evet hayat. çünkü bu dizide her şey gerçek. sinema dünyasında böyle 1-2 yapım vardır. şu an aklıma gelenler the wire ve sopranos. eğer kamera karşısında gerçeklik göremeyince büyük bir boşluk hissediyorsanız izleyebilecek çok az şey bulursunuz. belki benim dizi bitecek diye kaygılanma sebebim de buydu çünkü bilim kurgu filmleri bile izleyemem aklım almaz. ama bu dizide her şey aşırı derecede gerçek. ölümler, çatışmalar, sıkıntılar, gerginlikler, mafyanın ufacık paralar için birbirine girmesi ve paranın isterse bin dolar olsun gerçekten çok değerli olduğu gerçeği... saçmalıklar bile o kadar gerçek ki karakterleri tanıdığınızda ''bu adam da gerçekten bu kadar salak bir şeye takılırdı'' diyorsunuz. şu koskoca 6 sezon süren dizide bile tamam ölen çok insan var ama mafyanın peşine takılıp infaz ettiği kaç insan var? 40 yaşına gelen bacala bile -ruhu şad olsun- 6. sezonda bir infaza karıştı. düşünün. ve bu adamın kaptan olması gündemdeydi. öyle diğer salak dizilerdeki gibi leblebi gibi insan ölmez. şarjörü bitmeyen silahlar olmaz. ölen adamın sadece ölümünü de görmezsiniz. ceset nasıl ortadan kaldırılıyor görürsünüz. aklınızda bir şey kalmaz. saçma yere adam ölmez mi? tabii ki ölür. ama sonuçlarının neler doğurduğunu da görürsünüz. uncle paulie az kalsın denizin dibini boyluyordu boş boğazlığı yüzünden. yani kısacası bu dizi ''bok'' kadar gerçek, somut ve açıktır.

    mutlak iyi ve mutlak kötü yok burada. 10 dakika önce pis pis baktığınız bir insanın 10 dakika sonraki haline üzülebiliyorsunuz. ama yine şunu da biliyorsunuz ki biz isa da değiliz tanrı da. ve insanları yargılayacaksak eylemlerine bakmamız gerekiyor. bunu referans alınca kuzey jersey'da mutlak derecede iyi olan tek biri var o da rahmetli bobby'nin oğlu bobby jr. o da çocuk olduğu için saymıyorum zaten. bakın samimi olarak söylüyorum azılı bir tony soprano hayranı olarak tony'nin 5 sezon boyunca yediği her haltı savunabilirim size ama 6. sezonda yaptığı bir iki hareket bana bile ''hassiktir oradan'' dedirtip, içimde büyük bir öfkeyi tetikledi. böyle bir dizidir bu. başına açılan her problem için ''iki dakika rahat verin şu adama lan'' diyen ben bile ''iyi oldu sana müstahaktır fat-ass'' dedim.

    konuşmaya karakterler üzerinden devam edeceğim çünkü diziyi dizi yapan bu oyuncular başka bir şey değil. diziye kısa süreli giriş çıkış yapan yardımcı oyuncular hatta figüranlar bile o kadar iyi ki ben kötü bir oyuncuya denk gelmedim. hepsi muhteşem. oyuncu dediysek sıradan gitmek istiyorum.

    tony soprano a.k.a -t.- : diziyi izlediğim süre içinde de bundan sonraki hayatımın geri kalanında da hep gerçekten kanlı canlı böyle bir adamın var olduğunu umacağım, inanacağım. benim için james gandolfini diye biri yok. tony soprano olarak tanıdım. sonra da hiçbir filmini bilerek izlemedim. hiçbir interview ünü izlemedim. izlemeyeceğim. bir adam halleriyle, yemek yemesiyle, öfkelenmesiyle, yaptığı ibneliklerle, acımasızlığıyla, otoritesiyle, nefes alıp vermesiyle, sarhoş olmasıyla, kıskançlığıyla ancak bu kadar gerçek olabilir. james gandolfini bu rolü oynarken normal yaşantısına nasıl adapte oldu ''hadi set bitti paydos'' dediklerinde nasıl çıkıp eve dönebildi bilmiyorum. bilmek de istemiyorum açıkçası. tony soprano kendisi olmadığınız sürece tamamen sevebileceğiniz bir adam değil. çünkü bu kadar bencil bir adamı tamamen sevecek tek kişi yine kendisidir. ve kendisinden bazı görüşlerini ve hayata ve insanalara bakış açısını alsanız da* asla fikir ve yaşam tarzı olarak tamamen olamayacağınız bir adamdır. dediğim gibi böyle bir adam var buna inanıyorum ama böyle bir adam olunacağına inanmıyorum. avucunun içinde kan pıhtısıyla doğan cengiz han ne kadar özgünse tony soprano da o kadar orjinal bir adamdır. bir kere tony soprano kadar para yapmadan tony soprano olamazsınız. ikincisi ise o kadar parayı yapsanız bile legal yollardan yaptığınız takdirde tony soprano kadar keyifli harcayamazsınız, emin olun* hiçbir zaman o kadar korkulan ve saygı duyulan ama aynı zamanda da insanlar üzerinde etkin bir kontrole sahip olan ve sevilen, kadınları baştan çıkaran bir alfa olamayacaksınız, bu bi yerde üzücü tabii ama diğer yanda da ulaşılamayacak olduğu için diziyi tekrar tekrar izletecek keyfi veriyor.

    tamamen düz bir adam aslında tony soprano. jersey'in north wade denilen muhitindeki milyonluk evlerden birinde oturan, mangal yapmayı seven, her sabah kapının önüne kadar gidip gazetesini alan, boğulacakmış gibi bir iştahla makarna yiyen, ''eğitim daha iyi bir meslek edinmek içindir'' diyecek kadar düz kafalı, çocuklarının peşinden veli toplantılarına koşturan, havuzdaki yaprakları temizleyip süpüren bir adam. kel, şişman ve düzgün yüz hatlarına rağmen çok da yakışıklı değil. tamam buraya kadar çok normal bir şekilde betimledik bu adamı.

    ama aynı zamanda 1000 dolar alacağı için birinin ağzını yüzünü dağıtabilen yahut öldürebilen -400-500bin dolarlar havada uçuşunca insana az gözüküyor ama o paralar böyle kazanılıyor ve işin bir de otorite kısmı var-, arkadaşlarını gözü kırpmadan öldürebilen, uzun boylu, geniş omuzlu, iyi giyinen, kolunda all gold rolex oyster day-date taşıyan, yüz binlerce dolar para ile oynayan ve bunun içinde onlarca adamı yönetip böyle pis bir işi yürütebilen, saniyeler için doğru kararı verecek şekilde analiz yapabilen bir adam.

    işin asıl noktasında ise tony'i tony yapan şey tamamen kendi doğrularıyla hareket etmesi ve bu yapıtı izlenebilir ilginçlikte kılan esas durum: tony'nin bu doğruları başkalarına da kabul ettirecek otoriteye sahip olması. işte tony'i değerlendirirken alınacak ölçüt bu. herkesin doğruları vardır ancak senin doğrun bunu başkası için de ''doğru'' olacak hale getiremediğin sürece sadece iç sıkıntısı olarak kalır. peki ye bu güce sahip olsan? kendi adaletini, kendi töreni kendi zorbalığını başkaları için kanun haline getirebilecek güçte biri? o zaman tony'den daha azılı adamlar olmayacağımız garantisini veremeyiz. ama sürekli bu düşünceyle de bu dizi izlenmez. o yüzden yargılanacak bir şey varsa biz yine mutlak konumumuzla yargılayalım.

    ben aslında son sezona kadar tony'i yargılamadım. öfkeli tutumunu merhameti, para hırsını yaşam standartları, cinayetlerini ise yaptığı işle ilişkilendirerek işin içinden rahat rahat çıktım. ve hayran oldum bu adamın kudretine. yani pussy öldüğünde ben de bunu hak ettiğini düşündüm. düşünmeyen var mıdır? ralph cifaretto denen sapık ruhluyu öldürdüğünde ise sevindiğimi bile söyleyebilirim. striptizci kızı öldürdüğü zaman tony'nin onu öldürmek isteyişi ama ailenin en çok para kazandıran üyesi olduğu için bunu yapamaması, kıza ise ölümüne üzülüp kızı yerine koyması tony'nin hayat görüşünü dışarı vuran en bariz olaylardan biri. tony soprano bencil bir adamdır. ve bir şey onun için yanlışsa da bütün dünyayı gücü yettiğince boka batırabilir. her hangi bir dinin, topluluğun yahut ailenin doğruları yoktur. ahlak kuralları da dahil olmak üzere bütün kuralları o kor ve uymanızı bekler, diretir. ölümüne diretir, gerekirse öldürür. zaten bu yüzden dizideki sürekli oyunculardan olup da tony soprano'nun arkasından konuşup şikayet etmeyen yoktur. seven de sevmeyen de. dost da düşman da...

    he peki sonra ne oldu? en çok kazandıran adamım dediği ralph'i kendi elleriyle öldürmedi mi? evet. bu dizinin en güzel yönlerinden biri de bir çok suç cezasını bulmuyor zira bütün karakterler suçlu ve kötü ancak sizin seyirci olarak çok etkilendiğiniz bir durum olduysa ve bir insan o sebepten bok yoluna gittiyse emin olun karşılığı görülüyor. 4-5 kere oldu bu bana en az.

    depresif olduğunu söyleyen, salak salak ayılıp bayılan bir tony abimiz var dizinin başında. prozac kullanıyor, terapiye gidiyor vs. ve biz bu dizinin 6. sezonunda aslında tony'nin çok olmasa da temelde büyük ve radikal değişimlere uğradığını görüyoruz. gittikçe bencilleşti, gittikçe paranoyaya kapıldı. evet bayılmaları geçti ancak eskiden en azından bayılıp sonra ayılıp doğru kararlar vermeye devam ederken baygınlığı geçti ama kafası allak bullak oldu.

    bu adam christopher moltisantiyi öldürdü beyler? bildiğiniz öldürdü. zaten eğer son sezonda tony bir lanete kapıldıysa bunun 3 sebebi vardır çünkü sağlam bir şekilde ''ah'' aldı. birincisi florida'ya taşınmak isteyen adamına izin vermemesi. hatırlamayanlar için söyleyelim adama 2 milyon dolar kadar bir miras kalmıştı. temize çıkmak istiyordu ama tony izin vermedi. önce bir cinayet işlettirdi, sonra fbi adamı sıkıştırdı herif de bunalıp kendini astı. ikincisi bobby baccala'nın elini kirletip ondan intikam aldığını düşünmesi. ki o lanet bel altı soprano tarzı şakaları janice'a yapınca bacala tarafından ağzı yüzü dağıtılmıştı. o da bunu erkekliğine yediremeyip adamı önce öldürmek istedi sonra da güya yeni doğmuş kızına acıyıp adama cinayet işlettirdi. ki bacala tony'i dövse bile asla saygıda kusur etmeyen şu dizide iyilik potansiyeli taşıyan nadir insanlardandır. üçücüsü ise evladım dediği moltisanti'yi öldürmesi. tony zaten kendini kaybettiğini o cinayetinde ve sonrasındaki rahatlamış, soğukkanlı hali ile gösterdi. o chris ki her şeye rağmen tony'i sevdi. kızsa da sevdi sövse de sevdi. tony'e ihanet yerine sevdiği kadının ölümüne göz yumdu. gençliğinde salaklık yapmadı mı? bolca. ama tam normalleşmeye başladığında ipi çekildi. hem de en sadık olduğu insan tarafından. işte bunların hepsi ölüm tehditi tony'nin kapısına gelip çattığında anlaşıldı.

    elinde bacala'nın hediyesi makineli tüfek ve yanında paulie ve bir avuç ikinci sınıf çete elemanı. ne sil var ne onun amansız askeri moltisanti ne sadık bobby. hiç kimse yoktu. işte o zaman ''sana mühtehak you selfish prick'' dedirttin kendine tony. öyle ki phil leotardo'yu öldürmek için napoli'den iki salak italyan'ı getirtip, adam hakkında bilgi almak için kendisine acıyan bir polisten yardım isteyecek kadar yalnızlaştı, yalnızlaştırdı kendini.

    ''ne kadar yakın olduğunun bir önemi yok bütün arkadaşların seni bir gün yarı yolda bırakır. gerçek olan tek şey ailedir.'' diye oğluna öğüt verirken genelde o yarı yolda bırakan kişi kendisi oldu. sonra da gidip ''chris beni filmde kötü gösterdi'' diye melfi'ye ağladı. çünkü tony soprano olmak bunu gerektirir, demiştim*

    kendisi hakkında doğru yaptığı tespitlerden nadir olarak şu var mesela. sopranos sülalesinin bozuk olduğunu kabul ediyor tony. başkası dediğinde sinirlenip korumacı bir tavır alsa da biliyor bunu. ve hakkaten bu sülale manyak. bobby'nin meşhur kavganın öncesinde 3 sopranosa kabullenemez bir garipseme ile bakıp (janice-carmela-tony) ''sopranos, you go too far'' demesi de bunun en güzel örneğidir aslında. bozuk ve sorunlu aile yapısı tony'nin yaptıklarına bahane olamayacak olsa da cidden sorunlu.

    son olarak tony ne kadar sıkıntılı olsa da bu hayatı olduğu gibi kabul edip, faydalarını terk etmeyecek olan bir adam. böyle adamlar vardır ''hem ölüye hem diriye'' cinsinden. etrafınızda da vardır.becerikli, yol yordam bilen. yaşamasını bilen adamlar. her sorunun karşısında bunu daha önce yaşamışcasına mantıklı şekilde hareket edip hallederler. her şeyi kotarırlar hayran kalırsınız. tony de böyledir işte. sıkıntılarını da terk etmeyecek sonsuza kadar söylense de. 3 oda 1 salon evde oturup sabah 8 akşam 5 çalışacak bir adam değil. bunu bilmek lazım. her şeye rağmen büyüksün tony. taşşaklı bir şekilde yaşadın. hep de söyledin:
    no risk no reward.

    artie bucco: her karakterin üzerine yazamam zaten çoğu diziyi izleyince göreceğiniz karakterler -zaten tony'i anlatırken her şeyi anlatmış oldum- ama artie bucco dizinin gizli kahramanlarından. çünkü yardımcı bir rolde oynayıp da bu kadar müthiş rol yapabilmek... artie bucco bu dizide tam ''hiçbir zaman tony olamayacak olan ve bunu bilen adam''dır. ve bunun verdiği rahatsızlığı, ezikliği, yer yer pısırıklığı, o ani öfke patlamalarını, looserliği , patavatsızlığı o kadar güzel anlatır ve oynar ki dehşete düşersiniz. bu adama bakınca kendimi görüyorum bir yerde. tony gibi bir adamı tanısam ben de her ne işi yapıyorsam bu psikolojiye bürünüyor olurdum herhalde.*

    bobby bacala: şeker gibi bir adam aslında. çocuksu keyifleri olan zararsız bir adam. bu adamla ne güzel kanka olunurdu... ölümü de bazılarına çok saçma gelse de son zamanlarda kendisine ilgisizleşen bobby jr. a sitem ederek gidişi bence çok hüzünlü ve manidardır. ne olurdu şu adamla bi kere trencilik oynasaydın jr.?

    silvio dante: dizinin en olgun, en sakin gücü. kendisinin söylediğine göre johnny boy ölürken patronluğu kendisine teklif edip uygun görmüş o ise istememiştir. çünkü ikinci adam olmayı daha çok severmiş rahmetli. dizideki en olgun, en ağır kanlı adamdır ayrıca. yeri geldi mi espri yapmayı da bilir. al paçino sever.

    ralph cifaretto: sapık ruhlu orospu çocuğu. ötesi değil.
    phil leotardo : tam bir bully. akılsız. başa gelmeden ölmeliydi. ortalığı birbirine kattı.
    hesh: holly jew. dizideki en realist adam. borç diye diye tony'nin canını sıkıp bi de üstüne kompleks yapıp tribe girdi. aslında kendisi de dizinin bi özeti. böyle adamlar hep var olur. tony gibiler ise bir kere.
    jennifer melfi: tony ile terapilerini sonlandırma safhası enfes. özellikle de tony tarafından çözüldüğünü anlaması düğümleri kopardı. tony onu kendisinin tony'i çözdüğünden çok daha önce çözüp kullanmaya bile başlamıştı çünkü. bi tek tony ile yatamadı ona herkes çok kırgın.

    her bölüm ayrı güzel ama benim için özel olan bölümleri de sonda vermek istiyorum.
    sezon 2 11. bölüm
    sezon 3 6. bölüm
    sezon 4 5. bölüm
    sezon 4 7. bölüm
    sezon 4 9. bölüm
    sezon 5 5. bölüm
    sezon 5 8. bölüm
    sezon 5 10. bölüm
    sezon 5 11. bölüm
    sezon 6 4. bölüm
    sezon 6 7. bölüm
    sezon 6 8. bölüm
    sezon 6 13. bölüm
    sezon 6 18. bölüm

    güzel bir iki sahne:
    tony vs bobby
    tony vs perry
    blundetto
    uncle paulie italya'da
    dünyanın en güzel kumarhane ve kafa sahnesi isimsiz güzel: (bkz: sarah shahi)
    ve daha yüzlercesi tabi...

    dizide çalan yüzlerce güzel müzikten bir kaç tanesi:
    madreblu - certamente
    john cooper clarke - evidently chickentown
    armand van helden - kentucky fried flow
    calexico - minas de cobre
    recuerdos de la alhambra - pepe romero
    kinks - ı'm not like everybody else

    3
    2
    1

    tony soprano anısına yazıldı.
    öyle işte ...

    edit: imla.
    edit 2 : parçalar eklendi.
    edit3: etkisinden kurtulamıyorum. şu sahne tek başına tony soprano'yu sevme sebebidir. ah be abim...
  • ağlatan dizidir. görüp geçtiğiniz sokakları sonradan gördüğünüzde sanki memleketinizden taşınmış ve ardınızda bolca şey bırakmış gibi burnunuzun direğini sızlatır.
  • hakkındaki bininci entry'i girmekten şeref duyduğum dünyanın gelmiş geçmiş en iyi dizisi.

    iki delikanlı yan yana.

    edit: 999'a düşmüşüz, sağlık olsun.
  • ikinci sezonun sonlarında bir bölümde tony, kontrol ettikleri ancak uzun zamandır uğramadığı iş yerlerinden birindeki ofisine dönüp bir süre orada takılmaya başlar. depoda çalışmaya başlayan kadını görüp beğenir, kadını süzdükten sonra iş yerinin sahibine ''nice rack!'' der. adam ise kadın için ''she is born again christian'' der. tony şaşırır ve yoluna devam eder. dizi içi zamanla birkaç gün sonra ise bir sahnede tony'i ofisteki koltukta oturmuş kadını sikerken görürüz. sahnede başka hiçbir şey olmaz. ne girişi ne de sonucu vardır. başka bir sahneden birden ofise geçeriz, beş saniye boyunca tony'i kadını sikerken görürüz ve sahne biter, sahne başka bir konuya atlar.

    senarist ve yapım born again christian'ları tony'e bir güzel siktirmiştir anlayacağınız.
    o anlayış ve akımla dalgalarını geçmişlerdir. güncel olarak vardır belki bilemiyorum ama genel olarak bu sahnelerin başka hiçbir anlamı yoktur. the sopranos böyle bir dizidir. o elli - altmış dakika boyunca gördüğünüz her şey bir sebepten dolayı oradadır. ''şunu da yapalım güzel olur.'' yahut ''vakit dolsun'' kafası değildir. bir sebepten ötürü çekilmiştir.
  • youtube'da sırbistan menşeili ''borko'' adlı kanalın, severleri için muhteşem kliplerini, kolajlarını hazırladığı gelmiş geçmiş en iyi televizyon işi.

    diziyi sevenlere orantısız güç uygulayarak öneriyorum.
  • başlığının altında, diziyle alakalı kapsamlı bir değerlendirme yaptığım entry de dahil olmak üzere finali hakkında hiçbir şey yazmadığım diziydi. çünkü finalini hiç sevmiyordum. ''sevmiyorum''dan ziyade kabul edemiyordum bir nevi. uzun bir süre de kabul edemedim. çünkü ben bu diziyle duygusal bir bağ içerisindeyim ve hayatımın büyük bir yerinde tüm ihtişamıyla yıllardır duruyor. diğer entryler için:
    (bkz: the sopranos/@fyodor fyodorovic)

    ancak bugün o malum son hakkında, o tartışmalı final sahnesi hakkında kamera arkasından bir şeyler anlatıp bizi ''dönemin şartları''na götürmeye çalışacağım. the sopranos, yapım kalitesi, anlattıkları ve hikayesiyle asla böyle etkilenmeleri hak etmeyen bir eserdi ama maalesef o da maddiyata ve televizyon etkisine maruz kaldı.

    bugün izlediğiniz bütün ''kült'' dizilerin babası the sopranos'tur. katmanlı anlatım, realite anlayışı, karakter yaratımı, anlatımı ve dönüşümleri ve senaryoculuk olarak etkilemediği kült bir yapım yoktur. yani sopranos bugün izlediğiniz dizilerin ''format'ının ilk örneğini, pilotunu ve şaşırtıcı olarak en iyi örneğini oluşturuyor.

    1999 yılında paralı bir kanalda yayınlanmaya başlayan bu dizi, o zamana kadar bir ''televizyon dizisi''nin amerikan toplumu için ifade ettiklerinin, temsil ettiklerinin ötesine geçiyor ve bir furya başlatıyor. bunu şu zamanlardan örnek vermeye çalışırsak belki daha iyi anlaşılır. herkesin teknolojinin bütün nimetlerini kullanarak beklediği game of thrones'un final sezonunun prömiyeri hbo'nun lisanslı internet platformlarındaki izlenmeler de dahil olmak üzere 17.4 milyon izlenme alırken the sopranos'un 2002'de yayınlanan 4. sezonunun prömiyeri 13.4 milyon izlenme almıştır. böyle bir etki ve ilgiden bahsediyoruz. peki the sopranos'un o meşhur finali, hikayenin sonu, 6. sezonun son bölümü ne miktarda bir izlenme elde etmiştir? 11.9 milyon. bu o zaman da tartışılmış, sorgulanmış bir mevzudur.
    çok garip değil mi? aslında değil. diziyi, dizinin bu noktalara nasıl geldiğini bilince değil.

    1999 senesinde david chase'in yaratmaya başladığı the sopranos'un bitiş senesi 2007'dir. sekiz sene altı sezon... sebepleri can sıkıcıdır. aslında chase'in kafasındaki the sopranos hikayesini dördüncü sezonda bitirecektir. ancak ilgi, reytingler, dizinin ortalığı kasıp kavurması sonucu hbo chase'e yeni bir kontrat sunar ve dizi altı sezona uzar... yani dizinin son iki sezonu, coppola'nın godfather 3'ü gibidir. istenmeyen çocuk muamelesi görür. ki dizinin her bir bölümüne hasta olmam ve defalarca izlememe rağmen son iki sezondaki ''ıkınma'' hissini, o hafif ''zorlama''yı, ''olmamış''lığı ben bile üzülerek hissederim. zaten bu kontarata bir şekilde evet diyen ancak büyük ihtimalle hikayeyi devam ettirmeye gönlü ve malzemesi de yetmeyen david chase yüzünden beşinci sezon aralık 2002 de yayınlanan dördüncü sezon finalinden tam 1.5 sene sonra, mart 2004'de yayına girer. matthew weiner isminin senarist kadrosuna dahil olması da zaten bu sezonla birlikte olur. kendisinin ve terence winter'in imzasının olduğu bölümlerin sezonu taşımasına, çok kaliteli işler olmalarına rağmen yaklaşık iki seneye yakın bekleyişin sonunda gelen bu biraz zorlama iş maalesef izleyiciden tepki toplar. bu tepkilerle sezon sonuna gidilir. devamında ise yine büyük bir bekleyişle son sezona geçilir. bu bekleyiş 6 haziran 2004'ten 12 mart 2006'ya kadar sürecektir. 2006 mart'ında 6. sezon başlar. çok şahşahalı bir geçiş olmaz, prömiyerin aldığı izlenme 3. sezonun ortalarında bir bölümün aldığı izlenme kadardır. ancak yine de herkes bu hikayenin nasıl sonlandırılacağını beklemektedir tabii. 6. sezon kesintisiz bir ''final'' sezonu olacaktır. taa ki david chase senaryonun yan hikayelerine ve tony'nin psikolojik yalnızlaşma sürecine eğilerek bölüm sayısını arttırmak isteyene kadar... david chase'in bu isteğini hbo sevinerek kabul eder ve normalde on üçer bölümlük olan sezonların final sezonuna özel 21 bölüm olmasını onaylar. ancak yirmi bir bölümü iki part halinde sunmayı şart koşarak çakallığı da elden bırakmaz. ilk partın son bölümü yani 12. bölüm haziran 2006 tarihinde yayınlanır ve izleyici nisan 2007'ye kadar tekrar nadasa bırakılır... medyada, magazinde, izleyicilerin görüşlerini belirttikleri her yerde eleştiri, tepki gırla gider ve seyirci olaya tepki koyar. bu tepki üçüncü sezondan beri izlenmeleri 8-10 milyonun altına düşmeyen dizinin, 6. sezonunun ikinci yarısının final bölümüne kadar 6-7 milyon civarlarında izlenmeyle ilerlemesine yol açar. tabiri caizse seyirci biraz "baymıştır."

    peki bunların o meşhur final sahnesiyle ne alakası vardır? üzerine sayfalarca inceleme yazılan, alt metin kasılan o blackout'un bunlarla bağlantısı nedir? david chase milletin yazıp çizdiklerinden gerçekten rahatsız olur. dizinin finali aslında son iki sezonun izleyicide yarattığı ve tepki vermesine sebep olduğu clusterfuck'a bir sövgü, cevap, tavır gibidir. ekran kararır. birdenbire, hiçbir şey demeden, haber vermeden kararır. matthew weiner'in yorumuyla bu aslında david chase'in izleyiciye ''fuck you!'' ya da ''fuck off'' deme şeklidir. ''üç senedir bırbır ötüyorsunuz, kafa ütülüyorsunuz.'' alın öyleyse ''tv is over'' demiştir david chase bu sahneyle.

    işte the sopranos'un ticari kaygılardan, yapımcı isteklerinden, daha çok paradan etkilenme şekli maalesef budur. ben bu finali dahiyane de bulmam, ısınamam da maalesef. çünkü olaylara teknik değil duygusal bir gözle bakan, izleyici koltuğunda oturan birisiyim ben. yıllarca o kadar büyük bir realizmin içindeyken son bölümde saçma bir blackout görene kadar düz bir şekilde tony'nin vuruluşunu yahut mezar taşını görmeyi yeğlerdim. hikâyesini bitirmesini isterdim. bu tony babamın da izlediğinde bullshit diyeceği, gözlerini belerteceği bir sahnedir. diziyi yayınlandığı zamanlarda hafta hafta takip eden, o 2-3 senelik aralıkları, uzatmaları bekleyen seyircileri düşünerek daha da soğuyorum bu final sahnesinden. ne kadar sembolik, vurucu vs. olursa olsun. tony soprano muallak bir hayat yaşamadı. öyle ne idiği belirsiz, yandan yemiş sanatsallı bir sonu da hak etmedi. bu benim şahsi görüşüm dediğim gibi. ama eğer bu dizinin yapımcısı veya ortaklarından biri o olsaydı sanırım o da para için diziyi uzatabildiği kadar uzatır, yoluna bakardı... böyle düşününce yüzüme de bir gülümseme oturmuyor değil...

    hulâsa her şeyiyle çok güzeldi. her şeyiyle muhteşemdi. o siyah ekranla bile...
    yapanlara, emeği geçenlere tekrar sonsuz teşekkürler.
    yine tony soprano anısına yazıldı.

    öyle işte.
  • o kadar entry girilince yazılır belki dedim de bana kaldı ihale. iyi de denk geldi. bugün ilk bölümünün yayınlanışının yirmi ikinci yıl dönümü olan, televizyon denen kutunun yayınladığı en iyi yapımdır. 10 ocak 1999 tarihinde pilot olarak da bilinen ilk bölümü yayınlanmıştır. açılış bölümü en iyi olan dizilerden biridir. günün anlam ve önemine binaen pilot bölümü özelinde konuşmak gerekirse, bu bölüm david chase tarafından 1997 de yazılmış ve 97 senesinin yazında çekilmiştir. bir buçuk sene kadar dizinin yayınlanması için bağlantı, iletişim, yapımcı, kanal kovalamıştır chase. pilot bölümünde olup da ilk sezonun geri kalanında değişen birçok şey fark edebilir diziyi dikkatli izleyenler. ilki tony babamın kilosudur mesela. ilk bölümde baya iri ve diri, şahsımca boyuna göre kilosunun en iyi olduğu halde olan, şişman değil cüsseli bir adamdır. lakin ikinci bölümden itibaren kilo alarak devam eder sezonun ve dizinin geri kalanına. çünkü david chase pilot bölümünden sonra rol için daha da çok kilo almasını istemiştir. sonra yine tony babanın aksanı daha da ağır ve belirgin bir hal almıştır zira aradaki sürede oyuncu koçu vs. ile aksan üzerine çalışılmıştır. onun dışında mekanlar, satrial's store ve bada bing, bazı oyuncular -irina vs.- ve tony babamın saati, oyuncuların giyim tarzları falan değişmiştir.

    öyle işte.
    diğer entrylerim için;
    (bkz: the sopranos/@fyodor fyodorovic)
683 entry daha
hesabın var mı? giriş yap